29 Ocak 2019 Salı

SAKINCALI 9.Bölüm https://pirtukweje.wordpress.com/2019/01/29/roman-hueseyin-habip-taskin-sakincali-9/?fbclid=IwAR2de6MBy6-nHUNhfj5zMbMCUQgnjlSs2TmivDS47sSw8DjtaQSFBiO29aI




‘Birahanede işlerin kesat olduğunu’ çalışan personel söylüyordu. ‘Yakında topu dikerler’ diyende vardı. Dört ortaklıydı ve aynı yörenin insanlarıydı. Ustası Sakıncalı’ya işin inceliğini öğretme teklifinde bulundu. Ama kabul etmedi. Eli ağırdı. Bir de yazı yazmasına, kitap okumasına engeldi.

Çalıştığı yere Yazar Arkadaşı uğradığında yüzünde gülücükler açıverdi. Geldiği saatte ne müşteriler, ne de patronlar vardı. Bara yakın pencere kenarına karşılıklı sandalyelere oturduklarında:
“ Öykülerini okudum. Her biri ayrı güzel işlenmiş, konuları kadın ve askeri darbe dönemini anlatıyor. Benim sana bir önerim olacaktır! Bunları birbirine bağlayarak geçiş yaparsan çok güzel bir roman olur.”

“ Yapabilir miyim?”

“Bak şurada karakter olarak bir kadın var. Onu devamlı yukarılara taşı, Gelenler ve gidenler romanına renk katacaktır. Acele etmeden dediğimi yap, düzeltmeyi ben yaparım.”

Neskafelerini içerlerken gündemde olanları konuşuyorlardı. Oysa Sakıncalı’yı sevinç ve heyecan bastı. Onu dinlerken, nasıl yapacağının hesabını aklında canlandırıyordu.
“ Durmadan gazeteciler hakkında davalar açılıyor. Durmadan para cezaları kesiliyor. Dört Duvar arasına gönderilenlerde vardır. Sen de bunlardan birisin.”

 “ Dediğin gibi iyi yatırdılar. Ben yolun başındayım. Daha dalış yapamadım. Bir gün çok iyi bir yazar olacağıma inanıyorum.”

Yazar Arkadaşı’nı uğurladığında mutfağa geçtiğinde Dev Adam sorgucu tavrıyla meraklanmış olmalı ki:
“O adam kimdi?”

“Bir arkadaşım.”

“Sizden mi?

Aptallığa vurduğunda:
“Ne sizden mi?”

“İşi anlamamazlıktan gelme.”

“Her gelenimi sorgulayacak mısın?”

Dev Adam sustu.

Gece eve gittiğinde vakit kaybetmeden zamanla yarış haline girdi. Bilgisayarın karşısına geçti. İlk önce sıralamasını yaptı. Kadın karakteri her sayfada hemen hemen vardı.  Gece geç saatlere kadar yapacağı iş üzerinde oyalandı. Uyku bedenini esir alınca zorunluluktan kalkıp yatağına gitti. Şuan düşünecek halde değildi.

Yaşama tekrardan tutunmaya dört elle sarılırcasına hazırladığı romanından dolayı yeniden umut buldu.

İşe bir buçuk ay dayanabildi. İşten ayrıldığı gün Bir Genç’ten bulaşık işi teklifi geldi.  Sosyete yerinde mutfakta bulaşık hanede çalışacaktı. Sigortası vardı. En azından emekliliğini burada doldurabilirdi.

İşe başladığı günde tarihi binadan içeriye girdi. Burası geçmiş yıllarda vapurların bacasından simsiyah çıkardığı duman ile gelip uğradığı ve ayrıldığı yerdi. Kara parçasının denize doğru kare biçiminde uzandığı bir alan üzerine kurulmuştu.

İlk önceleri arabaların park edildiği bir yerdi. Sonradan balık haline çevrilmişti. İlerleyen yıllarda dokusuna uygun yapılarak dükkân olarak bölümlere ayrılarak kullanılmaya başlandı. Kirası döviz olarak alınıyordu.

Sağ kısmı askeri gemilerin bulunduğu bir yerdi. Hemen en alt köşe yerdeki Sosyete Barda çalışacaktı. Sağlı sollu büyük ve küçük dükkânlar vardı. Başını tavana çevirdiğinde yüksekliği birkaç evcikti. Sol tarafta kitabevi vardı. Doğruca girdiği kapının karşıdaki denize açılan kapıdan çıktı. Sol ve sağ tarafı ile önü denizdi. Buranın önünden vapurlar gelip geçerdi. Gemilerin geçtiği yerde boydan boya ince uzun bir düz yapı vardı. Orta kısmında ince uzun beton yapıdan yapılmış bir fener yeri vardı.

