31 Aralık 2020 Perşembe

https://almanyalilar.com/2020/12/31/hueseyin-habip-taskin-kadinlar-emekleriyle-vardir/?fbclid=IwAR2H-W9Oh_RfAE1qBqgrIdDCnGDq9cDMXnZxpORmtFXl6XyXxB4iGh12AxI Hüseyin Habip Taşkın

KADINLAR EMEKLERİYLE VARDIR

Bizlere ne oldu? Nasılda barbarlar aramızdan yeşerip te çıkıyor? Nasıl bir tohumdur bu? Öfkeye, kine dönüşüyor. Kim ekti bu tohumu insan denilen varlığın beynine?

Bir yandan kadınlara cilalı sözler söylenir. Amaç kadını yatağa atmaktır. Sonrasında kölesi olarak kullanmaktır. İşlerine gelmedi mi, orospu damgası yapıştırılır. ‘Dayak cennetten çıkmanın’ pratiği yapılır. Daha ötesinde ise öldürülür. Bedeni yakılır ya da parçalara ayrılır.  Nasıl bir psikolojidir bu?

Koskoca devlet var deniliyor. Hak hukuk var deniliyor. Denilmesine deniliyor. Dil bu konuş babam konuş… Erkek egemen düzeninde yaşıyoruz. Sömürünün kadın bedeni üzerindeki etkilerini her gün tecavüz,  baskı ve şiddet olarak görülüyor.  Eşi, dostu ve töre cinayetleri tarafından bir, birkaç kadının ölüm haberleri devamlılık kazanıyor.

Radyolardan, televizyonlardan, bangır bangır Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmiş… diye birileri bağırıyor. Gazetelerden allanmış, pullanmış yazılar göze batıyor.

‘Cennet anaların ayağı altındadır’ deniliyor. Oysa anaları paspas olarak gören barbar düşünce var. Bu düşünce yıllardır hep iktidardadır. Bu iktidar ‘kadının yeri evidir’ diyen bir anlayışın ektiği tohumların ürünüdür.

Erkek egemen anlayışı kıskacında Türk İslam sentezi ile bütünleşen, Sünni akımdan gelmektedir.

Verilen fetvalar devamlı kadınlar içindir. Kadınları aptal mı sandınız? Bu sayede sizler çok mu kurnaz olduğunuzu düşünüyorsunuz?  Kadının cinsel yaşamından, sokaktaki tavrından ve yaşamın her alanında car car diye öten cahil sürüleri; ellerinizi kadınların bedeni üzerinden çekin.

Kadınlar bir mal değildir. İnsan grubuna giren bir varlıktır.  Ezilendir, sömürülendir, horlanandır.

Dil uzattığınız her kadın bir annedir. Dünyaya çocuklarını getirmiştir. Sizleri de bir anne doğurmadı mı?  

Kadınlar ve erkekler sınıf bilinciyle bilgilenip, barbar erkek düzenini yerle bir edebilirler. Daha çok ses olabilmesi, ellerin birleşmesi için birlikte bir güce dönmelidir.

30.12.2020


 

 

 

29 Aralık 2020 Salı

İNTİHAR ÜZERİNDEN https://almanyalilar.com/2020/12/28/oeykue-intihar-uezerinden/?fbclid=IwAR3SyRFG2BWfVlt2QKOXqjP1w9tmrHdUzqYzsK1_W7McjshzSk1XzCUyL-o


 

Daracık taşlı yolun solunda bulunan eski evin taştan örme dış duvarı, kapısı yıllara meydan okuyamamış, kahverenginin açığa dönüşmeye başlamış, tahta kapının her tarafı bakımdan geçmesi gerek ama ev sahibinin düzenli bir işi yok.

Avlusunda bir bahçe, kerpiçten yapılma iki katlı ev avluya avludan kapıya bakıyor. İki katlı evin ikinci katına çıkmak için sağ tarafta yıkılmaya yüz tutmuş tahta bir merdiven. Merdiven emanetçiye benziyor. Her an yıkılacak havası veriyor.

Evde, yemiş ağacı da eski ama yemiş ağacının gövdesi dalları evden daha güçlü duruyor. Dalların birine kadının biri urganı bağlıyor, aşağıya sarkan yuvarlak halkaya boynunu geçirip yaşamına son veriyor. Ayakları boşlukta öylece saatlerce cansız bedeni duruyor.

Sayıca az olan yerleşim birimine intihar olayı kulaktan kulağa sözcükler eklene eklene kadının intiharı gerçeklerden uzağa taşınıyor.

Yukarı mezarlığa acelesi varmışçasına, imamın jet hızıyla yaptığı duanın ardından açılan çukura yerleştirilerek, gerekenler hızlıca yapılıp, toprak altında kalıyor. Cenazeye katılan azca olan kalabalık cenazeden kurtulmak istercesine arkalarına bakmadan geldikleri gibi gidiyor.

Günlük yaşamda insanlar her zamanki yaptıkları işlere devam ediyor.

Aşağı mahallede kadınlar Güler teyzede toplanmışlardı. Adını gün koymuşlardı. Haftada bir kadın misafirlerini ağırlardı. Hazırlıklar sabahın erken saatinde başlardı. Misafirlere poaça yuvarlak lor tatlısı hazırlanırdı. Şekerlikte şekerler mutfakta hazır bekletilirdi. Kolonya da mutfakta yerini alırdı. Evin kadını en güzel giysisini giyerdi. Gelen misafirlerinde üzerlerinde güzel giysileri vardı. 

Öğleden sonra misafirliğe gidecekler yola koyulurdu. Güzel giyimli kadınlar çarşı esnafının erkekleri tarafından göz hapsine alınırlardı. İlk ve son gelenler buldukları yere otururlardı. Ev sahibi gelenleri karşılar, birbirlerine sarılarak yanaktan öperlerdi. Hal hatır sorulduktan sonra bir konu icat edilirdi ve konuşma başlardı. Bu misafirlikte intihar eden kadın günün konusu oldu.

Naciye teyze dolgun yapısıyla, siyah dalgalı saçıyla, uzun kollu açık mavi kazağıyla, divanın üzerinde oturmuş örgüsünü örmekte, bir yandan konuşuyordu:

“İntihar eden kadın annem ile babamın oturduğu evin birkaç sokak yukarısında oturuyor. Adamın yaşı bayağı varmış, evlendiği kadının yaşı çok küçükmüş. Adamın işi gücü yokmuş. Karın tokluğuna geçinip gidiyorlarmış.

