Cezaevleriyle ilgili
birçok yazı yazdım. Aynı zamanda Newroz Gazetesi’ndeki yazar arkadaşlarımda
cezaevleriyle ilgili sorunlara yazılarında değindi. Adına Türkiye klasiği desek
yanlış olmaz. Cezaevlerinde sorunlar bitmek bilmiyor.
Cezaevlerindeki
yaşanmış gerçeklerin üstü hiçbir zaman kapanmadı. Ama Türkiye’de cezaevleri
alfabetik sıraya göre açılmaya devam ederken dönemin iktidar partileri
övünülecek bir iş yaptıklarını sanarak basında boy göstermeye ve basında yer
bulmaya devam ediyor.
Geçmiş dönemlerde E
Tipi Cezaevleri basında yer bulduğunda şak şakçı basın ve köşe yazarları
devrimcilerin ve adli mahkûmların ıslah edileceğinden bolca söz etti. E
Tipi Cezaevlerine devrimci tutsaklar getirildiğinde kapıda asker ve gardiyan
karmasından oluşma ordusunun kalaslarla, coplarla “hoş geldiniz” karşılaması
yaptığını bizler hiçbir zaman unutmadık.
12 Eylül 1980 Askeri
Darbesi’nin generallerinden tutun, en alt rütbelisine kadar cezaevlerinde
bulunan devrimcilerin ıslah edilmelerinden söz ettiklerini unutmadık. Bu ıslah
etme metodu, farklı cezaevlerinde işkence türlerine bizler tanık olduk. İdam
edilen yoldaşlarımızı, cezaevinde ölümle sonuçlanan canlarımızı unutmadık.
Mazotlu suyla bizleri ölüme terk eden ve diğer uygulama biçimlerini bizler hiç
unutmadık.
Bizler daha doğrusu
her döneme özgü cezaevlerindeki devrimci tutsaklara yapılan işkence metotlarını
hiç mi hiç unutmadık.
Her iktidar partisi
döneminde alfabetik sıraya göre cezaevi açılırken devrimcilerin tecrit edilmesi
ve ailelerin kendi aralarında bir araya gelmemesini sağlamaya çalıştılar. Amaç
modern cezaevi açmak değildi. Tecrit yerleri açmaktı. Kendilerince tehlikeli
olan devrimcileri cezaevinde bitirmekti. Türkiye’de Kürt sorunu dalgalanmaya
başlayınca Kürt aydınlarını, düşünürlerini, tutsaklarını da aynı yerlerde
eritmeye, bitirme gayreti içine girdiler.
Bizim suskun
basınımız, yazarlarımız aksine her cezaevi açıldığında özellikle de F Tipi
Cezaevi açıldığında ağızlarından yalan çıkıyordu. “Tecride” açıkça onay
verdiler. Asker desen geri kalır mı? Kafaları hep tecride çalıştığı için
“L”,”M” derken Türkiye’de cezaevleri çoğaldı. Sorunlarda çoğaldı. Devrimci
tutsaklar haklarını aradıklarında her türlü baskı ile baş başa kaldılar.
Kısacası modern cezaevi görünümü altında tecrit gündeme getirildi.
Konuyu şuna bağlamak
istiyorum: AKP iktidarında Balyoz, Ergenekon, Poyrazköy, Sahte çürük raporu,
Askeri casusçuluk, İnternet andıcı davası adı altında askeriyenin üst ve alt
rütbelilerinden tutuklananlar oldu. Hasdal cezaevinde 29 generalin tutuklu
olduğu kamuoyuna yansıdı. AKP askeriyede kendisine dokunanlara dokundu.
Benim anlatmam şu: Bu
generaller, subaylar, ast subaylar kendilerinin cezaevine girmeyeceğini
zannediyorlardı. Bunların birçoğu 12 Eylül 1980 ve sonrasında ordunun belirli
kademelerinde Türkiye’nin çeşitli yerlerinde görev alan kişilerdir. Bu kişiler
ya da devre arkadaşları cezaevlerinde görev aldılar. İşkencelerde de görev
aldılar. Bu arada Diyarbakır cezaevini ve oradaki askeriyenin Kürt tutuklu ve
hükümlülere yaptıkları baskı ve işkencelerde görev aldılar.
Hayata Dönüş
Operasyonu adı altında Türkiye'de cezaevlerindeki bazı tutuklu ve hükümlü
devrimci tutsakların F tipi hücre sistemine geçişi engellemek amacıyla, 20
Ekim'de başlattıkları açlık grevlerini, 19 Kasım tarihinde ölüm orucuna
dönüştürmeleri üzerine, 19 Aralık 2000 tarihinde, 20 cezaevine birden yapılan,
2'si asker 30'u tutuklu 32 kişinin öldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı olayda
yaklaşık 10000 güvenlik görevlisi tarafından gerçekleştirilen operasyonlardır.
Bu operasyonları devletin üst kademesiyle, askeriyenin üst kademesinin
ortaklaşa yapmış olduğu operasyonlardır.
