Mahkemeleri
her ay oluyordu. Bazen birkaç ay ileriye tarih atabiliyorlardı. İlk önceleri
düzeni bozmalarından dava açılmıştı. Sonra düşünce suçuna dönmüştü.
Düşünce
suçuna düşse de, bir kere adı çıkmıştı. Onu tanıyanlar ona başka gözle bakmaya
devam ediyorlardı. O ise yaşadıklarını yazıya dökerek rahatlıyordu. Bir
anlamıyla yazılara tutunuyordu. Okuduklarıyla, yazdıklarıyla moral buluyordu.
F
Harfi Dört Duvar’da şiirin yanı sıra öykü çalışması da yapıyordu. Ailesinin
getirdiği kitaplar haricinde idarenin kütüphanesinden okumak için kitap
alıyordu. Kitap almak dilekçe yazarak oluyordu. ‘Makamına makamına…’diye
başlıyordu.
Küçük
el arabasında İç Güvenlikçi Yumuşak, aynı zamanda kütüphaneden sorumlu haftanın
bir gününde koğuş kapısına gelerek üç kitap bırakıyordu. Daha önce verdiği
kitapları geri alıyordu.
Kitapları
hızlıca okurken, etkisinde kalıyordu. Bazen iyi biri ya da kötü biri yerine
kendisini koyuyordu. Havalandırmada volta atarken okuduğu kitabın içeriğine
göre düşünceden düşünceye yuvarlanıp gidiyordu.
İç
Güvenlikçiler onları ilk gördüklerindeki kötü düşünceyi bırakıp, yazar bir,
yazar iki koğuşu diye söylemeye başladılar. İlk gündeki katı tutumlarının
yerinde yeller esiyordu. İç Güvenlikçilerin içinde bulunanlardan bir kaçı:
“Hocam”
diye söylerdi.
Koğuş
aramaları olduğunda onun üzerinde ya da ona yakın İç Güvenlikçi içeride olurdu.
Bir anlamıyla gözdağı veriliyordu. İlk
önce Sakıncalı ve Yazar’ın üzerleri aranırdı. İşlem biter bitmez havalandırmaya
çıkartılırlardı. Beyaz plastik masanın üzerinde duran kâğıtlara Baş İç
Güvenlikçi yazılmış olan şiirlere, öykülere bakıp okurdu. Sonraki aramalarda
aynı kişi Sakıncalı ve Yazar’a sorular sormaya başladı:
“
Koalisyonu oluşturan yöneticiler hakkında düşünceniz nedir?”
Sakıncalı
gayet ciddi:
“
Sermayenin emirlerini uyguluyorlar. Dışa bağımlıdırlar. Uzun ömürlü
olmayacaklardır. Bir de düşünene düşman.”
Yazar:
“
Bolca Dört Duvar yapıyorlar. Dış Güçlerden ev ödevi alıyorlar. Şunu yapacaksın!
Bunu yapmayacaksın!
Başımızdakiler
için senin düşüncen nedir?”
Baş
İç Güvenlikçi’nin yüz rengi bir gitti, tekrar yerine geldiğinde:
“
Ben bir çalışanım.”
Sakıncalı:
“Yazar
sana bir soru sordu. Biz sana açıktan düşüncemizi çekinmeden söyledik. Senin
çocukların vardır? Onlar için konuş!”
Yanıt
vermedi sadece güldü. Birkaç aramada Baş
İç Güvenlikçi geldi. Karşılıklı sorular ve yanıtlar birbirini kovaladı. Ne
olduysa soru soranı bir daha göremediler. Gelen İç Güvenlikçilere onu sordular.
Hiç kimse konuşmadı.
Bir
gün demir kapının küçükçe olan mazgal kapısı açıldığında İç Güvenlikçi ile
karşılaşan Yazar:
“Baş
İç Güvenlikçi’ye ne oldu?”
Yanıt
verip vermemede çekindi. Suratının rengi değişse de:
“
Sizlerle konuşuyor diye hakkında idareye şikâyet gitmiş. İlk önce hiçbir koğuş
aramasına dâhil etmediler. Çok sürmedi başka bir cezaevine gönderildi.”
Havalandırmada
volta atarlarken Sakıncalı:
“
Gerçekten tehlikeliymişiz. Ne korku bu böyle?”
Yazar:
“
Konuşmak yasak! Adam bizimle konuşmadan gümbürtüye gitti. O zaman ömür boyu
ayvayı yedik mi biz?”
“
Eh işte, ayvayı Toplumsal Düşünceyi savunduğumuzda yemişiz. O zamanlar
haberimiz yoktu. Şubeler mubeler derken, her türlü okşanmalarla ve Dört Duvar
ile tanışmamızla başladı.
Babamın
bir sözü vardı:
“Çocuklarınızda
tehlikeli etiketiyle dolaşacaktır. Üst düzeye asla getirilmeyeceklerdir.”
Yine
de öyle demeyelim! Beş Yıldızlı Oteldeyiz. Keyfimiz yerinde. Bak emrimizde
bunca adam var. Hem de bizleri koruyorlar.”
Birlikte
güldüler.
Sabahleyin
her ikisi havalandırma kapısı açılınca özgürlüğe koşuyormuşçasına, yüksek
duvarlı, insanın içini karartan koyu rengi olan yerde, bir iki üç derken
koşturmayla dönme turlarının sayısı arttı. Belirli bir sayıda bırakıp alt katta,
merdiven altında bulunan küçük alanda tuvalet ile banyosu bir olan yerde soğuk
suyun altında sıra ile yıkandılar.
Her
mahkemede dış ülkeden ve içeriden gelen gözlemcilerle moral buluyorlardı. ‘Mahkeme
şöyle, böyle karar verecek’ diye diye aylar geçmeye başladı.
Sakıncalı
öykülerini yazmaya devam ederken, bir gün ‘kaç sayfa olur?’ diye saymaya
başladı. Şimdi yazıları için bir düzeltmen lazımdı. Yazar Arkadaşı’nın yolunu
bekledi. Üçüncü günü ona ulaşabildi:
“Bilgisayardan
çıktı almalısın? Daha iyi olur.”
Dediğini
yaptı. Aldığı fotokopileri Yazar Arkadaşı’na verdi. İşe gittiğinde, eve geldiğinde aklında
‘yazdıklarımı nasıl bulacak’ diye vardı?
Kendi
bulunduğu yerleşim biriminden ters istikamette olan yerleşim birimine defalarca
gitti. Caddeleri çok yönlü ve uzundu. Çok katlı sık binaların altında her
türden dükkânda vardı. Bu bölgeye üç ya da dört gün çıkıyordu. Ana cadde ve
diğer iç sokakları biliyordu. Nerede dükkan var. Nerede kapatılmış ve tekrar
açılmış biliyordu.
Bakkal
dükkanı kapatılıp aynı yere tekrar açılıyordu. Bu değişim beş kez olduğu da
oluyordu. Sakıncalı dayanamayıp sorardı:
“İyi
günler, kolay gelsin ustam. Sana bir şey soracağım ama yanıt verip vermemede
özgürsün?”
Bakkal
yarı şaşkın olarak, olur anlamında başını emme tulumba gibi salladı.
“
Ustam aynı işi yapan üçüncü kişi sensin. Burayı tutarken hiç araştırıp sordun
mu?”
Bakkal
bir süre susar, sonrasında:
“
Ne araştırması! Bakkallıkta güzel iş var. Ben nasibimi yerim. Herkes nasibini
yer.
Emekli
ikramiyemle açtım. Kahvehaneye takılacağıma buraya takılırım daha iyi…”
Sakıncalı
susmayı tercih eder.
Ana
caddenin arka sokağında evler dörder katlıydı. Binaların arasında uzunca ve
geniş bir boş alan vardı. Sol tarafta kalan yerde belirli aralıkla iki tane
kahvehane vardı. Aklına nereden geldiyse, oralarda satış yapmak geldi. İlk önce
tren istasyonuna yakın yerdekine girdi. İçeride müşteri yerine sinekler
uçuşuyordu. Normal ses tonuyla:
“Başlarım
ben böyle işe?”
Kafası
atmıştı bir kere, o moralle ikincisine dalış yaptı. İçeride, ileride cam
kenarına doğru olan masalar doluydu. Oyun izleyicileri de vardı. Keyfi yerine
geldi. Masalara yaklaşırken:
“
Beş çakmak bir lira. On tükenmez kalem bir lira.”
Yanaştığı
masada yabancı kişilerin oturmadığını gördüğünde:
“
Sizler nereden çıktınız böyle?”
Der
demez, şaşkınlığını üzerinden attı. Resmi ya da sivil elbiseyle oturanlar yarı
şaşkınlıkla oyunlarını bırakıp ona doğru bakındılar. F Harfi Dört Duvar’ın İç
Güvenlikçileriydi. Yanmasa ve duvar dibindeki masalarda yabancı yoktu. Sakıncalı
iş olsun diye:
“
Anlaşıldı sizler benden alışveriş yapmayacaksınız. Ben gidiyorum.”
Kapıdan
çıkıp köşe duvara kadar yürüdü. Soluna dönerken, başını aşağıya doğru
çevirdiğinde kapıdan çıkıp sağa sola koşan İç Güvenlikçileri gördü. Kendi yoluna dönerken söyleniyordu:
“
Korku böyle bir şeymiş.”
Ana
caddeye çıkıp yoluna devam ederken, arkasından birinin hızlıca yaklaştığını
gördü. Hemen ardından biri daha geldi. İlk Gelen’in resmi elbisesi vardı:
“
Hocam benim ne sana ne de diğer hocalarıma karşı bir yanlışım olmadı.”
Sakıncalı
diğerine yüzünü döndüğünde Arkadan Gelen:
“
Hocam emir kuluyum. Yine de sana bir kötülüğüm olmadı.”
Sakıncalı
her ikisine bakarak:
“
Benim kaldığım koğuşun sol çaprazlamasına düşen yerdeki havalandırmada
Toplumsal Düşünceyi savunan arkadaşı dövmüşsünüz. Dövmeler koğuş ve
havalandırmada yapılıyor. Oralarda kamera yoktur. Bir yerde delil karartmasına
gidiliyor.
Diyeceğim
şu: Elinizdekini kurbanlık koyun mu sanıyorsunuz? Bakın beni gördünüz ve ne
oldu? Yapılanlar hiçbir zaman unutulmaz. Evet, düşünce suçlusuyduk. Yine de sabah ve akşam sloganlarına katılıyorduk.
Üst pencereden dinliyordunuz. Sesiniz geliyordu.
“Hocalarda
slogan atıyor diye.” İdareye elbette iletilmiştir. Düşünce suçlusu olsak da,
duyarlıyız! Haksızlığa…”
O
gece olanları Eşi’ne anlattı. Önüne gelene, gidene anlattı. İnsanın
psikolojisinin değişimini, endişesini çok yakından görmüştü.
Gecenin
karanlığında Eşi uykunun derinliklerine dalıp gitmişti. Kendisi de odada
divanın üzerinde bağdaş kurmuş, düşünce âlemine dalıp gitmişti. Dalıp gitmeler
sadece bu geceye ait değildi.
Yalnız
düşünen sadece o mu? Ya Eşi? Onunla birlikte yaşamında ilk defa gözaltına
alınmıştı. İşsiz kaldığı gibi Sakıncalı’nın hiçbir arkadaşı evine gelip ne oldu?
Bile dememişlerdi, sormamışlardı.
Düşünmekten
bunalmış olmalı ki, bulunduğu yeri terk ederek mutfaktaki çeşmenin başına gelir
gelmez musluğa eli gitti. Akan suyun altına iki elini birleştirip, hemen ağzını
suya götürdü. İçtikçe içiyordu. Sonra iki elinin arasında biriken suyu suratına
fırlattı. Çeşmeyi kapatır kapatmaz, ellerini, yüzünü havlu ile kurulamadan
mutfağa geçti.
