29 Eylül 2019 Pazar

KADIN ERKEĞİN KÖLESİ DEĞİLDİR BİR CANDIR http://www.realitehaber.com/2019/09/28/kadin-erkegin-kolesi-degildir-bir-candir/?fbclid=IwAR03yc02Xg5kAZ4vKVowbx1jj7RBV4bhhDCcMMJzSkR_B4_fF0c_23OvEUQ


“Amerika’nın arka sokakları” diye yıllar öncesinde söyler dururduk. Bizimde arka sokaklarımız var. O sokaklarda ne ararsan var. Amerika’yı bile geçtik. Amerika bizi kıskanıyor mu ne? Bu lafı bir yerden hatırlar gibiyim!
AKP yıllardır iktidarda, ilk günlerinde allayıp pulladılar. “Demokrasi rayına giriyor” diyenler bile vardı. Ama o demokrasi dedikleri, her neyse bizleri ezip geçti. 12 Eylül 1980 Amerikancı darbenin devamı olduğunu anlayan anladı. “Bizim çocuklar başardı” Kim demişti? Erdoğan’da hakkını vermek için ‘ben devamıyım’ dercesine kendi iktidarını perçinlemekle meşguldür.
Arka sokaklardan biriside AKP iktidarı ve Erdoğan kadınlar hakkında fetva vermeye devam etti. Tarikatları bunlardan cesaret alarak ezilen, horlanan, emekçi kadınlara sözlü saldırdılar. Şeriat yasalarını bile açıktan dillendirmeye başladılar. “Cennet nede olsa anaların ayağı altındaydı.” Nedense arka sokaklarda farklı manzaralar dünya denilen gezegende görülmeye başlandı.
Türkiye’de şiddet manzaralarından biriside, kime karşı? Kadına.  Bir hakmışçasına, kutsanmışçasına bozuk düzenin ayarı kaçmış, barbar erkeklerin sahneye koyulan oyunda katlettiği kadınların sayısı her geçen gün artarak devam ediyor.
Eşinden boşanan ve boşanmayan kadınların her türlü şiddete ve ölümlere uğramalarının altında kapitalizmin bilinçlice ortalığı bulandırdığı ortaya çıkmaktadır. Erkek egemenliğini öne çıkartır.
Anlayacağınız düzen kokuşmuştur. Kokuşan düzende insan kalitesi, eğitim sistemi de bozulmuştur. Her şey zincirleme olarak bozulmuştur.
Şiddeti ve öldürmeyi yapan erkek,  mahkeme önüne çıktığında takım elbiseli ve kravatlıdır. Masum pozundadır. “Pişmanım” demesi de, öyle böyle yap denmesi de avukatının onursuzluğunda yatmaktadır. Yasaya geldiğimizde var mıdır? Yok mudur bilinmez? Mahkeme heyeti iyi hal uygulaması yapar. Ne yapar? “Yattığı göz önüne alınarak salınmasına der…” Alın size adaletin adaletsizliğini.
Olanlara kader, alın yazısı değildir.  Kadınıyla, erkeğiyle bir şeyler yapmalıyız. Susarak, banane diyerek seyirci kalmamalıyız. Gericiliğe ve faşizme karşı birlikte hareket etmeliyiz. Yeter ki susmayalım.
Peki sosyalizmde kadın dediğimizde ne anlıyorsunuz?
Hüseyin Habip Taşkın
27.09.2019


21 Eylül 2019 Cumartesi

NAZLI’DAN GERİYE NE KALDI? https://edebiyatbahcesi.net/kose-yazisi/2486/nazlidan-geriye-ne-kaldi?fbclid=IwAR3jen97IKaVaotNczxCxNZNaTIN4Ra-AsszDbhiggEztWg0Cwuo2OwOFEk