Adam evdeyken kadını evire çevire dövüyormuş. Bağırtıları mahalleyi inletiyormuş.”

Naciye teyze lor tatlısını ağzında çiğnediğinde, çay bardağından çayı bir yudum içti. Yediğini tam bitirmeden boğuk bir sesle konuşmasına giriş yaptı:

“Elleri kırılsın adamın. Garibimin çilesi varmış, Allah yazgısını böyle yazmış.”

Koro halinde:

“Vaaahhh vaaahhh…” Sesleri yükseldi.

Güler teyze normal kilosunu geçmiş, iki kişilik bir yapıya bürünmüştü. Oturduğu tekli koltuk kendisine dar geliyordu. Başını salladı:

“Adamın esrar içtiği söyleniyor. İçmek için parayı nereden buluyor?”

Güler teyze bir eliyle kulak memesini hafiften aşağıya çekti. Dudağını büzüştürüp “cık cık” diye sesi cılız çıktı. Elini yumruk yapıp, sivri kısmıyla sehpaya üç kez vurdu. Ardından:

“Şeytan kulağına kurşun. Benim mekânıma uğrama, herifimi şaşırtma…” dedi.

Koro halinde:

“Âmin” denildi.

Sonrasında kadınların hepsi aynı istekte kendileri için bulundu.

Komşu Kızı Leyla okul çıkışında misafirlikte bulunan annesinin yanına gelmiş, olanları izlemekle ilk önce yetinmişti. Kafasının tası atınca çenesi düştü:

“ Babası yaşında olan kişiye kızını veren ailede kabahat. Onu eş olarak alan adamda kabahat. Bizleri yönetenlerde kabahat. Sessiz kalanda kabahat. O kadın dediğiniz benimle yaşıt. Babası yaşında olan iğrenç yaratık utanmadan yatağa girip, zorla tecavüz ediyor.”

Leyla’nın annesi Seher teyze beyaz tülbenttini başından aşağıya indirdiğinde kızının söylediklerine içerlemiş olmalı ki:

“Kız kız haddini bilde konuş! Büyüklerinin yanında nasıl konuşuyorsun sen?”

Leyla çayını içecekti ki:

“Anne ne dedim ki haddimi bileyim?”

“Leylam kadere karşı gelme! Yoksa cehennemde cayır cayır yanarsın. Tövbe de tövbe de…”

Birkaç kişi cılız sesiyle koro halinde:

“Tövbede kızım. Yoksa taş olup, çarpılırsın vallahide billahi de.”

Leyla sol elini havaya kaldırdığında:

“Neden taş oluyormuşum? Taş olan var mı? Düşüncemi söyledim be…”

Herkes Leyla’ya bakıyordu. Belki de içlerinden ‘bu kız yoldan çıktı’ diye düşünende vardı. Ya da ona içten içe hak verende vardı. Kolay değil yıllarca insanların düşüncesine hakim olan  yönetenler tarafından kilit vurulmuştu.  Bir tabuyu yıkmak kolay değildi.

“Kızım okula gitmeden önce dilin uzun değildi. Okul seni baştan çıkarmış. Ah şu baban yok mu! Kızım okuyacak demesi, inadı yüzünden örf ve âdetimizin dışına çıktın.

Dur hele sana bir kurşun döktürelim. Üzerinden kötü düşünceler defolsun.”

Leyla hepten küplere bindi:

“Anne babamı ve beni mahalleye lanetli olarak ilan ediyorsun. Farkında mısın? Kendimi bildim bileli babam sana karşı kötü bir söz söylemedi. Hasta olduğunda yemeğini yapan, ilacını veren etrafında dönen oydu. Sen konuştuğunda sözünü kesmiyor, dinliyordu. Bu halin ne anne?”

Seher teyze ilk önce kızına baktı. Yutkunarak başını öne eğdi. Oturdukları yerde tartışmanın ateşi birden sessizliğe gömüldü.

Mürvet teyze ince yapılıydı. Neredeyse kemikleri dışarıya fırlayacaktı. Ortamı değiştirmek için söze başladı:

“Görümcemin kızı Ayla’yı nişanladılar. Ortaokul bitince evlendirecekler.”

Meraklı bakışlar arasından birkaç kişi:

“Kiminle?”

“Beyaz eşya satan Münir’in oğlu Sedat ile. Kapalı çarşıda ön girişte sağdaki dükkân ve mülkü kendisinin. Merkezi yerde iki katlı bahçeli evi var. Alt katta evlilik hazırlığı yapanlar oturacak. Dededen kalma on dönümlük zeytin ağaçları olan bir tarlaları var. Bilmediğim başka neleri var?

Sedat babası gibi saygılı çocuktur. Ayla’da Hanım kızdır geçinip giderler.”

Seval abla bugüne kadar evlenmemişti. Hiçbir erkekle ilişkisi olmamıştı. Yeni boyattığı kumral saçlarını iki eliyle dalgalandırdı:

“Münir mi efendi? Güldürme beni ayol. Çapkının tekidir. Dul kadınlara kancayı takar. Yıllar önce yukarı mahallenin dul karısı Elmas ile ilişkisi ortalığa yayılmadı mı? Yakınlarda yine dul Nilüfer’in evinde mahallelinin şikâyeti üzerine polis evi basmadı mı? Olan Nilüfer’e oldu. Evini başka bir kasabaya taşımadı mı?

Sedat için kulağıma hoş olmayan fısıldamalar geliyor. Yakında Münir’in oğlu sahnede yerini alır. Ayla’nın başını yakacaklar.

Münir’in karısı Melahat niçin sustu. Kadının gidecek yeri, işi yok! Konuş kız Leyla seninleyim.”

Mürvet teyze konuyu öyle bir değiştirdi ki, konunun altında yüzü pancar rengine döndü. Ya diğer kadınlar? Onlarda gerçekleriyle yüzleşememekten örf ve adetlere sığınmışlardı.

Leyla Seval ablasından aldığı destekle:

“Hepiniz çocukluğunuzu yaşamamışsınız. Buna kadını ve erkeği dâhildir. Sen onunla, bununla, şununla evleneceksin. Kadın kısmı okumasa da olur mantığı dümdüz gitmiş. Erkeği işini bilir olmuş olmasına ama ne kadını nede erkeği işini bilmiş. Her şey kısır döngünün içinde yoz kültürle dönmüş.

