27 Eylül 2020 Pazar

ÜLKEMDEN OYUN HAVALARI "MAKALE"


 

Hüseyin Habip Taşkın


AKP sözcüsü Devlet Bahçeli “MHP” Geleni geçeni hedef tahtasına oturtuyor. Süleyman Soylu’da Devlet Bahçeli’yi aratmıyor. Bu ikili bir zamanlar. AKP’ye çatarken Erdoğan ’ada çatıyorlardı. Bir gürlüyorlardı… Sanki AKP’yi iktidardan indirecekler havasıyla tabanlarına mesaj veriyorlardı.

Git gel zaman içinde bu ikili bir varmış bir yokmuş masalı içinde yer almaz iken, gerçek zamanın bir diliminde AKP ile bütünleşivermişlerdi. Nasıl olduysa küslük kalmamıştı? Erdoğan her konuşmasında gürleyip yeri göğü inletince ses teli birazcık anormalleştiğinden ayar kaçıyormuş. AKP’ye gönül vermiş bu ikili hakkını vermek için kendileri gürleyip kükremişler. Dizi filmlerindeki rol alanlara birazcık benziyorlarmış.

Sayısız kükremeleri, gürlemeleri olduğu için fazla gerilere konuyu sarmayacağım. Türk Tabipler Birliği’nden başlayayım. Sağlık Bakanı her gün Korona morona horona tablosu açıklıyor. Hepimiz seviniyoruz. Ülke olarak koronayı halt etmişiz diye. TTB ortaya çıkıp, “doğruları açıklamaya davet ediyor.” Abooovvv abooovv…

Al sana bir muhalefet eden TTB… Olacak iş mi bu? Erdoğan’da ince bir ayar yapıyor ama ayarın tonu kaçıyor. İkilide kafalarına TTB takmış durumda. Bahçeli bir atak yaparak: “TTB kapatılmasını ve yöneticilerinin yargılanmalarını istiyor.” Vaaayyyy vaaayyy. Analar ne yiğit doğururmuş be?

Ekonomi, tarım, işsizlik, eğitim,  ırkçılık, sağlık, erkek düzeninde kadına şiddet ve ülke dışı sorunlarda işin içine girince, konu biraz değişsin havasıyla sabah sabah HDP’ye, Kars Belediyesine, eski ve yeni milletvekillerine çıkarma yapmışlar. Hepimizin bildiği son cezaevidir. Muhaliflere sindirme diye düşünebiliriz. Birazda şeriat düzenine geçiş yapabilmeleri için saltanat tarafını da düşünürsek! Düşündükçe birçok konu ortalığa yayılıyor.

Ülkede olan adalette elden çıktı. Cıs çıplak kaldı. Ben karar veririm; yasa benim demeye başladılar. Koro muhteşem.  

Eeee ne yapacaaaz şimdi? 

26.09.2020

26 Eylül 2020 Cumartesi

CESARET "ÖYKÜ" https://almanyalilar.com/2020/09/25/hueseyin-habip-taskin-cesaret/


 

Hüseyin Habip Taşkın

Burada bir köy vardı, haritada yeri belli değildi. Yanlışlıkla yolu buraya düşen olmuşsa da pek önemi yoktu. Günün birinde köydeki insanlar öyle böyle değil iyice hareketlenmişlerdi. O gün köyün kadınları, erkekleri, gençleri, madenci şirketin araçlarının köylerinden geçmemesi için aşağıya doğru inen, orman içine açılmış toprak yolun üzerinde bekliyorlardı. Meryem nine başındaki beyaz tülbendi eline almıştı. Kınalı saçlarının dibinden beyazlar gözüküyordu. Başını sallarken bedeni de hareket halindeydi. Yüzü hafiften koyulaşmıştı. Birden konuşmaya başladı:

“Yüz yıllardır köyümüzde atalarımız ormanla, toprakla, dereyle zor koşullar altında yüzgöz olmuşlardı. Doğayı tahrip etmeden domateslerini, salatalıklarını, biberlerini sayısız mahsullerini ekmişlerdi. Erik, armut, zeytin ve diğer ağaçlara gözleri gibi bakmışlardı. Vay vay!”

