23 Haziran 2020 Salı

KENDİMİZİ ELEŞTİRMEDEN HENDEĞİ ATLAYAMAYIZ https://almanyalilar.com/2020/06/21/hueseyin-habip-taskin-kendimizi-elestirmeden-hendegi-atlayamayiz/?fbclid=IwAR3iQt41LesLNYXyNxSGxXiSBWD4V0AfuZ2PVAyLP3-pPpNPgHnMHeMvBp8

Hüseyin Habip Taşkın


Erdal Boyoğlu’nun Ölümden Öte Sol İçi Şiddeti Sorgulamak Ve Aşmak adlı kitabı Belge Yayınları’ndan çıktı. Belirli insanlarla sözlü tarih çalışması yapıp, sorular yönelterek yanıtları alan Boyoğlu, kendi yaşadığı sol içi ölümlerle akrabalarını kaybettiği için bu sorunla yüzleşerek cevaplar aradı.

Türkiye solu dediğimiz örgütler-partiler kendi içinde infazlarla dolu bir süreç yaşadı. (12 Eylül öncesi 1975-80 arası 118 devrimci öldürüldü)  Sol içi çatışmalarla-çatışkılarla yüzleşmemiz gerekiyor. Biz Sosyalistler olarak birçok konuyla olduğu gibi bu sorunla da hesaplaşmamız gerekiyor.

Sol içi öldürmeler, halkla devrimciler arasında en büyük çelişkiyi yaratmıştır. Solun birbirine karşı izlediği düşmanca tutum ve davranışla devrimin ve zaferin ne marşı söylenir ne de şarkısı.  

Bugün sosyalistler kısır döngüden çıkamıyorsa kendi içlerinde yüzleşme yapamadıklarındandır. “Ben hareketime toz kondurmam”, ‘’benim partim-örgütüm en doğru, en devrimci’dir’’ mantığı bugünde devam ediyor. Bugün, devrimciler arasında istenilen bir dayanışma kültürü gelişmemiştir.

Erdal Boyoğlu’nun sosyolojik boyutuyla ele altığı sorgulama kültürü çok değerlidir. Önümüzü görerek birçok konuyu aşmamızın yegâne koşulu siyaset sosyolojisi ile yüzleşmeliyiz. Yıllar geçsede bir özür dileme kültürünü sergileyebilmeliyiz. Ben birebir yaşadığım bir olayı anlatarak giriş yapmak istiyorum:

1978 yılı ilk ayları olabilir, öyle hatırlıyorum.   İzmir Balçova’da Halkın Kurtuluşu ile Devrimci Yol’un arasında bir  soğukluk girmişti. Her iki grup arasında bir şeyler doğru gitmiyordu. Gitmediği gibi her gün derinleşen bir hoşgörüsüzlük vardı.  Kendi derneğimizde(Devrimci Yol’a ait dernek) tansiyonu düşürmek için bir toplantı yaptık. Bende dâhil olmak üzere dört kişi  sol içi ilişkilerin daha hoşgörülü ve ne olursa olsun konuşmamızın gerekliliğini  savunduk. Bu görüşlerimizden dolayı biz muhalefette kalmış olduk.

Bilimsel sosyalizme ait kitapların, romanların bulunduğu ve Devrimci Yol dergisini sattığımız bir yerdi.  Hemen altımızda Halkın Kurtuluşu dergisi taraftarı olan bir kişiye ait sandviç büfesi vardı. İki dergi grubu arasında olan soğukluk  İster istemez  bu arkadaşımızın büfesine kadar  yansımıştı.Bir gün nasıl olduysa burada bulunan insanlar arasında bir kavga başladı.  İnsanlar birbirine girdi.

Bu arada Halkın Kurtuluşu’ndan Şazıman Kansu bana doğru koşmaya başladı. Dışarıda bulduğum tahta sandalyeyi kaptığım gibi hafifte deyse vurdum. Her ne kadar elleriyle tutmaya çalıştı ama gözlüğü o ara yere düştü. Yere dizlerin üstüne çökerek elleriyle gözlüğünü aramaya başladı.

O an şaşkındım. Ne yaptığımı düşünürken bende yere çömelip gözlüğünü bulup kendisine verdim. Gözlük numarası çok büyük olduğu için gözlüksüz bulamadı düşürdüğü gözlüğü. Bu durumdan dolayı hem utandım hem de çok duygusallaştım ve kendisinden özür diledim. Şazıman bana “Önemli değil “dedi. Ve  ortanca ağbimle  onu kollarından tutup ayağa kaldırdık.

Az ilerimizde tabancalar patladı ve yaralanlar oldu. Bu olay bir çoklarımızı deşifre ettiğinden dolayı cezaevine düşenlerimiz oldu. Bir kişi de aranmaya başladı bu olaydan dolayı. Sanırım bir yıl olmamıştı. O kişi de yakalandı ve  cezaevine girdi.

“Neden, Niçin Ne oldu da Sol gruplar arasında ki çatışmalar hız kazandı. Devrimciler niye birbiriyle kavga ediyorlardı? Niçin birbirlerinden devrimci öldürüyorlardı? Neden birbirlerine tahammül edemiyorlardı? Bu kavgalar ve bu öldürmeler halk arasında bir karşılığı var mıydı? Bu sol içi çatışmalardan dolayı halk devrimcilere güven mi duyuyordu? Halktan insanlar akın akın devrimci safları mı çekiliyordu? Hayır. Peki neden bu olumsuzluklardan bir ders çıkarılmıyordu.

Kanayan yaramız çok fazla. Dolayasıyla cezaevinde yaşadığım bir olayı da yazmak istiyorum. Çanakkale Özel E Tipi Cezaevinde Devrimci Sol davasından dokuzuncu koğuşta yatıyorum. Asıl olay burada! Tuvalete yakın yerde ranzam vardı. Arkamda Halkın Kurtuluşu’nun yattığı bölüm vardı. Şazıman Kansu karşı ranzada. Şazıman’ı görünce bende renk menk kalmadı. Utandım. Mümkün olduğunca onun ranzasının önünden geçmiyordum.

Bir gün ranzasının önünden geçerken cesaretimi topladım ve onunla sohbete başladım. Balçova’dan oradan buradan söz ettik ama beni tanıyamadı. Bir gün Tuvalete girdiğimde tıraş oluyordu. Kaçak kullandığımız su ısıtıcısıyla su ısıtılarak banyo yapanların suyundan içerisi buharlaşmıştı. Şazıman’ın üzeri çıplaktı. Aynayla dip dibe olup yüzünü tıraş ediyordu.  Orada kamburunu gördüm ve az yanaşıp onun ön yüzünü görecek pozisyona geldiğimde göğsünün ileriye doğru olduğunu da görünce moralim hepten bozuldu. Bu bedensel özürünü görünce  “Ben ne yapmışım?” diye içimden geçirdim.

Şazıman Kansu’nun kaldığı komündeki arkadaşlarına geçmişte yaşadığımız bir konu var. O konuyu açıp, Şazıman’dan  “Özür dileyeceğim ama yanımda olur musunuz?” Bana şu yanıtı verdiler: “Şazıman iyi değil, zamana bırakalım.”

Kısa bir süre sonra Şazıman rahatsızlandı ve hastaneye kaldırıldı. İstanbul Askeri Hastanesine gittiğini duydum. Hepimiz onun durumunun iyi olmadığını biliyor, fakat dillendiremiyorduk. 

Turgut Özal iktidarında pişmanlık yasası çıkmıştı.  Şazıman Kansu’nun bir mektubu gelmişti ve bu mektup tüm devrimci koğuşlara gönderildi. Mektubu okumayan kalmadı. İçeriğinde, üst rütbeli bir doktor kendisine: “Pişmanlık yasasından faydalanırsan senin tedavine başlarız, kurtarırız.”demiş. Şazıman gayet kendinden emin bir şekilde şöyle yanıtlıyor: “Ölürüm de pişmanlık yasasından faydalanmam.”  

Sanırım birkaç ay geçmişti; sloganlar başladı. Şazıman Kansu yaşama veda etmişti.  Bana gelince sloganı atıp atamadığımı bilemiyorum. Bildiğim gözyaşlarımın boşaldığıdır.

Bu yüzleşme, bu özür dileme yazıma tepki verenlerimiz olacaktır. Tepki vereceklere bir önerim olacak. Öncelikle sol içi çatışmanın, ölümlerin, yaralanmaların, kol bacak kırmaların ve kendi içindeki infazların sorgulanmasını bir kez daha düşünmelerini istiyorum.

Aynı cezaevinde bir olaya tanık olmuştum. İGD’li bir arkadaş bölgesinden DY’li birini vuruyor ve ölümle sonlanıyor. İstanbul’dan sevk gelmişti. Aynı bölgeden DY’li birisi ve birbirlerini çok iyi tanıyorlardı. O an İGD’li arkadaşın suratında okunacak birçok konu vardı. DY’li arkadaşın suratı da pek farklı değildi.

Araya koğuş mümessillerinin girmesiyle ikisinin katılımıyla bir toplantı yapıldı. Sanırım ortalığı yatıştırmaydı. Sonrasında bir sorun yaşanmadı.

Sizlere bir anımı da aktarmak istiyorum: Devrimci Yol’dan ayrılıp Devrimci Sol’a geçmiştim.  Balçova’nın eski postanesinde yeni gelen DY sorumlusu beni, daha önce mücadele verdiğim birkaç arkadaşımla etrafımı çevirdi. Konuşma sonucunda suratıma hafif bir yumruk yedim. Aslında yumruk istemeye istemeye atıldı. Görev yerine gelsin içindi.  Yanındaki arkadaşlarım ona tepki gösterdiler. Beni alıp bir kahveye götürüp çay içip konuştuk.

Sonrasında o civarda işim olduğunda o arkadaşlarım beni koruyan arkadaşlarım olmuştu. Hani Halkın Kurtuluşu ile soğukluğun kalkmasını isteyenler vardı ya…

Yıllar sonra bana yumruk atan arkadaşımla ailelerimiz görüşmeye başladı. Konuyu hiç açmadık. İçinde ezikliği yaşadığına inanıyorum. Arkadaşım kalp krizi sonunda yaşama veda etti.

Erdal Boyoğlu’nun Ölümden Öte Sol İçi Şiddeti Sorgulamak Ve Aşmak adlı kitabı bir başlangıçtır. Ben yaşadığımı yazdım.

Türkiye sosyalistleri olarak dünümüz ve bugünümüz ile yüzleşmeliyiz. Neden? Toparlanamıyoruz. Çoğalamıyoruz. Dayanışma içinde olamıyoruz. Niçin yan yana gelemiyoruz?

Ben hiçbir sosyalist hareketten değilim. Ama sosyalizme inanan bir insanım. Emekden yana olan güçlerin dergisi, gazetesini okumalıyız. Yazılanlara katılmazsak da yazılanlara saygı duymalıyız, sert ve yıpratıcı tavır içinde olmamalıyız.

Siyasi ayrılıklarımız siyasi zenginliğimiz olmalı.  Bu bizim bilgi sosyolojosine olan saygımızdır. Siyaset bilimi ışığında emekten yana olan güzelliklerimizin bizleri biraraya getireceğine inanıyorum.

Bir Mayıs işçi bayramlarında gözlemlediğim birçok genç arkadaşım o bu şu sosyalist hareket içinde yürüyor. Sonraki günlerde bu gençler yürüdükleri hareketlerin içinde yer almıyor. Neden? Sorusunu hepimiz kendimize sormalıyız?

Grup Yorum, Kızıl Irmak, Kardeş Türküler, Ali Asker ve diğer grupları dinlemeye gelen gençlerimiz var. O duyarlılığı gösteren gençler neden kazanılmıyor devrimci kurumlara? Kitlelerle kuramadığımız ilişkilerden dolayı kendimizle yüzleşmeliyiz, hesaplaşmalıyız, sorgulamalıyız? Sosyolojik olarak bunun nedenlerini araştırmalıyız.

Bir konuya da değinmek istiyorum; yazı atölyemize, atölyelerimize gelen gençleri kalıcılaştırmanın yolunu gençlerle birlikte çözüm aramalıyız. Kuşaklar arasında bir çatışmamı var, bunun nedenleri üzerine bir anket çalışması yapabilir miyiz? Gençlere soralım ne istiyorlar kurumlarımızdan. 

Mücadeleyi sürdürmeliyiz ama kendimizle yüzleşerek, hesaplaşarak ve de sorgulayarak.  Hatalarımızın hesabını hem duyarlı bireyler olarak hem de siyasi hareketler olarak vermeliyiz. 

Dar olsun benim grubum olsun hesabı tutmuyor. Nereden nereye geldik hep beraber bir bakalım?

13.06.2020

Not:
Sol içi şiddetin sosyolojik nedenleri üstüne durmayı yararlı görüyorum. Erdal Boyoğlu'nun yaptığı sözlü tarih çalışması çok farklı kesimlerden sol sosyalist insanların düşüncelerini ortaya çıkarması ve konuşturması sol açısından çok önemli bir katkıdır. Teşekkür ediyorum Erdal Boyoğlu.

10 Haziran 2020 Çarşamba

GELECEĞİMİZİ, YAŞAMIMIZI BELİRLEYEN KİMLERDİR? http://www.realitehaber.com/2020/06/10/gelecegimizi-yasamimizi-belirleyen-kimlerdir/?fbclid=IwAR3z5kFVWR6i3e4m2K5lE02XRjhlSvd6EVEh4oaKGiCBW6kCN1hMSjx59us


Hüseyin Habip Taşkın
Dünyayı yönetenler, savaş çığırtkanlığı yapanlar, sömürenler, her türlü puştluğu yapanlar yalancı ve sahtekârdır.  Dünüyle bugünüyle oynanan oyun aynıdır. Teknoloji değişime uğruyor. İnsanlar toprağa karışıyor. Yerine yeni oyuncular geliyor. Halkları uyutmak için bolca nutuk çekiyorlar.
Emperyalizm var olduğu sürece, karşısında muhalefet gücü oluşturulmadığı zaman halkların tepesine her türlü iğrenç oyunlarıyla binecektir. Ülkemizde düzen yani işleyiş emperyalizmin denetiminde yapılmaktadır.
Türkiye NATO’ya 18 Şubat 1952 yılında girdi.  Girmesiyle birlikte 1967-1968 arasında süttozu okullara gönderildi.  Süttozları çuval çuval günlerce ders aralarında kazanlarda kaynatılıp öğrencilere içirtildi. Okul müdürleri ve öğretmenleri çoğunlukta “Amerika ve emperyalizminin dost ülke ve müttefik” oluşunu öğrencilerine anlattılar.
Nato’nun karşısında SSCB vardı. ‘Doğu Bloku dedikleri.’ ABD ülkemizde askeri ve polis gücünü eline aldı. Geleceğin üst rütbelilerini hazırlamak için geri kalmış her ülkenin genç askeri ve polisini Komünizme karşı eğitime aldı. Bu eğitim aynı zamanda emperyalizmin çıkarlarını da koruma amaçlıydı.  Eğitime alınanların sayısı on ile belirlenmişti.
Köy Enstitüleri’nin yasaklanmasındaki amaç SSCB’yi örnek alması, bir öğretmenin birçok dalda bilgisi ile yeniliklere açık olmasıydı. Bu öğretmenler tehlikeliydi.
Gelelim Emperyalizmin ülkemizdeki yapmış olduğu faaliyetlere; Komünizme Karşı derneklerin örgütlenmesi, buna yatkın olanların üst kademesini oluşturan kişilerin eğitilmesi. Parasal anlamda desteklenmesi, her türlü olanaklar diyeyim. Daha bitmedi Kontrgerilla faaliyetleri ülkemizde devrimcilerin, aydınların, gazetecilerin, ördürülmesi burada MHP’nin Ülkü Ocakları Derneği devreye giriyor.  Katliamlar ardı ardına yaşanıyor. Maraş, Çorum, Malatya gündeminde Aleviler, devrimciler, Kürtler başta olan hedeflerdir.
Ülkemizde ardı ardına askeri darbeler yaşandı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi geldiğinde, “Bizim çocuklar başardı.” Diyen  “1970’li yıllarda CIA’nin Türkiye Şefi olan Paul Henze, ABD Başkanı Jimmy Carter’a “Bizim çocuklar başardı” diye haber vermişti. ‘Stav.Org’
12 Eylül 1980’den sonraki yıllarda askeri darbecilerin güdümünde partiler kuruldu. Milletvekili olacaklar. Darbecilerin onayıyla seçildi. Milletvekilliği veto edilenler oldu.  ABD’ye icazet almaya gidenler oldu.
Bülent Ecevit’in, İhsan Sabri Çağlayangil’in gerek söyleşilerinde, çıkarmış olduğu kitaplarda ilgi çeken şudur:
“MiT'in maaşını 1973'e kadar CIA ödedi
Bu iddia dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil'e ait. Çağlayangil'e göre 1973'e kadar ABD gizli servisi CIA ile MİT birbirine göbekten bağlıydı...” Takvim Gazetesi
Ecevit’in anılarında, (26 Ocak 1974 - 17 Kasım 1974). Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan tarafından kurulan CHP ve MSP koalisyon hükûmeti zamanına kadar Askeriyenin maaşı Amerika tarafından ödendiğidir.
Burada bir zaman dilimine dikkatlerinizi çekmek istedim. Buradan yola çıkarak bugünü değerlendirebilirsiniz? Hani seçimlerde o, bu, şu partiye oy veriyoruz vermesine ama bizi asıl kimler yönetiyor?
Amerikan ve diğer emperyalist ülkeler içimizde olduğuna göre, TBMM sizce bağımsız mıdır? İktidarlar, koalisyon hükümetleri nasıl ve kimlerin yönlendirmesiyle Türkiye’nin ekonomisine, kültürüne, sosyal yaşantısına yön vermeye çalışıyor? Ya da çalışıyorlar? Diyeyim. Bugünkü gelinen durum nedir?
Dünüyle bugünüyle mevcut partiler sizce özgür düşünceleriyle mi hareket ediyorlardır?
Daha doğrusu emperyalizme ve faşizme karşı tüm dünya halklarının birlikte mücadele etmesinin koşulları yaratılmalıdır. Asıl muhalefet halk ve halklardır.

08.06.2020


3 Haziran 2020 Çarşamba

İlkses Gazetesi ile röportaj https://www.facebook.com/photo.php?fbid=2946552188761748&set=a.485743431509315&type=3&theater&ifg=1

Aziz Nesin’in sözü edebiyata kapı açtı!
12 Eylül döneminde cezaevindeyken Aziz Nesin’in bir sözü üzerine edebiyata adım atan Yazar-Şair Hüseyin Habip Taşkın, yazdığı kitaplarla günümüz edebiyatına katkıda bulunuyor

Aziz Nesin’in sözü edebiyata kapı açtı!
ONURHAN ALPAGUT-RÖPORTAJ
Yazar-Şair Hüseyin Habip Taşkın ile yazarlık ve kitapları üzerine konuştuk. İlk kitabı ‘Canımın içi Bak Hele’ (şiir) kitabı 2013 senesinde yayınlanan yazar, ardından ‘Kadın Olmak Zor’, ‘Neydi Birlikte Yaşadıkları’, ‘Sen Oradaydın’ ve son olarak bu sene ‘Ege’den Hemşin’e’ adlı kitaplara imza attı. Yazarın ayrıca internet üzerinde realitehaber.com ve Almanyalılar.com adresinde yazıları ve makaleleri yayınlanıyor.
Yazar olma süreciniz nasıl gelişti? Hikâyeniz nedir?
Geçmişe dönüp baktığımda 12 Eylül 1980 askeri darbesinde Çanakkale cezaevinde aklıma bir düşünce gelmişti: Yıllar öncesinde  ‘yaşadıklarımı geleceğe aktarmalıyım.’ Nasıl ve nereden başlayacağımı bilemiyordum? Bir gün Aziz Nesin’in televizyon programında, aklımda kaldığı kadarıyla; ‘Türkiye halkının çoğunluğu şiir yazmaktadır.’ cümlesinde ‘Bende şiir yazarım’ düşüncesiyle başlangıcı yaptım. Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Nevzat Çelik, Can Yücel ve birkaç yazarın nasıl şiir yazdıklarına baktım. Çevremde şair olanlara danıştım. Yüzeysel anlatımla biten ve bilgi vermeyenlerde çıktı. İlk şiirim Güney Kültür Sanat Dergisinde çıktı. Canımın İçi Bak Hele (Şiir) 2003 yılında çıktı.  ‘Şiir kitabım çıktığında kitlelere nasıl ulaşırım?’ diye çok kez düşündüm. Makale yazmada karar verdim. Birçok sanat ve edebiyat dergilerinde şiirlerim, öykülerim çıktı. Üç gazetede makale yazılarım yer aldı. İnternet üzerinden realitehaber.com’da makale yazılarım çıkıyor. Almanyalılar.com’da edebiyat üzerine yazılarım çıkıyor. Edebiyat çalışmalarım Yazarevi Topluluğu Derneği’nde birkaç yıl grup halinde çalışmalarımız oldu. Tüm Emekli Sen Bornova Edebiyat atölyesinde çalışmalarımız devam ediyor. Birde Sevim Korkmaz Dinç eşliğinde beş kişiden oluşan edebiyat çalışmalarımız devam ediyor. Koronavirüs aramıza girince çalışmalarımıza ara vermek zorunda kaldık. Ege 78’liler Sanat Ve Edebiyat Grubu adı altında etkinliklerimiz, bazen ortaklaşa yapılan etkinliklerimiz oluyor.