Yer hoşuna gittiğinden bir süre orada oyalandı.  Burası bir körfezdi. Karşılarda yerleşim birimleri sırıtıyordu. Dağlarda gecekondular ben buradayım diyordu. Onun aşağısında kalan ve denize doğru uzanan alanda apartmanlar mezarlığı vardı. Sağına dönüp birkaç adım atıp ilk tahta kapıdan içeriye girdi. İçerisi aydınlıktı. Masalar küçük ve dört sandalyeden oluşuyordu. Sol tarafta taş örme duvar dibinde içkili bar büfesi boydan boyaydı. Önünde ince uzun tahtadan yapılma sekize yakın sandalye vardı.

Barın hemen yanında yukarıya çıkan tahtadan yapılma merdiven basamakları vardı. Müşterilerin oturduğu yer ve duvar dibindeki tahtadan yapılma oda gibi yer ise Patronun, muhasebecinin yeriydi.

Sakıncalı büyülenmiş halde bakınıyordu. Birden:
“Kimse yok mu?” dedi.

Sese yukarıdan Bir Genç karşılık verdi:
“Hoş geldin.”

Merdivenlerden aşağıya inerek, tokalaştılar. Vakit kaybetmeden barın yanındaki küçük kapıdan içeriye girdiklerinde küçücük mutfak ile karşılaştı. Şirin bir yerdi. Sol tarafında küçük bir yer bulaşık yıkama yeriydi.

“Burada çalışacaksın. Mutfak kadrosunu değiştireceğim. İyi aşçı ve yardımcısı yakında gelecek, eskilerle şimdilik idare edeceğiz. Yemek listesi değişecektir.
Unutmadan söyleyeyim. Personel bu arka kapıyı kullanıyor bilgin olsun.”

Mutfakta yalnız kaldı. Sandalyenin üzerine oturdu. Neşesi yerine geldi. Aklına işten atılacak mutfak personeli geldi. Haberleri yoktu. Acımasız düzen önüne kattığını savuruyordu.

Aşçı ve Sorumlu Aşçı arka arkaya girdiklerinde Sakıncalı’yı gördüklerinde merhabalaştılar.
“ Sizinle çalışacağım. Bulaşıkları yıkayacağım.”

Sorumlu Aşçı’nın ağzı açık kaldı:
“Nasıl olur? Kim bu Genç Adam?”

Hızlıca yürüdü. Kapıyı açıp söylenerek uzaklaştı. Diğer Aşçı ile baş başa kaldı.

“Ortalık toz duman gidiyor. Sorumlu Aşçı’nın hali hal değildir.”

Sakıncalı sustu. Fazla uzun sürmedi geriye döndüğünde:
“Beni yanlış anlama mutfak ekibini ben oluşturdum. Bana sormadan atmamalıydı.”

Arkasından Genç Adam girdiğinde:
“Benimle nasıl konuşuyorsun? Hepiniz benden sorumlusunuz?”

Ağız dalaşı alevlendi. Genç Adam sinir küpüne döndü. Arkasını dönüp kapıdan çıktığında Sorumlu Aşçı eline geçirdiği bıçağı gelişi güzel fırlattı. Malzemelere çarptığında yere düştü. Neredeyse can alacaktı. Mutfakta iki kişi olanları tiyatro izlercesine izliyordu ki, Sakıncalı:
“Ustam sakin ol! Yoksa hoş olmayan olaylar olacak!”

Sessizliğe bürünüldüğünde içeriye ince uzun boylu kısa saçlı bir kadın girdi. Dikkatler ona çevrildi:
“Hayrola! Kabadayı mısın? Nesin?”

“Hayır Patroniçem!”

Patroniçem sinirini alamamış eşyalara bakınıyordu. Bıçağın çarptığı yerleri görünce:
“Malıma ne hakla zarar verirsin? Seninle çalışamam. Muhasebeye git ve hesabını al.”

Sorumlu Aşçı bu kez yalvarma seansına geçti. Sakıncalı ve diğer Aşçı olanlara bakmakla yetiniyordu. O gün Sorumlu Aşçıya kırmızı kart çıkartılmış oldu. Ağlayarak eşyalarını toparladı. İşyerini terk edip gitti.

Bir gün sonra Patroniçem mutfakta Sakıncalı ile tanıştı:
“ Aramıza hoş geldin. Biraz harareti yüksekçe güne denk geldi. İlk defa böyle bir olayla karşılaştım.”
“ Ben de böyle tansiyonu yüksek bir olayla karşılaştım. İçinde dram, hüzün vardı.”

“Umarım anlaşırız?”

 “Anlaşırız. En azından böyle olmaz! Silahlar konuşmaz.”
“Kolay gelsin.”

Patroniçem başın hafiften oynatırken güldü. Kapıdan çıkıp gitti.

Öğlen üzeri müşteri yerine sinek avlıyordu. Akşama doğru işler açılıyordu. Tezgâhın üzerindeki yığılan bulaşıkları sudan durulayarak, bulaşık makinesine koyup, çıkarıp tezgâhın üzerine bırakıyordu. Üç ya da üç buçuk saat diliminde tüm gün çalışmışta yorgun düşmüşe benziyordu. Terler her yerinden boşalmıştı.

