Yaşamı iyi yönlendirebilmek için,
insanca bir yaşamın yolunu açabilmek için, emekçilerin kadınıyla, erkeğiyle
sendikal örgütlenmesini sınıfsal anlamda yapmalıdırlar. “Kadının yeri evidir.”,
“Evin reisi erkektir.” Ve benzeri cümle kalıplarının sadece kapitalist, yarı
feodal, sömürge düzende erkek egemen toplumun varlığının devamına çanak tutmaya
yarar. Biz emekçiler bu sistem anlayışını yıkmak zorundayız.
Emek cephesinin çok farklı alanları
olsa da, farklı alanlarda emekçi kadınlar ile erkeklerin dayanışması olmak
zorundadır. Sendikal haklarda emekçi kadınlarımıza da söz hakkı vermek ve
onları yüreklendirerek öncü olmalarını sağlamalıyız.
İşyerlerinde emek, sermaye
çelişkisini, artı değeri, sömürüyü ve emek ile ilgili tüm bilgileri her
emekçiye anlatılmalıdır. Bu anlatımlar gerek birer birer, gerekse toplu olarak
olmalıdır.
“Kadının saçı uzun olanın aklı kıt
olur.” diye bazı yoz düşüncede olan erkekler söyler. Oysa kadın yaşamda
becerikli ve kabiliyetlidir. Sistem içinde kadın, erkekler tarafından evde,
sokakta, işyerinde aşağılandığı ve cinsel tacize uğradığı için kadınlar hep
sindirilmiştir.
Günümüzde kadınlar dilleri, renkleri
farklı olsa da yaşadığımız tüm coğrafya da haklarını aramak için dernekleşerek,
örgütlü bir güce dönüşümlerini sağlamaya çalışıyorlar. “Kadın olmak zor” ve biz
emekçilerin hangi alanda olursak olalım emekçiye yakışır bir şekilde kadın
haklarını emek ile savunmalıyız.
Aynı mahallede, sokakta, işyerinde
kadın dayanışmalarını örgütlerken, desteklerken, yoz düşüncede olan kişileri de
kazanmak zorundayız. Bu yoz düşünceyi taşıyorlarsa bunun nedeni de, sistem hep
erkek egemenliğini işlediği içindir.
Kadınlar yaşamın her alanında ulusal,
sınıfsal anlamda baskı ve cinsel tacize uğramaya devam ederken, durmadan namus,
töre barbarlığı adı altında katledilmeye devam ediliyorlar. Yasaların çıkması
caydırıcılığını göstermezken, kadın milletvekillerinin Ankara’da süs bitkisi
gibi durmalarının da hiçbir anlamı yok.
Kadının kurtuluşu kendisinde biter.
Bilinçlenerek örgütlenmesinden, çoğalmasından geçer.
8 Mart emekçi kadınlar gününde,
sermaye basını kadını allayıp pullarken, devlet erkânı güzel sözlerle kadınlara
hitap ederken, bu ülkede erkeklerin barbarlığı hala arkası yarın gibi devam
ediyor.
Gelelim kendimize; kendimizi nasıl
adlandırıyoruz? Devrimci mi? Sosyalist mi? Aydın mı? Yurtsever mi? İlk önce kadının haklarını dernekte, siyasi
partide ateşli savunup, sonrada evde kızımıza, kız kardeşimize, ablamıza,
kadınımıza, annemize terör mü estiriyoruz? Kadınımızı evimizde bir vitrin ya da
bir süs eşyası olarak mı görüyoruz? Sevgili dostlar yaşamım boyunca farklı
yerleşim birimlerinde, derneklerde, işyerlerinde birçok yol arkadaşım oldu.
Kendilerini bir yere koyup da evinde, erkek egemen zihniyetiyle terör
estirenleri gördüm. Yıllardır kadın, erkek eşitlik mücadelesini alanın her
yerinde vermeye gücümüz oranında yol arkadaşlarımızla yaptık. Ama yanı
başımızdaki yol arkadaşlarımızdan çoğunun erkek egemenliği anlayışında olduğunu
gördüm.
Bu bağlamda kadın, erkek eşitliğini
birey olarak evimizden başlatmalıyız. Pratik yaşamda bilinçlenirken, okuyarak,
komşumuzu, işyerindeki emekçi arkadaşlarımızı bu halkanın bir parçası yapabiliriz.
Eleştiri ve özeleştiri mekanizmasını işletip, birbirimizi yönlendirebiliriz.
Fikirlerimizi paylaşarak kadın ve erkek eşitliğinin tam anlamıyla uygulandığı
bir özgür ülke ve dünyaya açılan bir kapı yaratabiliriz. Neden olmasın?
Hüseyin habip Taşkın
13 /09 /2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder