Erdal
Boyoğlu’nun Ölümden Öte Sol İçi Şiddeti Sorgulamak Ve Aşmak adlı kitabı Belge
Yayınları’ndan çıktı. Belirli insanlarla sözlü tarih çalışması yapıp, sorular
yönelterek yanıtları alan Boyoğlu, kendi yaşadığı sol içi ölümlerle
akrabalarını kaybettiği için bu sorunla yüzleşerek cevaplar aradı.
Türkiye
solu dediğimiz örgütler-partiler kendi içinde infazlarla dolu bir süreç yaşadı.
(12 Eylül öncesi 1975-80 arası 118 devrimci öldürüldü) Sol içi çatışmalarla-çatışkılarla yüzleşmemiz
gerekiyor. Biz Sosyalistler olarak birçok konuyla olduğu gibi bu sorunla da
hesaplaşmamız gerekiyor.
Sol
içi öldürmeler, halkla devrimciler arasında en büyük çelişkiyi yaratmıştır.
Solun birbirine karşı izlediği düşmanca tutum ve davranışla devrimin ve zaferin
ne marşı söylenir ne de şarkısı.
Bugün
sosyalistler kısır döngüden çıkamıyorsa kendi içlerinde yüzleşme
yapamadıklarındandır. “Ben hareketime toz kondurmam”, ‘’benim partim-örgütüm en
doğru, en devrimci’dir’’ mantığı bugünde devam ediyor. Bugün, devrimciler
arasında istenilen bir dayanışma kültürü gelişmemiştir.
Erdal
Boyoğlu’nun sosyolojik boyutuyla ele altığı sorgulama kültürü çok değerlidir.
Önümüzü görerek birçok konuyu aşmamızın yegâne koşulu siyaset sosyolojisi ile
yüzleşmeliyiz. Yıllar geçsede bir özür dileme kültürünü sergileyebilmeliyiz.
Ben birebir yaşadığım bir olayı anlatarak giriş yapmak istiyorum:
1978
yılı ilk ayları olabilir, öyle hatırlıyorum.
İzmir Balçova’da Halkın Kurtuluşu ile Devrimci Yol’un arasında bir soğukluk girmişti. Her iki grup arasında bir
şeyler doğru gitmiyordu. Gitmediği gibi her gün derinleşen bir hoşgörüsüzlük
vardı. Kendi derneğimizde(Devrimci Yol’a
ait dernek) tansiyonu düşürmek için bir toplantı yaptık. Bende dâhil olmak
üzere dört kişi sol içi ilişkilerin daha
hoşgörülü ve ne olursa olsun konuşmamızın gerekliliğini savunduk. Bu görüşlerimizden dolayı biz
muhalefette kalmış olduk.
Bilimsel
sosyalizme ait kitapların, romanların bulunduğu ve Devrimci Yol dergisini
sattığımız bir yerdi. Hemen altımızda
Halkın Kurtuluşu dergisi taraftarı olan bir kişiye ait sandviç büfesi vardı.
İki dergi grubu arasında olan soğukluk
İster istemez bu arkadaşımızın
büfesine kadar yansımıştı.Bir gün nasıl
olduysa burada bulunan insanlar arasında bir kavga başladı. İnsanlar birbirine girdi.
Bu
arada Halkın Kurtuluşu’ndan Şazıman Kansu bana doğru koşmaya başladı. Dışarıda
bulduğum tahta sandalyeyi kaptığım gibi hafifte deyse vurdum. Her ne kadar
elleriyle tutmaya çalıştı ama gözlüğü o ara yere düştü. Yere dizlerin üstüne
çökerek elleriyle gözlüğünü aramaya başladı.
O an
şaşkındım. Ne yaptığımı düşünürken bende yere çömelip gözlüğünü bulup kendisine
verdim. Gözlük numarası çok büyük olduğu için gözlüksüz bulamadı düşürdüğü
gözlüğü. Bu durumdan dolayı hem utandım hem de çok duygusallaştım ve
kendisinden özür diledim. Şazıman bana “Önemli değil “dedi. Ve ortanca ağbimle onu kollarından tutup ayağa kaldırdık.
Az
ilerimizde tabancalar patladı ve yaralanlar oldu. Bu olay bir çoklarımızı
deşifre ettiğinden dolayı cezaevine düşenlerimiz oldu. Bir kişi de aranmaya
başladı bu olaydan dolayı. Sanırım bir yıl olmamıştı. O kişi de yakalandı
ve cezaevine girdi.