İşçilerin giriş kapısı kitapevinin karşısındaki tekli kapıdandı.  Üç kişinin birlikte yürüyeceği yerden giriş yapılıyordu. Uzunca hafiften S biçimindeydi. İlk yer sadece hamur üzerine kıyma olarak çalışırdı. İkinci yer kendilerine aitti.

İlgisini çeken ise kitabevinde çalışanlar iki üniversite bitirmişlerdi. Diploma ellerinde kalmıştı. Yan tarafta  çalışan Sarışın Usta ile tanıştı. İşe on bire doğru geldiğinde Duvarda bant ile yapıştırılmış üniversite diplomasını gördüğünde üzerindeki yazıları okudu. Yüzünün rengi değişti. Fotoğrafa baktığında Sarışın Usta’nın gençlik fotoğrafı vardı. Gözleri doldu. Arkasından gelen sese döndü:
“Ailem benim okumam için kendilerinden fedakârlık yaptı. Bende karşılığını vermek için okudum. Okurken hayallerim rengârenkti. İş bulamam diye düşünmedim.

Ailemizden biri yüksekokulu okuyor diye gururu olmuştum. Diplomayı aldığım gün bende ki sevinç tarif edilemezdi. Annem, babam çok mutlulardı.

Okulum için tanıdıklardan borç para alındı. Yeri geldi bankanın birinden kredi alındı. Yasal faiziyle geriye ödemeye başlandığında ailem çok büyük zorlukları göğüsleyerek okulumu ilk beşinci sırada bitirdim.

Diploma borsada değerini kaybeden kâğıda benzedi. Üniversiteyi bitirdik, şimdi iş arama zamanıdır diye babam bir yandan ben diğer yandan yolla çıktık. İş bulamadım. Bir anda çöktüm. Piyasada diplomalı işsizler furyası vardı. Bizleri ucuz işçi gücüne böylelikle döndürmüşlerdi.

Siyasi partilerin kapısını çaldık. Babam diplomamdan söz etti. Her kapıda diplomanın beş kuruşluk değerinin olmadığını anladık. Sonunda torpili olmayan bu yerde hamur açma ustası oldum.
Bunca masraf, eziyet niye?”

Ona baktı. Gülümsemek istedi ama yapamadı:
“Sistem denilen acımasız canavar, alt tabakanın yaşamıyla kafalarına göre oynuyorlar. Eğitim sistemi çöktüğünden nerede ihtiyaç var, ne kadar? Bilen yoktur? Devrin adı üniversite bitirmiş olsun oldu.”

Yazar Arkadaşı bir öğlen geldiğin de:
“Yazını son kez düzelttim. Basıma hazırdır. Bir oku! Çıkaracağın ve ya ekleyeceğin yer olabilir.”

Sohbet ederken aklın yazdığın romanının son şekli nasıl olduğundaydı.
İş bitimini zor etti. Belediye Otobüsüne bindiğinde normalinde gözlerini kapar uykuya derinlemesine dalardı. Bu gece gözleri açıktı. Sevinç, heyecan iç içe geçmişti. Aklına ‘hangi yayınevine bastıracağı?’ geldi.  ‘Ne kadar tutar? Diye düşündü.

Otobüs durağında indi. Oysa her indiğinde çevresine bakarak yürürdü. Dış kapıyı açar açmaz merdivenlerden yukarıya çıktı ve sağa döndü. Asansör en üst kattaydı. Onu bekleyemeye vakti olmadığından merdivenleri ikişer ikişer çıktı.

Dış kapıyı açar açmaz mutfakta masanın başında bilgisayarını açma telaşındaydı. Sandalyeye oturur oturmaz, masanın üzerine kâğıtları bıraktı. Bir kâğıda sonrada bilgisayardaki yazılara bakarak düzeltilecek yerleri ilk önce düzeltti. Gece yarısına ulaşıldığından beyni ‘beni rahat bırak bıktım senden’ dercesine, baştan okumayı sağlıklı yapamadı.

Sabah kalktığında ilk işi bilgisayarı açmak oldu. Baştan başlayarak okumaya başladı. Eşi de arkasından kalkıp lavaboya gitti. Okumaya kaptırıp gittiğinden Eşi’nin yanına geldiğini göremedi. Ayakta bir elini havaya kaldırarak:
“ Çayı niye koymadın? Kahvaltımızı yapalım. Bilgisayar kaçmıyor.”

Başını kaldırmadan:
“Haklısın, Dün Yazar Arkadaşı geldi. Düzeltmeleri yapmış, dün gece hepsini bilgisayardaki yazıma ekledim. Şimdi okuyorum; nasıl olmuş? Diye.”

Okuduklarında düzeltimde az oranda hata payı vardı. Aklı biraz sulandı. Kahvaltıdan sonra bilgisayarın başına oturdu. Sesli söylenerek:
“Bu hataları niçin bıraktı? Bir nedeni olabilir mi?”

“Ne hatası?”

“Tam düzeltme yapmamış!”

“Öyle olur mu? Ona bir sor?”

