20 Temmuz 2020 Pazartesi

GERİ KALMIŞLIK VE YÖNETİCİLER http://www.realitehaber.com/2020/07/18/geri-kalmislik-ve-yoneticiler/?fbclid=IwAR3SbUL0y2D2HC_GSmOjR3l2m5EtPhFLwlX8a-C-cRwVEEZec2wImF-tVBc

Hüseyin Habip Taşkın

Zaman ve mekân deyince edebiyatta, sanatta, kültürde, insan yaşamlarında dilleriyle, ten renkleriyle, tarihleriyle hep vardı. Var olmaya da devam ediyor.
Şimdiki zamanda dünya ülkelerinin gelişmelerini ya da gerilemelerini sayıca az olan dünyayı sömüren, kasıp kavuran bir avuç sermayedar karar alarak uygulayıcılarını harekete geçirerek eylemini başlatıp, devamını getiriyor.
Açlık, yoksulluk bir ülkenin kaderi olamaz. Bombaların bir ülkeye gökyüzünden yağdırılması demokrasiyi, uygarlığı getirmez. Çünkü barbarlar sömürülerinin devamını isterler. Kukla hükümetler, darbecilerle işlerini kanla, şantajlarla götürürler. Halkları uyutma adına nabıza göre şerbet ayarını verirler. Barış içinde halkların yaşamasını istemezler. Dini yönden ve bir halkı günah keçisi olarak gösterir. Sıra o ülkenin insanına ırkçı söylemleri yaymaya ve harekete geçirmeye çalışır. Sermayedarlar düşman yaratıyor. Sömüreceklerini tereyağından kıl çeker gibi çekiyor.
Bir ülke düşünün teknolojisi ve bilimi üst düzeyde, sosyalist olmasın ve geri kalmış bir ülkeyi ardından düşünün… Karşılaştırma yapın ve sonuca ulaşacağınıza eminim.
Geri kalmış bir ülke düşünün ve ülkenin bir Başı var ama onu dışarıdaki Başı ve Başları yönetiyor. Ülkenin Başındaki kendi sınırları içinde kalan insanları sindiriyor. Yasalarıyla, kanunlarıyla. Başındaki Baş “Benim hakkımı koru, ülkeni nasıl yönetirsen yönet” diyor. Onay alınmıştır. Kendi doldurduğu kasasını ‘ altın ve dövizlerini’ sınırlar ötesine taşımaya devam ederken, gerçek bilimden, kültürden, sanattan, edebiyattan ve her şeyden uzaktır.
Muhalefet ve iktidar dışarıdaki Başa ve Başlara bağlıdır. İtaat etmek zorundalar. Yoksa yaşam hakları bulamazlar. ‘Oy’ istiyorlar… “Hakça düzen gelecek” diyorlar. Oysa muhalefettekilerin ağzından bal akıyor. İktidara geldiklerinde kan ve öfke akıyor.
Baş ve Başlar sömürünün silah sörleridir. Silahlarının satacaklar. Geri bıraktıkları ülkeye ve düşman yarattıkları gruplara ver parayı al silahı dercesine silahlar peynir ekmek gibi satılır. Din adamları da kendi ülkelerinin yapmış olduğu marifeti destekliyor.
Ölenlerin ana dilleri, ten rengi önemli değildir. Önemli olan sömürü düzenlerinin devamıdır.
İlaç sektörleri ilaçlarını satmak zorundalar. Hastalığın ilacı Baş ve Başların tekelindedir. Virüs bir yandan diğer üçkâğıt işleri bir yandan devam ederken satılsın tıbbi cihazlar ve ilaçlar.
Geri kalmış ülkelerde oynanan oyun çoktur. Hesler, nükleer santraller, siyanürlü altınlar ve yer altı üstü zenginliklerin yağmalanması ile halkların yoksullaşması ve ölüme terk edilmesi çok acıdır.
Sizleri yöneten, oy verdiğiniz insanlar belirli yere kadar varlar. Baş ve Başlar yaşam hakkınızı belirliyorlar. Nasıl mı? Onuda siz bulun?
17 Temmuz 2020



8 Temmuz 2020 Çarşamba

YAĞMUR YAĞARKEN

Hüseyin Habip Taşkın
Sağanak yağmur hızını kesmedi. Caddede acelesi varmışcasına yokuş aşağıya tüm hızıyla yol alıyordu. Gökyüzü tabakası koyu rengiyle kocaman bir kentin üzerini kaplamıştı. Şimşekte kendi varlığını göstermek için gök gürültüsüyle, rengiyle gökyüzünden aşağıya doğru inmesiyle gözden kaybolması bir oldu.
Nesrin mutfak balkonundan bir oyana buyana bakmaya devam ediyordu. Nasıl işe gideceğini düşünürken, annesi:
“Büyük şemsiyeyi yanına al.  Üzerini iyi giyin.”
Nesrin dışarıya bakmaya devam ettiğinde:
“Anne ben büyüdüm. Çocuk muamelesi yapıyorsun. Bizi yönetenler keşke senin yaptığın gibi bana ve bizlere korumacı muamelesi yapsalardı. Nede olsa bizler üvey evladız.”
Annesi çeşmenin yanında duran bardağı aldı. Musluğu açıp suyu yarım doldurdu ve kapattığı gibi bardağı ağzına götürüp birkaç saniye içinde içti. Nesrin’e yüzünü çevirdiğinde:
“ Ah be güzel kızım, onlar, seni ve bizleri düşünmez. Düşündükleri kendi çıkarlarıdır. Bu düzen böyle kurulmuş, işliyor. Birileri böyle gitmez diyecek ama ne zaman?”
Nesrin boynunu hafiften sağa yatırdığında:
“İki üniversite bitirdim. İşim garanti dedim. O günlerde ne çok sevinmiştim. Aşındırmadığım kapı kalmadı. Hepsi üzerime yıkılmış ve altta kalmış can çekişiyor bir halim vardı.”
Annesi masanın yanındaki sandalyeye oturdu:
“Bilmez miyim evladım. Baban kara toprağa karışmadan yıllar öncesi diplomayı aldığında çok sevinmişti. İkinci üniversiteyi bitirdiğinde baban:
“Bu iş bitmiş bil hanım. İki diploma tapu gibi sağlam. Genç yetenek hangi işyerine gitse anında kaparlar.” Demişti. Biz o zaman yöneticilerin bizleri nasıl yönettiğini anlamış olduk. Sağlığımız bozuldu.”
Nesrin kendi yaşamını birilerinin elinde, iki dudağı arasında olduğunu diplomaları aldığı günden sonra yaşamın acılarını tadarak öğrenmeye kendisini sorgulamaya başlamıştı.
“Anne, babamla yönetici kapısıdır diyerek birçok kapıya gittik. O günlerde bazı akıl küpü olan şahsiyetli geçinenlerden bir kaçı, iktidar koltuğuna yakın birini bulun, hatırı olduğundan kızının işi olur dediler.
Babam benim işim olsun diye seninle iktidar koltuğunda olan kuruma üye oldu. İlçe Başkanı: “Kızının işini İl Başkanına ilettim.” demiş. İl Başkanı: “Üyemizin kızıysa işini hallederim. Hele yapmasınlar bir göreyim. Başkenti kafalarına yıkarım.” Demiş. Üç yıl son sürat geçmişti. Babam tekrardan İlçe Başkanına söylüyor. İlçe Başkanı: “Tüh be! İl Başkanını görevden almışlar. Yerine genç ve dinamik biri gelmiş. Onunla ilişkiye geçerek kızını bir holdinge danışman olarak atatırım.  Hele bir işimi yapmasın gör bak İl Başkanını ne yapıyorum.” Demiş.
İlçe ve İl Başkanı görevdedir. İktidar Koltuğu değişmedi. Değişen benim psikolojim oldu. Sonunda bir markette kasiyerlik işi bulup çalışmaya başladım. Bana bulunan torpil buharlaşıp yok oldu. Belediyeye taşeron elemanı alındı. Ondada başka ninniler anlatıldı. Babamla ben dinledik. İlk defa içimden ana avrat sövdüm İlçe Başkanına.”
Nesrin kapıdan çıkıp gittiğinde annesi kızının söyledikleriyle şarap içmeden sarhoş olmuş bir hali vardı. Gök gürültüsüyle kendisine geldi. Oturduğu yerden yatak odasına geçti. Eşini kara toprağa vereli bu odada yalnız başına yatıp kalkıyordu. Kimi zaman anılarıyla gözyaşları birbirine karışıyordu. Ne yazık ki gideni getirmiyordu gözyaşları.
Gözyaşlarını fazla akıtmamak için yönünü mutfağa çevirip adımlarını hızlıca attı. Su ısıtıcısının yanına gidip düğmesine işaret parmağıyla dokundu. Büyük su bardağını alıp içine sallama yeşil çayı bıraktı. Su ısıtıcısından fokur fokur su sesi gelmeye başlayınca düğmesi tak diye attı. Isınan suyu bardağına doldurup,  alıp duvar dibinde bulunan yuvarlak masanın üzerine bıraktı. Kendisi de kapıya bakan taraftaki tahta sandalyeye oturdu. Sallama yeşil çayı bardağın içinden almadan yudumlamaya başladı.
Televizyonu açtığında İktidar Koltuğunda oturan şahsın bir numaralı Şakşakçısı Oğlu konuşuyordu:
“ Bana bakın iyi bakın ekonomi fıstık gibi, uzaylılar bizi kıskanıyor. Arkasından ekonominin iyi gitmesi için ona, buna, şuna vergi koyduk daha doğrusu sizin için koyduk. Sizden alacağız ki, bu karışık işler yürüsün dimi…
İşsizlikte hedefimiz yüzde sıfır. Herkesin işi var. Çok şükür işsizimiz yok. Her yere bir kodes yaptırıyoruz muhalifler için… Pardon çok rahatımızı kaçıran bölücüler için… Bir de bu işin yap devret modelini uygulayacağız. Kodese belirli sayıda kişi girmez ise suçlu yaratıp dolduracağız. O damı olmuyor? Kelle başına dolmayanların parasını sizin gibi sesini çıkarmayan duygusallardan alacağız vergiciklerle.”
Konuşmayı Muhalefetin Başı aldı:
“Sizleri kınıyorum. Neden o ilk sırada çıkıyor. Her gün televizyona çıkmasa olmaz. Bunun adı işgalciliktir…”
Annesi televizyonu kumanda sayesinde kapattı ve konuşmaya başladı:
“Senin ne iğliğini gördük? Muhalifken ağzından bal akıyordu. İktidara gelince zehir akıyor.  Yine muhalifsin. Düzen böyle inşa edilmiş. Çarkın dönüşü hep sermayedaradır. Bize atılan kazıkların sayısını unuttum. Ağzımı bozdunuz be sizin yapacağınız işe başlarım…”
Annesi mutfak penceresine yaklaşıp, durmayan yağmura bakıyordu:
“Yağ be yağ… Yoksulun kalbinden değil, para babalarının canından vur.”
Temmuz 2020






2 Temmuz 2020 Perşembe

İNSANLARIN CANINI ALAN İNSANLAR http://www.realitehaber.com/2020/07/01/insanlarin-canini-alan-insanlar/?fbclid=IwAR1qF-9t_fL7p9Fa0m5py4sw1Ze186NgP3rN1QOk4KW8-n9uuXhiGBOHSDc

Hüseyin Habip Taşkın

Yakarlar, öldürürler, tekbir getirirler, devlet oynattığı oyuna hiçbir şey olmamışçasına sinsi sinsi bakar.  2 Temmuz 1993’den, bugüne Sivas Madımak Oteli içimizi yakar durur.
Acılar, devletin eliyle gelenek haline getirmesiyle çıbana dönmüştür. Acılarla, acılara katlanarak yıllar geçti. Hiçbir acının suçluları ortaya çıkartılmadığı gibi Sivas Madımak Oteli katliamı da ortaya çıkartılmadı. O günün Koalisyon Hükümeti adeta bizlerle dalga geçen demeçleri oldu. O dalga 02 Temmuz 2020 yılında bile yüreğimize çarpa çarpa acıtıyor. Unutmuyoruz. Unutturmayacağız.
Koalisyon Hükümetini oluşturanların ve devlet makamında yer alanların birçoğu toprak altına girmiştir. Şuan yaşayanlarda vardır. Kesinlikle affetmiyoruz.
02 Temmuz 1993’ün gerçek suçluları ortaya çıkarılmalıdır. TC gerçekten barış ve birlikte yaşamayı istiyorsa yaptığıyla yüzleşmelidir. Şeriat isteyenlerle ve faşistler alttan alta planı yapanlar tarafından gaza getirilip, ateşe dönüşümleri sağlanmıştır.  Yüzleşmelidirler.
Oralı buralı olmamız, ten rengimiz, anadillerimiz, Alevi olmamız ya da olmayışımız, bizi birbirimize düşman etmemelidir.  
Artık yeter Sivas Madımaklar olmasın. Hiçbir can yakılmasın, öldürülmesin. Nefret söylemleri olmasın. Birlikte yaşayabiliriz.  Hepimiz birer canız.
02.Temmuz 2020

SIRANIZI BEKLEMEK İSTEMİYORSANIZ...

     Seçimleri sorgulamamız gerekiyor. Hem seçim yapılıyor ve ardından Kayyım atanıyor.  Yeri geliyor  polis sorgusu, ardından adliyenin yol...