“Neden,
Niçin Ne oldu da Sol gruplar arasında ki çatışmalar hız kazandı. Devrimciler
niye birbiriyle kavga ediyorlardı? Niçin birbirlerinden devrimci
öldürüyorlardı? Neden birbirlerine tahammül edemiyorlardı? Bu kavgalar ve bu
öldürmeler halk arasında bir karşılığı var mıydı? Bu sol içi çatışmalardan
dolayı halk devrimcilere güven mi duyuyordu? Halktan insanlar akın akın
devrimci safları mı çekiliyordu? Hayır. Peki neden bu olumsuzluklardan bir ders
çıkarılmıyordu.
Kanayan
yaramız çok fazla. Dolayasıyla cezaevinde yaşadığım bir olayı da yazmak
istiyorum. Çanakkale Özel E Tipi Cezaevinde Devrimci Sol davasından dokuzuncu
koğuşta yatıyorum. Asıl olay burada! Tuvalete yakın yerde ranzam vardı. Arkamda
Halkın Kurtuluşu’nun yattığı bölüm vardı. Şazıman Kansu karşı ranzada.
Şazıman’ı görünce bende renk menk kalmadı. Utandım. Mümkün olduğunca onun
ranzasının önünden geçmiyordum.
Bir
gün ranzasının önünden geçerken cesaretimi topladım ve onunla sohbete başladım.
Balçova’dan oradan buradan söz ettik ama beni tanıyamadı. Bir gün Tuvalete
girdiğimde tıraş oluyordu. Kaçak kullandığımız su ısıtıcısıyla su ısıtılarak
banyo yapanların suyundan içerisi buharlaşmıştı. Şazıman’ın üzeri çıplaktı.
Aynayla dip dibe olup yüzünü tıraş ediyordu.
Orada kamburunu gördüm ve az yanaşıp onun ön yüzünü görecek pozisyona
geldiğimde göğsünün ileriye doğru olduğunu da görünce moralim hepten bozuldu.
Bu bedensel özürünü görünce “Ben ne
yapmışım?” diye içimden geçirdim.
Şazıman
Kansu’nun kaldığı komündeki arkadaşlarına geçmişte yaşadığımız bir konu var. O
konuyu açıp, Şazıman’dan “Özür
dileyeceğim ama yanımda olur musunuz?” Bana şu yanıtı verdiler: “Şazıman iyi
değil, zamana bırakalım.”
Kısa
bir süre sonra Şazıman rahatsızlandı ve hastaneye kaldırıldı. İstanbul Askeri
Hastanesine gittiğini duydum. Hepimiz onun durumunun iyi olmadığını biliyor,
fakat dillendiremiyorduk.
Turgut
Özal iktidarında pişmanlık yasası çıkmıştı.
Şazıman Kansu’nun bir mektubu gelmişti ve bu mektup tüm devrimci
koğuşlara gönderildi. Mektubu okumayan kalmadı. İçeriğinde, üst rütbeli bir
doktor kendisine: “Pişmanlık yasasından faydalanırsan senin tedavine başlarız,
kurtarırız.”demiş. Şazıman gayet kendinden emin bir şekilde şöyle yanıtlıyor:
“Ölürüm de pişmanlık yasasından faydalanmam.”
Sanırım
birkaç ay geçmişti; sloganlar başladı. Şazıman Kansu yaşama veda etmişti. Bana gelince sloganı atıp atamadığımı
bilemiyorum. Bildiğim gözyaşlarımın boşaldığıdır.
Bu
yüzleşme, bu özür dileme yazıma tepki verenlerimiz olacaktır. Tepki vereceklere
bir önerim olacak. Öncelikle sol içi çatışmanın, ölümlerin, yaralanmaların, kol
bacak kırmaların ve kendi içindeki infazların sorgulanmasını bir kez daha
düşünmelerini istiyorum.
Aynı
cezaevinde bir olaya tanık olmuştum. İGD’li bir arkadaş bölgesinden DY’li
birini vuruyor ve ölümle sonlanıyor. İstanbul’dan sevk gelmişti. Aynı bölgeden
DY’li birisi ve birbirlerini çok iyi tanıyorlardı. O an İGD’li arkadaşın
suratında okunacak birçok konu vardı. DY’li arkadaşın suratı da pek farklı
değildi.