Okuma isteği bir anda kâbusa döndü. Evden çıkıp onun takıldığı Kitapevine uğrayacaktı. Kafasında ne oluştuysa işyerine gitti. İş elbiselerini giydiğinde beyazlara büründü.

Ara sıra çarşı içine çıkar dolaşırdı. İlk defa dükkân önünde duran çığırtkan:
“ Hocam içeride doktorlar için giyimimizde var. Bakabilirsiniz!”

Sakıncalı on beş yaşında tahmini olan gencin söylemini boşa çıkarmayarak:
“Şimdilik yeterli giyim eşyam vardır. Burası aklımda olsun. Teşekkür ederim.”

“Sağolun hocam bekleriz.”

Bu ikili konuşmaya gülümsedi.

Saatine baktığında yarım saati vardı. İş elbiseleriyle Kitapevinin yolunu tuttu. Tahmin ettiği gibi oradaydı. Kısa konuşmadan sonra:
“Bilgisayara aktardım. Bugünde okudum; gözüme ilişen bazı yerlerde imla ve diğer hatalar var.”

“Sen taşeronda çalıştın, orada bunları kaleme aldın. Emekçi kimliğin var. Dört Duvar arasından çıkıp, yargılanman devam ediyor.  Ben bu yazını bu haliyle olumlu buluyorum.”

“Bunu okuyan beni topa tutar.”

“Dediğimi yap!”

Morali bozuktu. Nasıl düzeltecekti? Başkasına gitse hoş olmazdı.

Hüseyin Habip Taşkın
15.12.2018





ARAMIZA HOŞGELDİN KAPARİ https://pirtukweje.wordpress.com/2019/01/29/hueseyin-habip-taskin-aramiza-hosgeldin-kapari/

Yazmak zor iştir. Emek mücadelesi eksenli yazmaya çalıştığınızda hepten zordur. Yine de yazmak, hele hele karanlığın ortasında bir ışık olarak doğmak, umut olmak yazan için farklı bir duygudur. Kitlelere yayılması ve kucaklanması ayrı bir duygudur.

Zor koşullarda yazıp, çiziliyor. Her bedeli göz önüne alarak, göğüsleyerek yazılıyor.

Zorlu ortamda bende varım diyen Kapari Edebiyat ve Sinema Dergisi’ni genç arkadaşlarım çıkarıyor. Ali Teke ve Hilal Genç arkadaşlarımın cesaretine hayran olmamak elde değildir.

Bu bağlamda bu genç arkadaşlara destek olma zorunluluğunu taşımak zorundayız.  Genç edebiyatçılara, sanatçılara su ve hava gibi ihtiyacımız vardır. Önlerinin açılması için öneriler götürülmelidir. Edebiyat ya da sinema üzerine yazılar gönderilmelidir. Dergilerine ulaşılmalıdır.

Daha doğrusu edebiyatta ve sanatta birikimler paylaşılmalıdır. Paylaşılarak insanlık, sevgi çoğalır. Bir ağacın kökleri gibi temeli sağlam olur.

Genç arkadaşlarımın ileriki günlerde daha iyi donanımlı yayın hayatına devam edeceğine inanıyorum. Diyeceksiniz ki, birçok edebiyat ve sanat dergisi kapandı. Doğrudur. Burada genç arkadaşlarımızın çıkışı ve çabaları var. Bana umut veriyor. Edebiyat ve sanat gençlerle yaşayacaktır. O da bizlerin elvermesiyle olacaktır.

Yollarının açık olması dileğimle hoş geldin Kapari Edebiyat ve Sinema Dergisi.

 Hüseyin Habip Taşkın
               19.01.2018

27 Ocak 2019 Pazar

GÜN GELİR EMEKÇİLER İKTİDARA GELİR http://www.realitehaber.com/2019/01/27/gun-gelir-emekciler-iktidara-gelir/?fbclid=IwAR0_lQaQ8B83r_8rJfZSYnOoVhH80Ie9s5eMuKeF6waI3xxn3TgN0--W1BA




Emek sömürüsü tam gaz gidiyor. Patronlar doymuyor. ‘Daha çok iş, az para’ diyor. ‘İstediğimi işe alırım; istemediğimin götüne tekme vururum’ diyor. ‘Güç ve iktidar benden yana’ diyor.

Hukuk devleti ile yönetiliyoruz diyenler? Kimi kandırıyorsunuz! Hani hukuk mukuk? Erdoğan’ın beyanlarını araştırın; sermayeye açık desteğini sunuyor. Grevleri anında baltalıyor.

Emekçileri sömürebilmek için yeni yöntem uyguluyorlar. Tilki kurnazlığı desem, olmaz. İnsanın onursuzları olur ya, işte bunlar o kategoriye giriyor.

Asgari ücret komisyonu kurulup ara taksimi yapılmıştı. Böyyük zam maaşlara yansıyacak havası estirilmişti. Emekliler ve diğer çalışanlar umutlu, umutsuz vakaya dönmüşlerdi.