2000 yılında
Türkiye’de cezaevlerindeki bazı tutuklu ve hükümlü devrimci tutsakların F Tipi
hücre sistemine geçişi engellemek amacıyla, 20 Ekimde başlattıkları açlık
grevini sonrasında 19 Kasım’da ölüm orucuna dönüştürmeleri üzerine 19 Aralık
2000 tarihinde Hayata Dönüş Operasyonu adı altında devlet cezaevlerine 20
cezaevine aynı anda yapılan saldırı sonucu, 2’si asker 30’u tutuklu 32 kişi
öldü. Yüzlerce kişi yaralandı. Operasyon yaklaşık 10000 güvenlik
görevlisi tarafından gerçekleştirildi. Bu operasyon devletin üst kademesiyle,
askeriyenin üst kademesinin ortaklaşa yapmış olduğu bir operasyondur.
Cezaevlerinde bulunan
devrimcileri ve sosyalist basını hep kötülediler. Bunu her iktidar döneminde
iktidar ile basın el ele yapmıştır. Bizler bunları hiç mi hiç unutmadık. AKP’yi
desteklemiyorum ama diğer düzen partilerini de desteklemiyorum. Yalnız AKP
iktidarında Askeri rütbeliler cezaevine girince iktidar çatışmasında dengeler
altüst oldu.
Cezaevlerinde tutuklu
ve hükümlülerin aynı kefeye konulmasına karşı olan Deniz Albayı Dursun Çiçek,
“Cezaevi koşullarınız nasıl” sorusuna “Cezaevi altın kafes olsa ne olacak.
Cezaevi cezaevidir” diyor. Birçok askeri rütbeli cezaevi koşullarından yakındı.
Yaşları itibarıyla cezaevine girmemeleri gerektiğini aileleri, yakınları ve
avukatları dile getirdi. Birde hasta olan askeri personelden söz edildi.
Cezaevleri koşullarında yatamaz denildi.
Tutuklu sanık Eski
İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu ise “Bir ay sonra
tutukluğumun 3. yılını dolduracağım. 15 yıldır ağır karaciğer hastasıyım.
Karaciğerimde kanser teşhis edildi. Tutuklandıktan sonra Cerrahpaşa’da yattığım
20 ayda hastalığım ilerlemişken, cezaevinde nasıl olacağını takdirlerinize
bırakıyorum” diye konuştu.
Cezaevleri elbette
altın kafes değildir. Ama bu yerler açılırken başka gözle baktınız. Türkiye
cezaevlerinin kara tarihi sorgulanmalı ve yargılanmalıdır. Bütün bunlar taraf
olan sizin askeri meslektaşlarınızın eseridir. Cezaevlerinde yaşlı tutuklu ve
hükümlüler vardır. Bir de ağır hasta olanlar vardır. Bunlar hala
cezaevlerindedir.
Buradan şu anlam
çıkıyor. Türkiye’de cezaevine herkes girebilir! Modern cezaevi diye basın
aracılığı ile propagandayı sizler yapmadınız mı? Şimdi ne oldu da modern
cezaevi birden bire sizin gözünüzde iyi bir yer olmadığı ortaya çıkıverdi.
Oda TV davasını
izleyen Uluslararası PEN Başkan Yardımcısı Eugene Schoulgin ve Uluslararası
Yayıncılar Birliği Başkanı William Nygaard, öğle arasında uzaktan seslenerek
Tuncay Özkan ile Balbay’dan yargılama ve cezaevi koşulları hakkında bilgi
aldılar. Tuncay Özkan’ın “Burası Hitler döneminin toplama kampları gibi.
Hitler’in kamplarında insanlara daha kötü şeyler yaptıkları için buradaki
toplama kampında yapılanlar karşısında bir şey diyemiyorum” sözleri üzerine
Eugene Schoulgin’in gözyaşlarını tutamadı.
Bu toplama kampı
dediğiniz yerlere devrimci tutsaklar zorla getirildi ve kalas ve joplarla
asker, gardiyanlardan oluşma şiddet ekibi hoş geldin ile karşıladı. Birçok
yazarın ve basın dâhil olmak üzere olayları görmemezlikten geldiğini ve
yapılanlara çanak tuttuğunu bizler unutmadık. Devrimci tutsaklar şiddete maruz
kaldığında ve sosyalist basın emekçileri gözaltına alınıp, cezaevine
gönderilirken neden “Burası Hitler döneminin toplama kampları gibi” demediniz,
sustunuz?
Tuncay Özkan’ın kızı
Nazlıcan Özkan Tecrit başladığından beri babasının kimseyi göremediğini, yan
hücresine kimsenin konulmadığını, insan sesi duymadığını, açık görüşlerde bile
Tuncay Özkan'ın tek başına görüştürüldüğünü ve "Tecrit bir insanlık
suçudur, kim olursa olsun kimsenin hak etmediği bir uygulamadır" dedi.
Devrimci tutsaklar
yıllardır tecride karşı hep direndiler, bugünde direniyorlar. Cezaevleri
diye bir gerçeğimiz var. Bu gerçeği de haykırmaya devam ediyorlar.
Hüseyin Habip Taşkın
Newroz Gazetesi
http://gorulmustur.org/icerik/cezaevlerinde-sorunlar-bitmiyor
http://gorulmustur.org/icerik/cezaevlerinde-sorunlar-bitmiyor
http://ofkeveumut2.blogspot.com/2012/04/bitmeyen-sorun-cezaevleri.html
http://istanbul.indymedia.org/tr/haber/bitmeyen-sorun-cezaevleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder