Hüseyin
Habip Taşkın
Gecenin
bir vaktinde uykusundan uyandı Cemal. Çişi gelmemişti ama adet yerini bulsun dercesine
tuvalete girdi. O anda ne yapacağını şaşırdı. Lavaboda elini yüzünü yıkayıp,
havlu ile kuruladı.
Le
şeklini andıran yanları dar, uzun koridora çıktığında öylece durdu. ‘Yatağa mı
yoksa mutfağa mı gitsem?’ diye düşünceye daldı. Ayakları ister istemez mutfağa gitti.
Dışarıdan Sokak lambasının ışığı içeriyi sönük olsada aydınlatıyordu.
Cemal
pencere kenarında bulunan masanın kapı girişindeki sandalyeye oturdu. Gözleri kapalı on beş ile yirmi dakika öylece
kaldı. Sokağın ve oturduğu yerin sessizliği kendisine ninni söylercesine
geliyordu.
Tül
perdeyi eliyle araladı. Sokak lambasının sarı ışığı karşıdaki üç katlı binanın
üçüncü balkonuna kadar uzanıyordu. Anlamsızca bakmaya devam ediyordu. Kısa
zaman içinde gözleri isteksizce kapandı.
Hafiften
sendelediğinde kendini toparladı. Kendine gelirken ‘düşüyor muydum?’ diye
düşüncesinde oluştu. O sırada ince yapılı, uzun boylu, uzun saçları kırlaşmış
eşi Nilgün içeriye girdiğinde:
“Uykun
mu kaçtı?”
“Bilmiyorum!
Kalktım ama ne istediğimi bilmez bir halim var.”
“Bir
yerlere mi takılı kaldın?”
“Bilemiyorum?”
Nilgün
yumuşak ses tonuyla:
“Yarın
bir Mayıs emekçilerin, işçilerin bayramdır.
Alanda olacağız Cemal. Uykunu alsan iyi olur. Güvenlikçiler bizleri
gazlayıp, coplama merasimi yaparsalar eğer hareketli olmamız gerekir.”
Gecenin
sessizliği Cemal’in kahkahasıyla mutfakta bozuldu.
“Güleceğim
yoktu Nilgün. Yarın bir Mayıs emeği çalınanların, ezilenlerin bayramıdır. Az
gazlanmadık, coplanmadık alanlarda. Meraklanma sen alanda uykum kaçar.”
Aralarında
konuşma geçmedi. Yalnız ikisi de uyku şekerlemesi yapıyorlardı.
Arabanın
“gııırrr gıııırrr” sesiyle ikisi uyandığında gökyüzü hafiften aydınlanıyordu.
Birbirlerine bakıp gülümsediler. Cemal sol eliyle Nilgün’ün sağ elini
tutuğunda:
“Askeri
darbeden sonra birkaç yıl geçmişti. Bir Mayısları kutlamak yasaklanmıştı. Ülke
genelinde küçücük gruplar halinde bir Mayısı nasıl kutlarızı konuşuyorlardı
sınıf bilincini taşıyanlar. Bizde kendi bölgemizde konuşuyorduk.
Arkadaşlarımla
biraz heyecanlı ve mutluyduk. Çarşı Merkezinde kutlamayı uygun bulduk. Bu genel
bir karardı. Herkes kendi bölgesinde korsan miting yapacaktı. Bir yanıyla
askeri darbeye meydan okumadır.
Yakalanan
olursa halının sopayla silkelenişine benzer olacaktı yaşayacakları.
O
gün geldiğinde dolmuşa binip arkadaşlarla Çarşı Merkezine yakın yerde
indiğimizde ortalık resmi ve sivil güvenlikçi kaynıyordu. Muhbirlerini
saymıyorum. Biz dağınık durduk.
Birbirimizi kollaya kollaya kalabalığın içine daldık. Namık çiçek satıcısından
kırmızı bir karanfil aldı. Planda bu yoktu. Nedense bizde aldık. Bu sefer
ortalıkta belirginleşmiştik ve ‘Gelin bizi yakalayın’ dercesine kalabalığın
içinden ilerleye ilerleye asıl dükkânların giriş bölümünde dörderli sıra
halinde belirli aralıklarla yedişerli resmi güvenlikçiler vardı. Geriye dönsen
enselemeleri an meselesi. Dönmesen de hepten sakat. Namık başıyla önündeki
resmi güvenlikçileri selamladı ardından:
“İyi
vazifeler; kolay gelsin.”