Nazlı iki katlı sarı boyalı evin ikinci katında yalnız başına yaşardı.  Bahar ve Rıza adında iki çocuğu vardı. İkisi de evlenmiş, çoluk çocuğa karışmışlardı.
Nazlı kendisine bir demlik çay yapar ve balkonda tek başına çayını yudumlarken, batan güneşin kızıllığı kaybolana kadar bakarken, geçmiş acı anılarını hatırlardı.
Esmer güzeli Nazlı genç kızlığını hatırladıkça hüzünlenir, aynanın karşısında saçlarını uzun süre tararken, akrabası olan Ali’yi düşünürdü. Ali uzun boylu cüsseli, aynı zamanda yakışıklıydı. Sevdalarını bir türlü birbirlerine açamamışlardı.  Nazlı on altısındaydı. 
Nazlı tarla dönüşünde babası ile annesinin kısık sesle konuştuklarını duymuştu.
Akşam çaylarını içtikten sonra babası eliyle karşı duvar dibindeki samandan yapılma, kalın bezden kenarları el emeğiyle dikişli minderin üzerine oturmasını istedi. Nazlı oturur oturmaz babası:
“Artık evlenme çağına geldin. Şehirde oturan akrabamız Saliha teyzen, oğlu Nuri’ye seni istiyor. Tarlada çile çekmeyecek, şehirli hanım olacaksın.” dedi.
Nazlı babasına karşı gelemezdi, boynunu büktü.
O gece Nazlı yatağında sevdalı olduğu Ali’yi düşünerek çok ağladı.
İki gün sonra köye Saliha teyze ile oğlu Nuri geldiler. Nazlı’nın evleneceğini herkes duymuştu. 
Ali sevdalısının evleneceğini duyduğu gün köyü terk etmişti.
Saliha ağabeyi Halil’in evinde misafirdi. İkinci gün Saliha ve ağabeyleri Halil, Rıdvan, ablası Nimet, kız kardeşi Emine ile birlikte kız istemeye geldiler. Evde kızın tüm akrabaları ve köylüleri gelmişti. Herkes bir merak ve heyecan içindeydi.
Nazlı heyecan, hüzün, merak ve kaygı içindeydi.  Acemi bir çocuk gibi ne yapacağını bilemiyordu. Annesi ve akrabaları ikide bir ona:
“Tarladan kurtuluyon kız...” dedikçe Nazlı’nın suratı kızarıyordu. Nazlı bugüne kadar köyünden başka bir köye gitmemişti.
Nazlı odada konuşulanları duydukça kalbi daha hızlı çarpıyordu. Uzaktan gördüğü Nuri’nin ince kıvırcık siyah saçı, bıyıkları aşağıya doğru sarkmış, ince yapılı, uzun boylu yakışıklı olduğunu fark etti. Giyimi ve konuşması köydekilerinden farklıydı.
Nazlı heyecan içinde elleri titreyerek kahveleri dağıtırken, Nuri ile göz göze gelmiş, utanarak bakışlarını kaçırmış, hızla odadan çıkmıştı.
Yeme içme ve hoş sohbetten sonra sıra isteme merasimine gelmişti. Nuri’nin büyükleri söze başladı.
“Allah’ın emri, peygamberin kavli ile kızınız Nazlı’yı oğlumuz Nuri’ye istiyoruz.”
Çıt çıkmıyordu.
Nazlı’nın babası derin nefes aldıktan sonra kız babası olmanın edası ile:
“Verdim, hayırlı uğurlu olsun.” dedi.
Genç çiftin el öpme merasiminden sonra herkes mutluluk içinde, ertesi günde yapılacaklar konuşulmuş, konuşmanın bitiminden sonra herkes evine dağılmıştı.
Sabah erkenden hep birlikte düğün hazırlığı için kasabaya gittiler. Nazlı ilk defa Nuri ile yan yana yürüyordu. Nuri, Nazlı’nın gönlünü kazanmak için güzel sözler söylüyor, Nazlı ise yavaştan Nuri’ye ısınıyordu.
 Nazlı, akşam yatmadan önce dolaba asılı olan gelinliğine bakarak hayaller kurmaya başladı. Ailesiyle birlikte bir ömür boyu olmayı arzuladı.
Düğün günü akşamı içilen içkinin, yenilen yemeğin haddi hesabı yoktu. Davulcu ve zurnacı bile sarhoş olmuşlardı.
Nuri ile Nazlı odalarında artık baş başaydılar. Nuri gelinin yüz görümlüğünü takıp yüzünü açtı. Nazlı korku ve heyecan içindeydi. Nuri erkek olmanın öz güveniyle, Nazlı’dan önce soyundu.
Nazlı onu çıplak hatta cinsel organını görünce utancından suratı pancar gibi oldu. O gece canının yandığını ilk günkü gibi hatırlıyordu. Nazlı kapının çalmasıyla irkilmişti.
Kapı komşusu Nesrin’in,
“Kocakarı neredesin?” sesiyle kendine geldi.  Nazlı kızarak:
“Ne var moruk karı?” dedi.
Nazlı ve Nesrin birbirlerini seven iki arkadaştı. Her dertlerini birbirlerine açarlardı.
Nazlı’nın o gece uykusu hepten kaçmıştı. Pencerenin perdesini hafif aralayarak karşı sokağa doğru bakındı. Tahta sandalyesini alıp pencerenin yanına koyarak üzerine oturdu. Ayağa kalkarak perdeyi hepten açtı. Eliyle de pencerenin kilidini açarak kendi gövdesini pencereden dışarı sarkıttı. Uzaklarda gübre kokusu ve köpeklerin havlamaları geliyordu. Gözleri doldu. Kendisini tutamayarak ağladı.
Köyden şehre gelişini hatırladı. Traktörle çeyizlikleri kasabaya otobüslerinin hareket edeceği tek katlı binanın önüne önceden getirilmişti. Köy meydanı da onları uğurlamaya gelenlerle dolmuştu. Vedalaşma gözyaşlarıyla uzun sürmüştü. Nazlı’nın anne ve babası kızlarının iyi bir aileye, akrabalarına gittiği için ayrıca seviniyorlardı. Gözleri arkada kalmayacaktı. Köyün dolmuşuna balık istifi binmişlerdi.
Köyden hareket ettiklerinde arkalarından köyün kadınları ellerindeki taslarla su dökerek uğurlamışlardı. Nazlı başını köye çevirdiğinde köy görünmez olmuş, dağların arkasında kalmıştı. 
Ana yola çıkıncaya kadar toz bulutu içinde ilerliyorlardı. Nazlı etraftaki ufak tefek yerleşim alanlarına bakarken, gözleri zaman zaman Nuri’ye doğru kaydıkça utancından başını öne eğiyordu.
Otobüsün hareket edeceği yere geldiklerinde, çeyizlerini otobüsün bagajına özenle yerleştirdiler. Hüzünle devam eden vedalaşmada yine gözyaşı vardı.
Otobüs hareket ettiğinde aşağıdakiler ve otobüstekiler birbirlerine el salladılar. Nazlı başını pencereden arkaya doğru çevirse de kıvrımlı caddeleri geçtiklerinde artık ailesi görünmez oldukça yalnızlık duygusuna kapıldığında Nuri’nin uzanan ellerinden güç almıştı.  Yüz yüze bakıştılar. Saliha onları böyle mutlu gördüğü için seviniyordu.
Akşama doğru garaja geldiklerinde Nazlı dev gibi otobüslere bakıyordu. İnsanların karınca gibi her taraftan çıktığını, koşuşturduğunu gördüğünde başı döndü.
Uzun ve yorucu yolculuktan sonra gecenin ilerleyen vaktinde Saliha ile Nuri ve Nazlı evlerine gelmişlerdi. Saliha’nın mutluluktan yüzü gülüyordu. Nazlı’ya:
“Kızım birlikte yaşayacağımız ev burasıdır. Evine hoş geldin.” dedi.
Nuri’nin acelesi varmışçasına:
“Anne biz yorgunuz yatmaya gidiyoruz.” deyince Saliha bozuntuya vermeyerek:
“Peki siz yatın.” dedi.
Yatak odasında Nuri Nazlı’nın gözlerine bakarak soluyordu. Nazlı’nın ise ürkek bir hali vardı.  Nuri onu yakalayıp dudaklarını, boynunu öpmeye başladı. Diğer eliyle de üstündeki elbiseleri çıkardığı ve ilk günlerin acılı cinsel deneyimini hatırlıyordu ki, köpeklerin havlamasıyla kendine gelerek:
“Acımasız insanların içine sıçayım!” dedi.
Bu arada kapı çalınmıştı ki uyku mahmurluğu ile kapıyı açamadı. Daha sonra kapının altından atılan düğün davetiyesini gördü.  Nazlı evlenen çiftler için iyi yorumlar yapmazdı.
Divana gelişi güzel oturup zarfın içindeki hafif mavi olan kartı çıkardı. “Evleniyoruz.” yazısını görünce:
“Ebenizinkini görürsünüz.” diyerek mırıldandı.
Evliliğinin ilk günlerine geri döndü. Kayınvalidesinin kendi üzerinde baskı kurduğu günleri hatırladı.  Saliha onu tek başına sokağa salmazdı. Yanına yama olup birlikte dolaştığı günlerin birinde üst sokakta bulunan tanıdıkları bir tuhafiye dükkânına uğramışlardı. Orada Hüseyin ve Şevket’le tanışmışlardı.
Nazlı kocası Nuri’nin işsiz olduğunu ve ava olan merakını ilk hafta annesiyle iş konusunda tartıştığı zaman öğrenmiş, evliliğe bağladığı umutları yıkılmaya başlamıştı.
Nazlı mutfakta çay yaparken salonda oturan Şevket, Hüseyin, Saliha ve Nuri’nin seslerini duyuyordu. İş konusunda konuşuyorlardı.
Hüseyin ile Şevket, Nuri’ye yükleniyorlardı:
“Evlisin yarın bir gün çocuğunuz da olur. Senin sorumluluğun çalışmak olmalıdır. Acilen iş bulmalısın.”
Nuri gayet sakince:
“İş bakmadığımı mı zannediyorsunuz?” diyordu.
 Nazlı Nuri’nin tembel olduğunu artık biliyordu bilmesine ama sonları ne olacaktı?
Şevket üzüntü içinde:
“Saliha abla yanlış yaptın. Oğlun düzelecek diye Nazlı’nın başını yaktın. Senin oğlanda çalışma isteği yok!” dedi.
Saliha kızsa da tepkisini açığa vurmazdı.
“Başka çarem yoktu.” dedi.
Bu konuşmaları duyan Nazlı kendisini adaklık koyun gibi hissetti. Harcandığını anlamıştı anlamasına ama derdini kiminle paylaşabilirdi ki?
Nazlı evin içinde bir kanarya gibi kafeste yaşıyordu adeta. Kocası Nuri bir gün olsun onu koluna takıp gezmeye götürmedi. Güzel bir söz söylemedi. Nazlı evin içinde bir hizmetçi, yeri geldi mi Nuri için cinsel ihtiyacını giderici rolündeydi.
Nazlı’nın hamile olduğu anlaşıldığında Saliha’nın morali hepten darmadağın oldu. Bir maaşla kira ver, ev geçindir ve çocukla birlikte dört boğaza bakacağı aklına gelince oğluna ve gelinine söyleniyordu.
Doğumda bir kız çocuğu dünyaya geldi. Adını Bahar koydular.
Saliha çok geçmeden evin içinde bağırıp, çağırmaya başladı. Nazlı sessiz kalsa da Nuri bildiğini yapıyor, ava gitmekten geri kalmıyordu. İş bulma diye bir derdi zaten yoktu.
Nazlı kızını büyütmeye gayret ederken, evdeki sorunlardan biraz olsun uzaklaşıyordu. Aradan bir yıl geçti. Nazlı ikinci çocuğuna hamile olunca:
“Nuri baba oluyorum!” diye sevinirken, Saliha hepten kafayı kırdı. Oğlunun adını Rıza koydular.
Nazlı pazar yerinde alışveriş yaparken zaman tüneline gitmiş, sanki kaybolan geçmişini arıyordu ki dert ortağı arkadaşı Nesrin’i görünce sataşmadan edemedi: ‘”Alışveriş bahane erkek ayarlamaya geldin di mi?”
Nesrin kahkahayı bastı:
“Asıl sen azdın zilli…” söz düellosu bitince birlikte yürümeye başladılar.
Nesrin:
“Onu bunu bırak, parası olan yaşıyor be anam. Doğduğumdan beri felek bana hep tokat vurdu. Böyle yaşamanın içine tüküreyim.”
Nazlı, Saliha ve Nuri’nin bir olup kendisini sokağa attığı günleri hiç unutmamıştı.  Nazlı yürürken Nesrin’e bakınarak mırıldandı:
“Benim yaşamım çalındı. Lağım çukuruna düştüm. Asıl o tokadı ben yedim hem de okkalı.”
Nazlı her zamanki gibi pencerenin önüne oturdu. Hafiften başını göğe çevirdi:
“Yıllardır annemi, babamı, kardeşlerimi, ağabeylerimi göremedim? Sağlar mı acep? Ulan şerefsiz, soysuz Saliha, Nuri yaşamımı kül ettiniz be, ben yaşıyor muyum?”
Nazlı o gün o yeri akşama kadar dolaştı, evlendiği zamanı ve çocuklarıyla birlikte kovulduğu günleri hatırlayarak, yaşadığı eve gitti.
Sokağın köşesine gelince evi gördü, gözlerinden yağmur gibi yaşlar boşandı.  Yaşadıkları hâlâ canını acıtıyordu.  Kendine gelince etrafına bakındı:
“Hüseyin’in evi ve dükkânı üst caddedeydi.” diyerek sokağa yöneldi, eve çıkma cesaretini kendinde bulamadı. Yönünü Şevket’in çay ocağına çevirdi. Sokak aralarından dolana dolana yarı düşleriyle adımlarını atıyordu.
Çay ocağına geldiğinde Şevket ile Hüseyin’in oturduğu yerdeki tahta sandalyeye oturdu. Birbirlerine anlamsızca baktıklarında:
 “Hayrola beyler beni tanıyamadınız mı?”  dedi.
Bir anlık şaşkınlıkla birlikte suratının rengi hafiften atan Hüseyin yutkunarak:
“Görüşmeyeli on beş yıl oldu.”  dedi.
Konuşmalar geçmişin derinliklerine daldığında, Şevket’in kardeşi onları eve davet etti.
Nazlı elindeki sigarasını döndürürken:
“Sizlerle görüşmeyeli kaç yıl oldu bilemem ama şunu çok iyi biliyorum: Erkeklerin hepsi puşt ve adi.” dedi.
Hüseyin Nazlı’ya doğru baktı:
“Bu yargıya nasıl vardın? Ben bir şey anlamadım?”  dedi.
Nazlı uzunca bir kahkaha attığında oradakiler birbirlerinin suratlarına anlamsızca bakıyorlardı:
“Anlamasınız! Siz sokağa atılan çaylak kadının ve çocuklarının yaşadıklarını da anlamazsınız?”
Şevket kızmadan normal ses tonuyla:
“Nazlı bizden ne kötülük gördün?” dedi.
Nazlı yumruğunu sıkarak masaya vurduğunda, yüz hatları gerildi. Masanın üstündeki çay bardakları etrafa düşerken çay suları da gelişi güzel yere doğru aktı:
“Şerefsiz Nuri sizin arkadaşınız değil miydi? Annesi zilli, kahpe Saliha değil miydi? Ben onların akrabası değil miydim? Çocuklar sadece benim çocuklarım mıydı? O piç kuruları yol, iz bilmeyen beni çocuklarımla sokağa attılar.”
Nazlı hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Fatma açık olan kapıyı kapadı. Şevket açık olan cam çerçeveleri kapattı. Hüseyin limon kolonyasının kapağını açtı. Evde bir telaş başladı. Nazlı yere baygın düşerken Hüseyin ile Şevket onu yakaladıkları gibi divanın üzerine taşıyıp yatırdılar. Fatma avuç içine döktüğü limon kolonyası ile elini ve bileklerini ovmaya başladı.
Nazlı bir müddet sonra kendine gelince:
“Uyumak istiyorum hiç uyanmamacasına.” dediğinde Fatma koluna girdi, odaya götürüp kanepeye uzanmasına yardım etti. Açık kapıdan içeriye doğru bakarlarken üçünün gözleri dolmuştu.
Gecenin ilerleyen vaktinde Nazlı kendine gelince onların bulunduğu yere gelerek bir sigara yaktı. Oturması için ona yer gösterdiler.
Hüseyin üzüntü içinde:
“Özür dilerim senin yaranı deşmek istemedim.” dedi.
Nazlı oradakilere donuk gözlerle bakarken:
“Benim yaramı ne sen ne de Şevket anlar. Benim yaşadığım zindan hayatını bana erkek denilen şerefsizler yaşattı. Sizlere de güvenemiyorum.”  dedi.
Sigarasının dumanını halka halka ağzından çıkartırken:
