31 Aralık 2020 Perşembe

https://almanyalilar.com/2020/12/31/hueseyin-habip-taskin-kadinlar-emekleriyle-vardir/?fbclid=IwAR2H-W9Oh_RfAE1qBqgrIdDCnGDq9cDMXnZxpORmtFXl6XyXxB4iGh12AxI Hüseyin Habip Taşkın

KADINLAR EMEKLERİYLE VARDIR

Bizlere ne oldu? Nasılda barbarlar aramızdan yeşerip te çıkıyor? Nasıl bir tohumdur bu? Öfkeye, kine dönüşüyor. Kim ekti bu tohumu insan denilen varlığın beynine?

Bir yandan kadınlara cilalı sözler söylenir. Amaç kadını yatağa atmaktır. Sonrasında kölesi olarak kullanmaktır. İşlerine gelmedi mi, orospu damgası yapıştırılır. ‘Dayak cennetten çıkmanın’ pratiği yapılır. Daha ötesinde ise öldürülür. Bedeni yakılır ya da parçalara ayrılır.  Nasıl bir psikolojidir bu?

Koskoca devlet var deniliyor. Hak hukuk var deniliyor. Denilmesine deniliyor. Dil bu konuş babam konuş… Erkek egemen düzeninde yaşıyoruz. Sömürünün kadın bedeni üzerindeki etkilerini her gün tecavüz,  baskı ve şiddet olarak görülüyor.  Eşi, dostu ve töre cinayetleri tarafından bir, birkaç kadının ölüm haberleri devamlılık kazanıyor.

Radyolardan, televizyonlardan, bangır bangır Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmiş… diye birileri bağırıyor. Gazetelerden allanmış, pullanmış yazılar göze batıyor.

‘Cennet anaların ayağı altındadır’ deniliyor. Oysa anaları paspas olarak gören barbar düşünce var. Bu düşünce yıllardır hep iktidardadır. Bu iktidar ‘kadının yeri evidir’ diyen bir anlayışın ektiği tohumların ürünüdür.

Erkek egemen anlayışı kıskacında Türk İslam sentezi ile bütünleşen, Sünni akımdan gelmektedir.

Verilen fetvalar devamlı kadınlar içindir. Kadınları aptal mı sandınız? Bu sayede sizler çok mu kurnaz olduğunuzu düşünüyorsunuz?  Kadının cinsel yaşamından, sokaktaki tavrından ve yaşamın her alanında car car diye öten cahil sürüleri; ellerinizi kadınların bedeni üzerinden çekin.

Kadınlar bir mal değildir. İnsan grubuna giren bir varlıktır.  Ezilendir, sömürülendir, horlanandır.

Dil uzattığınız her kadın bir annedir. Dünyaya çocuklarını getirmiştir. Sizleri de bir anne doğurmadı mı?  

Kadınlar ve erkekler sınıf bilinciyle bilgilenip, barbar erkek düzenini yerle bir edebilirler. Daha çok ses olabilmesi, ellerin birleşmesi için birlikte bir güce dönmelidir.

30.12.2020


 

 

 

29 Aralık 2020 Salı

İNTİHAR ÜZERİNDEN https://almanyalilar.com/2020/12/28/oeykue-intihar-uezerinden/?fbclid=IwAR3SyRFG2BWfVlt2QKOXqjP1w9tmrHdUzqYzsK1_W7McjshzSk1XzCUyL-o


 

Daracık taşlı yolun solunda bulunan eski evin taştan örme dış duvarı, kapısı yıllara meydan okuyamamış, kahverenginin açığa dönüşmeye başlamış, tahta kapının her tarafı bakımdan geçmesi gerek ama ev sahibinin düzenli bir işi yok.

Avlusunda bir bahçe, kerpiçten yapılma iki katlı ev avluya avludan kapıya bakıyor. İki katlı evin ikinci katına çıkmak için sağ tarafta yıkılmaya yüz tutmuş tahta bir merdiven. Merdiven emanetçiye benziyor. Her an yıkılacak havası veriyor.

Evde, yemiş ağacı da eski ama yemiş ağacının gövdesi dalları evden daha güçlü duruyor. Dalların birine kadının biri urganı bağlıyor, aşağıya sarkan yuvarlak halkaya boynunu geçirip yaşamına son veriyor. Ayakları boşlukta öylece saatlerce cansız bedeni duruyor.

Sayıca az olan yerleşim birimine intihar olayı kulaktan kulağa sözcükler eklene eklene kadının intiharı gerçeklerden uzağa taşınıyor.

Yukarı mezarlığa acelesi varmışçasına, imamın jet hızıyla yaptığı duanın ardından açılan çukura yerleştirilerek, gerekenler hızlıca yapılıp, toprak altında kalıyor. Cenazeye katılan azca olan kalabalık cenazeden kurtulmak istercesine arkalarına bakmadan geldikleri gibi gidiyor.

Günlük yaşamda insanlar her zamanki yaptıkları işlere devam ediyor.

Aşağı mahallede kadınlar Güler teyzede toplanmışlardı. Adını gün koymuşlardı. Haftada bir kadın misafirlerini ağırlardı. Hazırlıklar sabahın erken saatinde başlardı. Misafirlere poaça yuvarlak lor tatlısı hazırlanırdı. Şekerlikte şekerler mutfakta hazır bekletilirdi. Kolonya da mutfakta yerini alırdı. Evin kadını en güzel giysisini giyerdi. Gelen misafirlerinde üzerlerinde güzel giysileri vardı. 

Öğleden sonra misafirliğe gidecekler yola koyulurdu. Güzel giyimli kadınlar çarşı esnafının erkekleri tarafından göz hapsine alınırlardı. İlk ve son gelenler buldukları yere otururlardı. Ev sahibi gelenleri karşılar, birbirlerine sarılarak yanaktan öperlerdi. Hal hatır sorulduktan sonra bir konu icat edilirdi ve konuşma başlardı. Bu misafirlikte intihar eden kadın günün konusu oldu.

Naciye teyze dolgun yapısıyla, siyah dalgalı saçıyla, uzun kollu açık mavi kazağıyla, divanın üzerinde oturmuş örgüsünü örmekte, bir yandan konuşuyordu:

“İntihar eden kadın annem ile babamın oturduğu evin birkaç sokak yukarısında oturuyor. Adamın yaşı bayağı varmış, evlendiği kadının yaşı çok küçükmüş. Adamın işi gücü yokmuş. Karın tokluğuna geçinip gidiyorlarmış.

Adam evdeyken kadını evire çevire dövüyormuş. Bağırtıları mahalleyi inletiyormuş.”

Naciye teyze lor tatlısını ağzında çiğnediğinde, çay bardağından çayı bir yudum içti. Yediğini tam bitirmeden boğuk bir sesle konuşmasına giriş yaptı:

“Elleri kırılsın adamın. Garibimin çilesi varmış, Allah yazgısını böyle yazmış.”

Koro halinde:

“Vaaahhh vaaahhh…” Sesleri yükseldi.

Güler teyze normal kilosunu geçmiş, iki kişilik bir yapıya bürünmüştü. Oturduğu tekli koltuk kendisine dar geliyordu. Başını salladı:

“Adamın esrar içtiği söyleniyor. İçmek için parayı nereden buluyor?”

Güler teyze bir eliyle kulak memesini hafiften aşağıya çekti. Dudağını büzüştürüp “cık cık” diye sesi cılız çıktı. Elini yumruk yapıp, sivri kısmıyla sehpaya üç kez vurdu. Ardından:

“Şeytan kulağına kurşun. Benim mekânıma uğrama, herifimi şaşırtma…” dedi.

Koro halinde:

“Âmin” denildi.

Sonrasında kadınların hepsi aynı istekte kendileri için bulundu.

Komşu Kızı Leyla okul çıkışında misafirlikte bulunan annesinin yanına gelmiş, olanları izlemekle ilk önce yetinmişti. Kafasının tası atınca çenesi düştü:

“ Babası yaşında olan kişiye kızını veren ailede kabahat. Onu eş olarak alan adamda kabahat. Bizleri yönetenlerde kabahat. Sessiz kalanda kabahat. O kadın dediğiniz benimle yaşıt. Babası yaşında olan iğrenç yaratık utanmadan yatağa girip, zorla tecavüz ediyor.”

Leyla’nın annesi Seher teyze beyaz tülbenttini başından aşağıya indirdiğinde kızının söylediklerine içerlemiş olmalı ki:

“Kız kız haddini bilde konuş! Büyüklerinin yanında nasıl konuşuyorsun sen?”

Leyla çayını içecekti ki:

“Anne ne dedim ki haddimi bileyim?”

“Leylam kadere karşı gelme! Yoksa cehennemde cayır cayır yanarsın. Tövbe de tövbe de…”

Birkaç kişi cılız sesiyle koro halinde:

“Tövbede kızım. Yoksa taş olup, çarpılırsın vallahide billahi de.”

Leyla sol elini havaya kaldırdığında:

“Neden taş oluyormuşum? Taş olan var mı? Düşüncemi söyledim be…”

Herkes Leyla’ya bakıyordu. Belki de içlerinden ‘bu kız yoldan çıktı’ diye düşünende vardı. Ya da ona içten içe hak verende vardı. Kolay değil yıllarca insanların düşüncesine hakim olan  yönetenler tarafından kilit vurulmuştu.  Bir tabuyu yıkmak kolay değildi.

“Kızım okula gitmeden önce dilin uzun değildi. Okul seni baştan çıkarmış. Ah şu baban yok mu! Kızım okuyacak demesi, inadı yüzünden örf ve âdetimizin dışına çıktın.

Dur hele sana bir kurşun döktürelim. Üzerinden kötü düşünceler defolsun.”

Leyla hepten küplere bindi:

“Anne babamı ve beni mahalleye lanetli olarak ilan ediyorsun. Farkında mısın? Kendimi bildim bileli babam sana karşı kötü bir söz söylemedi. Hasta olduğunda yemeğini yapan, ilacını veren etrafında dönen oydu. Sen konuştuğunda sözünü kesmiyor, dinliyordu. Bu halin ne anne?”

Seher teyze ilk önce kızına baktı. Yutkunarak başını öne eğdi. Oturdukları yerde tartışmanın ateşi birden sessizliğe gömüldü.

Mürvet teyze ince yapılıydı. Neredeyse kemikleri dışarıya fırlayacaktı. Ortamı değiştirmek için söze başladı:

“Görümcemin kızı Ayla’yı nişanladılar. Ortaokul bitince evlendirecekler.”

Meraklı bakışlar arasından birkaç kişi:

“Kiminle?”

“Beyaz eşya satan Münir’in oğlu Sedat ile. Kapalı çarşıda ön girişte sağdaki dükkân ve mülkü kendisinin. Merkezi yerde iki katlı bahçeli evi var. Alt katta evlilik hazırlığı yapanlar oturacak. Dededen kalma on dönümlük zeytin ağaçları olan bir tarlaları var. Bilmediğim başka neleri var?

Sedat babası gibi saygılı çocuktur. Ayla’da Hanım kızdır geçinip giderler.”

Seval abla bugüne kadar evlenmemişti. Hiçbir erkekle ilişkisi olmamıştı. Yeni boyattığı kumral saçlarını iki eliyle dalgalandırdı:

“Münir mi efendi? Güldürme beni ayol. Çapkının tekidir. Dul kadınlara kancayı takar. Yıllar önce yukarı mahallenin dul karısı Elmas ile ilişkisi ortalığa yayılmadı mı? Yakınlarda yine dul Nilüfer’in evinde mahallelinin şikâyeti üzerine polis evi basmadı mı? Olan Nilüfer’e oldu. Evini başka bir kasabaya taşımadı mı?

Sedat için kulağıma hoş olmayan fısıldamalar geliyor. Yakında Münir’in oğlu sahnede yerini alır. Ayla’nın başını yakacaklar.

Münir’in karısı Melahat niçin sustu. Kadının gidecek yeri, işi yok! Konuş kız Leyla seninleyim.”

Mürvet teyze konuyu öyle bir değiştirdi ki, konunun altında yüzü pancar rengine döndü. Ya diğer kadınlar? Onlarda gerçekleriyle yüzleşememekten örf ve adetlere sığınmışlardı.

Leyla Seval ablasından aldığı destekle:

“Hepiniz çocukluğunuzu yaşamamışsınız. Buna kadını ve erkeği dâhildir. Sen onunla, bununla, şununla evleneceksin. Kadın kısmı okumasa da olur mantığı dümdüz gitmiş. Erkeği işini bilir olmuş olmasına ama ne kadını nede erkeği işini bilmiş. Her şey kısır döngünün içinde yoz kültürle dönmüş.