Pencereyi
açıp dışarıya bakındı. Giden zaman dilimlerini mi arıyordu? O zaman
dilimlerinde ne vardı? Ya da yaptığı hataları onarmak mı istiyordu? Yoksa
doğruları üzerinden yoluna devam etmek mi istiyordu?
Uzaklardan
anlayamadığı bir kokuyu aldı. Mırıldanarak:
“Bu
koku… evet koku!”
F
Harfi Dört Duvar’da yattığı bir gün sabah sayımından sonra ikinci katta bulunan
pencerenin önüne gelmiş, başını iki yuvarlak demire dayamış, gözlerini yumduğu
bir anda burnuna tezek kokusu gelmişti.
“
Yakınlarda bir köy var. Tezek kokusu alıyorum.”
Yazar
havalandırmadan hızlı adımlarla gelerek merdiveni çıkarak pencereye yanaştı. Burnuna
koku gelmedi:
“
Uzaklardan gelmiş olmasın?”
“Sanmam
yakınlardan gelmiştir.”
Konuşurlarken
köpeğin ‘hav haaaavvv’ sesi duyuldu. İkisi olduğu yerde kulaklarını
kabarttılar. ‘Möööö, möööö’ sesiyle ikisinin suratında sevinç belirtisi vardı. Ses
kesildi. Yüzler buruşturuldu.
Geceler
ve gündüzler birbirini kovalamaya devam ederken, günler su gibi zamanın
akışında kaybolmuş, gitmişti.
Sakıncalı
sabahın erken vaktinde Büyük Merkez’e gitmişti. Orada bulaşık işi bakıyordu.
Handa kapıcılık yapma işine pek sıcak bakmıyordu. Bulduğu bulaşık işi sabahın
dokuzundan akşamın onuna kadardı. Parası da azdı. Ana merkezden ayrılıp biraz
daha dışa, deniz kenarındaki iş yerlerine doğru yürüdü. Farklı dükkânların
önünden geçiyordu. Birçok bina iş yeriydi.
Ağır
adımlarla giderken durdu. Sesin geldiği yöne doğru başını hafiften çevirdi. Seslenen
Kişi’yi görünce hafiften tebessüm etti.
Gözaltına alınmadan önce ağabeysiyle aynı taşeron firmada birlikte
çalışmışlardı:
“
Geçmiş olsun. Ağabeyim söyledi. Çok üzüldüm. Hayrola sabahın erkenin de ne
arıyorsun?”
İstemeye
istemeye:
“
İş arıyorum. Sigortalı olması benim için iyidir. Temiz kâğıdı aramayanlar
tercihimdir. Ara sıra Adalet dağıtıcıların karşısına çıkıyorum. Karara
bağlanmış değildir yargılanmam.”
Seslenen
Kişi uzun boylu kıvırcık saçlıydı. Dolgun yüzü vardı. Kalın mercekli gözlüğü
vardı. Dev Adam Tepeden bakarak:
“Bira
içilen yerde bulaşık yıkar mısın? Sigortalıdır. Çalışma saatleri uzundur. Çıkış
saati belli değildir. Bazen on ikide işimiz bitiyor.”
“Ücret
dolgun mu?”
“Sen
mi diyorsun? Bu coğrafyanın ücret adaleti var mı? Konuşmanda demiyor muydun?
İliklerimize kadar sömürülüyoruz.”
Başını
sallamayla yetindi. Birlikte işyerine doğru yürüdüler. Sakıncalı öykü çalışması
ve okuması yapamayacağından dertlenmeye başladı.
İşyerinde
müşterilerin oturduğu yere bakındı. Mutfak bölümüne bakındığında kendisini Dört
Duvar arasında sandı. Patronun biriyle konuştular. Yarın işbaşı yapmak üzere
oradan ayrılıp evine gitmek için adımlarını hızlandırdı.
Hüseyin
Habip Taşkın
27.11.2018