“O gece cebimde para değil, kâğıt parçası bile yoktu, gidebildiğimiz yere kadar yayan yürüdük. Bir karakola sığındık. Karakoldaki polisler beni başından atmak istiyorlardı. Yalvar yakar beni ve çocuklarımı içeri aldılar. İşlem yapmasalar da o geceyi çocuklarımla karakolda geçirdim. Sabahleyin diğer polisler geldi. Keyifleri yerine gelince beni ve çocuklarımı sosyal hizmetlere ait bir binaya götürdüler ve oraya teslim ettiler. Her yer pislik içindeydi ya da bana öyle geliyordu. İki çocuğuma günde iki süt veriliyordu. Bir hafta sonra tekrar kendimi sokakta buldum.  Valiliğe gittiğimde çocuklarımı elimden alıp Çocuk Esirgeme Kurumuna verdiler. Haftada bir çocuklarımı görmem uygun görüldü. Beni de sığınma evine geri yolladılar. Burada kalışım on beş gün sürdü. 
Gemi iskelesine gittim, adamın birine yalvardım, yol paramı verdi. Gemiyle karşıya geçtim. Gemiden indiğimde karşımda uzunca bir çarşı, sokağın iki kenarında yüksek binalar, insanları bir ucundan içine yutan, diğer ucundan dışarı atan bir caddesi vardı. Kalabalığa katılıp, insan selinin içinde yürümeye başladım. Karnım açtı. Öyle bir yere daldım ki, tenha sokakta bir çiçekçi dükkânına denk geldim. Çiçeklere bakarken, aslında neye baktığımı bende bilmiyordum. Orta yaşlarda göbeği öne doğru götü geriye doğru olan gür siyah saçlı bir adam bana:
“Size yardımcı olabilir miyim hanımefendi?” dedi.
“Ben hiç cevap vermedim. Benim kuzu olduğumu hemen anlamış olacak ki, beni içeriye davet etti. Dinlenecek, bana yardım edecek birisi olarak o an düşündüm? Kendisinin aç olduğunu birlikte yemek yiyebileceğimizi söyleyerek bana da yemek söyledi. Yemekten sonra çay faslı başladı. Sonra sohbet faslı, acıma duygusu moduna girişi, ‘Vah vah, Şerefsiz puşt!’ derken burada kalabileceğimi, dükkânın arkasında bir oda olduğunu söyledi. Kanepede yatabileceğimi ve bekâr olduğunu söyledi. İnanmaktan başka bir şeyim kalmamıştı. Dükkânın kepengini üzerime kilitleyip gitmişti. Ben o gece güzel bir uyku çekmiştim. Sabah dükkâna gelince bana: ‘Canım, şekerim, hayatım…’ demeye başladı. Sonra elini omzuma götürdü. Evlenebileceğimizi söyleyince inandım. O gece onunla birlikte oldum. Diğer gecelerde de… Günün birinde hafiften şişman bir kadın dükkâna geldi. ‘Utanmıyor musun kocamı baştan çıkarmaya?’ dedi bana. Bende açtım ağzımı, yumdum gözümü, kıran kırana bir ağız dalaşı başladı. Saç saça baş başa kavga etmeye başladık.  Çevreden gelenler bizi ayırdı. Adamın yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Mahalleye rezil olmuştu. Rezil olanlardan birisi de bendim.  Eşyalarımı toparlayıp parasız yollara düştüm. O birahane bu birahane benim dercesine çalıştım. Önüme gelen erkek ile tiksinerek, nefret ederek yattım.  Yattığım hiçbir erkekten bugüne kadar hiç zevk almadım.”
Hüseyin ve diğerleri ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı. Hüseyin ağlamaklı olarak: 
“Ben burada değildim. Şevket buradaydı neden yanına gitmedin? Benim evime çıksaydın annem, babam sana kapılarını açardı.” dedi.
Nazlı Hüseyin’e bakarak:
“O anlarda hiçbir şey düşünemez olmuştum.” dedi.
Bir anlık sessizlikten sonra: 
“Yıllar sonra bir birahane sahibinin malı oldum. Onun yardımıyla çocuklarımı Çocuk Esirgeme Kurumundan yanıma aldırdım. Çocuklarımın psikolojisi hepten gitti. Yanıma aldırmakla hata ettim.”
Nazlı bakışını Şevket’e çevirdi.  Şevketin kızarmış yüzü kan çanağına dönmüş gözleriyle karşılaştı. 
Şevket:
“Çocuklar nerede?” dedi.
Nazlı kahkahayı koyuverdi:
“Onlar kendi halindeler!” dedi.
Hüseyin Nazlı’ya bir öneride bulundu:
“Bizi ailenden say, gel bizim evde kal, ailem sana hiçbir söz söylemez.”
Şevket de:
“Hüseyin haklı! Biz bir aileyiz ve benim kapım sana açık hem de kız kardeşimle birlikte?”
Nazlı gecenin ilerleyen vaktinde bile ikna olmadı. Evden ayrılırken söylediği son sözü:
“Size de güvenemiyorum.” demesiyle Hüseyin ile Şevket yıkılmıştı. Fatma ise şaşkındı. Nazlı sabahı beklemeden gecenin karanlığında kayıplara karıştı.
Aradan otuz yıl geçti. Nazlı Şevket’i, Hüseyin’i, Fatma’yı hiç unutamadı. Asıl hiç unutamadığı hayatını zindan eden Saliha ve Nuri’ydi.
Çocukları ve torunları havanın güneşli olduğu bir günde Nazlı’nın evinde bir araya gelmişlerdi. Çocuklar yaramazlık yaptığı için Nazlı onları kapı önüne göndermiş ve çocuklarıyla sohbete dalmıştı. Sohbetin seyrini Nazlı, Hüseyin ile Şevket’e çevirmişti:
“Sizce her ikisi yaşıyorlar mıdır?”
Rıza ile Bahar hiçbir yanıt vermeden annelerinin suratına öylece bakındılar.

Hüseyin Habip Taşkın
Nazlı, Saliha, Nuri, Hüseyin, Şevket
Köy, ev, aile

































16 Eylül 2019 Pazartesi

HDP ÜZERİNDEN PİRİM YAPMAK http://www.realitehaber.com/2019/09/15/hdp-uzerinden-pirim-yapmak/?fbclid=IwAR2fZo0OR7WjZWOaA7a777Pn3Ge35XTXlodNurBNnUtnOxG9yNok_tzmHbo


AKP ve Erdoğan rahat bir nefes almak için hazırlanan oyunda oyuncularını Diyarbakır’da HDP binasına sürdü. HDP üzerinden Kürt oylarını almak, gücüne güç katmayı hedefliyor. O gücü alırsa yapacağı işlerden biride, HDP’yi kapatmaktır. Ondan sonra sırdaki CHP, İyi Parti, Saadet Partisi ve diğer muhalifler gelsin diyeceklerdir.

HDP kolay yutulacak bir lokma değildir. Bir yerinize oturabilir! Benden söylemesi.

AKP’nin bir sanatçı tayfası var. Sadık kulları desek şimdilik olur. Yarın bir gün AKP tek adamlığı biterse eğer, sanatçı tayfası sarayı ilk önce terk edeceklerdir. Erdoğan ve AKP’si için çok ağır cümleleri kuracak olanlarda bunlar olacaktır.

Sanatçı çok kısa olarak ikiye ayrılır. Herkesin anlayacağı dilden söyleyeyim; halkın, halkların sorunlarına sahip çıkmayan, paylaşmayan, bölüşmeyen, hep bana bana diyen sermayenin, düzenin sanatçısıdır. Bencildir.

Yılmaz Güney, Ruhi Su, Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Orhan Kemal, Rıfat Ilgaz, Yaşar Kemal, Musa Anter… gibileri halkı ve halklara toplumsal sorunları dile getirerek, sinema, müzik, yazıda ve diğerlerinde katkı sağladıkları için ağır bedeller ödemişlerdir. Bozuk düzenin yalakalığını yapmamışlardır.

Esat Oktay Yıldıran Diyarbakır cezaevinde şiddet uygulayan, emirlerini üst makamlardan alan bir cezaevi komutanıydı.

12 Eylül 1980 Amerikancı Askeri Darbesi’nde her cezaevinde işkence uygulamaları farklı olsada ortak noktaları çoktu. Diyarbakır cezaevinde Kürtler ağırlıklı olduğundan adli ya da siyasi ve Türk devrimci siyasi hareketinden yatanlar az da olsa her türlü işkenceden nasibini aldılar.

Cezaevine görüşe gelen Kürt aileleri de işkencelerden, baskılardan payına düşeni aldılar.

Bu insanlar niçin dağa çıktı? Sorusunun yanıtının bir yanı da bu anlattığımda yatıyor. Dağa çıkanlar hiç kimsenin zorlamasıyla çıkmadılar.  Bence bu konuyu sizlerde araştırın.

1990 ve 2000’li yıllar arasında olanları da araştırın.

Kendimize birçok soru sorup yanıtını almak için daha çok araştırmalara gireceksiniz.

1983 ile 1985 yılları arasında Çanakkale Özel E Tipi Cezaevinde bulunan biz devrimci tutsaklara çeşmelerden bilinçlice akıtılan mazotlu su içirildi. Yemeklerimiz mazotluydu ve aylarca bizlere içirildi ölümüne. Cezaevinden tahliye olduğumda pantolonum belime bol geliyordu. Sağlık sorunumun izlerini şu anda bile taşıyorum.

AKP’nin ve Erdoğan’ın sanatçıları yüreğiniz yetiyorsa, Cumartesi annelerini de ziyaret edin. Onların kayıp çocuklarını dinleyin. Kendilerine nasıl baskı yapıldıklarını dinleyin.

Hüseyin Habip Taşkın
16.09.2019




10 Eylül 2019 Salı

SOKAKTAN YANSIMALAR https://edebiyatbahcesi.net/kose-yazisi/2480/sokaktan-yansimalar?fbclid=IwAR3PzTCN7668dSry0h_ZpyhWPcJFkab6pjgRiDuNtuKUw8TruNIJFd0SUkw




Kadın, yardım istercesine var gücüyle bağırıyordu. İsmail okuduğu kitabı divanın üzerine gelişi güzel bırakıp, aceleyle balkona çıktı. Etrafına bakınıp, binaların her katını alıcı gözüyle inceledi.

Sokaktan birkaç erkek arka arkaya yokuş aşağı iniyorlardı. İsmail kimseler duymasın diye sesini kısarak: 

“Ses nereden geldi?” dedi.
Olduğu yerde heykel figürü sergilercesine, bir daha ses gelir diye dinlemeye başladı.
Ne gecesi ne gündüzü belli olmayan girdapta, günler geçtikçe rutin hale geliyordu kadının bağırması. İsmail elindeki çöp poşetini çöp konteynerine attığı sırada, Kadın sesi, küfre dönmüştü.