Neyse birkaç kuruş yansıdı. Bununla birlikte iktidar havalara girdi. ‘Biz maaşlara zam yaptık mı böyle yaparız’ diye. Neyse arkadan her şeyciklere sağanak yağmurlu zamlar yağdı. Ne oldu? Pazarda, markette ve diğer alışveriş yerlerinde gözler fal taşı gibi açıldı. Kazık vatandaşa girdi.

Ne oldu ikincisini dersek:

Maaşlara yapılan birkaç kuruşta gözleri olan patronların iğrençliğini basın aracılığıyla öğrendik.  İşçisine diyormuş ki?

“Maaşını bankamatikten çek, eski ücretinle çalış, fazlalığı bana getir. Getirmezsen seni kapının önüne koyarım.”

Buna onursuzluk ve iğrençlik denir.

Sömürü düzeninde her yol mubah anlayışıyla patronlar emekçilere karşı suç işlemeye 2019 Türkiye’sinde devam ediliyor.

Patronlar yapın yapacağınızı ama şimdilik. Düzen bozuksa elbette böyle gitmez. Gün gelir emekçiler etten duvar olur. Bunun adına sosyalizme gidiş olur.

Hüseyin Habip Taşkın
28.01.2018


22 Ocak 2019 Salı

SAKINCALI 8. Bölüm https://pirtukweje.wordpress.com/2019/01/22/hueseyin-habip-taskin-sakincali-8/?fbclid=IwAR0Qso5WrG5EMTP74tiN-kNMpvTkfjZHDT5GSTHtJj1yGjau3f3WtdOtWVw

Birahanenin denize bakan kapısından içeriye girdi. İçerisi leş gibi bira ve sigara kokuyordu. Masalarda dünden kalma kültabları duruyordu. Masaların üzerine dökülmüş bira ve çerezlerin kırıntıları ben buradayım diyordu. Barın yanındaki kapıdan çalışacağı yere girdi. İçerinin yüksekliği eski evlerin tavanı kadardı. Ustaların çalışacağı tezgâhlar ile yemeklerin pişirileceği ocaklar, fritöz, birde kendisinin yıkayacağı bulaşık yerine üstün körü baktı. Dışarıya açılan bir kapı vardı.

Denize bakan yerin üzerinde bir karakol ile hemen bitişiğinde yolcu gemilerinin gelip gittiği iskele vardı.

Aklından ‘ Dört Duvar’dan farksızdır. Resmen bir hücreye benziyor.’ Diye geçirdi. F Harfi Dört Duvarda kaldığı ilk aylarda görüşe giderken, revire çıkarken, telefon hakkını kullanırken koğuş kapısından çıktımı İç Güvenlikçi Sakıncalı’nın üst ve alt giysilerini elleriyle arama yaparken, bacak kısmında iki elini kullanarak özellikle apış aralasın da mıncıklama ile taciz ediyormuş pozisyonuna girdiğinde:
“ Bu ne yahu? Ne biçim arama yapıyorsun?”

İç Güvenlikçi ses çıkarmaz, sadece:
“Ayakkabılarını çıkar!”

Çökük vaziyette olduğundan ayakkabının tekini eline alıp yukarıya kaldırıp aniden sertçe beton zeminin üzerine birkaç el topuk kısmını vururdu. Sakıncalı neredeyse ona orada girişecekti:
“Yavaş!”

O ise umursamaz. Ayakkabıyı uç ve topuk kısmından tutarak ikiye katladığında:
“Seninle işimiz var. Ayakkabıyı ayakkabılıktan çıkaracaksın.”

Birde bunun dönüşünde koğuş kapısından içeriye girerken aynı işlem uygulandığında:
“Sen kasıtlı mı yapıyorsun?”

Sakıncalı ile Yazar bu olan insanlık dışı uygulamayı yan tarafta yatan, aynı davadan Hafiften Esmer’e anlatırlar. Etraflarında bulunan adli ve Toplumsal Düşünceyi savunanlara da olanlar anlatılır ve alınan yanıt aynıydı:
“Aynı uygulama bize de yapılıyor.”

O gece dilekçe yazdılar ve koğuşların yazmaları için havalandırmadan yüksek sesle bağıra bağıra birbirlerine ilettiler. Sabahleyin dilekçeler verildi. Akıllarda kalan ise kaç kişi bu dilekçeyi yazmıştır? Oldu.

Koğuş ziyareti yapan Dört Duvar’ın psikologları ile konuşurlarken, iğrenç aramanın bir daha yapılmaması için sözlü söylendi. Elinde bulunan kalınca deftere not aldı Erkek Psikolog.

Aynı kişi bir dahaki nöbette daha önceki yaptığını tekrar yapınca ağız dalaşına girdiler. Koridorda karşılıklı olan kameralar çekimdeydi.

İdareye dilekçe yazdıklarından sonra arama uygulaması biraz daha esnek hale getirildi.

Dev Adam çalışma giysileriyle mutfağa girdiğinde:
“ Günaydın. Kendini nasıl hissediyorsun?”
“Kapana sıkılmış olarak hissediyorum.”