Erdinç amca gergindi. Ya köylüler? Dereye doğru baktı. Çocukken, gençken, şimdi de bu derede bazen yalnız, bazen arkadaşlarıyla sayısız kez yüzmüştü. Dere köyün can simidiydi. Başını soldaki kavak ağaçlarına çevirdi. İlk önce konuştuklarını hiç kimse anlamadı:

“Ürünlerini paraya çevirmek için hayvanın her iki tarafına yükledikleri büyükçe torbaları katırlarıyla, eşekleriyle en yakın kasabaya patika yollardan, düz arazilerden giderek ne zorlukla satmışlardı. O yılların koşulları böyleymiş. Koşullar değişse de ne olmuş? Biz aynı köyde aynı kalmışız.”

Abidin gençliğin vermiş olduğu girişkenliğiyle devam etti:

“Ölenleri köyün yanı başındaki hafiften meyilli arazide bulunan çam ağaçlarının arasına gömmüşlerdi. Baş ile ayak kısmına gelişigüzel irice ya da ince uzun taşlar dikmişlerdi. Buraya bakınca eskilere ait mezarlık olduğu belli oluyordu Yeni mezarlıklarda çimento ve kum daha yenilerindeyse mermer kullanılmıştı. Mezarlıkta yatan eski, yeni kim varsa köylülerimiz kendi adları gibi hepsini biliyordu. Bilenler arasında ben de varım. Şehre, kasabaya gidip orada yerleşik düzenini kuranların çoğunun cenazesi köye getirilmemişti. Köydekiler gönül koysa da bağırlarına ‘taş basıp’ susmuşlardı.”

Konuşması bitince gözlerin kendisine çevrildiğini gördü Abidin. Yanındaki Mahir orta yaşlarındaydı, daha evlenmeyi düşünmüyordu ama köyün yaşlıları evlen diye hep nasihat ederlerdi. Mahir etrafına son kez bakıyormuşçasına:

“Birlikte aldığımız kararı yaşama geçirdiğimiz için şaşkınım. Bugüne kadar devlet kapısıyla herhangi bir işimiz olmadı. Devletinde bu köyle bir işi olmadı.”

Oysa şimdi durum değişmişti. Altın için birçok ağaç, dere, hayvanlar yok olacağı gibi temiz hava da olmayacaktı. İşin içine siyanürle ayrıştırma da girince her yer zehirlenecekti. Bu yüzden kendi köyleri ve civardaki yerleşimlerin dokularının bozulmaması için direnmenin şart olduğunun bilincine varmışlardı.

Köylüler, jandarmanın karşılarına dikilmesine farklı yorumlarda bulunuyorlardı. Hikmet dede başında eskimiş siyah yünden şapkasını düzeltirken:

“Ben askere gittim. Oğlum ve torunlarım gitti. Köydekiler gitti. Görevimizi yaptık. Şu hale bak! Doğanın canına okuyacakları koruyorlar.”

Emine ninenin başında çağla beyaz renginde tülbendi, üzerinde solmuş, yeşilimsi, uzun kollu kazağı ile çok renkli şalvarı vardı. Elinde ince uzun sopasıyla gözlerini ormana çevirdi. Kuş seslerini dinledi. Dalıp gitmesi uzun sürmedi. Acaba nelere dalmıştı? Yüzünü jandarmalara çevirdiğinde aşağıdan gelen kadınlı, erkekli grubu gördü. Kalabalık hep bir ağızdan coşkuyla haykırıyordu:

 “Siyanürlü altına hayır!”

Köylüler de gelenleri selamlıyormuşçasına:

 “Siyanürlü altına hayır!” diye karşılık verdi.

Birlikte aynı cümleleri tekrarladılar. Komutan emir verince jandarmalar yolun ortasına ikişerli sıra halinde dizildiler. Emine ninenin sesi duyuldu:

“Sizler benim yavrularımsınız. Siz askerlik yaptınız da benim adamım da yaptı. Çocuklarım ve torunlarım da yaptı. Bizler düşman değiliz. Düşman arıyorsanız, ormanımızı öldürmeye gelenlere bir bakın! Düşman kim? Dost kim?”

Komutan küçümseyerek Emine nineye baktı:

“Askerlik yaptıysalar ben de yapıyorum.”

