Ülkemizde turizmi neden canlı
tutamıyoruz? Doğa harikası olan ülkemizde turizmi canlı tutamıyoruz. Ülkemizin
üç tarafı denizlerle çevrili olan yerlerde turizmi canlı tutamıyoruz. Akıl
noksanı değiliz. Ama bizim aklımız cinliğe çok hızlı çalışır ve aklımıza neyi
koyarsak anında yapan bir yapımız var. Özelliklede talan etme yapımız var.
Eskiden radyolar vardı. Radyodan
özellikle yaz aylarında spikerin eline yazılmış metni vererek okuturlardı.
“Turiste saygı”, misafirperverliğimiz bile söylenirdi. Biz çocuk aklımızla
misafirperverliğimizi, turiste saygılı olduğumuzu kendi yaşıtlarımız arasında
konuşurduk. İlkokul sıralarında öğretmenlerimiz bizlere saygın toplum
olduğumuzu, turiste güler yüzlü davrandığımızı, davranmadığımız takdirde turist
bizim ülkemize bir daha gelmeyerek, kendi ülkesinde ülkemiz aleyhinde
konuşarak, diğer turistlerin gelmelerini engeller derdi.
Her yılın yaz aylarına doğru turist
cümlesini hep duyardım. Bazen kendi aramızda konuşurken arkadaşlarımdan turist
yerine “ecnebiler” ülkemize gelecek derlerdi. Bazense “cavur” kelimesini
duyardım. Her nedense bizim ülkemizin insanını yere göğe sığdıramazdık.
Turistlerden bile medeni olduğumuzu söyleyen arkadaşlarım çıkardı. Ben kendi
açımdan söyleyecek olursam söylenenlere inanırdım. Ülkemize gelen cavurların
pis olduğunu, bitli olduğunu, hiç banyo yapmadığını konuşmalarımızın arasına
sıkıştırırdık. Böylece kendi insanlarımızla, kendimizle hep övünürdük.
İlkokul döneminde Bayındır/ İzmir
ilçesine üç tane turist gelmişti. Günlerden pazardı ve bankalar kapalıydı.
Turistleri duyanlar bankanın etrafında çoluk çocuk, genç, yaşlı toplandık.
Turistlerde şaşkın bakışlar arasında toplanan kalabalığa bakıyordu. Çat pat
İngilizce bilen bir büyüğümüz onlara tercümanlık yapıyordu. Bankanın müdürü ve veznedarı gelir gelmez,
tanışma faslı yapıldı ve bankanın kepengi kaldırılarak kapısı açıldı. Bizler
bankanın bahçesine girerek içeride nelerin olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Her
kafadan bir ses çıktığı için bağırarak konuşuluyordu. Turistlere, “ecnebi” ve
“cavur” diyenlerde aramızdan çıkıyordu. Sonradan öğrendik ki, turistlerin
parası bitince, Türk Lirası almak için bizim ilçeye gelmişlerdi.
Böylelikle misafirperverliğimiz ortaya
çıkmış ve turistlerin matematik hesabından anlamadıkları için bankanın
veznedarı imdatlarına koştuğunu günlerce bizlerin arasında söylenip durdu.
İzmir’e ailece yerleşince bolca turist
gördüm. Bizim gibi etten, kemikten olmakla birlikte birer candılar. Sadece
dilleri, renkleri, kültürleri farklıydı. Gençlik yıllarında İzmir’in Çeşme
ilçesine bağlı altın kum plajında mahaleli üç arkadaşımla çalışmaya başladık.
Yatacak yerimiz olmadığı için derme çatma bir çadır yapmıştık. Tüpümüz vardı.
İlkel koşullarda karnımızı doyuruyorduk ve barınmamızı sağlıyorduk.
Yıl 1988’de bize, işveren Doğan ağabey
bilet koçanları elimize vererek, İngilizce “hoş geldiniz”, şezlong, şemsiye ve ayakbastı
parası “giriş” ücreti beş bin lirayı öğretti. Çok zeki olduğumuzdan bukadarcık
kelimeyi kâğıda yazmıştık.
Plaja baktığımızda alt yapı yoktu.
Tuvalet, insanların giyinip, soyunacağı kabinler, insanların denizden
çıktığında temiz suyla yıkanabileceği hiçbir olanakları yoktu. Biz çalışanlar
az ilerimizde Turgut ağabeyinin tahtadan yapılma yemek yeme ve içki içme yeri
vardı. Bizler sadece tuvalet kısmını kullanıyorduk. Denize girip çıktığımızda
temiz suyla bizim yıkanma olayımız olmuyordu.