Erkek kadınına şiddet uygulamış. Korkutmakta bir şiddettir. Bir araya geliyorsunuz; aynı kısır döngü içinde konuşuyorsunuz. Sizin dışınızda da kadınların yaşamı ve mücadelesi var.

Öğretmenim bir kadın olmakla birlikte düşüncesi sizlerden farklıdır. Mutluluk oyununa son verseniz de gerçeklerle yüzleşseniz.”

Leyla’nın annesi kızının bu derece değiştiğini ilk defa fark ediyordu. Ne söyleyeceğini, yapacağını bilemez haldeydi. Ya diğer kadınlar?

Hüseyin Habip Taşkın

19.12.2020

 

 

 

 

 

 

 

 

20 Aralık 2020 Pazar

HELE BİR DURUN https://almanyalilar.com/2020/12/19/hueseyin-habip-taskin-hele-bir-durun/?fbclid=IwAR11hdbhq4g_bF5VrLxYbiHhWKkN9DCLaqzvWtL1grLZqwD6SwXuhXYpSuk

Hüseyin Habip Taşkın

Yıllardır oyalama taktiği yapıyorlar. Asgari ücreti AKP+MHP ile bu yıl yine aynı sendikalarla ne kadar zam vereceklerini konuşuyorlar. Sonuç ise emekli, emekçi asgari ücret altında inim inim inletiliyor. Bu yılda değişen bir şey olmayacaktır. Sermaye cephesi kazançlı çıkacaktır.

Sendikalar hükümet karşısında pasiftir. Emekçinin, emeklinin hakkını korumaktan acizdir. Nerede Tüm Emekli-sen ile Disk Emekli-sen? Masada olmalıdırlar.

Sorun şudur? Sendika Başkanlarının aylık maaşları ne kadardır? Türk-iş sendika başkanlarının geçmişte basına yansıyan maaşları ağaları aratmıyordu. DİSK Başkanı aylık ne kadar alıyor? Milletvekilinin aylık maaşı ne kadardır? Cumhurbaşkanının aylık maaşı ne kadardır?

Asgari ücret alan birinin maaşı yukarıda saydığım kurum maaşlarının altında sürünme, ezilme, horlanma parasıdır. Aradaki fark uçurumdur. Bu uçurum olmamalıdır. Düpedüz hak yeniliyor. Kendi maaşlarına zam yapılırken çok cömertler. Sıra emekçiye, emekliye gelince cömert olamıyorlar.

Sendikadan inciler; Türk-İş Başkanı Atalay:” Asgari ücrette rakamı önce işveren ve hükümet getirsin.”

Canım benim iyi kıvırtıyor. İçinden diyordur mutlaka ‘ters düşersem; AKP +MHP beni yer. Koltuğum sıcak.’

DİSK Genel Başkanı ve diğer partiler açıklama yaptı. Üç bin ve üç bin sekiz yüz gibi gibi…

Hele bir durun!!! Örnek Balçova İzmir’i ele alırsak eski kiracılar biraz daha düşüğe oturuyor. Yeni kiracılar bin yedi yüz ile yukarıya doğru kiraları çıkıyor. Bir asgari ücretli buralarda yaşaması nasıl olur?

Her gün zam yağmuru geliyor. A’dan Z’ye Elektrik, su ve diğer kullanılan eşyaların faturası şişirilerek emekçi ve emekliye, KDV’si cartı, curtu derken bindiriliyor.

Bunları göz önüne alınırsa: asgari ücret beş bin beş yüz olmalıdır. Yukarı tabaka maaşlarınızı aşağıya çekin. Vicdanınız varsa?

18.12.2020

 


 

18 Aralık 2020 Cuma

GEZEGENLERİ KENDİLERİNE BENZETENLER https://almanyalilar.com/2020/12/17/oeykue-gezegenleri-kendilerine-benzetenler/ "ÖYKÜ"


 

Yaşlı Bilge büyük kayanın üzerinde oturuyordu. Ayaklarını boşluğa bırakmıştı. Bir yandan konuşuyordu. Sustuğunda karşı dağlara, gökyüzüne bakıyor, sonra tekrar konuşmaya başlıyordu:

“Bin iki yüz yıl önce Ayay denilen gezegenden Uçan Gemi içinde bu Aydınlık gezegenine gelmiş soyumuz.”

