18 Ağustos 2018 Cumartesi

Bitmeyen Sorun Cezaevleri



Cezaevleriyle ilgili birçok yazı yazdım. Aynı zamanda Newroz Gazetesi’ndeki yazar arkadaşlarımda cezaevleriyle ilgili sorunlara yazılarında değindi. Adına Türkiye klasiği desek yanlış olmaz. Cezaevlerinde sorunlar bitmek bilmiyor.
Cezaevlerindeki yaşanmış gerçeklerin üstü hiçbir zaman kapanmadı. Ama Türkiye’de cezaevleri alfabetik sıraya göre açılmaya devam ederken dönemin iktidar partileri övünülecek bir iş yaptıklarını sanarak basında boy göstermeye ve basında yer bulmaya devam ediyor.
Geçmiş dönemlerde E Tipi Cezaevleri basında yer bulduğunda şak şakçı basın ve köşe yazarları devrimcilerin ve adli mahkûmların ıslah edileceğinden bolca söz etti.  E Tipi Cezaevlerine devrimci tutsaklar getirildiğinde kapıda asker ve gardiyan karmasından oluşma ordusunun kalaslarla, coplarla “hoş geldiniz” karşılaması yaptığını bizler hiçbir zaman unutmadık.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin generallerinden tutun, en alt rütbelisine kadar cezaevlerinde bulunan devrimcilerin ıslah edilmelerinden söz ettiklerini unutmadık. Bu ıslah etme metodu, farklı cezaevlerinde işkence türlerine bizler tanık olduk. İdam edilen yoldaşlarımızı, cezaevinde ölümle sonuçlanan canlarımızı unutmadık. Mazotlu suyla bizleri ölüme terk eden ve diğer uygulama biçimlerini bizler hiç unutmadık.
Bizler daha doğrusu her döneme özgü cezaevlerindeki devrimci tutsaklara yapılan işkence metotlarını hiç mi hiç unutmadık.
Her iktidar partisi döneminde alfabetik sıraya göre cezaevi açılırken devrimcilerin tecrit edilmesi ve ailelerin kendi aralarında bir araya gelmemesini sağlamaya çalıştılar. Amaç modern cezaevi açmak değildi. Tecrit yerleri açmaktı. Kendilerince tehlikeli olan devrimcileri cezaevinde bitirmekti. Türkiye’de Kürt sorunu dalgalanmaya başlayınca Kürt aydınlarını, düşünürlerini, tutsaklarını da aynı yerlerde eritmeye, bitirme gayreti içine girdiler.
Bizim suskun basınımız, yazarlarımız aksine her cezaevi açıldığında özellikle de F Tipi Cezaevi açıldığında ağızlarından yalan çıkıyordu. “Tecride” açıkça onay verdiler. Asker desen geri kalır mı? Kafaları hep tecride çalıştığı için “L”,”M” derken Türkiye’de cezaevleri çoğaldı. Sorunlarda çoğaldı. Devrimci tutsaklar haklarını aradıklarında her türlü baskı ile baş başa kaldılar. Kısacası modern cezaevi görünümü altında tecrit gündeme getirildi.
Konuyu şuna bağlamak istiyorum: AKP iktidarında Balyoz, Ergenekon, Poyrazköy, Sahte çürük raporu, Askeri casusçuluk, İnternet andıcı davası adı altında askeriyenin üst ve alt rütbelilerinden tutuklananlar oldu. Hasdal cezaevinde 29 generalin tutuklu olduğu kamuoyuna yansıdı. AKP askeriyede kendisine dokunanlara dokundu.
Benim anlatmam şu: Bu generaller, subaylar, ast subaylar kendilerinin cezaevine girmeyeceğini zannediyorlardı. Bunların birçoğu 12 Eylül 1980 ve sonrasında ordunun belirli kademelerinde Türkiye’nin çeşitli yerlerinde görev alan kişilerdir. Bu kişiler ya da devre arkadaşları cezaevlerinde görev aldılar. İşkencelerde de görev aldılar. Bu arada Diyarbakır cezaevini ve oradaki askeriyenin Kürt tutuklu ve hükümlülere yaptıkları baskı ve işkencelerde görev aldılar.
 Hayata Dönüş Operasyonu adı altında Türkiye'de cezaevlerindeki bazı tutuklu ve hükümlü devrimci tutsakların F tipi hücre sistemine geçişi engellemek amacıyla, 20 Ekim'de başlattıkları açlık grevlerini, 19 Kasım tarihinde ölüm orucuna dönüştürmeleri üzerine, 19 Aralık 2000 tarihinde, 20 cezaevine birden yapılan, 2'si asker 30'u tutuklu 32 kişinin öldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı olayda yaklaşık 10000 güvenlik görevlisi tarafından gerçekleştirilen operasyonlardır. Bu operasyonları devletin üst kademesiyle, askeriyenin üst kademesinin ortaklaşa yapmış olduğu operasyonlardır.