 Kitaplarınızı ortalama ne kadar sürede tamamlıyorsunuz?
İlk önceleri öyküler üzerinden yazdığım yazılarım vardı. Yıllar sonra yazdığım kitaplarıma bu öyküleri konumlarına göre dağıttım. Ya da bir öykü okunması adı altında kitabıma aldım. Kitap yazma süreci üç yılımı alıyor. İlk önce taslağı ortaya çıkıyor. Belirli aralıklarla yazdığımı bekletiyorum. Sonrada baştan okuyup düzeltmeleri yapıyorum. Sonrasında iki arkadaşıma yolluyorum ve düşüncelerini alıyorum.
Yazmaya nasıl başlıyorsunuz? Sizi ne gibi durumlar yazmaya teşvik ediyor?
Yaşanmışlıkları ele alıyorum. Kişilerin anlatımından, olan olaylardan malzeme çıkıyor. Daha doğrusu malzemesi bol ülkeyiz. Yeter ki yazdığını okuyucuya sunmasını bil. Örneğin bir makale ya da öykü yazacağım. Kafamda neyi yazmalıyım? Diye bir iki gün düşünüyorum. Üç aşağı beş yukarı konu belli oluyor. Yazmaya başlıyorum. Kısa zamanda düzeltiyorum. Hazır ise internet ortamından yayınlansın diye gönderiyorum.
Size göre yazmak bir yetenek mi yoksa sonradan geliştirilebilir bir durum mu?
Her ikisi de olabilir.  Ben 78‘liler diye adlandırılan kuşağın genç delikanlısıydım. Devrim yapacağız diye okuluma devam etmedim. Yıllar birbirini kovaladı. Bende olmayan bir özelliği yazarlığı ortaya çıkardı. Edebiyat üzerine eğitim görseydim daha iyi olurdu. Yazarların çoğunda bencillik hakimdir. Ben olgusunu taşıyan içi boş yazarlarımız vardır. Bildiğini paylaşmayan, yol göstermeyen, benden iyi olmasın diyenler piyasada vardır. Ben toplumsal düşünceyi savunuyorum. Bizlerden daha iyi edebiyat yapanlar çıkacaktır. Önlerini açmamız gerekiyor. Deneyimlerimizi aktarmamız gerekiyor. Kapitalizme karşı bencilliği değil birlikte hareket etmeyi, paylaşmayı yaratmalıyız.
Yazdıklarınızda sizi ne kadar görüyorsunuz?
Yazdığım öykü, şiir, romanda ister istemez ağırlıklı kendimi gördüğüm oluyor. Yaşadığımız coğrafyada yazmak için malzeme bolluğu çoğunluktadır. Gerek tanık olduğumuz olaylar ya da birilerinin anlatmış olduğu olayda, olayın içindeysek eğer nereden bakarsanız bakın yazmamızda etkili olur. Yazarken bir taslak çıkarsam da o taslak tam olarak istenilen hedefi tutmaz. İçerisine kurgu, heyecan, betimleme, alegori ve ister istemez diğer faktörlerde girer.
Bugüne kadar çıkan kitaplarınız bize kısaca sözeder misiniz?
Canımın İçi Bak Hele (Şiir) 2003 yılına aittir. Tek tük şiir yazsam da asıl hedefim roman yazmaktır. Kadın Olmak Zor 1. Baskı 2005, 2. Baskı 2014. Kitabım öykülerden oluşmaktadır. Bir şiirim kitabımın içinde yerlerini buldu. Ben öyküleri verdiğim Turabi Saltık’a bakmasını istedim. Bana dönüş yaptığında “Bunları birbirine yedirerek roman yapalım?” önerisinde bulundu. Kabul ettim.  Kendisine teşekkür ederim.  İkinci baskısı çıkmadan önce Ali Fuat Karaöz gereken düzeltmeleri yaptıktan sonra kitap basıma girdi. Kendisine teşekkür ederim. Neydi Birlikte Yaşadıkları 2016 yılında yayınlandı. Turabi Saltık düzeltmeleri yaptı. Kendisine teşekkür ederim. Öykülerden oluşma ve romana dönüştürüldü. Sen Oradaydın 2019 yılı La Yayınları’nın kuruluşu olan İMLA yayınlarından çıktı. Necmettin Yalçınkaya’nın emeği bu kitapta büyüktür. Kendisine teşekkür ederim. Sen ismini bilinçlice koydum. Cinsiyet ayrımı yapmadan bir kişinin evinden, sorgulamaya alınışı, mahkemeye çıkarılıp cezaevine konulması diye uzayıp gidiyor. Kitabımın geleceğe tarihi bir belge olarak kalacağına inanıyorum. Ege’den Hemşin’e 2020 en son yayınlanan kitabımdır. Emeği geçen Necmettin Yalçınkaya’ya, Nejla Arslan’a, Ahmet Batmaz’a teşekkür ederim.
Türk toplumunun yeterince okuduğunu düşünüyor musunuz?
Üzülerek hayır diyorum. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra okuma oranı bilinçlice düşüşe geçirildi. Bunun nedenleri Türkiye’deki insanlar postalların altında ezildi. Baskı ve şiddet arttı. Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir ayağı kültür yapısının bozulmasıdır. Ülkemizde bunu başardılar.
İzmir Tüyap'a katıldınız mı? İzlenimleriniz nedir?
Tüyap’a bir kez katılmıştık. Bu işlerde torpil gerekiyor. TÜYAP İzmir Kitap Fuarı açılışında yirmi ya da yirmi beş kurum ile Tüyap ve İzmir Büyükşehir Belediyesini tutumundan dolayı eleştirmiştik. Bizler kitaplarımızın satışını kapı girişinden az ötede yapmıştık. İlk önceleri kitap fuarına İzmir’deki tüm kurumlar katılıp kendilerini tanıtıyorlardı. Tüyap’a organize devri olunca kitle örgütleri bir bir tasfiye olundu. Olmaya devam ediyor.
Hedefleriniz nedir? Amaç edip ulaşmak istediğiniz bir nokta var mı?
Hedefim vardır. Toplumsal bir yapıyla sanat ve edebiyat alanında emek verenleri bir çatı altına toparlayıp, birlikte paylaşarak hareket etmektir. Bireyselliğe yer vermiyoruz. Biz olmalıyız.  Yer sorunumuz olduğundan Yörüklerin göç ettikleri gibi bizde yer arayıp duruyoruz. Bunlar parasal işlerdir. Yinede birçok etkinlik yaptık. Ege 78’liler Sanat Ve Edebiyat Grubu, İzmir Yazarevi Derneği, Mine Bademci Kültür Sanat Derneği ortaklaşa etkinlikler yapmıştık. Ege 78’lilerin tek başına yapmış olduğu etkinlikler oldu. Bornova Tüm Emekli Sen Edebiyat Atölyesi olarak etkinliklerimiz oldu. Kafelerde etkinliklerimiz oldu. Birçok yazar ve sanatçı arkadaşlarımızla tanıştık. Birbirimizi etkinliklere taşıdık. Korona virüs olayından sonra yönetimi genişletmeyi ve iki kadın yazar arkadaşımızı aramıza katıp yolumuza devam etmeyi düşünüyoruz.
GEÇMİŞE YOLCULUK…
Son kitabınızdan söz edecek olursanız bize neler söylersiniz?
Son yayınlanan kitabım Ege’den Hemşin’e Bayındır ayağında Romanlara ve Tahtacı Alevilere karşı bir toplumun bakış açısı ortaya koyuluyor. Balçova ayağında devrimci mücadelenin yaşandığı yer ve yaşlılığa giden yolda konuşmalar yer alıyor. Rize Hemşin Badara ayağında İshak’ın ailesinin üstünü örtmüş olduğu, kapattığı biz kimiz? İle diğer tanık olduklarını ve kendisine söylenen sözlerle geçmişe yolculuk yapmasını anlatıyor.
SÖMÜRÜLÜYORUZ
Türkiye’de bir kitap yayınlamak zor mu?
Şimdi hepten zordur. Dört beş bin ve yukarıya giden rakamlar var. Yazar buradan para kazanamıyor. Bırakın masrafını kendi cebinden harcıyor. Elinde olan diğer yapıtını bastıramıyor. Devletin desteği bu noktada yoktur. Kapitalizm, popüler sanatçıları öne çıkartarak, kitaplarını sattırıyor. Kapitalizme karşıyım ve fırsat eşitliği olmalıdır. Sesimizi duyururken birleşerek çoğalmamız gerekiyor. Emeklerimiz açıktan çalınıyor. Sömürülüyoruz.
BULAŞIK YIKADIM
Bir yazarın sadece yazdığıyla yaşamını idame ettirmesi mümkün mü? Düşünceleriniz nedir?
Popüler sanatçılar haricinde, bizlerin geçinmesi söz konusu olamaz. Taşeron firmasında temizlik işçisi olarak mutfakta çalıştım. Sonrasında Nordshild adında Klap bar dedikleri yerde emeklime kadar bulaşık yıkadım. Emekli olduktan sonra dört buçuk yıla yakın Alsancak Kıbrıs şehitlerinde Kuru fasulyecinin broşürünü dağıttım. Şu anda bir yazar arkadaşımla Haftanın üç gününde üç saatlik bir broşür dağıtım işimiz vardır.

2 Haziran 2020 Salı

DÜNYADAKİ ÜLKELER VE TÜRKİYE FAŞİZMLE YÜZLEŞMELİDİR http://www.realitehaber.com/2020/06/02/dunyadaki-ulkeler-ve-turkiye-fasizmle-yuzlesmelidir/?fbclid=IwAR3OGx_4c3H4p_RSqy275lKH0otf2XIjLNLRDJifTxjKi5IQDeXjIidxKPc


Dünya dönüyor dönmesine ama ırkçılık dünya üzerindeki ülkelerde az ya da çok vardır. Irkçılık emperyalist, kapitalist, geri kalmış, yarı feodal, yeni sömürgeci ve benzeri ülkelerde taban bulmaktadır. Daha doğrusu ırkçılığın taban bulmasında devlet yönetimi, ideolojisi önemli rol oynar.

Amerika’da ten rengi siyah olanlar faşistlerin hedefindedir. Polislerin baskısı ara sıra öldürmeyle bitiyor. Amerika sözde demokrasi ile yönetiliyor. İyi ki cep telefonları ve diğer kamera aletleri vardır. Anında dünya olanı biteni görüyor.
“ABD'nin Minnesota eyaletine bağlı Minneapolis kentinde polis, George Floyd adlı siyah yurttaşı dakikalarca işkence edip boğarak öldürdü. Kurbanın, yaşananlara tepki gösterenlerin kaydettiği görüntülere yansıyan "Nefes alamıyorum" sözleri, 2014'te polis tarafından benzer şekilde öldürülen Eric Garner'ı hatırlattı.” Evrensel Gazetesi
Gelelim Türkiye’ye; yıl 1966 benim çocukluğum ve ben altı yaşındayım. Ege’den Hemşin’e adlı kitabımda Bayındır – İzmir’de Tahtacı Alevilere, Romanlara ‘Çingenelere’ Kürtlere ırkçı söylemleri duyduğum yerdir. Doğu Karadeniz’de ana dillerini koruyan Lazlar, Gürcüler, Ermeniler, Rumlar varlıkları inkâr edilir. Türkiye’nin genelinde inkâr edilir ve yer isimleri, kişinin adı ve soyadı yerli ve milli olmalı anlayışı hâkimdir. Burada konuyu uzunlamasına anlatmayacağım.
Günümüz Türkiye’sinde Alevilere, Romanlara, Kürtlere, Ermenilere, Rumlara ve diğer halklara her türlü hakaret serbesttir. Linç girişiminde bulunmak, öldürmek serbesttir.  
Türkiye tarihine baktığımızda katliamlarda ırkçılık, faşizm kokar. Maraş, Çorum, Malatya, Sivas’ta Madımak, Gazi Mahallesi, Roboski ve uzunca bir liste karşımızda duruyor.
Musa Anter, Vedat Aydın, Hırant Dink, Tahir Elçi Türkiye’de öldürülen düşünce insanlarıdır. Aynı zamanda Türkiye vatandaşlarıydılar. Türk, Kürt, Ermeni, Yahudi, Rum, Süryani ya da başka halklardan olmak suç değildir. Barış Çakan Kürtçe müzik dinlemekten öldürüldü.
Her linç girişiminde, öldürmede, katliamda devletin başındaki her iktidar, koalisyon hükümetleri, askeri darbeciler kendilerini aklama yönüne giderler.
Şunu anlatmaya çalışıyorum; bir dil bir insandır denmiyor mu? Deniliyor. Allah herkesi bir yarattı denmiyor mu? Deniliyor. Ana dillerden, ten renginden korkmayın. Çoklu diller zarar getirmez aksine birbirimize kaynaştırır. İngilizce, Fransızca ve Almanca bu ülkede konuşulabilir. Diğer diller kaka dillerdir diyen, dedirten bir düzene sahibiz.
Hepimiz İnsanız ve birer canız. Sorunlarımız aynıdır.
İnsanım diyen ve sosyalistlerin görevlerinden biriside halkların ana dillerine, kültürlerine sahip çıkması ile bir arada yaşamayı, birlikte hareket edip üretilenleri paylaşmayı, insanca bir düzen içinde silahsız, kavgasız yaşamayı ve diğer insani görevleri yerine getirmeyi hedeflemeliyiz.
Faşizmle yüzleşmeliyiz.
Hüseyin Habip Taşkın
01.06.2020

SIRANIZI BEKLEMEK İSTEMİYORSANIZ...

     Seçimleri sorgulamamız gerekiyor. Hem seçim yapılıyor ve ardından Kayyım atanıyor.  Yeri geliyor  polis sorgusu, ardından adliyenin yol...