Genç kız Oraya oturduğu yeşilliğin üzerinden elini kaldırıp, konuşmaya başladı:

“Çok uzun yıl olmuş buraya geleli; Ayay’dan soyumuz niçin ayrılmış?”

“Dediğin yer bir zamanlar ışığı bol olan, tüm enerjisiyle her yeri aydınlatıyormuş. Gecenin gündüze, gündüzün geceye kavuştuğu bir yermiş. Tıpkı bize benzeyen, başka dilleri konuşan, ten rengi, kültürleri farklı bizim soy ve soya benzeyen canlı türleri yaşarmış. (Paragraf var) Sonra toprakları bölmüşler orası, burası, şurası diye. Bana az, sana çok toprak düştü diye birbirlerinin gözlerini oymak bir gelenek haline gelmiş. İktidar kavgaları toprakların işgaline kadar gitmiş. Her Güçlü’nün kendi köleleri varmış. El koyduğu toprağın kölelerini de yönetmişler. Gücü, gücü yetene kıyasıya kanlar akıtılmış.”

Yaşlı Bilge gözlerini gökyüzüne çevirdi. Tekrardan kendisini dinleyenlere baktı:

“Tüm bunlar Aydınlık Gezegenine yolculuk yapan Yazan Bilge ile Çok Konuşan Bilge’nin anlatımlarına, kitaplarına dayanmaktadır. Ayay’da canları sıkılan, kendisini ispat etmeye çalışan Kan Dökücüler, yaptıkları planlı bir oyunun içinden oyunlar çıkarmışlar. Yaşamı birbirlerine zindan etmeye gayret etmişler. Vurucu, kırıcı aletlerde kim üstünse onun gücü ve sözü geçer olmuş. Bunun adına da uygarlık demişler.

Köle düzeni her yerde varlığını sürdürmüş. Boğaz tokluğuna çalış, itaat et, yaşamını kabul et devri tüm hızıyla yayılmış.

Her Güçlü’nün atadığı kukla hizmetkârların olduğunu ve işlerine gelmediğinde bunların boyunlarının götürüldüğünü duymayan kalmamış. Yerine de başka kuklacılar atanırmış. Anlayacağınız domino taşlarının devrilişine benzer yıkılışları. Yine de kurbanlıkların kanı akmadan olmazmış. Bunun adına da demokrasinin kılıcı denilmiş.”

Arka sıralardan Genç Erkek Heryere elini kaldırdı. Başı keldi. Doğuştan saçsızdı:

“Soyumuz her zaman kan dökücü müydü? Başkalarının topraklarına uçup konanlar mıydı? Hep hırgür var, yağma var. Irza geçme var. Burada yaşadıklarımız aynı değim mi?”

Yaşlı Bilge başını öne eğdi. Kollarını iki yana açıp:

“Kavgayı Her Güçlü olanlar çıkarır;  her iki taraftan öne sürülenler Altta Kalanlarmış. Niçin öne sürüldüklerini sorgulamazlarmış. Olaylar Ayay’ın aydınlık olduğu günlerde gündemden hiç düşmezmiş. Ne zaman karanlık içinde kalmışlar, işte o zaman Uçan Gemi içinde Her Güçlü’lerle, işlerini gördürecek köleleri de getirmişler.

Aydınlık Gezegenine sabotaj yapıldığı varsayılarak zorunlu iniş yapıldığını kaynaklardan öğreniyoruz. Açıkçası nereye gideceklerini bilemez durumdaymışlar.

Soyumuz bizim soyumuz huyundan vaz geçer mi? Geçmez, aynısını burada da sürdürmüşler. Bu gezegenin Ağaları:

“Haber vermeden gelmek var mı?” demişler.

Soyumuz ise:

“Ne haberi lan her yer bizimdir” demiş. Cenkler başlamış, altta kalanların canı yanmış. Barıştırmışlar, barışmaları bir saat sürmemiş ve tekrardan birbirinin boğazını sıkmışlar.”

Önde oturan Esmer Genç Kız Yakın elini kaldırdı:

“Ayay’da başka neler oldu? Huzur içinde yaşamak neden sonsuz olmadı?”

Yaşlı Bilge derinden bir nefes aldı. Geri verdiğinde sanki tüm zamanların acılarını vücudundan çıkarmıştı:

“Huzur içinde yaşamak bunların geninde yokmuş. Huzursuzluğu çıkaranların kıçında basur varmış. Bu kişiler zıvanadan çıkıyormuş. Birçok canlı farklı dilleriyle, inançlarıyla, inanmayanlarıyla Her Güçlü tarafından birbirine kırdırmak içi. Böylelikle avantalı düzenleri devam etmiş.”

Orta yerde oturan Genç Erkek Bakar elini kaldırdı:

“Burada orada değişen bir şey yoktur. Asıl düşmanımız Her Güçlü olanlardır. O zaman birlikte uzun yürüyüşe çıkmalıyız.”

Yaşlı Bilge’nin yüzünde gülücükler saçıldı:

“Çocuklarım okuyun. Düşünün. Düşüncenizi korkmadan anlatın. Altta Kalan bizler birbirimizin düşmanı değiliz. Yaşamda ne yaşıyorsak hepimiz yaşıyoruz. Acılarımız ve sevinçlerimiz ortaktır.

Çocuklarım, Ayay sadece hırgürden karanlığa gömülmemiş. Elbette hırgürlerin rolü varmış. Hepsi benim modeli, para ve parsel parsel bölünen topraklar ve canlılar. Boğaz tokluğuna çalıştırılan köleler. Tarihin gerçeğini değil sahtesini dayatanların yönetimi hep varmış.

Tarım alanlarının yerine toprağa betonu ekmişler. Hayvanların yaşam alanları dev icatlarla yok edilmiş. Dere yatakları, göller kurutulmuş. Bilmem ne enerjilerle istemeyerek olsa da doğaya osuruk kokusu salınmış, dönüşüm olmuş. Oksijen ise can çekişiyormuş.

Çeşit çeşit toplar, toprağın kat kat altında ve denizin dibinde denenmiş. Toplar hapsedildikleri yerde sıkılmışlar ve kendilerini patlatmışlar. Denizdeki dalgalar önüne gelen kara parçasına çarpmış. Kara parçasında denenen denize, su yataklarına çarpmış. Doğal felaketin yerini canlıların felaketi almış. Karanlığa giden yol durmadan hızlanıyormuş.”

Dinleyiciler bir ağızdan:

“Ooooo” dediler.

“Ayay’da delikler açılmış. Açılanlar büyümüş. Kaynak makineleri bir işe yaramamış. Gökbabaya adaklar adanmış adanmasına ama hiçbir işe yaramamış.”

Ön sıralardan bir kız çocuğu elini kaldırdı. Oturduğu yerden ayağa kalktı:

“Bir canlı bu kadar acımasız nasıl oluyor? Soyunu karanlığa göm… Buraya gel aynısını yap… Yakında burası da Ayay’a benzer.”

Yaşlı bilge hafiften gülümsedi:

“Aferin kızım. Yaşın küçük olsa da yaşamın işleyişini çok çabuk anlıyorsun.

Bozuk olan gidişe dur diyecek olan sizlersiniz. Gelecek sizlerle yön bulacaktır. Korkmayın.”

Yaşlı Bilge kendisini dinleyenleri alkışlayarak ayağa kalktı. Dinleyenler de kendisini alkışladı. Konuşmasına:

“Çocuklarım şimdi Genç Bilge sizinle olacak. Onu iyi dinleyin. Karanlık düşünceyi yok etmenin yolu birbirimize dokunmaktır.”

Yaşlı Bilge dağın zirvesine doğru patika yoldan, ağaçların arasından yürümeye başladı. Arada bir gökyüzüne bakıyordu.

Hüseyin Habip Taşkın

 

 

SIRANIZI BEKLEMEK İSTEMİYORSANIZ...

     Seçimleri sorgulamamız gerekiyor. Hem seçim yapılıyor ve ardından Kayyım atanıyor.  Yeri geliyor  polis sorgusu, ardından adliyenin yol...