Erkek kadınına şiddet uygulamış. Korkutmakta bir şiddettir. Bir araya geliyorsunuz; aynı kısır döngü içinde konuşuyorsunuz. Sizin dışınızda da kadınların yaşamı ve mücadelesi var.

Öğretmenim bir kadın olmakla birlikte düşüncesi sizlerden farklıdır. Mutluluk oyununa son verseniz de gerçeklerle yüzleşseniz.”

Leyla’nın annesi kızının bu derece değiştiğini ilk defa fark ediyordu. Ne söyleyeceğini, yapacağını bilemez haldeydi. Ya diğer kadınlar?

Hüseyin Habip Taşkın

19.12.2020

 

 

 

 

 

 

 

 

20 Aralık 2020 Pazar

HELE BİR DURUN https://almanyalilar.com/2020/12/19/hueseyin-habip-taskin-hele-bir-durun/?fbclid=IwAR11hdbhq4g_bF5VrLxYbiHhWKkN9DCLaqzvWtL1grLZqwD6SwXuhXYpSuk

Hüseyin Habip Taşkın

Yıllardır oyalama taktiği yapıyorlar. Asgari ücreti AKP+MHP ile bu yıl yine aynı sendikalarla ne kadar zam vereceklerini konuşuyorlar. Sonuç ise emekli, emekçi asgari ücret altında inim inim inletiliyor. Bu yılda değişen bir şey olmayacaktır. Sermaye cephesi kazançlı çıkacaktır.

Sendikalar hükümet karşısında pasiftir. Emekçinin, emeklinin hakkını korumaktan acizdir. Nerede Tüm Emekli-sen ile Disk Emekli-sen? Masada olmalıdırlar.

Sorun şudur? Sendika Başkanlarının aylık maaşları ne kadardır? Türk-iş sendika başkanlarının geçmişte basına yansıyan maaşları ağaları aratmıyordu. DİSK Başkanı aylık ne kadar alıyor? Milletvekilinin aylık maaşı ne kadardır? Cumhurbaşkanının aylık maaşı ne kadardır?

Asgari ücret alan birinin maaşı yukarıda saydığım kurum maaşlarının altında sürünme, ezilme, horlanma parasıdır. Aradaki fark uçurumdur. Bu uçurum olmamalıdır. Düpedüz hak yeniliyor. Kendi maaşlarına zam yapılırken çok cömertler. Sıra emekçiye, emekliye gelince cömert olamıyorlar.

Sendikadan inciler; Türk-İş Başkanı Atalay:” Asgari ücrette rakamı önce işveren ve hükümet getirsin.”

Canım benim iyi kıvırtıyor. İçinden diyordur mutlaka ‘ters düşersem; AKP +MHP beni yer. Koltuğum sıcak.’

DİSK Genel Başkanı ve diğer partiler açıklama yaptı. Üç bin ve üç bin sekiz yüz gibi gibi…

Hele bir durun!!! Örnek Balçova İzmir’i ele alırsak eski kiracılar biraz daha düşüğe oturuyor. Yeni kiracılar bin yedi yüz ile yukarıya doğru kiraları çıkıyor. Bir asgari ücretli buralarda yaşaması nasıl olur?

Her gün zam yağmuru geliyor. A’dan Z’ye Elektrik, su ve diğer kullanılan eşyaların faturası şişirilerek emekçi ve emekliye, KDV’si cartı, curtu derken bindiriliyor.

Bunları göz önüne alınırsa: asgari ücret beş bin beş yüz olmalıdır. Yukarı tabaka maaşlarınızı aşağıya çekin. Vicdanınız varsa?

18.12.2020

 


 

18 Aralık 2020 Cuma

GEZEGENLERİ KENDİLERİNE BENZETENLER https://almanyalilar.com/2020/12/17/oeykue-gezegenleri-kendilerine-benzetenler/ "ÖYKÜ"


 

Yaşlı Bilge büyük kayanın üzerinde oturuyordu. Ayaklarını boşluğa bırakmıştı. Bir yandan konuşuyordu. Sustuğunda karşı dağlara, gökyüzüne bakıyor, sonra tekrar konuşmaya başlıyordu:

“Bin iki yüz yıl önce Ayay denilen gezegenden Uçan Gemi içinde bu Aydınlık gezegenine gelmiş soyumuz.”

Genç kız Oraya oturduğu yeşilliğin üzerinden elini kaldırıp, konuşmaya başladı:

“Çok uzun yıl olmuş buraya geleli; Ayay’dan soyumuz niçin ayrılmış?”

“Dediğin yer bir zamanlar ışığı bol olan, tüm enerjisiyle her yeri aydınlatıyormuş. Gecenin gündüze, gündüzün geceye kavuştuğu bir yermiş. Tıpkı bize benzeyen, başka dilleri konuşan, ten rengi, kültürleri farklı bizim soy ve soya benzeyen canlı türleri yaşarmış. (Paragraf var) Sonra toprakları bölmüşler orası, burası, şurası diye. Bana az, sana çok toprak düştü diye birbirlerinin gözlerini oymak bir gelenek haline gelmiş. İktidar kavgaları toprakların işgaline kadar gitmiş. Her Güçlü’nün kendi köleleri varmış. El koyduğu toprağın kölelerini de yönetmişler. Gücü, gücü yetene kıyasıya kanlar akıtılmış.”

Yaşlı Bilge gözlerini gökyüzüne çevirdi. Tekrardan kendisini dinleyenlere baktı:

“Tüm bunlar Aydınlık Gezegenine yolculuk yapan Yazan Bilge ile Çok Konuşan Bilge’nin anlatımlarına, kitaplarına dayanmaktadır. Ayay’da canları sıkılan, kendisini ispat etmeye çalışan Kan Dökücüler, yaptıkları planlı bir oyunun içinden oyunlar çıkarmışlar. Yaşamı birbirlerine zindan etmeye gayret etmişler. Vurucu, kırıcı aletlerde kim üstünse onun gücü ve sözü geçer olmuş. Bunun adına da uygarlık demişler.

Köle düzeni her yerde varlığını sürdürmüş. Boğaz tokluğuna çalış, itaat et, yaşamını kabul et devri tüm hızıyla yayılmış.

Her Güçlü’nün atadığı kukla hizmetkârların olduğunu ve işlerine gelmediğinde bunların boyunlarının götürüldüğünü duymayan kalmamış. Yerine de başka kuklacılar atanırmış. Anlayacağınız domino taşlarının devrilişine benzer yıkılışları. Yine de kurbanlıkların kanı akmadan olmazmış. Bunun adına da demokrasinin kılıcı denilmiş.”

Arka sıralardan Genç Erkek Heryere elini kaldırdı. Başı keldi. Doğuştan saçsızdı:

“Soyumuz her zaman kan dökücü müydü? Başkalarının topraklarına uçup konanlar mıydı? Hep hırgür var, yağma var. Irza geçme var. Burada yaşadıklarımız aynı değim mi?”

Yaşlı Bilge başını öne eğdi. Kollarını iki yana açıp:

“Kavgayı Her Güçlü olanlar çıkarır;  her iki taraftan öne sürülenler Altta Kalanlarmış. Niçin öne sürüldüklerini sorgulamazlarmış. Olaylar Ayay’ın aydınlık olduğu günlerde gündemden hiç düşmezmiş. Ne zaman karanlık içinde kalmışlar, işte o zaman Uçan Gemi içinde Her Güçlü’lerle, işlerini gördürecek köleleri de getirmişler.

Aydınlık Gezegenine sabotaj yapıldığı varsayılarak zorunlu iniş yapıldığını kaynaklardan öğreniyoruz. Açıkçası nereye gideceklerini bilemez durumdaymışlar.

Soyumuz bizim soyumuz huyundan vaz geçer mi? Geçmez, aynısını burada da sürdürmüşler. Bu gezegenin Ağaları:

“Haber vermeden gelmek var mı?” demişler.

Soyumuz ise:

“Ne haberi lan her yer bizimdir” demiş. Cenkler başlamış, altta kalanların canı yanmış. Barıştırmışlar, barışmaları bir saat sürmemiş ve tekrardan birbirinin boğazını sıkmışlar.”

Önde oturan Esmer Genç Kız Yakın elini kaldırdı:

“Ayay’da başka neler oldu? Huzur içinde yaşamak neden sonsuz olmadı?”

Yaşlı Bilge derinden bir nefes aldı. Geri verdiğinde sanki tüm zamanların acılarını vücudundan çıkarmıştı:

“Huzur içinde yaşamak bunların geninde yokmuş. Huzursuzluğu çıkaranların kıçında basur varmış. Bu kişiler zıvanadan çıkıyormuş. Birçok canlı farklı dilleriyle, inançlarıyla, inanmayanlarıyla Her Güçlü tarafından birbirine kırdırmak içi. Böylelikle avantalı düzenleri devam etmiş.”

Orta yerde oturan Genç Erkek Bakar elini kaldırdı:

“Burada orada değişen bir şey yoktur. Asıl düşmanımız Her Güçlü olanlardır. O zaman birlikte uzun yürüyüşe çıkmalıyız.”

Yaşlı Bilge’nin yüzünde gülücükler saçıldı:

“Çocuklarım okuyun. Düşünün. Düşüncenizi korkmadan anlatın. Altta Kalan bizler birbirimizin düşmanı değiliz. Yaşamda ne yaşıyorsak hepimiz yaşıyoruz. Acılarımız ve sevinçlerimiz ortaktır.

Çocuklarım, Ayay sadece hırgürden karanlığa gömülmemiş. Elbette hırgürlerin rolü varmış. Hepsi benim modeli, para ve parsel parsel bölünen topraklar ve canlılar. Boğaz tokluğuna çalıştırılan köleler. Tarihin gerçeğini değil sahtesini dayatanların yönetimi hep varmış.

Tarım alanlarının yerine toprağa betonu ekmişler. Hayvanların yaşam alanları dev icatlarla yok edilmiş. Dere yatakları, göller kurutulmuş. Bilmem ne enerjilerle istemeyerek olsa da doğaya osuruk kokusu salınmış, dönüşüm olmuş. Oksijen ise can çekişiyormuş.

Çeşit çeşit toplar, toprağın kat kat altında ve denizin dibinde denenmiş. Toplar hapsedildikleri yerde sıkılmışlar ve kendilerini patlatmışlar. Denizdeki dalgalar önüne gelen kara parçasına çarpmış. Kara parçasında denenen denize, su yataklarına çarpmış. Doğal felaketin yerini canlıların felaketi almış. Karanlığa giden yol durmadan hızlanıyormuş.”

Dinleyiciler bir ağızdan:

“Ooooo” dediler.

“Ayay’da delikler açılmış. Açılanlar büyümüş. Kaynak makineleri bir işe yaramamış. Gökbabaya adaklar adanmış adanmasına ama hiçbir işe yaramamış.”

Ön sıralardan bir kız çocuğu elini kaldırdı. Oturduğu yerden ayağa kalktı:

“Bir canlı bu kadar acımasız nasıl oluyor? Soyunu karanlığa göm… Buraya gel aynısını yap… Yakında burası da Ayay’a benzer.”

Yaşlı bilge hafiften gülümsedi:

“Aferin kızım. Yaşın küçük olsa da yaşamın işleyişini çok çabuk anlıyorsun.

Bozuk olan gidişe dur diyecek olan sizlersiniz. Gelecek sizlerle yön bulacaktır. Korkmayın.”

Yaşlı Bilge kendisini dinleyenleri alkışlayarak ayağa kalktı. Dinleyenler de kendisini alkışladı. Konuşmasına:

“Çocuklarım şimdi Genç Bilge sizinle olacak. Onu iyi dinleyin. Karanlık düşünceyi yok etmenin yolu birbirimize dokunmaktır.”

Yaşlı Bilge dağın zirvesine doğru patika yoldan, ağaçların arasından yürümeye başladı. Arada bir gökyüzüne bakıyordu.

Hüseyin Habip Taşkın

 

 

21 Kasım 2020 Cumartesi

GECE YOLCULARI https://almanyalilar.com/2020/11/21/hueseyin-habip-taskin-gece-yolculari-1/?fbclid=IwAR0r1IyKlnVRq7fut30VhjTG1dfzLal7vZEnMR0etWiXt9-kbL5Kik9x6c4

 

                                                                                  Hüseyin Habip Taşkın


Birol ana caddeden uzak olan dağın zirveye yakın yerinde gecekonduda ev yapımında mola verdiklerinde Yol arkadaşlarına:

“Benim meşhur artistlerden daha çok fotoğrafımı siyasi polis çekmiştir.” Dedi.

Gülüşmeler arasında Ayşe:

“Sadece senin mi? Tüm mücadele içerisinde yer alanların fotoğrafları çekilmiştir.”

