24 Nisan 2019 Çarşamba

İYİYE DOĞRU GİTMİYORUZ http://www.realitehaber.com/2019/04/23/iyiye-dogru-gitmiyoruz/?fbclid=IwAR3spOhrL95yQatuXc9pYG4N5Kzb0tzaeQRrYvbTeq0qv5bdh4eIAq4mFqY


İyiye doğru gitmiyoruz.  Kırılma noktasındayız. Irkçılık, faşizm, diktatörlük, ötekileştirme, korku, işsizlik, sömürü, yoksulluk, rüşvet, linç kültürü, kadına şiddet ve yaşadıklarımızda ne ararsan var.

Elimde bir kitap var. ‘Ben Milletvekili iken’ Yazarı Çetin Altan’dır. Bu kitabı önemsiyorum. Delil niteliğindedir. TC’nin işleyen çarkının o gününü anlatıyor.
‘1965 seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi milletvekilleriyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yerini alıyor. Muhalefet ettirmiyorlar. ‘Dayak cennetten çıkmadır’ diyerek ara sıra bazı bazı günlerde dövülüyorlar, hakarete uğruyorlar.

1965 Türkiye genel seçimleri, 10 Ekim 1965 tarihinde yapılmıştır. Süleyman Demirel Başbakandır.

1965 yılında TC’nin Başbakanları:
‘20 Şubat 1965' e kadar İsmet İnönü, 20 Şubat 1965 ile 27 Ekim 1965 arasında Suat Hayri Ürgüplü, 27 Ekim 1965'den itibaren de Süleyman Demirel’

Yazıma buradan başlamamın nedeni şudur:
TC devleti dünüyle, bugünü arasında linç girişimi ve katliamlarıyla tarihin sayfalarında yerini almıştır. Öfke, kin, ötekileştirme, aşağılama ve diğer etkenler bir ideolojinin yansımalarıdır.  

Bu bağlamda Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırıda ‘linç kültürünün’ bir parçasıdır.

Erdoğan ve AKP’si muhalif gördüklerini devletin olanaklarıyla sindirmeye, ırkçılığıyla, ötekileştirmeye tüm gücüyle devam ediyor. Hak hukuk oldu guguk.

TC dünüyle, bugünüyle yapmış olduğu linç girişimleriyle ve katliamlarıyla yüzleşmek zorundadır. 

Erdoğan kendi egemenliğini tam olarak kuramadığından tam gaz saldırıyor.   HDP’liler saldırıyla her zaman yüz yüze kaldılar. Sıra CHP’de.

Daha önceki yazılarımda sıra CHP’ye geleceğini yazmıştım. Başka ne yazmıştım? İyi Parti’ye, Saadet Partisi’ne sıra gelecektir.

Devrimciler her iktidar döneminde saldırıya uğramışlardır. Aleviler ve Kürtler derken sahneye birilerini muhakkak çıkartıyorlar.

Ne yapmalıyız:
Birlikte yaşamanın yollarını aramalıyız. Birbirimize öfke ve kin duymamalıyız.  Herkes birbirine dokunmalıdır. Dertlerimizi paylaşmalıyız. Sorunlarımız ortaktır.

İnsanca bir arada yaşama evet demeliyiz.

Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırıyı kınamalıyız. Her alanda birbirimize kenetlenmeliyiz.

Yoksa?

Hüseyin Habip Taşkın
23.04.2019

18 Nisan 2019 Perşembe

SEÇİM VE UYGARLIK DÜZEYİMİZ http://www.realitehaber.com/2019/04/17/secim-ve-uygarlik-duzeyimiz/?fbclid=IwAR040sHiyHL8OeYPb_ctPQHrkV0qw5M6yRgkmZoEg5KCpkQrp2tSDlxob2o


Ülke genelinde bir seçim yaşandı. Belediye Başkanlarını, meclis üyelerini ve muhtarları seçin dediler ve sandığa gidenler oylarını kullandı.

‘Oy kullanmak bir haktır.’ ‘Demokrasi’ diyenler oldu. Seçimin asıl ilgi çeken kısmı ise seçimden sonra oldu.  Seçim bana göre bir formaliteden öteye gitmedi. Diktatörlük mü desem? Ya da sizler ne dersiniz?

Kültürümüz çağ atladığından argolu, tehditimsi ve dinimsi cümleleri kuranlar oldu. Erdoğan gerilimi tırmandıranların başında geldi. AKP’si de bu vatandaşın yolundan gitti.

Bunca iktidar gelip geçti. Ayrımcı ve ötekileştirme dilini açıktan kullanan olmadı. Ötekileştirme ve ayrımcılık oldu mu derseniz? Oldu. Fakat Erdoğan ve AKP’si açıktan en ağır cümleleri kurarak, Türk İslam sentezi ve Suniliği katarak taraftarını diri tutmaya çalıştı.

Uygar toplum dedikleri ülkemizde seçimler yapıldı. YSK bile AKP’nin yan kuruluşu olarak çalışmaya devam ettiğini görüyoruz. Ekrem İmamoğlu’nun mazbatası verilmemesi için büyük çaba harcandı. Hatta İstanbul Belediye seçimi yenilenme olasılığı yüksektir.

HDP her seçimde saldırıya uğrayan parti olsa da, faşizme karşı tavrını koyan partidir. YSK, adaylarını seçime katılabilir diye karar veriyor. Seçim sonrasında sen yasaklısın diyerek AKP’nin adayına mazbatayı veriyor. 

HDP’nin itirazları hasıraltı ediliyor. Uygar bir ülkede böyle manevraların yapılması ‘vatan, millet ve din aşkına olabilir’ deniliyor. Diğer muhalefet partilerinin itirazları da kabul görmüyor.

Uygar değiliz. Demokrasi deniliyor denilmesine ama bunun adı nedir? Faşizmdir. Coğrafyamızda seçimler formalite yapılıyor. Bu ülkede, hem de sıkça.

İstanbul Belediyesi AKP’nin rant kapısıdır. Gerisini sizler düşünün?

Çırpınmalarının aslında birçok nedeni vardır.

Ülkemizin rengârenk insanları insanca bir arada yaşamak istiyor.

Bu bir adımdı ve atıldı. Sanırım kademeli olarak atılacaktır.

                  Hüseyin Habip Taşkın

                       16.04.2019



12 Nisan 2019 Cuma

PARLAMENTOYA GÜVENİN DİYENLER NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?

Belediye seçimleri yapıldı. YSK AKP'nin bir yan kuruluşudur. HDP Belediye Başkan adaylarını seçime sokacaksın; sonrasında kazandıklarında sakıncalı diyeceksin.

Kendinizi çok akıllı zannediyorsunuz ama akıllı değilsiniz. HDP'nin aldığı belediyeleri AKP'ye veriyorsunuz. Güç bende diyorsunuz ama güç sizde değildir.
 İstanbul Belediye başkanlığı seçimlerini yenilemek ve Ekrem İmamoğlu'na vermemek için her türlü hokkabazlık yapılacaktır.
 Nereden başlamalı?
İlk önce HDP'lilerin gasp edilen belediyeleri geri verilmelidir.
Hüseyin Habip Taşkın
12.04.2019

9 Nisan 2019 Salı

İMPARATOR KEDİ https://pirtukweje.wordpress.com/2019/04/09/oeykue-hueseyin-habip-taskin-imparator-kedi/?fbclid=IwAR3ckdGj-psejT-y7lq4PKEEFA-1wCZ7h9VmNhqa4Jbrs2cCwrW4t5J53Eg



İmparator Kedi tahtadan yapılma, ceviz ağacı kaplamasıyla üzerinde hafiften kahverengi olan ipeğin içi pamukla doldurulmuş minder üzerinde sınırlarını biraz daha toprak ekleyerek büyütmeyi, geleceğini hafiften şekerleme yaparak düşünüyordu.

Komşu sınırlarında gözü yokmuş gibi gözükse de, parmağını harita üzerinde durmadan gezdiriyordu.  Şeytan dürtmesi değildi yaptıkları, içindeki ben duygusu daha ağır basıyordu. Herkes kendisini konuşsun ve gündemde kalmak için her türlü kılığa girerdi. Gaza, çıraya gerek yoktu. Ağız ayarı bozuktu. Ne konuştuğunu bilmez durumdaydı. Sanki parlayan bir ateşti.

Dışarıdan gelen gürültüye uyandığında asabi yapısı yine tavan yaptığında:
“ Bu gürültüde ne böyle? Yoksa dışarıda bozguncu tayfası mı var?”

Güvenlikçi Kedi odaya girerek, karşısında hafiften dizini çökerek başını öne eğip kaldırdı:
“ Ah yüce efendimiz kendisini bilmeyen birkaç Fare Şatonuzun önüne gelip sizi rahatsız ettiyse, hemen diğer Güvenlikçilere emir verip, zindana attırayım. Zindan içinde zindan yaratarak derslerini almış olurlar.”

İmparator Kedi’nin keyfi yerine gelir gelmez gülümsedi. Oturduğu yerden kalkarak bir iki tur duvardan duvara attıktan sonra:
“ Bozguncu Fare’nin yandaşları olabilme ihtimali yüksektir.”
“Yüce efendimiz çok iyi düşünmüşsünüz. Başımızda iyiki varsınız.”

Güvenlikçi Kedi’nin karşısında durdu:
“ Bozguncu bunlar. Amaçları beni yerle bir etmektir. Zindana gerek yoktur. Kalabalıkta kellelerini uçurun. Uçurun ki bir daha cesaretlenip bana karşı ayaklanmasınlar.”

Güvenlikçi Kedi hazır ol da beklerken başını hafiften öne eğdi. İki elini üst üste getirip göbeğinin üzerinde, konuşmasına başladı:
“Yüce efendimiz! Teraziyi dengede tutmayı çok iyi biliyorsunuz.”

Çalışma odasında İmparator Kedi yalnız başına kalmıştı. Endişesi, bedeninde dolaşmaya başladı. Suratının ten rengi hepten koyulaştı. Beyninde ki işlev bir anda sulandı. Neyi düşüneceğini şaşırdı?

Kendisine geldiğinde terlemeyen yanı yoktu. Hemen pencereye koştu. Dışarıya bakındığında güvenlikçileri mızraklarıyla nöbet yerindeydi. İçi rahat etmeyince kapıya koştu ve kocaman tahtadan ve işlemeli kapıyı açtı. Kapının önündeki mızraklı güvenlikçiler esas duruşa geçti. Baştan aşağıya süzsede içi rahatlamadı. Akordu bozulmuş bir enstrümanın çıkardığı benzer bir sesle:
“Bana Güvenlikçi Kedi’yi çağırın!”

‘Çalışma odasında Şatosuna saldıran yaratıkları hayal etmeye başladı. Her tarafı alt üst eden yaratıklar İmparator Kedi’yi aramaya koyulurlar. Elinde kılıcı ile gizli bölmeden tek başına hızlı adımlarla ilerlemektedir. Çıkış yolunu bulamayınca kılıcını gelişi güzel sallar. Yönünü durmadan değiştirir. Canını verip vermeme mücadelesinde karanlıkta uçar.’

Kendisine geldiğinde çalışma odasında masasının dibine yüzükoyun yattığını fark eder. Aceleyle kalkar. O anda kapı açılır içeriye Güvenlikçi Kedi girer girmez önünde hafiften eğilip kalkar. Donuk gözlerle gelene bakarken:
“Neredesin! Seni boşuna Güvenlikçi Kedi yapmadım. Lağım, Tarla Fareleri ve kenar mahallelerde oturan Kediler ayaklanmışlar.”
Olduğu yerde öylece bakar ve kem küm ederek söze dalış yapar:
“ Saygı değer yüce efendimiz. Başını kaldıranı uçuruyoruz. Ağaç değil ki bu tekrardan baş olsun.”
“Onu bunu anlamam ben. Hemen kılıç ve kalkan ekibinden Şatonun dışına ve içine güvenlikçiler yerleştir. Dışının dışına bir güvenlik çemberi daha oluştur. Gelip geçen yırtık pırtıklılara dikkat edin. Onlar nankör takımıdır. Sınırlarımın içinde yaşıyorlar. Onlara yaşam hakkı veriyorum. Yine de benim canımı almak istiyorlar.”

Güvenlikçi Kedi gayet ciddi:
“Saygı değer efendimiz. Şatonun önünden geçenin kellelerini ala ala önünden kimse geçmez oldu. Hatta Şatoda işi olanlar bile kelleleri gidecek diye gelmiyorlar.”

İmparator Kedi’nin morali düzelmişti. Yerine oturur oturmaz. Tarlaları olanlardan mahsullerini almanın yolunu düşünmeye başladı. Aklına mahsullün yarısını almak geldi.  İçeri Bakan Kedi’yi çağırttı. Dışarıda görevde olduğunu öğrenince sinirlendi. Kendisinden habersiz kuş gibi kanatlarını çırparak nasıl giderdi? Hava almak için dışarıya çıktı. Etrafı ürkerek kesmeye başladı. Kılıç ve Kalkanlı güvenlikçilerde yerlerindeydi.  Şatonun etrafında bir tur döndüğünde, aniden yüzünü gökyüzüne çevirdi. Kuş sürüsü üzerinden geçiyordu. Panik atak olmasada bağırmaya başladı:
“ Güvenlikçi Kedi Güvenlikçi Kedi… Neredesin?”

Güvenlikçi Kedi yatakta hizmetkârlık görevi yapan Hizmetkâr Dişi ile bedenlerini birleştirmiş, iş üzerinde:
“Hay ben senin ananı…”

Apar topar giyinmeye başladı.

Hizmetkâr Dişi Şatonun çiçeğiydi. İmparator Kedi’den başlayarak üst düzeydekilerin ihtiyaç gidericisiydi. Herkes birbirinin ne mal olduğunu bilirdi bilmesine ama bilmemezlik buranın kurallarından biriydi.

Güvenlikçi Kedi maraton koşusuna çıkmışçasına soluğu İmparator Kedi’nin yanında aldı. Eğilip kalktığında:
“Saygı değer efendimiz. Beni istemişsiniz!”

Eliyle gökyüzünü işaret ediyordu:
“Görüyor musun?”

Baktı baktıkça içi daraldı:
“Saygı değer efendimiz. Görüyorum.”

Ona pis pis baktı:
“Ne görüyorsun? Lafı mı kesme? Alırım aşağıya ha!”

Esas duruşa geçti. ‘Çatlakla işim var.’diye aklından geçirdi.
“ Bundan sonra Şatonun üzerinden kuş ve benzerleri geçmeyecektir. Gerekirse hepsini öldürün.”

Güvenlikçi Kedi’nin elinden gelse onu oracıkta elleriyle boğacaktı ama canı tatlıydı.
“Saygı değer efendimiz. Okçu Güvenlikçi’leri şimdi görevlendiririm. Geçenin anasını belleler.”

İmparator Kedi hafiften gülümsedi. Kendisine benzeyenleri çok seviyordu. Elini sallayarak gitmesini işaret etti.

Etrafta dolaşırken İçeri Bakan Kedi yanına yaklaşarak:
“Saygı değer efendimiz. Beni çağırtmışsınız.”
“Neredeydin? Benden habersiz nereye uçup gittin?”
“Kahvehaneleri Güvenlikçi’lerle dolaştık. Zırlayanı yere yıktık. Birkaç gün sonra payımızı vereceklerine söz verdiler. Alacağımızı iki katı fazladan alacağız.”
“Aferin. Sevildiğini bil. Bu makamın hakkını fazlasıyla ver. Çulsuzlara acımayasın! Yoksa bu yaşantımız olmaz.”

İçeri Bakan Kedi başını eğdi. Saygıdan değildi. Çıkarlar çatışıyordu. Birde gizliden kesesine atarak çoğalttığı mangırlar vardı.

Şatoda herkes birbirine madik atmakla meşgul olsada, namuslu geçinmeyi huy yapmışlardı.

Şatonun üzerinden geçen kuşlar, leylekler ve diğerleri yağmur damlacıklarına benzer şekilde bahçeye düşüyorlardı.

İmparator Kedi toplantı yaptığı bir günde, çok akıllı olduğunu kanıtlamaya çalışan konuşma yapıyordu:
“Kuşlar casus olabilirler. Bizleri izleyerek, karşı tarafa bilgi verebilirler.” Dedi.

Güvenlikçi Kedi söz alarak konuşmasına başladı:
“İyiki varsınız ampul kafanızla akıl fışkırıyor. Hiç kimsede olmayan bir akıl gücü var sizde. Casus takımı her gün toprağa düşüyor. Bu bir zaferdir.”

İçeri Bakan Kedi aşağıda kalır mı?
“Saygı değer efendimiz. Her hedefi söyleyerek on ikiden vuruyorsunuz. Dış Sınırlardaki yönetici kadroları sizi kıskanıyor. Öyle ki size ayak uydurmaya çalışıyorlar. Fakat bunların hepsi çakma yöneticidir.”

İmparator Kedi yağlanıp cilalandığından havalara girdi. Başı yere düşecekmişçesine sallanırken:
“İçeri Bakan Kedi! Tarla Fareleri’nden ve Lağım Fareleri’nden yarı yarıya mahsul alacaksın. Vermeyenin icabına bakarsın. Ne de olsa bu işte kaşarlanmışsındır. Haaaaa… Birde Kenar mahallede kalan Kedi bozmaları var. Onlara da aynı uygulamayı yap!”
“Saygı değer efendimiz. Emriniz olur.”

Şaraplar kadehlere doldurulup başarılarının devamını dileyerek içmeye başladılar. Ateşte çevrilen bir yaratığı bir yandan yiyorlardı. İktidar ve güç nede olsa bunlardaydı.

Şatoda saltanat salıncağında sallananların mutlulukları yüzlerinden okunuyordu. Ya dışarıdaki yaşamda neler oluyordu?

Tarla Fareleri durmadan tarlada çalışıyorlardı. Lağım Fareleri’de yeraltında tıkanıklığı engelliyorlardı. Kenarda Kalmış Kediler ise her alanda çalıştırılıyordu. Şatodakilerin gözünden bakıldığında buradakiler, iğrenç ve seviyesiz insanlardı. Onun için dışlanma, ötekileştirme derken ayrıştırmayı dedesinin dedesi derken, öncesinden bu kuralı koymuşlardı. Katı kurallar aşağı katmanlarda yaşayanlar içindi.

Gözü açılan, kendisini sorgulayanlar ufaktan ufaktan gözleri kapalı olanlara, tatlı sanal düşlere dalanlara gerçek yaşamı anlatıyorlardı.

Şato karargâhın da bu gibi uyanışlara tahammül edilmezdi. Başları hemen vurulurdu. Korku İmparatorluğu görevini derinden, sessizden yapsa da kokular, hataları sonucunda yayılıyordu.
 Akıl Hocası Fare birebir konuştuklarıyla şunu dermiş:
“Orada oturup gününü gün edenler, bizlerin üzerinden kazanca geçiyorlar. Beleşe konuyorlar. Akılları fikirleri hepimizi ineği sağar gibi sağmak. Bizler hakkımızı istiyoruz. Çalışan biz. Alın teri döken biz. Her işin altında biz. Durum böyleyken avantaya konan onlar.
Birbirimize dokunmak zorundayız. Sahiplenmeliyiz. O zaman koca bir güç olup. Oradakileri çöp sepetine yollamış oluruz.”

Akıl Hocası Fare’ye ne oldu? İş yerinde mesai bitiminde evine gitmek için sokağa çıkıyor. Toprak yoldan giderken Derinciler’in okundan çıkan yayın hedefine denk geldiği anda oracıkta can verdi.

O yıllar herkeste telefon yoktu ama kulaktan kulağa fısıldaşma vardı. Anlatım biraz şişme olsada öz olarak gerçeği anlatıyordu. Şatodakiler bu yöntemi yok edememişti.

Şato için de birlik mesajı dışarıya karşı verilse de içeride birbirini çekememezlik durmadan katlanıyordu.  O dönem teknoloji hız kazanmamıştı. İmparator Kedi haricinde herkesin yatak odasındaki cıplakımsı ilişkiler kameraya alınmıştı. Bu işler derin işlerdi. Demek ki böyle işlerin tarihi eskilerden gelmekteydi. İmparator Kedi’de dersini iyi çalışmış, tahtı sallanmasın diye en yakınına bile güvenmediği ortaya çıkıyor.

İmparator Kedi’nin köşede kenarda lafı ediliyordu. ‘Malvarlığını katladığını, buda yetmezmişçesine deniz aşırı sınırlarda çiftlikler aldığını’ söyleyen söyleyeneydi. Şatodakiler ve dışarıdakiler bu söylemleri duydukça çıldırıyorlardı.  İmparator Kedi anında bildiri yayınlayarak:
“ Benim sınırlarımın içinde yaşayan herkes mutludur. Aman ha! Oyuna gelmeyin. Uyanık olalım. Mutluluğu bozan bir avuç bozguncudur. Güçlerini sınır dışından almaktadır. Onların kafalarını patlatacağım. Şunu bilsinler çok yakında inlerine girip başlarına yıkacağım. Böylelerini şikâyet ederseniz, sınırlarımız aşkına ödüllendirileceksiniz.”

Çığırtkan Kedi sayısı çoğaltılarak her yerde yazılan bildiri okundu. Aklı çelinenler çılgınlar gibi alkışladı. İşi bilenler kabaran öfkelerini oracıkta bastırdılar.

Yeraltına inen Tarla Fareleri, Lağım Fareleri ve Kenarda Kalmış Kediler İmparator Kedi’nin varlıklı yaşamına son verdirmek için kendi aralarında konuşmaya başlarlar. Başları olmadığı için kendi aralarında zaman zaman aksaklıklar oluyordu.

Dişi Lağım Faresi ayağa kalkarken bir elini havaya kaldırdı:
“Ey ezilenler. Başımızdakiler avantalarının yok olmaması için bizlerden daha çok fedakârlık bekliyorlar. Yiyeceklerimize yapılan havagazı ödemeleriyle canımızdan bezdiriyorlar. Konut vergisi de neymiş? Bir bileniniz var mı? Vergi üstüne vergi koyuyorlar. Daha doğrusu hepimize koyuyorlar. Bunları hak etmiyoruz. Birleşerek kazanacağız. Dilimiz renklerimiz farklı olabilir. Ama bizler çalışan, alın teri dökenleriz.”

Alkışlar, ıslıklar arasında konuşmacı yerine oturdu.

Ayağa Yaşlı Kenarda Kalmış Kedi kalktı:
“Bende sizlere başımızda bulunan belanın yapmış olduğu iğrençliklerden birini anlatacağım. Beşkardeşmişler. Annesinin sütünü en çok bu çirkin yaratık içermiş. Diğer memeye süt içmek için giden kedi kardeşlerini çırmalarmış. Sonunda gelişmiş ve güçlü olmuş.
Anne ve Baba Kedi yavruları uyuduktan sonra cilveleşmek için otların arasında uzanırlarmış. Fırsat bu fırsat diyerek iki kardeşini oracıkta boğmuş. Ne yapmış derseniz? Uyuma taklidi yapıp durumu kurtarmış. Anne ile Baba Kedi bu işe doğanın işidir demişler. Çok kısa zaman içinde iki kardeşini kayalıktan aşağıya fırlatmış, kayalara çarpa çarpa can vermişler.
Böylelikle İmparatorluğun tek kişisi olma unvanına kavuşmuş olsa da Kedi Baba önünde engeldi. Şarabı sevdiği için içine zehrini akıtmış. Oracıkta ayakları havaya dikmiş.  Küçük yaşta İmparator Kedi unvanına kavuşmuş.  Anne Kedi bu durumu hoş görmüş ve bir bakıma o da özgür olup, Şatoda önüne gelenle gününü gün etmiş.”

Konuşma bittikten sonra sessizlik oldu.

04. 04.2019
Hüseyin Habip Taşkın

2 Nisan 2019 Salı

KIRIK MI? DEĞİL Mİ? https://pirtukweje.wordpress.com/2019/04/02/oeykue-hueseyin-habip-taskin-kirik-mi-degil-mi/?fbclid=IwAR1c8gjouxBe2Ih-g0Ly5IcRXwKW3P9opnFpbJGP34_ITZ3u6AlEC67d1PI


Bir Bilen elinde bastonuyla toprak yoldan yürüyordu. Etrafına bakınıyor, yoksa birini mi arıyordu? Güneş ağırdan doğuyordu. Sıcaklığıyla ben geliyorum diyordu.

Yaşamın her zorluğuna göğüs germişti. Kaybettiği ve kazandığı bazı yaşadıkları vardı. Kimileri yaşamı kumara benzetirdi. Oysa yaşam birileri tarafından oynansın diye sunulmuştu. Şamatalı yerde neyi oynuyorlardı? Kötüleri mi?  İyileri mi?

Bir Bilen ağır, aksak yürüyordu. Tek katlı kapının önünde elindeki bastonun başıyla tahta kapıya birkaç kez vurdu. Dan dan… Kapıyı açan olmadı. Acelesi varmışçasına yürüyordu.

Eski yapıların daracık sokaklarında durmadan geziniyordu. Nedense yeni yapıların arasında dolaşmıyordu? 

Gökyüzünde kuşa benzer yaratıklar arka arkaya geçtiğinde, uğultusunu duyunca, yüzünü yukarıya çevirdi:
“ Nereleri yakıp yıkacaksınız? Daha doymadınız mı? Kaç canlının eti parçalara ayrılacak!”

Söylene söylene yürüyordu. Vatandaş, gördüğü tablo karşısında etkilenmiş ve onun arkasından bakınıyordu. Duyguları, düşünceleri boran fırtınasına adeta dönmüştü. Dili tutuldu.  Kendisine kısa bir süre içerisinde geldiğinde ‘Yaşlı amca neden böyle tepki verdi? Nereleri yakılıp, yıkılmıştı? Nereden buraya gelmişti? Neden bir akrabası yoktu?’

Bir Bilen çeşmenin başında bulunan büyükçe olan beyaz taşın üzerine oturdu. Sabit bir noktaya baktığında çevresinde kimseler yoktu. Bu kasabada dünde yalnızdı. Bugünde yalnız adamı oynuyordu.

Üstü başı temizdi. Kasabalı kimin el verdiğini bilmiyordu? Alt tarafı kafayı sıyırmış biri olarak tanınıyordu. Hiç kimseyle konuşmazdı. Canı istediğinde hiç kimseyi takmadan konuşurdu:
“Yukarıdan ölüm yağıyor. Canlılar yere serilmiş gelişi güzel, sanatla hiçbir ilgisi yok!”

Kasabalı sanattan ne anlasın? Çoğu tarlada ırgatlık yapmakta. Yevmiyeler düşük, geçim derdi herkesi germişti. Ama bu çarka hepsi boyun eğmişti. Adını kader koymuşlardı. Koyan kim? Uyutan kim?

Bir Bilen vakitsiz öten horoz gibi sabahın ilk ışıklarında bağırdı:
“Uyanın ey sürüler. Tarlaya sürülmeye gideceksiniz.”
İhtiyar tuvaletini yapmak için bahçedeki derme çatma tahtadan yapılma yere yürüdüğünde:
“Susmayın akılsızlar.”

Dediğini duyduğunda, yüksek sesle:
“İkide bir laf sokuşturuyor. Yıllar gelip geçti. Aramızda yabancı bir ot gibi kalmış, sahipsiz. Bu lafları akılsıza biri öğretiyor. Kim acaba? Başımız belaya girer mi? Alt tarafı bir kaçık. Ama…”

Bir Bilen dağ yamacının yukarısında bulunan taş kayanın üzerine oturmuş, etrafı şahin bakışıyla kesmektedir. Sol tarafta aşağılarda kalan asfalt yola bakındı. Kasabaya gelen tek yol buydu. Birde sağ tarafta toprak yol vardı.  Kolay kolay buraya arabasını süren olmazdı. Yol çok bozuktu. Bu yol yıllar önce seçim propagandası yapsınlar, fiyakalı arabalarıyla gelip gitsinler diye yapılmıştı. Seçimden sonra kaç seçim geçtiyse buralara ayak basan olmadı.

Bir Bilen avazı çıktığı kadar bağırdı:
“Seçimi geçeceksin! Kendi haline bak!”

Arkasından kahkahayı bastı. Kayanın üzerine uzandığında gözleri güneşle buluştu.
“ Güneş efendi söylesene senin oradan yamalı bohçaya benzeyen dünya nasıl görünüyor?”

Bir süre sessizlik olduğunda tekrardan konuşmaya başladı:
“Anladım… Burası bombok gözüküyor.”

O gün kasabaya inmedi. Kasabalı onun inmeyişine içerlemiş olmalı ki, Berber:
“Bir Bilen bugün buralara uğramadı. Hasta mı acep?”

Önüne gelen konuşuyordu. İhtiyar’da kafayı ona takmıştı. ‘Ajan olma ihtimali yüksek biri olarak düşünüyordu. Ortalığı dinlemeye sonrada istihbarat raporu veren biriydi. Acaba kime veriyordu?’

İhtiyar’da onun hakkında herkese kısa sorular soruyordu.  ‘Bunun foyasını ortalığa çıkarmak ve kutsal görevini yerine getirip, kahraman olmaktı amacı.’

İşini gücünü bırakıp onun arkasına takıldı. Nerede kaldığını öğrenmesi gerekti. Sonra o kişinin arkasına takılmalıydı. Belki tüm kasaba vatan haini olabilirdi?

Bir Bilen bastonunu yerdeki taş parçası üzerine kaldırıp vurdu:
“Uyuz uyuz durmayın öyle, Eşek gibi çalışıyorsunuz. Elinizde avucunuzda yok! Düşüncelerinize pas düşmüş pas.”

İhtiyar arkadan ona bakarken:
“Bu cümleleri ona kim kurdurtuyor? Eşek diyor bizlere. Hakaret ediyor. Kendisinde bu güveni nasıl buluyor? Yine de insanlar buna acıyarak yiyecek veriyor.

Ajan bu ajan ama nerenin malı?”

Sokağın dört yol ağzında durdu. İki elini yukarıya kaldırdı. Sağ elindeki bastonunu havada salladığında:
“ Beyinleri olup da, içinde saman olanları hizaya getiriver. Akıllarına akıl kat ey güneş!”

İhtiyar büyük av yakaladığını düşünerek hafiften mırıldandı:
“Mesajını burada hangi ev alıyor? Nereye iletiyor. Sonunda başımıza ne çorap örecekler?”

Aradan günler geçti. Kasabanın içi yabancılarla dolup taştı. Sokak aralarında bir satıcıya rastlamak mümkün. Kasabalı şaşkın ve birbirlerine soruyordu:
“Bunlarda kim?”

Meraklı bakışlar arasında sorular sorulurken Bir Bilen’in elleri kelepçelenmişti. Sivil kişilerin arasında çarşı merkezinden geçirildiğinde, onu görenler şaşkın bakışlarla izlemeye çalışıyorlardı. Hiç kimsede ses yoktu.

Kavak ağacının yanında bulunan bir cipin içine bindirilerek, hareketlenmesi bir oldu.

İhtiyar şimdilik rahatlamış, kutsal görevini yerine getirmişti. Sıra onun çözülmesindeydi. Nasıl çözeceklerdi?

Aklına Bir Bilen’in bağırması geldi:
“Suç işliyorsunuz suç. Gün gelir hesap verirsiniz?”

Kendisi de yüksek sesle:
“ Gördünüz değil mi? Güvenliğimizi sağlayanlara bu lafı nasıl söyler?”

İhtiyar verdi veriştirdi. Onu dinleyenler oracıkta karar birliğine varmıştı. Bir Bilen’i gözaltına aldıran oydu. Kendisine söylenmese de lakabı ispiyoncuya çıkmıştı.

Günler, haftalar ve aylar geçip gitti. Bir Bilen’den haber alınamadı. Herkes kendi derdine derman ararken sabah haberlerinde Bir Bilen’in güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada ölü olarak ele geçirildiğini duyan kalmadı.

Mezarının nerede olduğu bilinmese de, kasabalı İhtiyar’a karşı konuşmama tavrı aldı. Yalnızlaşan İhtiyar çareyi ailesiyle başka bir yere göç etmekte buldu.

Kasabalı yıllar sonra Bir Bilen’in heykelini korkmadan işlek caddenin ortasına dikiverdiler.

Hüseyin Habip Taşkın
23.03.2019

Emekli-Sen Bornova İzmir Ahmet Tahsin'in DÖNEMEÇ kitabının tanıtım-sunu...

SIRANIZI BEKLEMEK İSTEMİYORSANIZ...

     Seçimleri sorgulamamız gerekiyor. Hem seçim yapılıyor ve ardından Kayyım atanıyor.  Yeri geliyor  polis sorgusu, ardından adliyenin yol...