Köylüler ve onları desteklemeye gelenler, jandarmalarla aralarında bir adım kala durdular. Komutan ne yapacağını şaşırdı, jandarmalar da aynı durumdaydılar. Komutan yutkundu, nasıl olduysa:

“Hepiniz suç işliyorsunuz. Devlete karşı gelmekten hepinizi gözaltına alırım. Dağılın dağı…”

Jandarmaların aralarından geçen köylüler, desteklemeye gelenlerle kucaklaştılar. Jandarmalar yolun kenarına geçmiş olanları izliyordu. Komutan çaresizlikten küplere binmişti. Jandarma eri Cem olanlara donuk gözleriyle bakıyordu. Aklına köyü geldi. Ormanlığın içine tepeye kurulmuştu köyü. Dağın her iki tarafından coşarak akan deresi tüm canlılara, cansızlara renk katıyordu. Derelere HES kurulacağının haberini almıştı babasından. Köylüleri, haklarını aramak için bir hafta önce birçok kez jandarmayla karşı karşıya gelmişlerdi. Jandarma çok sert davranmıştı. Yine de köylüleri geri adım atmamışlardı. Aklına burada köylülere yaptıkları geldi. O an hepten canı sıkıldı, mırıldandı:

“Şimdi köyümde de jandarma daha kötüsünü yapıyor olmasın?”

 

25 Temmuz 2020

20 Eylül 2020 Pazar

OYUNDAN OYUNUNA 'MAKALE'


 

Hüseyin Habip Taşkın

‘Şeriat geliyor, gelmiyor’ konuşmaları üzerine televizyonda konuşmalara denk geldiğimiz oluyor. Haberlerde de tarikatların yaptıklarından, söylemler dinliyoruz.

AKP iktidarında bu yapıların desteklendiği biliniyor. Artık açıktan söylemler tarikat şeyhinden geliyor. İkinci ve üçüncü adamından gelmiyor.

Burada geçmiş yıllara da dokunmak gerekiyor. Bu temel geçmiş iktidarları, koalisyon hükümetleri, askeri faşist darbeleri işaret ediyor. Canım oy uğruna ödün vermeler bir yandan, diğer yanı ise devletin göz yummasıdır. Demek ki bu işin palazlanması birlikte hazırlanmıştır.

12 Eylül 1980 askeri faşist darbesini çok iyi okumak gerekiyor. Devrimci muhalefeti bitirmek adına, emperyalizmin ülkemizde daha iyi yerleşmesi ve yaptırımlarını uygulatma adına,   askeri faşist darbe yapıldı. İkinci etapta ortalıkta muhalefet olmadığından, Sovyetler Birliğinin çökmesinden sonra yerine bir düşman lazımdı. Ilımlı ve ılımsız İslam modeli. Tarikat kurmalar ülkemizde hızlandı.

Büyük Ortadoğu Projesinin ülkemizdeki yansımalarını hep birlikte görüyoruz. Emperyalizm ortaya yazdığı oyununu koyuyor ve takımını kurup elemanlarına oynatıyor.

Bu işler düzen partileriyle olmaz. Neden diyebilirsiniz? İktidar koltuğuna geçecekler başta Amerika’nın elinin altından geçmesi gerekiyor.

Çözüm sosyalizmdedir. Bizde birleşemiyoruz. Kendimizi yenileyemiyoruz.  Anlayacağınız işimiz çok zordur. Umutsuz asla değiliz.

16.09.2020

 

17 Eylül 2020 Perşembe

Ege 78'liler Sanat Ve Edebiyat Grubu

BİR DÖNEMİN İNSANLARI https://almanyalilar.com/2020/09/15/hueseyin-habip-taskin-bir-doenemin-insanlari/?fbclid=IwAR0mBphY6S9VJu5cLXPuUUGQ_rnkNbVz40kZCRSoMREnLaF-NrrKPVIFlm4


                "ÖYKÜ"

Hüseyin Habip Taşkın

Mahir karşı kaldırımda bulunan saçları kırlaşmış biri kadın ve erkeğe bakıyordu. Kadın eliyle öndeki üç apartmanı işaret ediyordu. Erkek ise eliyle köşedeki apartmanı gösterip, konuşuyordu. Kadınla erkek el ele tutuşup, köşedeki apartmana kadar yürüdüler ve köşeyi az geçince sokak arasına daldılar.

Mahir merakından arkalarından takibe başladı. Öndekiler dört apartman yürüdükten sonra etraflarına bakındılar. Vakitleri darmışçasına yürümeye devam ettiler. Boyaları hepten belli olmayan apartmanın önünde durdular. Etraflarına bakınıp durdular.

Saçları kırlaşmış kadın:

“Hilmi hayranımız var. Takipteyiz.”

Hilmi ağırdan etrafına bakınıyormuşçasına Mahir’e bakındı:

“ Aynasız mı? Dur bakayım! Torunumuz yaşında Duygu.”

Başını sallayarak onayladı. Hilmi eliyle işaret ettiğinde:

“ Evladım bakar mısın?”