Konuşma devam ettiği sırada, İlyas’ın üzerindeki giyim eşyalarına yürüdüğü topraktan havalanan tozlar konmuştu. Yanlarına geldiğinde konuşulanları dinledi. Bir ara Birol’a işaret ederek birlikte evin yapıldığı yerin kum yığınının olduğu yerde:

“Yarın akşam Konak’ta afişleme var. Sende desteğe gideceksin. Kendini ona göre ayarla.” Dedi.

Birol itiraz etmedi. Görev görevdi. Neresi olursa geceye, gündüze bakmaksızın giderdi.

Gecekonduda bir aile evinde İlyas ile tarhana çorbasını yudumladığında, arka arkaya ekmeği ısırarak midesine indiriyordu. Yemeğini yedikten sonra çayını içti. Yorgun olduğundan erkenden yatağına yattı. İlyas aile evinde diğer yol arkadaşlarıyla ne yapacaklarına dair konuşuyorlardı.

Yol arkadaşları ‘gecekondularına gelen insan sayısının arttığını, gelenlerin kontrollerinin elden kaçmaması’ için konuşuyorlardı. Gecekonduda belirli noktalarda nöbetçiler vardı.

Sabahın erken saatinde Birol kalktı. Elini yüzünü yıkadı. İnşaatları biten yerleri dolaşmaya başladı. Olanaklar ölçüsünde yapılsa da, evlerin her yerinden rüzgârın girip çıkması bir oluyordu. Kapılar, pencereler gelişi güzel yerlerine oturtulmuştu. Kimi yerlerin iç ve dış kısımlarında sıva yoktu.

İlyas Birol’a seslendi:

“Kahvaltı hazır, karnımızı doyuralım. Buralarda ev ziyaretleri yapalım. Öğleden sonra Konak’taki derneğe gideriz.”

Kahvaltı yapılacak tek katlı duvarı sıvasız, tuğlalı eve doğru yürümeye başladığında başını aşağıya doğru çevirdi. Körfezdeki masmavi su tabakasını gördü. ‘Manzarası da güzelmiş.’ Diye aklından geçirdi.

Akşama doğru dernekte sayıca çoktular. Birol ve yol arkadaşları aynı afişlemenin devamını Konak civarına yapmaya soğuk havanın ‘seni dondururum’ dercesine meydan okumasına karşı akşam insanların olmadığı bir anda afişlemeye çıkarlar.

İzmir Belediye binasının iskeleti son kata kadar yapılmıştı. Polis baskınında boş binaya birkaç kişi girerek üst katlara kadar çıkan olurdu. Birol ikinci kattan karşı binanın sol ve sağ köşelerini gözler, sağ taraftan ince ve uzun boylu biri gelir. Yol arkadaşlarından birine benzetir. Başını biraz daha öne doğru uzatır. Gelen kişi biraz daha yaklaşmıştır. Normal ses tonuyla seslenir. Seslenmeden önce yanına Yol arkadaşlarından Ahmet gelir:

“ Ne arıyorsun orada çabuk gel!”

Gelen kişi hafiften koşmaya başlar, koşarken de:

“Operasyon başladı mı?” der.

Birol şaşkındır:

“Başladı başladı çabuk yukarıya çık.” Der.

Birol Ahmet’e dönerek:

“Çabuk yukarı katlara çıkalım. Gelen Siyasi Polisin fotoğrafçısı, aynı zamanda parmak izi alan kişidir.”

Ahmet ile yukarı katlara doğru karanlık merdivenlerden hızlıca çıktılar. Çıktıkları katta merdivenlerden sesin gelip gelmediğine baktılar. Bir saate yakın çıktıkları katın her yerinde dolaştılar. Öyle bir yere geldiklerinde Birol boşluktan aşağıya doğru çarpa çarpa inmeye başladı. Yakalanmamaları için bağırmadı. İki kolunun yanlara açılmasıyla olduğu yerde sadece “ııııhhh” diyebildi. Birol’un gücü tükenmekteydi. Bedeni titremeye başladı. Ahmet biran durdu ve arkasına baktı. Birol yoktu. Geriye döndü sessizce:

“Birol Birol neredesin?”

Bir üst kattan inen yol arkadaşları bulundukları kata önlem amacıyla girdiklerinde Ahmet ile karşılaşırlar. Olan biteni anlatır. Birol’u o katta aramak için dağılırlar. Birol gücünü toplayarak “aaaahhh” diye sesini azda olsa yükseltir. Sesi duyan o yöne gelir. Bir daha “aaahh” diye bağırır. Karanlığa gözleri alışan yol arkadaşları Birol’un kollarından tutup, hızlıca yukarıya doğru çekerek çıkarırlar.

Ayakta duracak hali olmadığından yere uzatırlar; konuşmada zorlanır. Yol arkadaşları aynı anda kollarına, ayaklarına, gövdesine masaj yaparlar. Yirmi dakika sonra kendine gelir:

“Görmeseydiniz eşek cennetine gidecektim. Boşluğu göremedim her tarafımı çarpa çarpa indim. Yanlara açılan kollarım sayesinde kurtuldum. Genişlik biraz daha olsaydı eğer, zemine inerdim. Sayenizde Azrail’e çalım attım. Her yanım ağrıyor.”

Birol’un kollarına girerek yavaştan ayağa kaldırdılar. Kollara, bacaklara, gövdeye masaj tekrar başladı. Acı beynine vuruyordu. Bağırmak istiyordu ama bağıramıyordu.

Kollarına iki kişi girerek merdivenlerden yavaş yavaş iniyorlardı. Gözcüler hızlıca zemin kata indi. Dışarıda köşe başını tutan gözcüler gelecek olanları bekliyorlardı. Zemin kata iniş yavaş oldu. Dışarıya çıkıldığında köşe başına kadar iki kişinin kolunda gitti.

Köşe başında ayrılanlar oldu. Üç kişi Birinci Beylerdeki derneklerine doğru yürüdüler. Yolun belirli kısmında kollarından tutan yoktu. Apartmanın giriş kapısına geldiler. Karşılarında İkinci Beylere giden yol vardı.

Dış kapı açılır açılmaz içeri girildi. Asansöre binip en üst kata çıkıldı. Derneğin kapısı açılır açılmaz Birol masanın üzerine çıkıp uykuya daldı.

O günden sonra üç dört gün evinde ağrılar içinde dinlenmeyle geçirdi. Babasına, annesine olanları anlatmadı.