Doğan ağabeye, ilk buluşmamızda şu
soruyu yöneltmiştik: “Alt yapı yok, turistlerden bu parayı almamız ayıp olmaz
mı?” Doğan ağabey etrafa göz ucuyla öylemesine baktıktan sonra bir bilge insan
gibi bizlere: “Şu tümseğin arkasına gidip soyunsunlar, giyinsinler ve tuvalet
ihtiyaçlarını görsünler.” Bizler sadece hafiften gülümsemiştik.
Çalışmaya başladığımızda birçok turist
bizlere isyan ediyordu. Bir gün Türkçeyi çok iyi bilen Alman kadın turist
gelmişti. Kendisinden de para almıştık. Bana yattığı yerden Türkçe seslenerek
yanına çağırdı. İlk önce ben onu Almanya’da çalışan Türklerden sanmıştım. Bana
karşımızda duran dağı göstererek: “Karşı taraf Yunan adası adı Sakız, orada
hiçbir plaj para almıyor. Alt yapıları var. Oradan turist memnun ayrılıyor. Siz
kafanızı değiştirmezseniz. Kısa sürede turisti bu ülkede zor görürsünüz.” dedi.
Ben ve arkadaşlarım Alman kadının
söylediklerini Doğan ağabeye söylemiştik ama onun hiç umurun da değildi. Para
gelsin de nasıl gelirse gelsin hesabı yapıyordu.
Yıllar ardı ardına giderken turistler
ülkemizden büyük çoğunluğu ayağını kesmişti.
Televizyon ve radyolardan turist çekmenin yöntemleri aranıyor. Ama bu
kafayla da bulunamıyordu.
1998 yılında Kuşadası villa yat
kulüpte garson olarak sezonluk çalışmaya başladım. Şehir içinde dolmuşlar bir
liraya gidip, geliyordu. Dondurmanın bir külahı bir liradan veriliyordu.
Turistler bir lira ile on lirayı karıştırıyordu. Yazlık işine giden mevsimlik
işçilerin ve iş sahibi olanların çoğunluğu bu gibi işleri yaparak cebini
kendince doldurduğunu sanıyordu. Oysa
turist kazıklanma nedeniyle Kuşadası ve diğer tatil beldelerine gelmeleri
azalmıştı.
Kuşadası’nda gördüğüm ve duyduğum olaylardan
bir tanesi de yemek yiyen turistler ilk önce menüye bakarak fiyatlarını
hesaplayarak bütçelerine göre sipariş verirlermiş ama yemek bitiminden sonra
gelen hesap fazlasıyla kabarık olunca turist isyan edermiş. Turistin isyanı
kendi bağırtısıyla kalırmış.
Bu yazdıklarım tüm esnaf yapıyor
anlamına gelmemelidir. Ama çoğunluğu ve yanında çalışanları dolaylı yoldan
yapıyordu. Bu anlattıklarım sadece buraya özgü değildir. Ülkemizin her yerinde
bu gibi olaylar yaşanıyordu ve yaşanmaya hala devam ediyor dersem yanlış olmaz.
Birde Kuşadası rant uğruna sahiller
beton yığınına çevrilmiş, adına otel, motel, üç yıldızlı, dört yıldızlı
otellerin gelişi güzel boy göstererek sahillerin yağmalanması, pansiyonların
her sokakta fazlasıyla olmasıyla hiçbir özelliği olmayan bir Kuşadası’nı Belediye
Başkanlığı yapanlar ve ileri gelenleri sayesinde bitirdiler.
Bizler daha turisti ülkemize nasıl
çekeceğiz diye düşünüyoruz? Oysa bizler kafamızı kuma gömmüşüz hiçbirimizin haberi
yok. Bu bozulma yeni değildir. Paranın ve açgözlülüğün yanında ağırlık basan yanımız
sayesinde, sistemin bizim gibi insanları eğitemediklerinden, Turisti yolunacak
bir kaz olarak gördüğümüzden, kendimizi hep Kaf dağının üstünde gördüğümüzden, devlet
düzeyindeki yöneticilerin bilmiş gibi tavır takınıp, aslında konuyla alakaları
olmadığından, turizmle ilgili ileriye dönük hesaplar yapılmadığından, turizmi
el birliğiyle bitirilmesine neden olduk dersek hiçte yanlış olmaz.
Ülkemizde bir otoban yapıldı. Bu
otoban Doğukaradeniz sahil şeridindedir. Otobanın yapılması doğrudur ama
maliyet az olsun diye sahil şeridinden yapılmış ve ortaya korkunç bir manzara
çıkıyor. İnsanların yüzebileceği yerler, denizi seyredebileceği yerler ortadan
kaldırılmış oluyor. Bizler daha turizmden söz ediyoruz. Bu sistemle ve kafa
yapımızla bu coğrafya da turist gelsin yerine avucumuzu yalamaya devam ederiz.
Hüseyin Habip Taşkın
28 / 09 /2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder