30 Aralık 2018 Pazar

YENİ YILDA YAŞAMIMIZDA NE DEĞİŞECEKTİR? ://www.realitehaber.com/2018/12/30/yeni-yilda-yasamimizda-ne-degisecektir/?fbclid=IwAR19o3fXGX5MO_q7KJhyn_X_h9kEswFa32DHLUao7taWY3dXB-K5AdXytOI


Her yılda baskı ve zulüm, işgaller, açlık, yoksulluk, bombalar, kurşunlar, yargısız infazlar birbirini kovaladı. Bizleri ilgilendiren her şeyi kovaladı. 2019 yılına gireceğiz. Değişen ne olacaktır? Nasıl bir mücadele önümüze koyacağız ki, emperyalizm denilen, halkları birbirine kırdıran, doğanın dengesini bozan aşağılık sömürücülerden kurtulacağız? Ne zaman?

Geri kalmış, sömürge, yeni sömürge, feodal, yarı feodal ülkelerde yöneticileri emperyalizm belirler. Hani oy kullanıyorum diyenler var ya! Kendilerini bir sorgulasalar, altından ne dolapların döndüğünü göreceklerdir. Düzen partileri derdik bir zamanlar. Emperyalizme selam duran parti liderleri dünden bugüne var oldular. Muhalefet ile iktidar özünde aynı yere hizmet etmektedir.

Kan ve gözyaşı hiç eksik olmadı. Ülke toprakları emperyalistlerin işgaline uğradı. İstediklerini getirdiler, işe yaramayınca tepetaklak aşağıya indirdiler. “Bizim tekelci sermayeden alacaksınız mallarınızı” dediler. “Silahlarınızı bizden alacaksınız.” Dediler. “Tarımınızın anasını belleyin” dediler? Ne oldu? Her şeyciklerimizi iyi bellediler. Fabrikalar ha bire özelleşiyor, yandaşlara. Kalkınıyoruz hani… Nasıl bir kalkınmaysa?

Garibanın çocuğu neden öldüğünü bilmeden başka topraklarda, şehitliğe ulaşıyor ve cennete gidiyor. Garibanın dışında cennetin kapısını nedense aralayan yoktur?

Emperyalizm dinlere de hükmediyor. İstediği gibi paravan tarikatlar yaratıyor. Ölümler ölümler kol geziyor dünya denilen hapishanede.

Suyumuza, derelerimize, yiyeceğimize, yaşantımıza karışıyor. Acaba neden? Nükleer çöplüğe döndürdüler. Acaba nereleri?

Dilleri, kültürleri, ten renklerini birbirine düşman ettiler. “Benim ırkım iyidir” havası estirmeye devam ediyorlar.

Kendi sömürülerini rahat yapabilmek için Önümüzden gülerek arkamızdan tekme vurarak her oyunu bizlere oynatıyorlar.  Bunun adına “demokrasi” diyorlar.

Barışın ve birlikte yaşamanın yolu sosyalizmden geçer.

Hüseyin Habip Taşkın

30.12.2818

24 Aralık 2018 Pazartesi

EGE 78’LİLER SANAT VE EDEBİYAT GRUBU SUSMAYACAĞIZ BİZ HALKIZ




EGE 78’LİLER SANAT VE EDEBİYAT GRUBU


SUSMAYACAĞIZ BİZ HALKIZ

Korku imparatorluğunda sanat ve edebiyat yapmak zorlaştı. Diktatörlüğün amacı: Kişi olarak kendisini halkın ve halkların yanında gören ya da sistemden hoşnut olmayanların Sanat ve Edebiyat alanında devrimci, aydın fikirleri yaşatmaya çalışanlara karşı topyekûn bir saldırısı vardır.  

Ahmet Telli Bir etkinlik için gittiği Hacettepe Üniversitesi’nde bir grup faşist tarafından tehdit edilmiştir.

Erdoğan “Bedelini ödeyecekler” demesiyle Metin Akpınar ile Müjdat Gezen için gözaltı kararı jet hızıyla çıkartıldı.

Ahmet Telli, Metin Akpınar ile Müjdat Gezen’e yapılan faşist saldırıları kınıyoruz.

EGE 78’LİLER SANAT VE EDEBİYAT GRUBU
                
24.12.2018


23 Aralık 2018 Pazar


TC devletinde Kürtçe konuşuyor diye bir baba ve oğlu saldırıya uğruyorsa, baba bu saldırı sonucu yaşama gözlerini yumuyorsa, bunun sorumlusu devlettir. AKP'dir. 

TC Devletinin ırkçı ve faşist politikaları dünden bugüne devam ediyor. 

Kahrolsun Faşizm. Faşizme karşı tüm diller ve kültürler birleşin.

Ben de Kürdüm. Beni de katledin.

Hüseyin Habip Taşkın
24.12.2018

22 Aralık 2018 Cumartesi

SEÇİM RÜZGÂRI http://www.realitehaber.com/2018/12/22/secim-ruzgari/


Belediye Başkanlığı için her parti seçime hazırlanıyor.  AKP’de elindeki devlet olanaklarını seferber ederek ülke genelinde HDP avına çıkmış durumdadır. Demokrasi demek böyle bir şey mi? Yoksa hava gazı mı?

ABD ve İsrail’in açıktan Erdoğan’a her seçimde destek verdiğini biliyoruz. Avrupa ülkelerinin bazıları da dolaylı yoldan ikiyüzlülük yaparak destekliyor. Rusya’da kendisiyle hareket etmesi için destekliyor.

Trump Türkiye’de geçtiğimiz milletvekilliği seçiminde ‘HDP çizgimize gelmeli’ demişti. Buradaki söylemin anlamı çok açıktır. Kendisine bağlı yöneticiler istemektedir. Sömürü, talanını ve işgallerini sürdürebilmesi için aracılara ihtiyacı vardır.  Erdoğan bu aracılık görevini layıkıyla yapıyor.

Barış sürecinin ortadan kaldırılmasında birçok neden vardır. En önemli nedenlerden biriside: Anlaşma olduğunda silahlar susacaktı. Sömürücü devletler silahı o zaman kime satacaktı? Satamayacaktı. Anlaşmanın bozulmasında rol oynayanlardan biride ABD’dir. Erdoğan ve AKP’si verilen görevi yapıyor.

Şimdi seçim zamanıdır. Ben seçimlere inanmıyorum. Muhalefetin ve iktidarın söylemlerine de inanmıyorum. Gözlemlerimi aktarmak zorundayım: HDP’ye haksızlığı muhalefet ve iktidar partisi yapmaktadır.

Muhalefet diyor ki: ‘TC elden gidiyor. Birleşelim mantığı ağır basıyor. Ama HDP’siz. Nasıl yok sayacaksınız? Bu saldırı CHP’ye İYİ Partiye yapılsaydı acaba ne kadar dayanabilirlerdi? HDP’nin bu duruma gelmesinde kendisine demokratım diyen CHP’nin payı da büyüktür.

CHP yüzünü sağa dönmüş durumdadır. 12 Eylül 1980 askeri darbe öncesinde farklı hareketlerde olan devrimcilerin bazıları CHP’nin içindedir. Bu arkadaşlarımız olanlara nedense gıkı çıkmıyor?

Şimdi Belediye Başkanlığı için ortalıkta pazarlıkların döndüğü bir gerçektir. AKP Tek adamlığın temellerinden birisi olan tarikatlarla atmaktadır.

CHP Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarında ‘HDP ile bağımız yoktur ya da seçim çalışmamız yoktur.’ Derken burada samimiyetin olmadığı ortaya çıkar.

Ülke karanlığa gömülürken HDP’nin dışlanması hoş değildir.

Var sayalım! Belirli şehirlerde gizliden HDP ile anlaştınız;  sizin adaylar desteklenecek. Peki, HDP kendi tabanına bunu nasıl anlatacaktır?

CHP tavrını net ve açıktan koymalıdır. Koyulmuyorsa ülkede hiçbir sorun yoktur demektir.

Hüseyin Habip Taşkın




13 Aralık 2018 Perşembe

12 Eylül 1980 askeri darbesi; yaşını küçültüp assanız da sanmayın ki, Erdal Ereni unuttuk. 

12 Aralık 2018 Çarşamba

12.12.2018 tarihinde annemi gece 9 Eylül Hastanesinin aciline  götürdüm. Kalp kapakçığı, aort damarı kapalı ve nice hastalıkları vardır. Annemin yatışını  sabaha doğru yaparlarken, ben yatırmayacağı mı söyledim. 

"O zaman anneni taburcu edelim. Ne bekletiyoruz" dedi. 

Kardiyoloji doktoru ilaç yazmasını istediğimde "yazamaz" dedi.  Aynı hastanenin aciline daha önceden birçok kez annemi götürdüğümde Kardiyoloji doktoru ilaç yazmıştı.

Kapitalist düzene ayak uyduran öğrenci doktorlarımız vardır. 

Sağlık sistemimiz tıkır tıkır paradan yana, özel hastanelerden yana işliyor. 

Hüseyin Habip Taşkın

10 Aralık 2018 Pazartesi

Sadaka Değil İnsanca Yaşamak ‘Üç Bin TL’ http://www.realitehaber.com/2018/12/10/sadaka-degil-insanca-yasamak-uc-bin-tl/?fbclid=IwAR0SJjh6_GHScwBBLtQcsu1jXHNUvfJKPcWf1LJoyC1qE0mq_8Y7Gm7KW-k


Her yıl toplanıp maaşlara ne kadar zam yapacağınızı konuşursunuz.  Kendi maaşlarınıza bonkörce artış yaparsınız. Kıyak emeklilik, her türlü olanaklardan faydalanma hep size oluyor? Üst tabakada olmanın avantajlarını çok iyi değerlendiriyorsunuz.

Yine geldi çattı; emekliye, çalışana asgari ücretten ağzına bal çalmaya, İktidar ve kumrucuklar yine bir arada, verilecek artış bellidir ama adet olsun hesabıyla kalpler ve birazcık heyecan ortalıkta olsun amaçlı olup, sonunda yüz kayme, biraz üstü yeter olacaktır.  

Açıklamasıyla bütçeden girecekler, kendi bilinen havalarından birkaç söz ile alın size maaş artışı diyeceklerdir.

Zırt pırt yamalı dondan çıkar gibi zamlar giyeceklere, içeceklere, yiyeceklere, benzine, tüpe müpe derken elinize geçen ufacık artış, bir bakmışsınız ki, uçmuş. Şoklama moduna gireceksiniz. Kimseler duymadan söveceksiniz. Lanetler yağdıracaksınız. İsyan edeceksiniz.

Sizi hiç kimse duymayacaktır.

Neden mi? Bireysel olduğunuzdan, banane dediğinizden, korktuğunuzdan.
Yeter artık! Çocuklarınızın ve çocuklarımızın geleceği için susmayın.
Asgari ücret üç bin TL olmalıdır deyin. Bu bir haktır. Demokratik bir haktır.
Ev kiraları uçtu. Daha ne uçtu? Aklınıza gelen her şeye zam zam zam…

İktidara gelenler, askeri darbeciler, koalisyon hükümetleri dünden bu güne halktan, yoksullardan fedakârlık istedi. “Kemer sıkın” diyende oldu. A’dan, Z’ye kadar her şeyi zamlandırdılar.

Tekelci sermaye korundu. Devleti yönetenler ve onun biraz alt katmanları korundu.

Şimdi korunma zamanı bizdedir efendiler. Birilerine kıyak, diğerlerine ver gitsin ile bu işler olmuyor. İnsanca ve eşit koşullarda ücret artışı insani bir haktır.

Hüseyin Habip Taşkın

09.12.2018



6 Aralık 2018 Perşembe

VİCDANLARDA YARGI NE YANA DÜŞER? http://www.realitehaber.com/2018/12/06/vicdanlarda-yargi-ne-yana-duser/?fbclid=IwAR2GEsRUNxrjdwd_qJyt9yUFPEcb3hwemcjXhI7-xpe-NV_Mot0lDXLWdg8



Dünden bugüne Türkiye’de iktidarı ellerinde bulunduranlar, Askeri Darbeleri yapanlar sayısız politikacıyı yargılamış, cezaevine atmıştır. İdama gidenler olmuştur.

Demokrasi demokrasi deniliyor da, nasıl bir demokrasi? Her iktidara gelen nasıl bir şey istiyor? Daha çok sömürü mü? Diktatörlük mü? Ne de olsa devletin tüm organları ellerinde olduğu için vur patlasın, çal oynasın, ne güzel şenlik havasının sürmesini mi?

Erdoğan zamanın birinde:
“12 Aralık 1997 tarihinde Siirt'te düzenlenen bir mitingde yaptığı konuşma nedeniyle Diyarbakır DGM Savcılığı tarafından "halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği" gerekçesiyle cezaevine gönderiliyor.

Dört ay cezaevinde kalıyor. ‘Bir şiir okuduğum için’ diyen Erdoğan, o günlere veryansın ediyor.

İktidar koltuğuna oturmuş, dediğim dedik, çaldığım düdük dercesine kendisini her gün basında ön planda tutulmasını istiyor. ‘Benim yasalarım var. Başkalarınınkini takmam’ diyor.

Erdoğan’ın şimdilerde yaptığı nedir?

AHİM Selahattin Demirtaş için bir karar verdi. Serbest bırakılmasını istedi. Başta Erdoğan ve AKP karara karşı çıktı. ‘AHİM kararı bizi bağlamaz.’ Diye yanıtladı.

Dün kendisine haksızlık yapılıyor diyen Erdoğan bugün Selahattin Demirtaş hakkında AHİM’in vermiş olduğu karara uymayarak haksızlık yapmış olmuyor mu?

Savcılara, hâkimlere emirler yağdırmıyor mu? Bu zatların iplerini ellerine geçirmiş mi geçirmiş. Adaletin kendine göre var olan iç hukuku Erdoğan’ın ideolojisiyle yamalı bohçaya döndürülerek, işlevsiz hale getirildi.

AHİM kararı için “Erdoğan işi bitiririz” demişti. İş bitti mahkeme cezayı verdi.

İdris Baluken, Selahattin Demirtaş, Sırrı Süreyya Önder arka arkaya hızlanan mahkemeyle cezayı aldı. Her nedense HDP hedef tahtasındadır?

Yaşadığımız ülkeye ne zaman bağımsız yargı gelir bilemem? Bildiğim bir şey var! İnsan yığınları ne zaman isterlerse o zaman olur. Sahi ne zaman?

Hüseyin Habip Taşkın

02.12.2018

http://www.realitehaber.com/2018/12/06/vicdanlarda-yargi-ne-yana-duser/?fbclid=IwAR2GEsRUNxrjdwd_qJyt9yUFPEcb3hwemcjXhI7-xpe-NV_Mot0lDXLWdg8

4 Aralık 2018 Salı

SAKINCALI 7. Bölüm https://pirtukweje.wordpress.com/2018/12/04/oeykue-hueseyin-habip-taskin-sakincali-7/?fbclid=IwAR2qAskW7FwDLwRIHWH9HCaxcsgTFX_6mrEhPGbfaWBo3QHe1OpZ7o08lSM



Mahkemeleri her ay oluyordu. Bazen birkaç ay ileriye tarih atabiliyorlardı. İlk önceleri düzeni bozmalarından dava açılmıştı. Sonra düşünce suçuna dönmüştü. 


Düşünce suçuna düşse de, bir kere adı çıkmıştı. Onu tanıyanlar ona başka gözle bakmaya devam ediyorlardı. O ise yaşadıklarını yazıya dökerek rahatlıyordu. Bir anlamıyla yazılara tutunuyordu. Okuduklarıyla, yazdıklarıyla moral buluyordu.

F Harfi Dört Duvar’da şiirin yanı sıra öykü çalışması da yapıyordu. Ailesinin getirdiği kitaplar haricinde idarenin kütüphanesinden okumak için kitap alıyordu. Kitap almak dilekçe yazarak oluyordu. ‘Makamına makamına…’diye başlıyordu.

Küçük el arabasında İç Güvenlikçi Yumuşak, aynı zamanda kütüphaneden sorumlu haftanın bir gününde koğuş kapısına gelerek üç kitap bırakıyordu. Daha önce verdiği kitapları geri alıyordu.

Kitapları hızlıca okurken, etkisinde kalıyordu. Bazen iyi biri ya da kötü biri yerine kendisini koyuyordu. Havalandırmada volta atarken okuduğu kitabın içeriğine göre düşünceden düşünceye yuvarlanıp gidiyordu.

İç Güvenlikçiler onları ilk gördüklerindeki kötü düşünceyi bırakıp, yazar bir, yazar iki koğuşu diye söylemeye başladılar. İlk gündeki katı tutumlarının yerinde yeller esiyordu. İç Güvenlikçilerin içinde bulunanlardan bir kaçı:
“Hocam” diye söylerdi.

Koğuş aramaları olduğunda onun üzerinde ya da ona yakın İç Güvenlikçi içeride olurdu.  Bir anlamıyla gözdağı veriliyordu. İlk önce Sakıncalı ve Yazar’ın üzerleri aranırdı. İşlem biter bitmez havalandırmaya çıkartılırlardı. Beyaz plastik masanın üzerinde duran kâğıtlara Baş İç Güvenlikçi yazılmış olan şiirlere, öykülere bakıp okurdu. Sonraki aramalarda aynı kişi Sakıncalı ve Yazar’a sorular sormaya başladı:
“ Koalisyonu oluşturan yöneticiler hakkında düşünceniz nedir?”

Sakıncalı gayet ciddi:
“ Sermayenin emirlerini uyguluyorlar. Dışa bağımlıdırlar. Uzun ömürlü olmayacaklardır. Bir de düşünene düşman.”
Yazar:
“ Bolca Dört Duvar yapıyorlar. Dış Güçlerden ev ödevi alıyorlar. Şunu yapacaksın! Bunu yapmayacaksın!
Başımızdakiler için senin düşüncen nedir?”

Baş İç Güvenlikçi’nin yüz rengi bir gitti, tekrar yerine geldiğinde:
“ Ben bir çalışanım.”

Sakıncalı:
“Yazar sana bir soru sordu. Biz sana açıktan düşüncemizi çekinmeden söyledik. Senin çocukların vardır? Onlar için konuş!”

Yanıt vermedi sadece güldü.  Birkaç aramada Baş İç Güvenlikçi geldi. Karşılıklı sorular ve yanıtlar birbirini kovaladı. Ne olduysa soru soranı bir daha göremediler. Gelen İç Güvenlikçilere onu sordular. Hiç kimse konuşmadı. 

Bir gün demir kapının küçükçe olan mazgal kapısı açıldığında İç Güvenlikçi ile karşılaşan Yazar:
“Baş İç Güvenlikçi’ye ne oldu?”

Yanıt verip vermemede çekindi. Suratının rengi değişse de:
“ Sizlerle konuşuyor diye hakkında idareye şikâyet gitmiş. İlk önce hiçbir koğuş aramasına dâhil etmediler. Çok sürmedi başka bir cezaevine gönderildi.”

Havalandırmada volta atarlarken Sakıncalı:
“ Gerçekten tehlikeliymişiz. Ne korku bu böyle?”

Yazar:
“ Konuşmak yasak! Adam bizimle konuşmadan gümbürtüye gitti. O zaman ömür boyu ayvayı yedik mi biz?”

“ Eh işte, ayvayı Toplumsal Düşünceyi savunduğumuzda yemişiz. O zamanlar haberimiz yoktu. Şubeler mubeler derken, her türlü okşanmalarla ve Dört Duvar ile tanışmamızla başladı.
Babamın bir sözü vardı:
“Çocuklarınızda tehlikeli etiketiyle dolaşacaktır. Üst düzeye asla getirilmeyeceklerdir.”
Yine de öyle demeyelim! Beş Yıldızlı Oteldeyiz. Keyfimiz yerinde. Bak emrimizde bunca adam var. Hem de bizleri koruyorlar.”

Birlikte güldüler.

Sabahleyin her ikisi havalandırma kapısı açılınca özgürlüğe koşuyormuşçasına, yüksek duvarlı, insanın içini karartan koyu rengi olan yerde, bir iki üç derken koşturmayla dönme turlarının sayısı arttı. Belirli bir sayıda bırakıp alt katta, merdiven altında bulunan küçük alanda tuvalet ile banyosu bir olan yerde soğuk suyun altında sıra ile yıkandılar.

Her mahkemede dış ülkeden ve içeriden gelen gözlemcilerle moral buluyorlardı. ‘Mahkeme şöyle, böyle karar verecek’ diye diye aylar geçmeye başladı.

Sakıncalı öykülerini yazmaya devam ederken, bir gün ‘kaç sayfa olur?’ diye saymaya başladı. Şimdi yazıları için bir düzeltmen lazımdı. Yazar Arkadaşı’nın yolunu bekledi. Üçüncü günü ona ulaşabildi:
“Bilgisayardan çıktı almalısın? Daha iyi olur.”

Dediğini yaptı. Aldığı fotokopileri Yazar Arkadaşı’na verdi.  İşe gittiğinde, eve geldiğinde aklında ‘yazdıklarımı nasıl bulacak’ diye vardı?

Kendi bulunduğu yerleşim biriminden ters istikamette olan yerleşim birimine defalarca gitti. Caddeleri çok yönlü ve uzundu. Çok katlı sık binaların altında her türden dükkânda vardı. Bu bölgeye üç ya da dört gün çıkıyordu. Ana cadde ve diğer iç sokakları biliyordu. Nerede dükkan var. Nerede kapatılmış ve tekrar açılmış biliyordu.

Bakkal dükkanı kapatılıp aynı yere tekrar açılıyordu. Bu değişim beş kez olduğu da oluyordu. Sakıncalı dayanamayıp sorardı:
“İyi günler, kolay gelsin ustam. Sana bir şey soracağım ama yanıt verip vermemede özgürsün?”

Bakkal yarı şaşkın olarak, olur anlamında başını emme tulumba gibi salladı.
“ Ustam aynı işi yapan üçüncü kişi sensin. Burayı tutarken hiç araştırıp sordun mu?”

Bakkal bir süre susar, sonrasında:
“ Ne araştırması! Bakkallıkta güzel iş var. Ben nasibimi yerim. Herkes nasibini yer.
Emekli ikramiyemle açtım. Kahvehaneye takılacağıma buraya takılırım daha iyi…”
Sakıncalı susmayı tercih eder.

Ana caddenin arka sokağında evler dörder katlıydı. Binaların arasında uzunca ve geniş bir boş alan vardı. Sol tarafta kalan yerde belirli aralıkla iki tane kahvehane vardı. Aklına nereden geldiyse, oralarda satış yapmak geldi. İlk önce tren istasyonuna yakın yerdekine girdi. İçeride müşteri yerine sinekler uçuşuyordu.  Normal ses tonuyla:
“Başlarım ben böyle işe?”

Kafası atmıştı bir kere, o moralle ikincisine dalış yaptı. İçeride, ileride cam kenarına doğru olan masalar doluydu. Oyun izleyicileri de vardı. Keyfi yerine geldi. Masalara yaklaşırken:
“ Beş çakmak bir lira. On tükenmez kalem bir lira.”

Yanaştığı masada yabancı kişilerin oturmadığını gördüğünde:
“ Sizler nereden çıktınız böyle?”

Der demez, şaşkınlığını üzerinden attı. Resmi ya da sivil elbiseyle oturanlar yarı şaşkınlıkla oyunlarını bırakıp ona doğru bakındılar. F Harfi Dört Duvar’ın İç Güvenlikçileriydi. Yanmasa ve duvar dibindeki masalarda yabancı yoktu. Sakıncalı iş olsun diye:
“ Anlaşıldı sizler benden alışveriş yapmayacaksınız. Ben gidiyorum.”

Kapıdan çıkıp köşe duvara kadar yürüdü. Soluna dönerken, başını aşağıya doğru çevirdiğinde kapıdan çıkıp sağa sola koşan İç Güvenlikçileri gördü.  Kendi yoluna dönerken söyleniyordu:
“ Korku böyle bir şeymiş.”

Ana caddeye çıkıp yoluna devam ederken, arkasından birinin hızlıca yaklaştığını gördü. Hemen ardından biri daha geldi. İlk Gelen’in resmi elbisesi vardı:
“ Hocam benim ne sana ne de diğer hocalarıma karşı bir yanlışım olmadı.”

Sakıncalı diğerine yüzünü döndüğünde Arkadan Gelen:
“ Hocam emir kuluyum. Yine de sana bir kötülüğüm olmadı.”

Sakıncalı her ikisine bakarak:
“ Benim kaldığım koğuşun sol çaprazlamasına düşen yerdeki havalandırmada Toplumsal Düşünceyi savunan arkadaşı dövmüşsünüz. Dövmeler koğuş ve havalandırmada yapılıyor. Oralarda kamera yoktur. Bir yerde delil karartmasına gidiliyor.
Diyeceğim şu: Elinizdekini kurbanlık koyun mu sanıyorsunuz? Bakın beni gördünüz ve ne oldu? Yapılanlar hiçbir zaman unutulmaz. Evet, düşünce suçlusuyduk.  Yine de sabah ve akşam sloganlarına katılıyorduk. Üst pencereden dinliyordunuz. Sesiniz geliyordu.
“Hocalarda slogan atıyor diye.” İdareye elbette iletilmiştir. Düşünce suçlusu olsak da, duyarlıyız! Haksızlığa…”

O gece olanları Eşi’ne anlattı. Önüne gelene, gidene anlattı. İnsanın psikolojisinin değişimini, endişesini çok yakından görmüştü.

Gecenin karanlığında Eşi uykunun derinliklerine dalıp gitmişti. Kendisi de odada divanın üzerinde bağdaş kurmuş, düşünce âlemine dalıp gitmişti. Dalıp gitmeler sadece bu geceye ait değildi.

Yalnız düşünen sadece o mu? Ya Eşi? Onunla birlikte yaşamında ilk defa gözaltına alınmıştı. İşsiz kaldığı gibi Sakıncalı’nın hiçbir arkadaşı evine gelip ne oldu? Bile dememişlerdi, sormamışlardı.

Düşünmekten bunalmış olmalı ki, bulunduğu yeri terk ederek mutfaktaki çeşmenin başına gelir gelmez musluğa eli gitti. Akan suyun altına iki elini birleştirip, hemen ağzını suya götürdü. İçtikçe içiyordu. Sonra iki elinin arasında biriken suyu suratına fırlattı. Çeşmeyi kapatır kapatmaz, ellerini, yüzünü havlu ile kurulamadan mutfağa geçti.

Pencereyi açıp dışarıya bakındı. Giden zaman dilimlerini mi arıyordu? O zaman dilimlerinde ne vardı? Ya da yaptığı hataları onarmak mı istiyordu? Yoksa doğruları üzerinden yoluna devam etmek mi istiyordu?

Uzaklardan anlayamadığı bir kokuyu aldı. Mırıldanarak:
“Bu koku… evet koku!”

F Harfi Dört Duvar’da yattığı bir gün sabah sayımından sonra ikinci katta bulunan pencerenin önüne gelmiş, başını iki yuvarlak demire dayamış, gözlerini yumduğu bir anda burnuna tezek kokusu gelmişti.
“ Yakınlarda bir köy var. Tezek kokusu alıyorum.”

Yazar havalandırmadan hızlı adımlarla gelerek merdiveni çıkarak pencereye yanaştı. Burnuna koku gelmedi:
“ Uzaklardan gelmiş olmasın?”

“Sanmam yakınlardan gelmiştir.”

Konuşurlarken köpeğin ‘hav haaaavvv’ sesi duyuldu. İkisi olduğu yerde kulaklarını kabarttılar. ‘Möööö, möööö’ sesiyle ikisinin suratında sevinç belirtisi vardı. Ses kesildi. Yüzler buruşturuldu.

Geceler ve gündüzler birbirini kovalamaya devam ederken, günler su gibi zamanın akışında kaybolmuş, gitmişti.

Sakıncalı sabahın erken vaktinde Büyük Merkez’e gitmişti. Orada bulaşık işi bakıyordu. Handa kapıcılık yapma işine pek sıcak bakmıyordu. Bulduğu bulaşık işi sabahın dokuzundan akşamın onuna kadardı. Parası da azdı. Ana merkezden ayrılıp biraz daha dışa, deniz kenarındaki iş yerlerine doğru yürüdü. Farklı dükkânların önünden geçiyordu. Birçok bina iş yeriydi.

Ağır adımlarla giderken durdu. Sesin geldiği yöne doğru başını hafiften çevirdi. Seslenen Kişi’yi görünce hafiften tebessüm etti.  Gözaltına alınmadan önce ağabeysiyle aynı taşeron firmada birlikte çalışmışlardı:
“ Geçmiş olsun. Ağabeyim söyledi. Çok üzüldüm. Hayrola sabahın erkenin de ne arıyorsun?”

İstemeye istemeye:
“ İş arıyorum. Sigortalı olması benim için iyidir. Temiz kâğıdı aramayanlar tercihimdir. Ara sıra Adalet dağıtıcıların karşısına çıkıyorum. Karara bağlanmış değildir yargılanmam.”

Seslenen Kişi uzun boylu kıvırcık saçlıydı. Dolgun yüzü vardı. Kalın mercekli gözlüğü vardı. Dev Adam Tepeden bakarak:
“Bira içilen yerde bulaşık yıkar mısın? Sigortalıdır. Çalışma saatleri uzundur. Çıkış saati belli değildir. Bazen on ikide işimiz bitiyor.”

“Ücret dolgun mu?”

“Sen mi diyorsun? Bu coğrafyanın ücret adaleti var mı? Konuşmanda demiyor muydun? İliklerimize kadar sömürülüyoruz.”

Başını sallamayla yetindi. Birlikte işyerine doğru yürüdüler. Sakıncalı öykü çalışması ve okuması yapamayacağından dertlenmeye başladı.

İşyerinde müşterilerin oturduğu yere bakındı. Mutfak bölümüne bakındığında kendisini Dört Duvar arasında sandı. Patronun biriyle konuştular. Yarın işbaşı yapmak üzere oradan ayrılıp evine gitmek için adımlarını hızlandırdı.

Hüseyin Habip Taşkın
27.11.2018


28 Kasım 2018 Çarşamba

Balçova Emekli-Sen Edebiyat Ve Sanat Grubu


Balçova Emekli-Sen Edebiyat Ve Sanat Grubu

Edebiyat çalışmasına başladık. Aramızda sizleri de görmek istiyoruz.

28.11.2018

Dünyayı Yöneten Sermayedarlar http://www.realitehaber.com/2018/11/28/dunyayi-yoneten-sermayedarlar/?fbclid=IwAR0SU2LM7Gm9y-qbI5enQ6i4V-mf6Ry8M5aQ7PfGdR8Z1pR8OYzCdEmLx_I




İnsanca yaşamak herkesin hakkıdır. Hakkı olmasına ama o hakkımızı birileri gasp ediyor. Demokrasi adına nutuk çeken, sonrada muhalif gördüklerini yok eden bir dünyada yaşıyoruz. Daha doğrusu yönetenler zalimdir.

Yönetenler; aydınlığa merhaba diyenleri, sosyalistleri, sistemden hoşnut olmayanları sevmezler. Sömürü çıkarlarına dokunanı çıra gibi yakmak, kendilerinde bir hak olarak görürler.

Yasalar koruyucu yasalar! Vatandaşı mı koruyor? Yoksa bir avuç sermayenin çıkarını mı? Susmanın değil, düşünme ve yorumlamanın zamanıdır.

Birde diktatörlerin yasaları vardır. Kan kusturan cinsindendir. Yasaları formalitedir. Kendi egemenliklerini, sömürülerinin devamı için geri kalmış ülkelere modern ölümcül silahlarıyla ölüm yağdırır. Kendi ülkesinde ise duruma göre şerbet verir.

Dünyada yaşamın dengesini bozan bir avuç sermayedir. Bunu ülkeler bazına indirgersek, her ülkenin sermayesi özünde bir diktatöre dönmektedir. İktidara getirdiği partiler, koalisyon hükümetleri ve askeri darbeler sermayedarları korur.

Ya yasalar? Sermayenin daha rahat nefes alabilmesi için yasa düzenleyiciler ellerinden geleni yaparlar. Sömürü çarkının yükünü halkların üzerine yıkar giderler.

Olanlar bir kader değildir. Sadece devlet olanaklarıyla uyutma metodunu her alanda kullanırlar. Sömürü ve talanı duygu sömürüsüyle yaparlar.  Dini duygular, futbol karşılaşmaları, televizyon dizileri ve uyutmaca programları aklımıza ne geliyorsa uyutma programının birer parçasıdır.

Sorun şudur? Hangi ülkede yaşıyorsak yaşayalım. Hangi halktan olursak olalım. Dili, kültürü, ten rengi ne olursa olsun. Hepimiz bir emekçiyiz. Aynı gezegenin havasını içimize çekiyoruz, suyunu içiyoruz.  
.
 Çocuğumuz ve çocuklarımız için yaşamı bize dar edenlere karşı el ele vermeliyiz. Unutmayın emeği ile geçinenler, sömürülenler dünyanın neresinde olursa olsun, el ele vermelidir.

Hüseyin Habip Taşkın
26.11. 2018

http://www.realitehaber.com/2018/11/28/dunyayi-yoneten-sermayedarlar/?fbclid=IwAR0SU2LM7Gm9y-qbI5enQ6i4V-mf6Ry8M5aQ7PfGdR8Z1pR8OYzCdEmLx_I

27 Kasım 2018 Salı

Sakıncalı 6.Bölüm https://pirtukweje.wordpress.com/2018/11/27/hueseyin-habip-taskin-sakincali-6/?fbclid=IwAR10q3vdhLTiHw4v41BLNXc2qMweBu_1IQWOwUBDYUL7HWdEnet8Sg92iFY





Serçe Kuşların ötüşüyle başını ağacın dallarına çevirdi. Daldan dala zıplarcasına geçip duruyorlardı. Beş taneye kadar sayabildi. Sakıncalı mırıldanırcasına:
“ Bende böyle uçabilseydim. Ne sınır olurdu. Nede geçim derdi.”

Kuşları hayranlıkla izledi. Gitme vakitleri gelmiş olmalı ki, kanatlarını açıp arka arkaya uçup gittiklerinde, arkalarından gülümseyerek baktı.
Satış yapmaktan yorulmuştu. Günde tahmini altı ya da sekiz kilometre yürüyordu.  Başka bir iş bulamadıktan sonra yaptığı işi bırakmaya niyetli değildi.

Dükkânlara tekrardan girmeye başladı. Birçok dükkândan eli boş geriye dönüyordu.

Ana caddeye geldiğinde arabalar, otobüsler ağır ilerliyordu. Korna sesleri tek tük duyuluyordu. Karşılıklı Kaldırımda insan seli, birbirine çarpmadan ilerliyorlardı.

Sakıncalı etrafına bakındı. ‘ne tarafa gideyim?’ diye düşündü. Kalabalıkta satış yapamıyordu. Yönünü dükkânlara çevirdi. Üçüncü durağı geçtikten sonra satışı bitirdi.

Belediye Otobüs Durağında gideceği yerin otobüsünü beklemeye başladı. Felç olan trafikte beklediği gelmeyince canı sıkıldı. Etrafına bakındı ve oturacak yer bulamadı.

Otobüsü gördüğünde, içindekileri de görünce içi karardı. ‘Binebilir miyim?’ diye aklından geçirdi. Kağnı arabası gibi gelen otobüse orta kapıdan binebildi. Sırt çantası elindeydi. Öğrencilerin dağılma zamanıydı. Lise ve üniversite öğrencileri çoğunlukta yolculuk yapıyordu.

Balık istifine benzemişti duruşları. Hareket etme olanağı hemen hemen yoktu. Durağın birinde inenler olduğundan koltuğun biri boştu. Sakıncalı vakit kaybetmeden oturdu. Yorgunluk üzerine abandığından gözleri kapandı.

Merkeze geldiklerinde bir Belediye Otobüsüne binmesi gerekiyordu. Durağa gelerek kuyruğa girdi. Burada da yarım saat bekledi. Sonunda gelen otobüse biner binmez, en arka koltuğun solunu alarak cam kenarına oturdu. Gözlerini yeniden kapadı. Otobüsün hareket ettiğini, duraklarda durup kalktığını fark etmedi.  

Oturduğu semte gelince gözlerini açtı. Birkaç durak önceden indi yürümeye başladı. Sağ tarafında bulunan çok katlı binanın altında Karın Doyuran Et Evi vardı. Dışarıda birkaç tane masa ve sandalyeleri vardı. İki masa doluydu. Kadınlı erkekli kim bilir hangi hayvanı sessizce midelerine indiriyorlardı? Yemekle meşgul olanlar etraflarına bakınmıyorlardı.

Sakıncalı’nın gözleri ister istemez yemek yiyenlere doğru kaydı. O masada kendisi olduğunu var sayarak karnının doyduğunu hissetti. Dayanamadı ve hızlıca oradan ayrıldı.

Az ileride çok katlı binanın altındaki pastanede birkaç masada oturanları gördü. ‘Baklava mı yoksa başka bir tatlı çeşidi mi yiyorlardı?’ diye düşündü. Neredeyse masaları boşaltın, tatlıları ben yiyeceğim diyecekti. Demesine ama kendisini frenledi.

Tatlı almak için cebindeki paraya bakmasıyla, yerine bırakması bir oldu. Bir zamanlar aktif olduğunda ‘ hiç kimse bizim yönettiğimiz coğrafyada aç kalmayacak!’ diye ev gezmelerinde ve ikili, beşli sohbetlerde çokça konuşmuşlardı.

Yoksul olan evlere kömür, odun taşımışlardı. Şeker, pilav, bulgur götürmüşlerdi. Şimdi Sakıncalı geçmiş dönemin farklı bir yapısını bugün yaşıyordu.

 O günlerde yol arkadaşlarıyla ölümüne yol almışlardı. Yoksulların sofrası boş kalmasın diye her olumsuzlukları göz önüne almışlardı. Zenginden alıp fakire vermeyi o günlerde sıkça yapıyorlardı. İnsanları kazanıyoruz mantığı daha ağır basıyordu. Yoksullarda söylenen bir söz sıkça duyulmaya başlandı:
“Toplumsalcılar her işimizi hallediyor.”

Düşlerle evinin kapısına geldiğinde, kendisine geldi. Kendisinin yalnız kalışını düşündü. Suratını buruşturdu. Sesini yükselterek:
“ Buda mücadelenin bir parçasıdır. Bugünleri de görmek varmış! Bakalım neler göreceğiz?”

Anahtar ile kapıyı açar açmaz evin içine daldı. Direk balkona geçerek ağırlıklarını divanın üzerine bıraktı. Balkon demirlerinin kenarına yanaştığında, uzaklara dağlara ve betonlaşmaya baktı. Az bir yerinden deniz gözüküyordu.

Başını dağların en son noktasına çevirdi. Tıpkı F Harfi Dört Duvar’da yattığı günler gibi, İkinci katında pencereye çıkar, başını duvarın bittiği yere kadar dayardı. Uzaklara bakmak için ama karşı çatının üst seviyesi buraya kadar diyordu.

Birde diklemesine, aşağı ve yukarıdaki betona ekleme yapılmış, yuvarlak şekliyle kalınca demir parçası sıklığından istediği gibi bakamadığından canı birçok kez sıkılmıştı.

Eşi kapıda durmuş ona bakıyordu. Düşüncesinde esen buruğumsu dalgalanmaların onu nasıl yıprattığının farkındaydı. O yaşama yeni baştan tutunabilmenin, toplumsal düşüncede var olabilmenin mücadelesini veriyordu.

Eşi ona seslenerek:
“ Yemek hazır.”

Sakıncalı başını çevirdiğinde:
“Geliyorum.”

Sakıncalı, önünden birileri yemeğini alacakmış gibi çabuk yerdi. Eşi ara sıra takılırdı:
“ Çiğnemeden mi yutuyorsun?”

“Çiğnemesine çiğniyorum ama nedenini bende bilmiyorum?”

Bulaşıkları Eşi’yle yıkadı. Birlikte balkona çıkıp divana oturdular.  Karşı tarafa bakınmaya, devam ederken Sakınalı:
“ Dolmuş F Harfi Dört Duvar’ın demir kapısına gelip dayanmıştı. İçeridekilere, ‘direnmeyin teslim olun dercesine kapı önünde bekliyorlardı.’ Kapı açılmayınca Amca’nın biri aşağıya inip kapıyı yumrukladı. Ne gelen vardı ne giden. Amca kızgındı.

Sonunda kapı garççç diye açıldı. Dolmuş içeriye girince, sağ tarafta tel örgüler içinde iki kurt köpeği gördüm. Tel örgünün birisi duvar dibinden birazca uzaktaydı. Tel örgünün bittiği yerden biraz uzakta bir tel örgü daha vardı. Tel örgülerin üzerinde duran yuvarlakça ince jilete benzer bir tel örgü vardı. Kaçanların kaçmalarını engellemek için düşünülmüştü.

Dolmuş, iç kapı girişine kadar yanaştı. Hepimiz arabadan indirilmiştik. Biraz bekledikten sonra içeriye alındık. İçerisi epeyce genişti.

Amca’lar işlerini bitirip ayrıldılar. Bizler Dış Güvenlikçilerle baş başa kaldık. Elle, üst ve alt araması oldu. Parmak izi alındı. Yakışıklı fotoğrafım her yönden alındı. Vakit kaybetmeden Dış Güvenlikçiler bizleri içeriye İç Güvenlikçilere postaladı. Orada da aynı işlem yapıldı.

Hafiften Esmer, Yazar ve beni aynı tecritte aldıklarında biran önce uyumak istiyordum. Şubede kala kala kirlenmiştim. Apış aram berbattı. Aramızda hiçbir şey konuşmadık, hemen yataklara çıkıp yattık. Hoparlörden yüksek bir ses:
“ Sayım için hazır olun!”

Komut gelmesine gelmişti ama hepimiz uykuya yenik düştük. Aradan kaç dakika geçti bilemiyorum. Demir kapı ‘dan’ diye açıldı. Üçümüzde yataklarımızdan doğrularak kapıya doğru bakındık.

İçeriye İç Güvenlikçiler doldu. Birde Dört Duvar’ın Sorumlularından Biri, biz onlara onlar bize bakınıyordu. Neyse ranzadan aşağıya inip ayakkabılarımızı giydiğimizde, Dört Duvar’ın Sorumlularından Biri bana bakarak:
“ Bari sen yapma! Eski mahkûmlardansın, bunlara yol yordam göster.”

Der demez kaldığımız yeri boşalttılar. Bizde yataklarımıza yattık.”

Sakıncalı bazı geceler sıçrayarak uyanıyordu. Etrafına bakınıyor, nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yatak odasında olmasından dolayı rahatlıyordu. Kalkar kalkmaz lavaboya gidip elini yüzünü yıkıyordu. Aynaya kısa bir bakış baktıktan sonra mutfağa gidip, çeşme suyundan birkaç bardaklık su içiyordu. Balkonda divanın üzerine oturup bir saate yakın görmüş olduğu düşün tekrarını yapardı. Aslında yapılanlar kafasının içini doldurmaktan başka bir şey değildi.

Sabah kahvaltısını Eşi’yle yapar yapmaz, ekmek teknesini kuşanıp sokağa çıktı. Belediye Otobüs Durağına gelir gelmez, tanıdık biri var mı diye bir anlık bakındı.

Yıllar önce bu yerleşim birimine gelmişlerdi. O zaman insan sayısı azdı. İlerleyen zaman içinde çok katlı binalar, erik, badem, incir, dut ve birçok ağaçları yerle bir etti. Tarla adına hiçbir şey kalmadı. Açılan imarlar ile dip dibe yapılan çok katlılar. Daracık sokaklar. Birbirini engelleyen binalar ile insanların oturup kaynaşabileceği alanların, çocukların oynayıp, arkadaşlık kuracağı yerlerin olmaması insanlık adına değil, bir talanın ta kendisiydi.

Otobüs gelir gelmez bindi. Arka kapıya yanaşıp kapı ağzındaki koltuğa oturdu. Aklına  F Harfi Dört Duvar geldi. ‘Kalacakları yere gidebilmeleri için  Metal Kapı Dedektörü  X-ray cihazının önüne getirildiler. İç Güvenlikçi Sarı:
“Üzerinizdekileri çıkaracaksınız ve bir külotla kalacaksınız.”

Hep bir ağızdan:
“Ooooo… Olmaz!”

Ağız dalaşı birkaç dakika kapalı alanda sürdü. İstemeseler de soyundular. Kollar ileriye doğru uzatılarak, dizleri üzerlerine eğilip kalktılar.  İç Güvenlikçi Sarı:
“ Sıra halinde tek tek cihazdan geçin.”

Cihazdan geçerlerken, yandaki kapalı cihazın içinden kol saati, ayakkabı, kemer ve benzeri eşyalar geçti. İşleri bitenler giyinmeye başladı. Sakıncalı’nın düşüncesinde, ‘Bizi ne zaman okşayacaklar’ vardı. Altı İç Güvenlikçi ile birlikte,  Ana idari binadan demir kapının açılmasıyla içeriye doğru yürümeye başladıklarında, duvar ve demir yığınından geçilmiyordu. Birde çokça üst köşelere kamera koymuşlardı.

Öğrencilerin yüksek sesle konuşmalarından rahatsız oldu. Yine de ‘ gençler biraz yavaş olun’ demedi. Kendi gençliğini hatırlamıştı o an. Şimdiki gençler gibi ara sıra otobüste konuşma frekansını yüksek tonda tutuyorlardı.

Hüseyin Habip Taşkın
21.11.2018














https://pirtukweje.wordpress.com/2018/11/27/hueseyin-habip-taskin-sakincali-6/?fbclid=IwAR10q3vdhLTiHw4v41BLNXc2qMweBu_1IQWOwUBDYUL7HWdEnet8Sg92iFY

SIRANIZI BEKLEMEK İSTEMİYORSANIZ...

     Seçimleri sorgulamamız gerekiyor. Hem seçim yapılıyor ve ardından Kayyım atanıyor.  Yeri geliyor  polis sorgusu, ardından adliyenin yol...