Gülümsedi:
“Burada biraz idare et ki, çevre edinirsin. Yerini yaptın mı çekip gidersin.”
“Sigortalı iş bulmak zor.”

İkinci Patron geldiğinde Sakıncalı ile görüştü.  Sigorta bir hafta içinde yapılacaktı. Morali düzeldi. Sorumlu Usta geldiğinde tanıştılar ve işe koyuldular. İş yaparken kapalı yerde olduğunu unutuyordu. Diğer zamanlarda canı sıkılıyordu.

İşyerinde çay içerken tezgâhlara bakındı. Yüzünü tavana çevirdi. Aklına, bir pazarda satış yaparken esnafların tezgâhları arasında dolaşıyordu. İstediği satış yoktu ama yorgunluğu vardı.

Yukarıya doğru geldiğinde merdivenlerin altındaydı. Etrafa bakınıyordu. Birisi gelse de hepsini alsa diye. Gözüne aşağıdan gelen ellerinde dolu torbalarla F Dört Duvar’ın Sorumlu Üç’ünü gördü. O da onu gördü.

Karşılıklı birbirlerine bakındılar. F Dört Duvar’ın Sorumlu Üç konuya girdi:
“ Sana nasılsın? Demeyeceğim; halin ortada. Yalnız bizde bir derin nokta bıraktın!”

Sakıncalı’nın gözleri parladı. Duyu organını sonuna kadar açtı. Ne yumurtlayacak? Diye.

Başkentten gelen heyet ile görüşmeyi kabul etmiştin. Yazar o gün görüşe gitmişti. Heyetin Başı:
“ İç Güvenlikçiler, Dört Duvar’ın Sorumluları dışarıya çıksın mı?”

Diye sana söyledi. Gülümsemiştin, oysa bizler senin ‘dışarıya çıksınlar demeni bekliyorduk.’
“ Hayır kalabilirler. Çekincem yoktur.”

Etrafına bakındın, daha doğrusu bizleri kamerayla kayıt altına alıyor gibiydin. Başladın konuşmaya:
“ Her yere bir tane Dört Duvar yapılıyor. Alfabetik sıraya göre gidiyor. Yöneticiler büyük iş yapmışçasına sevinçle, basın aracılığıyla insancıklara ve dünyaya duyuruyorlar.
Dört Duvar yapmak insancıklara güvenmeme anlamı taşır. Kültür seviyesinin bozulduğunu gösterir. O duvarların tümüyle kapanması gerekiyor. İlk önce insanların ekonomik, sosyal ve kültürel olarak koşullarını düzeltip devamlı üst düzeyde tutulması gerekir.
Gelelim Dört Duvar arasında olanlara, adlisi, düşünce suçlusu, Toplumsal Düşünceyi savunanlar koğuşlardayız. İç Güvenlikçiler bizlerle ilgileniyorlar. F Dört Duvar’ın Sorumluları ve Başı altında olanlara emirler yağdırıyorlar. Şöyle olacak, yapılacak…
Yukarıdan gelen emirlerde Dört Duvarın Sorumlu Başı ve onun altındakiler uymak zorunda kalıyorlar… Kendilerinin karar verme yetkisi yoktur. Acil sorunlarda yukarıya danışıyorlar.
Burada dövmeler havalandırma ile koğuşta oluyor. Kameranın kapsam alanına girmiyor.
İç Güvenlikçi üstünden emir alıyor ve işini kaybetmemek için hükümlü ya da tutukluya:
“Allah Allah diyerek cenge çıkan cengâver fazla gazlanmanın etkisinde kalarak karşısındaki savunmasız insana cop ve sopalarla saldırır.”
Dövülenler gerçekten sinmiş midir? Dövülen kişi dövenler için iyi düşünce besler mi? Ya dövenler sonrasında nasıl bir etki altındadır? 
Birde idarenin ispiyoncusu vardır. Bugün yakınını idareye söyleyen kişi başı sıkışınca idarenin canına her zaman okumaya hazırdır.
Dört Duvar arasında bu olumsuzluklar olurken, idare edenlerin hepsi neyle baş başadır? Ailelerimize ve bize bir saldırı olur mu? Düşüncesi hep var olacaktır.
Buraya formalite olsun diye gelmeyin. Burada direnenler insanlık onurları için direniyorlar.”

Heyetin Başı ince uzun boyluydu. Üzerinde takım elbisesi ve gömleğinin üzerinde kravatı vardı. Kırlaşmış saçları çokça döküktü. Sana bakarak:
“Bana inan buraya formalite icabı gelinmiyor. Herkesin söyledikleri rapor haline getirilecektir. Başkente ileteceğiz. Orası gerekeni yapar mı? Yapmaz mı? Zaman gösterir.”

Ona bakınarak:
“ Yukarıdakilerin düşüncesinde demir parmaklıklar olduğu sürece, bir çözüme kavuşmaz. Kısırdöngüde hepimiz döner dururuz.”
Heyetin Başı sana teşekkür ederek, koğuşu boşaltmıştık.  O gün Heyet ile bir aradayken senin konuşmanı değerlendirdik. Sana hak verdiler. Bizde hak verdik ama düzen böyle kurulmuş ve işliyor.”