Derneğe gittiği gün tekrardan afişleme Konak’ın Konak Pier ve Konak Belediyesi’nin bulunduğu alan yapılacaktı. Birol tüm ısrarlara rağmen gece afişlemeye katılmak için dernekte kaldı.

 Birol ve yol arkadaşları mücadelelerine bağlı insanlardı. Hastada olsalar eyleme gitmemezlik yapmıyorlardı. Ekmeklerini, cebindeki paraları bile paylaşıyorlardı.

Gece Konak civarına iki koldan afişleme yapılıyordu. Bu gece hava ne soğuk nede sıcaktı. Birol deniz kenarında gözcülük yapıyordu. Belediye Binası inşaatının yakınlarına geldiğinde düşünceye daldı. ‘Yaşamım neredeyse burada bitecekti.’ Yüzünü denizden tarafa çevirdi. Karanlıktan başka bir şey gözükmüyordu.

İkinci grup gözcüsünün binanın arka tarafından sesi geldi:

“Baskın yedik.”

Belediye Binasına doğru koşmaya başladılar. Yedi kişi binaya girdi. Birbirlerinden ayrıldılar. Birol Halil ile birlikte Belediye Binasına girdiklerinde zemin katta bulunuyorlardı. Ortası boş alanın yanından beton üzerinden yürüyerek en sonda deniz tarafında bulunan iki kolon duvarın arasına ikisi çömelerek otururlar, rahat edemezler. Karşılıklı ayaklarını kendilerine çekerek dizleri yukarıda kalır.

Soluklar tutulmuştur. İki kişinin sesi duyulmaktaydı. Birinin sesi:

“Sizi gördük hadi çıkın oradan yoksa canınızı yakarız.”

Diğer ses:

“Burada yoklar!”

Birol’un başı hafiften kolonu geçer geçmez, çekmesi bir oldu. El fenerinin ışığı yanlarına kadar gelmiyordu. Yanlarına bir taş atıldı. İlk önce konuşanın sesi geldi:

“Gidelim buradan pisipisine gitmeyelim.”

Sessizlik oldu. Beş dakika sonra baktıklarında ortalıkta kimsecikler yoktu. Kendilerine pusu kurulmuş olabilir düşüncesiyle yerlerinde öylece duruyorlardı. Halil’in sesi kısık:

“Baktığında ne gördün?”

Birol aynı ses tonuyla:

“ Bir tanesini Kemeraltı Karakolundan tanıyorum. İnce uzun boylu sarı kısa saçlısını. Çoban Ali ile aynı afişi yaparken bir geceliğine misafir etmişlerdi.

Tanıdığım polis, hani anlatmıştım oymacı, feneri yüzüne doğru tutuyordu. Tam net gözükmüyordu ama siması onundur. Yakalandığımızı bir düşün? Hangi tezgâhtan geçirirdi bizi bilemem?”

Denizden kayıkçı motoruna benzer ses duyuldu. İyice yaklaşınca ışıklarını yaktı. Tuğlaların boşluk olanların arasından ışık içeriye yansıyordu. Birbirlerine ‘ne oluyor?’ diye bakındılar.

Yukarıda dolaşan helikopterin ışığı, içeriyi hepten aydınlatıyordu. Sesi de geliyordu. Birkaç kez binanın çevresinde döndü. Sonrasında sessizlik oldu. Yerlerinden kıpırdamadılar. Halil:

“Operasyon yaparlar mı?”

“Düşünmek istemiyorum! Zevk alarak bizi öldürürler.”

Gökyüzü ağırdan aydınlanıyordu. Kol saatine bakan Birol:

“Saat yedi buçuğa geliyor. Geceden beri çişim var. İşeyeceğim.”

“Benimde var. Arka kolonun arasına işeyelim sırayla.”

Rahatlamış olarak sessizce aynı şekilde oturuyorlardı. Saat dokuz olduğunda gececilerin gittiğini yerine sabahçıların geldiğini konuşarak çıkmaya karar verdiler. İlk önden hızlıca çıkan Birol oldu. Deniz kenarına inşaatın uygun yerinden indi. Önde boş duran masanın sandalyesine oturdu. Halil arkasından ayrı bir masaya geçti. Canları çay içmek çektiysede ortada garson yoktu. Karşılıklı konuşarak evlerine gitmeyi uygun buldular. Birol aşağıya Halil yukarıya doğru normal adımlarla yürüyerek uzaklaştılar.

Bir gün sonra afişe çıkan arkadaşlarıyla dernekte bir araya geldiklerinde, Sahil Güvenlik ve Helikopter işbaşındaymış… İnşaatta bulunanları, varyantın camiye yakın yerinden izlemişlerdi.  Yakalanıp infaz edildiklerini de düşünce olarak konuşmuşlardı.

Mücadelenin sıcaklığı eylemden eyleme her zaman yerini koruyordu. 

01.11.2020

14 Kasım 2020 Cumartesi

BALÇOVA BİRLEŞİK HAZİRAN HAREKETİ

AMERİKAN SEÇİMLERİNDEN YANSIMALAR https://almanyalilar.com/2020/11/13/hueseyin-habip-taskin-amerikan-secimlerinden-yansimalar/

                                                                                                     
Hüseyin Habip Taşkın

AMERİKAN SEÇİMLERİNDEN YANSIMALAR

Amerikan seçimleri oldu. Joe Biden ile Donald Trump düzen siyasetçiliği yapmaya devam ediyorlar. Bir anlamıyla kendi ve dünya halklarını kandırmaya devam ediyorlar. Donald Trump neyi değiştirdi? Joe Biden koltuğuna oturduğunda neyi değiştirecektir?

Yoktur birbirlerinden farkı ikisi de aynı malın ürünüdür. Joe Biden oyların çoğunluğunu elde ettiğine göre, dünya halkları savaşsız, sömürüsüz yeni bir yaşama mı başlayacaklar? 

Barack Obama’nın seçim yarışında Türkiye basınında genişçe yer verilmişti.  4 Kasım 2008 tarihinde Başkanlık koltuğunu garantileyen oyları almıştı. Hakkında ne denilmişti? “Müslüman Başkan.” “Müslümanlar rahat bir nefes alacaktır.” “Barış gelecektir.” “Ortadoğu savaş alanı olmayacaktır.” Cümleler sıraya koyulmuş gidiyordu.