2000 yılında Türkiye’de cezaevlerindeki bazı tutuklu ve hükümlü devrimci tutsakların F Tipi hücre sistemine geçişi engellemek amacıyla, 20 Ekimde başlattıkları açlık grevini sonrasında 19 Kasım’da ölüm orucuna dönüştürmeleri üzerine 19 Aralık 2000 tarihinde Hayata Dönüş Operasyonu adı altında devlet cezaevlerine 20 cezaevine aynı anda yapılan saldırı sonucu, 2’si asker 30’u tutuklu 32 kişi öldü. Yüzlerce kişi yaralandı.  Operasyon yaklaşık 10000 güvenlik görevlisi tarafından gerçekleştirildi. Bu operasyon devletin üst kademesiyle, askeriyenin üst kademesinin ortaklaşa yapmış olduğu bir operasyondur.
Cezaevlerinde bulunan devrimcileri ve sosyalist basını hep kötülediler. Bunu her iktidar döneminde iktidar ile basın el ele yapmıştır. Bizler bunları hiç mi hiç unutmadık. AKP’yi desteklemiyorum ama diğer düzen partilerini de desteklemiyorum. Yalnız AKP iktidarında Askeri rütbeliler cezaevine girince iktidar çatışmasında dengeler altüst oldu. 
Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin aynı kefeye konulmasına karşı olan Deniz Albayı Dursun Çiçek, “Cezaevi koşullarınız nasıl” sorusuna “Cezaevi altın kafes olsa ne olacak. Cezaevi cezaevidir” diyor. Birçok askeri rütbeli cezaevi koşullarından yakındı. Yaşları itibarıyla cezaevine girmemeleri gerektiğini aileleri, yakınları ve avukatları dile getirdi. Birde hasta olan askeri personelden söz edildi. Cezaevleri koşullarında yatamaz denildi.
Tutuklu sanık Eski İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu ise “Bir ay sonra tutukluğumun 3. yılını dolduracağım. 15 yıldır ağır karaciğer hastasıyım. Karaciğerimde kanser teşhis edildi. Tutuklandıktan sonra Cerrahpaşa’da yattığım 20 ayda hastalığım ilerlemişken, cezaevinde nasıl olacağını takdirlerinize bırakıyorum” diye konuştu.
Cezaevleri elbette altın kafes değildir. Ama bu yerler açılırken başka gözle baktınız. Türkiye cezaevlerinin kara tarihi sorgulanmalı ve yargılanmalıdır. Bütün bunlar taraf olan sizin askeri meslektaşlarınızın eseridir. Cezaevlerinde yaşlı tutuklu ve hükümlüler vardır. Bir de ağır hasta olanlar vardır. Bunlar hala cezaevlerindedir.
Buradan şu anlam çıkıyor. Türkiye’de cezaevine herkes girebilir! Modern cezaevi diye basın aracılığı ile propagandayı sizler yapmadınız mı? Şimdi ne oldu da modern cezaevi birden bire sizin gözünüzde iyi bir yer olmadığı ortaya çıkıverdi.
Oda TV davasını izleyen Uluslararası PEN Başkan Yardımcısı Eugene Schoulgin ve Uluslararası Yayıncılar Birliği Başkanı William Nygaard, öğle arasında uzaktan seslenerek Tuncay Özkan ile Balbay’dan yargılama ve cezaevi koşulları hakkında bilgi aldılar. Tuncay Özkan’ın “Burası Hitler döneminin toplama kampları gibi. Hitler’in kamplarında insanlara daha kötü şeyler yaptıkları için buradaki toplama kampında yapılanlar karşısında bir şey diyemiyorum” sözleri üzerine Eugene Schoulgin’in gözyaşlarını tutamadı.
Bu toplama kampı dediğiniz yerlere devrimci tutsaklar zorla getirildi ve kalas ve joplarla asker, gardiyanlardan oluşma şiddet ekibi hoş geldin ile karşıladı. Birçok yazarın ve basın dâhil olmak üzere olayları görmemezlikten geldiğini ve yapılanlara çanak tuttuğunu bizler unutmadık. Devrimci tutsaklar şiddete maruz kaldığında ve sosyalist basın emekçileri gözaltına alınıp, cezaevine gönderilirken neden “Burası Hitler döneminin toplama kampları gibi” demediniz, sustunuz?
Tuncay Özkan’ın kızı Nazlıcan Özkan Tecrit başladığından beri babasının kimseyi göremediğini, yan hücresine kimsenin konulmadığını, insan sesi duymadığını, açık görüşlerde bile Tuncay Özkan'ın tek başına görüştürüldüğünü ve "Tecrit bir insanlık suçudur, kim olursa olsun kimsenin hak etmediği bir uygulamadır" dedi.
Devrimci tutsaklar yıllardır tecride karşı hep direndiler, bugünde direniyorlar.  Cezaevleri diye bir gerçeğimiz var.  Bu gerçeği de haykırmaya devam ediyorlar.
Hüseyin Habip Taşkın
Newroz Gazetesi

http://gorulmustur.org/icerik/cezaevlerinde-sorunlar-bitmiyor 

http://ofkeveumut2.blogspot.com/2012/04/bitmeyen-sorun-cezaevleri.html 

http://istanbul.indymedia.org/tr/haber/bitmeyen-sorun-cezaevleri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Acılarımız Ortaktır

 Her halkın acıları birbirine benzer. İnsanca yaşamak her bireyin hakkıdır. İnsanca yaşıyabiliyor muyuz? Kendimizi birey olarak sorgulamamız...