Başını sesin geldiği yöne çevirdiğinde köşedeki üç katlı tuğlalı evin hemen yanındaki dört katlı binanın en son katındaki evin panjurlu balkonunda Kadını gördü. İnce yapılı, bir yetmiş boylarında, saçları sarıca ve uzundu.

Kadınla göz göze geldiklerinde; kadın balkondan elini ileriye doğru uzattı. Eli yumruktu ve orta parmağı yukarıya doğruydu. Birkaç kez kolunu yukarıya ve aşağıya indirince İsmail başına iş almamak için apartman kapısına doğru yürüdü.

Daha sonraları onu sokakta gördüğünde, kadının gerginliği ve donukluğu yüzüne de yansımıştı. Çenesi inceydi. Yanakları çöküktü.

Akşama doğru Kadın birkaç erkek ismi sıraladıktan sonra ana avrat dümdüz gitti.

Mahalleli şaşkın, seyirci konumundaydı. Yoldan gelen geçenler de şaşkındı.

Günler geçtikçe erkeklerden sonra kadınlara da sarmaya başladı. Sokaktan geçen türbanlı türbansız, mini etekli mini eteksiz,  askılı askısız, kot pantolonlu giyimlilere, ses tonunu yükselterek, el hareketiyle:

“ Orospu!  Kahpe! Kimin altına yatacaksın?” Dediğinde sokaktan geçen kadınlar ilk önce balkona bakıp, yüzlerini anında yere çevirip adımlarını hızlandırırlardı.

Zamanla sokaktan geçenler,  Kadın’ın küfrüne alışmış olmalıydılar ki, gülerek, el işaretleriyle yoluna giderlerdi.

Kadın Sokağa çıktığında biriyle konuşuyormuş gibi durmadan ‘zilli, kahpe, azgın’ derdi.  Bazen de erkek isimlerini sayıp döker ve ‘puşt, orospu, kahpe’ ile diğer kelimeler ağzından akardı.

İsmail ve Kadın’ın bulundukları sokak ana caddeyle buluşuyordu. Arabaların her çeşidi ve renkte olanı gelip geçerdi.  Kadın ana caddeye sayısızca dalış yapmıştı. Kadın caddeye çıktığında trafik aksıyor, her şey birbirine giriyordu.
İsmail birkaç kez olanlara tanık olmuştu. Kahvehanede oyun oynayanlar, dükkânlarda olanlar, yolda yürüyenler onu izlerdi.

Badem ağaçlarının çiçek açtığı, güneşli bir gün kadın yolun ortasında dokunulmazlık zırhına bürünmüşçesine, rahat tavırlarıyla yürüyordu. İki kolunu yana açmış, avuç içleri gökyüzüne bakıyordu. Kısa zaman sonra avuç içlerini yumruk yapıyor. Orta parmak havada ana avrat sövüp sayıyordu.
Arabalar hareket halindeyken kimileri durup kadına bakıyordu. Güzel hareketlenmişçesine kahkahayı basıyorlardı. Laf atan da oluyordu. Kadın onları görünce anında ana avrat dümdüz gidiyordu.

Adamın biri ya da birkaçı erkekliğini ispatlayacak ya! Kadının halini bile bile utanmadan, sıkılmadan zorla, güpegündüz neredeyse tecavüz edeceklerdi.
Göbeği dışarı fırlamış, kıvırcık, siyah saçlı Adam, buranın hâkimi benim dercesine havalı, aynı zamanda kasıla kasıla sokağa girdiğinde, gözleri Kadının üzerindeydi. Çaktırmadan öpücük yolluyor. Diliyle, dudağının her yerini yalıyor. Kadın daha öfkeli:
“Orospu, kahpe…” Diye bağırıyordu.
Sol taraftaki ikinci apartmanın üçüncü katındaki komşu kadın adamın yaptığını görür görmez tavrını koydu:

“Sende hiç utanma yok mu? Karın, kızın yok mu?” Lafı duyan Adam başını öne eğip, tabana kuvvet demiş olmalı ki, anında ortadan kayboldu.

Kadın kendini kaybetmiş bağırıyordu. Camı çerçeveyi indiriyordu. Eline ne geçirirse balkondan aşağıya gelişi güzel fırlatıyordu.

Sokak sakinlerinden Belkıs ile Hasan tedavi görmesi için mahalleliden gönüllülük temelinde imza topluyorlardı.

Belkıs, kumral saçlı, açık tenli, güler yüzlüydü. Hasan kendi halinde ama Kadın’ın durumuna seyirci kalmayanlardandı. Hasan aynı sokakta ikametgâh edeli yirmi yedi yılına girmişti. Onu tanımayan yoktu. 

Hasan bir alt sokakta oturan, yeni binanın ikinci katında Sarışın Necla’dan Kadın için imza istedi.

Sarışın Necla İnce yapılı bir altmış boyundaydı. Anne babasından kalma iki katlı evin üst katında oturuyordu. Daha sonra evini müteahhitte verip, yeni evine kavuşmuştu. Yalnız başına yaşamaktaydı.
Sarışın Necla istenen imza karşısında tedirgindi. Hasan imzalatacağı kâğıdın üzerindeki yazılmış olan yazıyı okuttu ve sözlü olarak kendisi anlatı:

“Kadının sağlığı için psikolojik tedavi görülmesine, insaniyet namına… Nereye? İlçe Kaymakamlığı’na.”