O dönemde bir yazı yazmıştım ve konuşmalarımda: Barack Obama’nın ten rengi siyahtır. Müslümanda olabilir ya da olmayabilir.  Amerika’nın dış politikasında kan ve gözyaşı vardır. Müslüman olsa da emperyalist ideolojiyi almıştır. Kendi ideolojisinin dışına çıkamaz, çıkarsa ölümüne kadar gider, kendi derin devleti bu işi yapar demiştim.

Gelelim Ortadoğu’da savaşlar, suikastlar, işgaller devam ederken,  iktidara getirdikleri adamlarını işlerine ters düştüğü anda kellesi alınıyor. Bu hakkı kendilerinde görüyorlar.

Barack Obama’nın ideolojisi neyse Joe Biden ile Donald Trump’ta aynısını taşıyor. Halk arasında düzen partileri diyoruz. Demokrat, Muhafazakâr, Cumhuriyetçi ve hangi ismi kullanırsa kullansınlar kendi düzen politikalarını güderler.

Joe Biden Erdoğan ile arasının soğuk olduğunu basından öğreniyoruz. Birbirlerinden ayrılamazlar. Danışıklı dövüş devam ediyor. Halk muhalefeti yükselirse ortalığı yumuşatma adına Erdoğan’a yol verirler.

Nede olsa Amerika’yla tüm yapımızla içli dışlıyız. İcazet almaların açık adresini 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra kurulan partilerde Amerika’ya yolcu olanları ve sonrasında da gördük. Acaba neden?

11.11.2020


9 Kasım 2020 Pazartesi

GECE YOLCULARI https://almanyalilar.com/2020/11/09/hueseyin-habip-taskin-oeykue-gece-yolculari/?fbclid=IwAR04GNKRetl0sBB5gvMBBupGTbn5meYpjkiXibknfrvG9puCil0oWRk_xZ8

BİZLERİ BİZ YAPAN SOSYALİST DÜŞÜNCELERİMİZDİ. ARAMIZDA OLMAYAN DEVRİMCİ YOLDAŞLARIMIZIN ANILARINA SEVGİ VE SAYGIMLA...
 Hüseyin Habip Taşkın

Birol ve yol arkadaşları soğukların ‘ben geliyorum’ dediği gecesinde afişlemeye çıkmışlardı. Varyant dedikleri yerde afişleme yapılırken, sıra halinde dizilmiş tek katlı dükkânlardan oluşan, dış cephesi kanarya sarısına boyanmış yerde iki dükkânın ışıkları beliriyordu.  Sokak lambaları ana caddeyi yeterince aydınlatmıyordu.

Takım elbiseli, gömlekli, gömleğin üzerinde hafiften lacivertimsi kravatıyla, ceketiyle Birol gözcülük yapıyordu.

Karanlığın sessizliğinde sokakta başıboş gezen köpeklerden birkaçı grup halinde yanlarından geçip, gözden kayboldukları anda karşıdan gelen beyaz Renault arabayı görünce:

“ Aynasızlar, aynasızlar…”

Diye bağırdığında afişlemeyi yapanlar sokak aralarına daldıklarında, Birol beyaz Renault arabanın yavaşça geçişini izledi. Gözden kaybolunca afişleme yapanlara haber verip, kaldıkları yerden, tahtadan yuvarlak uzunca telefon direklerine ve elektrik beton direklerine afişlemeye başladılar. Ara sıra apartman duvarları da afişlemeden payına düşeni alıyordu.

Resmi polis dolmuşu uzaktan gözükünce Birol:

“Aynasızlar…”

Diye bağırıp, afişleme yapanların sokak arasına girmelerini izledi. Bir yandan Resmi polis dolmuşuna bakıyordu.

Belirli zaman içinde afişlemeye başlandı. Çok geçmeden Polis arabalarının sayısı artmış olarak geliyordu. Birol:

“Aynasızlar…”

Diye bağırdı. Arabalardan çıkan polisler sokak aralarına girmeye cesaret edemediler. Etrafta dolanarak boy gösterisinde bulundular. Sonrasında arabalarına binip gittiler.

Afişlemeye ‘devam etmeme’ kararı aldıklarında Çoban Aliyle birlikte varyantın kenarındaki eski Rum, Ermeni, Yahudi mahallelerinden geçerek Milli Kütüphanenin arka kısmına gelmişlerdi. Mahalledeki evler kimileri iki katlı ya da tek katlıydı. Bahçeli ve bahçesizdi. Bazı yerlerin yolları yokuş aşağıya dikti. Daracık sokakları birbirine bitişik yerleşimiyle ayakta kalabilmenin mücadelesini veriyor görünümüne sahipti. Bu yere Damlacık deniliyordu.

Önlerinde Resmi Renault arabası durduğunda, yürümelerine devam ettiler. Şoförün yanındaki polis oturduğu yerin kapısını açarak dışarıya çıkıp:

“Beyler bir dakika bakar mısınız?”  dedi.

İki yol arkadaşı durup sesin geldiği yöne baktılar. Birol:

“Buyurun memur bey bir şey mi istediniz?”

Polis nüfus cüzdanlarını istedi. Bakıp, geriye verdi:

“Nereden geliyorsunuz?”

Birol:

“Kız arkadaşlarımızı evlerine bıraktık. Açık bir lokanta bulup işkembe çorbası içeceğiz.”

Polis Birol ile Çoban Ali’ye bakıp:

“Gece fazla sokakta kalmayın, evinize gidin.” dedi

Birol:

“Teşekkür ederim memur bey.” Dedi.

Yürümeye başladılar. Şoför polis bağırmaya başladı:

“ O konuşan Yukarı Semtin komünistidir. Sakın bırakma…”

Birol Çoban Aliyle yüz yüze gelir, fakat konuşmazlar. Birol:

“ Memur bey siz beni birine benzettiniz. Elhamdülillah Müslümanım ve Ülkücüyüm. Komünist mi? Allah göstermesin.”

Arada kalan polis Şoför polise dönerek:

“Bey efendi komünistte benzemiyor.”

“Komünisttir o…”

Arka koltukta Birol ile Çoban Ali oturmakta ve araba Kemeraltı polis Karakoluna doğru gitmektedir. Arabanın içinde de ‘Komünistsin’, ‘değilim’ tartışması sürmektedir.

Karakola geldiklerinde Bekçi ile polis gelenleri kendi kayıtlarına almışlardı. Şoför polisin yanındaki uzun boylu, sarı saçlı polis Çoban Ali ile Birol’un yanına geldi. Çoban Ali’ye:

“Nüfus cüzdanını versene?”