Dedikten
sonra aynı işlemi bizlerde yapıp kontrol noktasından geçip kalabalığa,
karşılıklı iki katlı, tek katlı dükkânların arasından tekrardan karıştık. Fazla
uzaklaşmamıştık Namık:
“Yaşasın
1Mayıs. Kahrolsun Askeri Faşist Darbe…”
Dedikten
sonra sloganı bizlerde tekrarladık. Dikkat ettiğimde yol boyunca slogan atan
atanaydı. Güvenlikçilerin saldırısı anında oldu. İtişmeler kakışmalarla etrafta
yuvarlananlarla, üzerine çullanan güvenlikçilerle yakalanıp yakalanmama
mücadelesi yaşanıyordu.
Birbirimizi
Güvenlikçilerin elinden alıyorduk ama sokakta sayıca Güvenlikçiler çoğalmaya
başladı. İkinci Beylere koşarak gittim. Benimle koşan sayısız insan vardı.
Güvenlikçiler ve bizler birbirimize karışmış ne yapacağını bilemeyenlere
dönmüştük. Eski Rum evlerine doğru koşmaya başladım. Sokaklara daldığımda insan
suratına denk gelmedim. Varyantın üst kısmındaydım. Gelişi güzel gelen bir dolmuşa binip
yakalanmadan kurtulmuştum.”
Nilgün
bu anlatılanları çokça duymuştu arkadaşlarından ve eşinden:
“Arkadaşlarına
ne oldu?”
Cemal
hafiften gülümseyerek gözleri doldu:
“Yıllar
öncesinde kaybettiğim yoldaşım, arkadaşım Namık’ı coplarla, tekmelerle çok dövmüşlerdi. Yine de
ellerinden kaçmıştı. Onu evinde ziyaret ettiğimizde her yeri morarmış haldeydi.
Hastaneye götürülmedi. Gözaltına alırlar diye.
Nesrin
o an sev gençli rolünü Nazım ile kol kola girerek zar zor paçayı
kurtarmışlardı. O gün topu topuna dört kişi bir Mayıs alanına gitmiştik.”
Nilgün
ayağa kalkarak Cemal’e sarıldı. Birlikte ağladılar uzun bir süre sonra:
“Cemal
elimizi yüzümüzü yıkayalım. Kahvaltıyı hazırlayalım.”
Mutfakta
yardımlaşmayla masanın üzerine kahvaltılıkları hazırlayıp, karşılıklı
sandalyelere oturdular. Sessizce karınlarını doyururken Nilgün Cemal’e bakarak:
“Beni
görmek için geceleri yazılamaya çıktığında evimizin, komşularımızın duvarlarına
sloganlar yazardınız arkadaşlarınızla. Senin gözün bizim tek katlı bahçeli
evimizdeydi.”
Cemal
hafiften gülümseyerek:
“Hadi
canım! Senin içinmiş… Toplumsal mücadele içerisinde gerekeni yapıyorduk.”
Nilgün
Cemal’in gözlerinin içine bakarak:
“İnkâr
etme! Yazı yazmadığın günlerde bile eve giderken ve gelirken bizim sokağı
kullanarak yolunu uzatıyordun.”
“Sana
öyle gelmiştir.”
“Hadi
canımın içi itiraf et! Hatırlıyor musun? Seninle memleket meselelerini
konuşuyorduk göz göze. Bir gece soğuk
dışarıda tavan yapmıştı. Beni bekliyordun. Evdekiler uykuya dalınca yanına
gelecektim. Babamın uykusu tutmamıştı. Ne olduysa camı açıp bağırmaya
başlamıştı:
“Hırsız
var. Hırsızzz…”
Hatice
ablanın evinin oradan aşağıya doğru koşmaya başladın. Senin yere düşüşünü
aşağıya bakan pencereden görmüştüm. Canının yandığını yüreğimde hissettim.”
Cemal
gülümseyerek oturduğu yerden ayağa kalkıp:
“Seni
sevdim. Sınıf bilinci taşıyanlar sevemez mi? Seviyorum seni. Geçmiş geri gelse
de aynı hareketleri yine yapardım.
Hazırlanalım
ve alana gazlanmaya, coplanmaya gidelim.”
Birbirlerine
öpücük yollarlarken gülümsüyorlardı.
16.
Mayıs 2020