Sarışın Necla onun yüzüne baktığında:

“Başıma iş alırsam? Ya polis kapıma dayanırsa? Mahkemelerde sürünmek var…”

“Ne diyorsun? Ne polisi? Ben sana sağa sola bomba mı at diyorum! Okuduğundan, anlattığımdan sen ne anladın?”

Sarışın Necla başını hafiften oynattığında:

“İmza vermek istemiyorum. Kadın’ı ya cezaevine atarlarsa?”

Hasan iki elini havaya kaldırdı:

“Yapma be Necla!” dedi.

Hasan kapı kapı dolaşıp imza toplamaya çalışırken Belkıs da imza toplamaya çalışıyordu.

 Belkıs ilk önce taksi durağındaki şoförlerden imza istedi. Hiçbiri imza vermeyince şaşırdı ve sonrasında:

“Olayı görüyorsunuz. Nasıl kayıtsız kalırsınız? Sizin başınıza da gelebilir? Ailenizden birinin başına da gelebilir? İnsani açıdan bir istek. Tedavi görüp aramıza geri gelecek,” diyerek kızdı.

Belkıs ve Hasan imza toplamakta başarısız olunca mahallenin muhtarına durumu anlattılar. Böylece Devreye mahallenin muhtarı da girdi. Kaymakamlıkla diyaloğu kendisi üstlendi. 
 Kadın’ın kapısına şikâyetten polisler gelip gitti. Mahallelinin meraklı bakışları arasında sonuçsuz kaldı. Sokak hareketliliğini korudu. Kadın aynı cümleleri durmadan tekrar ediyordu.
Üç ay sonra Kadın tedavi için evinden alındı. Sanki operasyon yapılmış gibi alındığını hiç kimse görmedi. Meraklı mahalleli birbirine sormaya başladı:
“Kadın evinden alındı mı?”
Hüseyin Habip Taşkın

16.06.2019
Kadın
Komşu Kadın (aynı sokakta).
Belkıs ile Hasan (aynı sokakta).
İsmail (aynı sokakta).
Göbeği dışarı fırlamış, kıvırcık, siyah saçlı Adam
Sarışın Necla ( Bir alt sokakta oturuyor.)


2 Eylül 2019 Pazartesi

SİLAHSIZ BİR DÜNYA VE BARIŞ İÇİN MÜCADELE ETMELİYİZ http://www.realitehaber.com/2019/09/01/silahsiz-bir-dunya-ve-baris-icin-mucadele-etmeliyiz/?fbclid=IwAR2NT9mBlvLXdc6J3HWJ5_z62I4640aXvE0v4xh24BFRkkCqIlv7ZK9aKog


Silah fabrikaları ölümcül silahlarını üretir. Üretenler satmak ister. Silahlarını çok yönlü olarak herkese satar. Peynir, ekmek gibi silahlar yerini bulur. Burada kazançlı olan silah fabrikalarının sahibi olanlardır.

Teknolojinin etkin olmadığı dönemlerde insanoğlu kendisini koruyacak ilkel dediğimiz aletlerden can alıcı üretimler yapmıştır. Teknoloji geliştikçe ölümcül aletlerde gelişmiştir. Nede olsa barbar dediğimiz insanların kafası puştluğa çalıştığı için bunca insanoğlunun kanı toprağa akıtıldı ve akıtılıyor.

Emperyalist ‘sömürücü’ dediğimiz ülkelerin tekelci sermayesi silah fabrikalarını geri kalmış, sömürge, yarı sömürge, yeni sömürge, feodal ve diğer ülkelere satışını yapmaktadır. Ortadoğu’da ölümcül silahlar hiç susmuyor. Nedenini düşündünüz mü? Ortadoğu’daki ülkelerin çoğu Müslümandır. Nedense yıllardır savaş bu topraklarda hüküm sürmektedir. Kukla iktidarlarını emperyalizm başa getiriyor. İç karışıklıklarını yani darbelerini Amerikan’ın planıyla yapılmaktadır.

Ortadoğu’da eski ve yeni ölümcül silahlar deneniyor. Ülkeleri birbirine düşürerek ve bir ülkenin başındaki kuklayı yıkmak için içindeki bir halkı ya da mezhepleri kullanarak kendi planını uyguluyor.

Bu yapılanlar sadece Ortadoğu coğrafyasında yaşanmıyor; Dünyadaki lokma olacak ülkelerde de yaşanıyor.

Din adamı olanlara sessizdir. Başındaki iktidara göre şekillenir. ‘Bu dünyanın pek önemli olmadığını ve sınav yeri’ olarak konuşmasında söyler. Oysa dünyamızın birçok yeri cehennemi yaşıyor.

Dünyanın tüm emekçileri, ezilenleri silah fabrikalarının kapanmasını istemelidir. Niçin fabrikalar olsun? Bir halk, halklar neden birbirine düşman edilsin?

Onun için Savaşlara Hayır derken, barışın dilini de konuşmalıyız.

Hüseyin Habip Taşkın
02.09.2019


SIRANIZI BEKLEMEK İSTEMİYORSANIZ...

     Seçimleri sorgulamamız gerekiyor. Hem seçim yapılıyor ve ardından Kayyım atanıyor.  Yeri geliyor  polis sorgusu, ardından adliyenin yol...