Sakince:

“Benim nüfus cüzdanım yoktur.”

Polis başını sallarken, ellerini yumruk haline getirmişti:

“Milli Kütüphanenin arkasında bakmıştım.”

Çoban Ali:

“Memur bey bugün çok yorulmuşsunuz. Biraz dinlenseniz!”

Birol araya girer:

“Memur bey siz benim nüfus cüzdanıma        baktınız. Arkadaşım evinde unuttuğunu size söylemişti.”

Polis geriye dönüp hızlıca gitti. Birol yanmayan sobaya bakıp:

“ Sobanın yerine birazdan bizi tutuşturacaklar.”

Çoban Ali sırıtarak:

“Acayip olan nüfus cüzdanımı lime lime etmişim. Ara pencerenin boşluğundan kayıplara karıştı. Bunun üzerine dayak yerim. Eh! Sende yersin.”

Giden polisin geriye geldiğinde elinde kriko olduğunu gördüklerinde hafiften ürktüler ve Çoban Ali fısıltıyla:

“Vurmasına izin vermeyeceğiz. Karşılık vereceğiz.”

Bekçinin sesi duyuldu:

“Nereye hiddetli gidiyorsun? Onlar bize zimmetlendi. Dışarı çık.”

Çoban Ali ile Birol şaşırdı. Karakol polisi:

“Söyleneni duymadın mı? Sana güle güle…”

Bekçi ikisine dönerek:

“Burada siyasileri dövmüyorlar. Sabah Karakol Komiseri gelecektir. Bağırıp çağırsa da biz yapmadık; etmedik deyin.  Bırakılırsınız.”

Gecenin ilerleyen saatinde iki tas çorba geldi. Çoban Ali ve Birol hızlıca ekmek ile çorbayı midelerine indirdiler. Bulundukları yer eski bir Rum eviydi. Merdivenden ikinci kata çıkarken sağdaki odayı nezarethane olarak ayarlamışlardı. Zemini tahtaydı. Aralıklı demir pencerelerden cadde gözüküyordu.

Gecenin geç vaktinde yere uzanarak uyumaya çalıştılar ama havanın soğumasıyla uyumaları bölünüp duruyordu. Gecenin bir vaktinde on beş yaşlarında, siyah saçlı erkek çocuğunu getirip yanlarına bıraktılar. Kısa tanışmadan sonra uyumaya çalıştılar, soğuk hava izin vermedi. Odanın içinde konuşmaya başladılar. Getirilen çocuğun ismi Namık idi. Meraklı birine benziyordu. Durmadan sorular soruyordu. Bir ara:

“Devrimcisiniz değil mi?”

Çoban Ali ciddiyetini koruyarak:

“Biz Ülkücüyüz.”

“ İnanmam! Devrimcisiniz.”

Birol araya girerek:

“ Bana bak! Başımızı belaya sokma, yoksa bu işin sonu kötü olur.”

Uzunca konuşulmadı. Bir ara kapı açılıp Namık dışarı alınır. Çoban Ali ve Birol el işaretiyle çocuğun tekin biri olmadığı konusunda anlaşırlar. Yarım saat sonra çocuk geldi. Çoban Ali:

“Hayrola Namık?”

“Ağabey aşağıda beni sorguya aldılar çok dövdüler, falakaya yatırdılar.”

İki yol arkadaşının dikkatini Namık’ın ayağındaki ayakkabılar çekti. Birol:

“Yoksa sen anarşist misin?”

“Yok, ağabey yoldan geçiyordum aldılar. Mağazayı soymuşlar beni aldılar.”

Çoban Ali araya girerek:

“Sen temiz çocuğa benziyorsun. Üzülme hâkim bey suçsuz olduğunu anlayıp seni salacaktır. Adalete güven.”

Sabah olduğunda nöbetçiler değişmişti. İfade vermek için ikinci katta karakol komiseri önünde teker teker ifade verildi. Soğuktan üşütmüş olmalı ki hiç bağırmadı.

Karakol polisi kapıyı açtığında:

“Şubede parmak iziniz var mı?”

Birol öne atılarak:

“Biz ülkücüyüz şubede ne işimiz olsun. Vatanımızı seviyoruz.”

Öğleye doğru iki polis eşliğinde üçü birden şubeye doğru kelepçesiz, kalabalık arasında gidiyorlardı. Kemeraltı Çarşısı kadınlı, erkekli, çocuklu kalabalıktı. Konak Basmane arasındaki caddeye çıkıldı. Az ileride köşede Kibar Mağazası vardı. En üst katı Siyasi Şubeydi. Aşağı katlar, Asayiş, Ahlak, Uyuşturucu ve diğer şube birimlerine aitti. Binanın arkasında bitpazarı diye adlandırılan dükkânların olduğu yer vardı.

Fotoğraf ve parmak izi alındıktan sonra geriye karakola getirildiler. Namık artık aralarında yoktu. Nezarette aralarında sessizce konuşurken siyasi poliste bir tanıdığa denk gelmediklerini avantaj olarak yorumladılar.

Öğleden sonra ifadeleri alınmaları için Adliyeye iki polis eşliğinde yürüyerek götürüldüler. İnce uzun boylu sarı kısa saçlısı:

“Sizden ne Ülkücü ne Milliyetçi olur. Komünistsiniz.”

Birol:

“ Yapma yahu! Kuşlar mı sana haber yolladı?”

“Gece ben nöbetçi olacaktım ki sizi öyle bir oyardım ki…”

“Kimden haber geldiyse yanlış tüyo verilmiş…”

İfade bitiminde serbest kalırlar.  Polis öfkeyle bakar:

“Bir daha buraya gelmeyin oyarım.”

Bir kat aşağıya Çoban Ali ile Birol inince yukarıdan bakan polise gülerek:

“ Aslan parçası yanlış meslek seçmişsin. Marangoz olup oymacılık yapmalıymışsın.” Dedi Birol.

Polis olduğu yerde donup kalır. İki yol arkadaşı adımlarını hızlandırarak aşağıya zemin kata inip, gözden kaybolurlar.

17.10.2020

 

 

SIRANIZI BEKLEMEK İSTEMİYORSANIZ...

     Seçimleri sorgulamamız gerekiyor. Hem seçim yapılıyor ve ardından Kayyım atanıyor.  Yeri geliyor  polis sorgusu, ardından adliyenin yol...