Araya
koğuş mümessillerinin girmesiyle ikisinin katılımıyla bir toplantı yapıldı.
Sanırım ortalığı yatıştırmaydı. Sonrasında bir sorun yaşanmadı.
Sizlere
bir anımı da aktarmak istiyorum: Devrimci Yol’dan ayrılıp Devrimci Sol’a
geçmiştim. Balçova’nın eski postanesinde
yeni gelen DY sorumlusu beni, daha önce mücadele verdiğim birkaç arkadaşımla
etrafımı çevirdi. Konuşma sonucunda suratıma hafif bir yumruk yedim. Aslında
yumruk istemeye istemeye atıldı. Görev yerine gelsin içindi. Yanındaki arkadaşlarım ona tepki gösterdiler.
Beni alıp bir kahveye götürüp çay içip konuştuk.
Sonrasında
o civarda işim olduğunda o arkadaşlarım beni koruyan arkadaşlarım olmuştu. Hani
Halkın Kurtuluşu ile soğukluğun kalkmasını isteyenler vardı ya…
Yıllar
sonra bana yumruk atan arkadaşımla ailelerimiz görüşmeye başladı. Konuyu hiç
açmadık. İçinde ezikliği yaşadığına inanıyorum. Arkadaşım kalp krizi sonunda
yaşama veda etti.
Erdal
Boyoğlu’nun Ölümden Öte Sol İçi Şiddeti Sorgulamak Ve Aşmak adlı kitabı bir
başlangıçtır. Ben yaşadığımı yazdım.
Türkiye
sosyalistleri olarak dünümüz ve bugünümüz ile yüzleşmeliyiz. Neden?
Toparlanamıyoruz. Çoğalamıyoruz. Dayanışma içinde olamıyoruz. Niçin yan yana
gelemiyoruz?
Ben
hiçbir sosyalist hareketten değilim. Ama sosyalizme inanan bir insanım. Emekden
yana olan güçlerin dergisi, gazetesini okumalıyız. Yazılanlara katılmazsak da
yazılanlara saygı duymalıyız, sert ve yıpratıcı tavır içinde olmamalıyız.
Siyasi
ayrılıklarımız siyasi zenginliğimiz olmalı.
Bu bizim bilgi sosyolojosine olan saygımızdır. Siyaset bilimi ışığında
emekten yana olan güzelliklerimizin bizleri biraraya getireceğine inanıyorum.
Bir
Mayıs işçi bayramlarında gözlemlediğim birçok genç arkadaşım o bu şu sosyalist
hareket içinde yürüyor. Sonraki günlerde bu gençler yürüdükleri hareketlerin
içinde yer almıyor. Neden? Sorusunu hepimiz kendimize sormalıyız?
Grup
Yorum, Kızıl Irmak, Kardeş Türküler, Ali Asker ve diğer grupları dinlemeye gelen
gençlerimiz var. O duyarlılığı gösteren gençler neden kazanılmıyor devrimci
kurumlara? Kitlelerle kuramadığımız ilişkilerden dolayı kendimizle
yüzleşmeliyiz, hesaplaşmalıyız, sorgulamalıyız? Sosyolojik olarak bunun
nedenlerini araştırmalıyız.
Bir
konuya da değinmek istiyorum; yazı atölyemize, atölyelerimize gelen gençleri
kalıcılaştırmanın yolunu gençlerle birlikte çözüm aramalıyız. Kuşaklar arasında
bir çatışmamı var, bunun nedenleri üzerine bir anket çalışması yapabilir miyiz?
Gençlere soralım ne istiyorlar kurumlarımızdan.
Mücadeleyi
sürdürmeliyiz ama kendimizle yüzleşerek, hesaplaşarak ve de sorgulayarak. Hatalarımızın hesabını hem duyarlı bireyler
olarak hem de siyasi hareketler olarak vermeliyiz.
Dar
olsun benim grubum olsun hesabı tutmuyor. Nereden nereye geldik hep beraber bir
bakalım?
13.06.2020
Not:
Sol
içi şiddetin sosyolojik nedenleri üstüne durmayı yararlı görüyorum. Erdal
Boyoğlu'nun yaptığı sözlü tarih çalışması çok farklı kesimlerden sol sosyalist
insanların düşüncelerini ortaya çıkarması ve konuşturması sol açısından çok
önemli bir katkıdır. Teşekkür ediyorum Erdal Boyoğlu.