Ona bakarak:
“ Bir gün bu çarkta kırılır. Ne zaman olur bilemem! Sana sadece bir söylemim olacaktır. Vicdanının sesini dinle! Sürüleceğim diye korkma. İşten atılsan da… İlk önce benim halimi aklına getir.”

Onun arkasından bakındı. Merdivenleri düşünceler içinde çıktı ve gözünden kayboldu. Efkâr basmıştı bir kere, tenha yer bulup oturdu. Boynundaki tezgâhını çıkartıp konuşulanlara odaklandı.

Eve gittiğinde Eşin’e anlattı. O ise hiçbir yorumda bulunmadı. Yorgundu nedense uykuya dalış yapamıyordu. Yüreğinde bir kıpırdama vardı. Neye yormalıydı?

Sandalyenin üzerinde otururken iki eli masadaydı. Giden kayıp günlerine daldı. Kısa bir süre sonra kendine geldi. Düşüncesi yatmanın zamanı geldi diyordu.

Öyle bir durumdaydı ki, düşüncesinde kopukluklar vardı.  Yorgunluk hepten sarmış olmalı ki, kedisini yatağın üzerine bıraktı.  

Yoğun tempo karşısında ayakta kalabilmenin mücadelesini verirken devamlı matematik hesabı yaparcasına kendisini yenilemeye çalışıyordu. Piyasada da ikiyüzlülük, arkadan hançereme düzenin istediği gibi tik tak işliyordu. Dünün ve bugünün arasındaki koşullar biçim olarak farklı olsa da öz olarak onurunu koruma en ön plandaydı.

İşyerine uyum sağlamayı başaramadı. Çalıştığı ortamı hücreye benzetmesiydi. Zar zor bir ay oldu. Bir yandan etrafında başka bir iş bakıyordu. Koşullar koşullar sömürüye yelken açmış çarpa çarpa gidiyordu.

İşyerinde Sorumlu olan uzun boylu, atletik yapılı Bir Genç vardı. Çalışma ortamından sorumluydu. Mutfak bölümüne de kontrole gelirdi. Biraz iş konuşmasından sonrada geyik sohbeti başlatırdı. Karı kızdan konu açardı. Sakıncalı bozulsa da zorunluluktan susardı.

Öğleden sonra mutfakta hızlı çalışma vardı. Tek tük bulaşıkları yıkarken, birden elektrikler kesildi. İçerisi tam bir zindana dönmüş oldu. Müşterilerin olduğu bölüme çıkmaları yasaktı. Mecburen içeride bekliyorlardı. Bulaşık yıkamayı bıraktı.

Aklına şubede sorguda evli olanların nasıl çözüldüğünü yol arkadaşlarından duymuştu: ‘Eziyetin her türlüsü uygulanırken, gözleri bağlı olan tüm baskılara, sözlü saldırılara rağmen, susmayı tercih ederdi. Amcalar okşadığı kişinin Eşi’ni ya da Annesini getirirlerdi. Sorguda olanın gözleri açılırdı. Getirdiklerine elle sarkıntılık hafiften başlardı.  Seans içinde direnenin gücü ayaklar altına alınırdı. Bildiğini konuşmaya başlardı. Ya da oradan buradan derken işi az zararla atlatmaya çalışırdı.

Az ya da çok konuşsa da çözülme çözülmedir. Sorgudakinin psikolojisi alt üst olmuştur. Hangi yüzle Yol Arkadaşları’nın yüzlerine bakacaktır.  Her isim vermede o kişi sorguya alınacak ve canı acıtılacaktır.’

Buda çözülmenin başka bir uygulamasıydı. Mücadelede bu ve bunun gibi olaylara rastlanıyordu. Aslında ne pahasına olursa olsun; direnmek zorundadır kişi.

Yola bakan demir kapı açıldığında içeriye güneşin ışığı yansıdı. Dışarıya çıkarken, havalandırmaya çıkıyormuş hissi uyandı. Arabaların, Belediye Otobüslerinin, mobiletlerin sık geçtiği bir yerdi. Bu arada insanların sıklığı da göze çarpıyordu.

Gece on bire doğru işi bıraktıklarında, genel temizlik yapılmıştı. Durak hemen üst yolda benzinliğin yan tarafındaydı. Tatil gününe denk geldiğinden işler yoğundu. On beş dakikaya yakın bekledi. Bu süre içinde gözleri her yanı taradı. Sonunda beklediği Belediye Otobüsüne bindiğinde oturacak yer yoktu. Yorgunlukta bir yandan bastırınca, yolculuk çekilmez oldu.

Deniz kenarından yollarına devam ederken inenler ve binenler oluyordu. Şoförün sesi duyuluyordu:
“ Arka tarafa yanaşalım.”

Orta taraflarda birinin sesi duyuldu:
“ Kardeşim arkadan gelen otobüse binsinler. Neredeyse kucak kucağa gideceğiz.”

Şoför karşılık vermedi.

Meydana geldiklerinde yolcuların çoğu indi. Hemen boş cam kenarındaki yere oturdu. İnenlerin çoğu başka yerleşim birimlerine gitmek için Otobüs Duraklarına gitti.

Gecenin sessizliğinde, Dört Duvar arasında, ikinci katında pencereden dışarıya birçok kez bakmıştı. Yağmurlu havalarda havalandırmaya inen yağmur tanelerini loş ışıkta izlerdi. Düşlere dalardı. Bazen birçok düşe geçiş yapardı. Saatine baktığında zamanın ne çabuk geçtiğini anlardı.  İlkbahar, yaz aylarında, havaların güzel olduğunda açık olan pencereden dışarıya özlem içinde bakardı. Dışarıdan gelen temiz havayı içine çekerdi.

Gündüzleri de aynı pencereden ve havalandırmada duvara yaslanarak gökyüzüne bakardı. Bulutların şekillerinden anlamlar çıkartırdı. Kendi dünyasıyla birleştirerek bambaşka konular yaratırdı. Hayal gücü bu olsa gerek.

Bazen sevdiklerine ulaşırdı. Onlarla konuşur, dertleşirdi. Yarınlarda güzel günlerin olacağını onlara müjdelerdi. Kendisi bedenen içeride olsa da, düşünce olarak dışarıdaydı. Bir bakıma dev cüsseli duvarları, tel örgüleri, nöbetçileri aşarak firar ediyordu.

Durakta indiğinde yüzünü gökyüzüne çevirdi. Sokak lambasının yansıyan sarı ışığından net göremedi. Başını gideceği yere çevirdiğinde yürümeye başladı. Gecenin sessizlik ağı etrafını yavaştan örüyordu.

Hüseyin Habip Taşkın
07.12.2018




14 Ocak 2019 Pazartesi

NE OLACAK HALİMİZ? http://www.realitehaber.com/2019/01/14/ne-olacak-halimiz/?fbclid=IwAR1ckvjn0EK_-1Hr-B3qVdnv-fIBEhrfk5PqKCPpmAEsMhtQwhnMcU63eLQ


Paldır küldür, gelişi güzel gidiyoruz. Gittiğimiz yön karanlığa mı yoksa aydınlığa mı sorusunu kendisine soran kaç kişiyiz? Daha doğrusu yaşadığımız coğrafya da ne olduğunu kaç kişi takip edebiliyoruz?

Olan olaylara yorum yapabiliyor muyuz? Duyarlı mıyız? Yoksa salla gitsin diyenlerden miyiz?

Elli dokuz yaşındayım. Aklım ermeye başladığından ve kendimi sorguladığım yıldan beri para babaları hep korundu. Halka mavi boncuk, hayali olarak verilen sözlerde kaldı. Fakat birçoğu fakirin umudu diyerek saftirikçe inandı. Düzen partileri hep aynı nakaratta ayrı düşünceyi savunuyormuşçasına hep ninni şarkısını söyleyerek umutlarımızı çaldılar. Askeri Darbeler ise direk çaldı.

Uykudan uyanmanın zamanı gelmedi mi?

Az maaşla itaat etmeyi, işsizsen ‘kaderin buymuş, karşı gelmek günahı,’ ‘büyüğün ne söylerse doğru söyleri’ hafızamıza farklı yöntemlerle hep kazıdılar. Kazmak ne kelime! Vura vura aptallaştırıldık desem?

Zamlar bu ülkenin yarasıdır. Tekelci sermaye bu zamdan etkilenmiyor. Dümeni tam yol gidiyor. Zam dalgası yıllarca kimleri vurdu? Aşağı tabaka denilen yığınları vurdu. Acaba bu aşağı tabaka kimdir? Yahu bu zamları yapan kimdir?

Düzen böyle kurulduysa böyle gitmesi mi gerekiyor? Sizce?

Zamlar 2019 yılında daha okkalı yağacaktır. Şu Belediye Seçimleri yapıldıktan sonra sağanak zam yağışlarını göreceksiniz. Hepimizin canını acıtacaktır. Ama okkalı acıtma olacaktır.

Ne yapmalıyız?  Sizce?

Bence? Dilleri, kültürleri ne olursa olsun birlikte hareket edilmelidir. İnsan olmanın bilinciyle hareket edilmelidir. Paylaşmayı, bölüşmeyi ve yer sofrasında hep birlikte yiyebilmeyi ve sorunlara çözüm üretme hedeflenmelidir.

Bizim adımıza düzen partileri değil, bizler konuşmalıyız. Söz, karar ve yetki bu ülkede yaşayanların olmalıdır.

Hüseyin Habip Taşkın
13.01.2019


SIRANIZI BEKLEMEK İSTEMİYORSANIZ...

     Seçimleri sorgulamamız gerekiyor. Hem seçim yapılıyor ve ardından Kayyım atanıyor.  Yeri geliyor  polis sorgusu, ardından adliyenin yol...