Mahir gayet sakin tavırla yanlarına yaklaştığında:

“Efendim amca… Ne istemiştiniz?”

“Yılların içinde ikimizin anıları vardır. Anılarımızdan hiçbiri kalmamıştır. Yerine beton yığınları almıştır. Buralarda bahçe içinde, tek katlı ev ve kuyusu olan bir yer vardı. Ne oldu acaba?”

Mahir’in ilgisi hepten arttı:

“ Yıllar önce ölen Mehmet amca ile Melahat teyzenin evini diyorsunuz. İki oğlu vardı. Oğullarından Cemil amcanın karısı Ayşe bir yıl önce öldü. Hilmi amca yurt dışında mültecidir. Ben onu hiç görmedim. Devrimciymiş.”

Hilmi gözlerini Mahir’den kaçırdığında:

“Cemil ağabeyim kızının yanına bir ay önce gitti.”

Mahir’in nefes alışı verişi neredeyse duracaktı:

“ Siz Hilmi amca olmalısınız. Sizde Duygu teyze Neriman teyze ile Salih amcanın kızısınız. Bu sokağın arkasında bahçeli iki katlı evde oturuyordunuz. Oraya da çok katlı bina yapıldı yıllar öncesinden.”

Hilmi ve Duygu gözyaşlarına hâkim olamayıp akıttılar.  Hilmi pantolonun cebinden, Duygu el çantasından kâğıt mendillerini çıkarıp, gözyaşlarını sildiler. Mahir hüzünlü sahnenin ortasında duygu seline kapılmış gözleri izlerken, kendisinin gözleri de yaşarmıştı.

Hilmi amca, babam Cemal’de aynı hareket içindeymişsiniz. Babam seni ve Cemil amcayı devrimci mücadele içerisinde yer almanızı anlatıp durdu.

Babamı da bir yıl önce kanserden kaybettik.  

 Bize gidelim. Annem sizleri görünce sevinecektir.”

Duygu Mahirin omuzuna elini koydu:

“ Sakine yaşıyor…”

Birlikte yürümeye başladıklarında Mahir ile Hilmi konuşmaya devam ediyorlardı. Duygu sadece onları dinlemekle yetindi.

Altı katlı kanarya sarısı ve balkonlarının içi beyaza boyanmış apartmanın önüne geldiklerinde Mahir:

“Bu apartmanın beşinci katında öne bakan kısımda oturuyoruz.”

Mahir dış kapıyı açıp, Hilmi ile Duygu’ya el işaretiyle geçebilirsiniz yaptı. Asansör zemin kattaydı. İçine binip Mahir beşinci katın düğmesine bastı. Nasıl kalkış yaptığını anlayamadan beşinci katta kabin durdu. İner inmez evin kapısına yaklaşınca Mahir kapıyı anahtar ile açtı. Etrafa bakınarak:

“Anne anne bak misafirlerimiz geldi?”

Annesi kırlaşmış saçlarıyla kapıya yaklaştığında gelenlere, gelenlerse ona baktı ve:

“Çok zaman oldu. Dur bir daha bakayım.”

Sakine biraz daha bakınıp, Duyguyu kucakladı:

“Kııızzzz Duygu…” diyebildi.

Gözlerden yaşlar akıp gitti eskiyen geçmişin sayfalarına doğru.

Sakine ile Duygu mutfakta yemek hazırlığındaydılar. Bir yandan Mahir ile Hilmi salonda karşılıklı hafiften yeşilimsi koltuklara oturmuş, geçmişten söz ediyorlardı. Mahir’in yüreği geçmişe doğru akıp gidiyordu. Babasının yaşamış olduğu dönemin çocukluk arkadaşıyla baş başaydı:

“Babam birçok yaşadığınız olayı bana anlatmıştı. Sıkıyönetim bazı şehirlere geldiğinde şehir merkezinde korsan mitingde birlikteymişsiniz. Etrafınızı asker ve polisler çevirmiş…”

Hilmi dudaklarını buruşturdu:

“Sana anlatılan gibi oldu. Nasıl olduysa kurdukları barikatı geçtik ve ikinci barikatta üzerlerimize asker ile polis yağdı. Yakalandığımızda hafiften hoş geldiniz yumruğu, şamarı, copu yedik. Çevredeki kalabalık korkulu gözlerle bizlere bakıyorlardı. O zamanlar reno arabaları vardı.  Arabalarla yakaladıklarını karakol merkezine götürdüler.”

“Ondan sonra siyasi şubeye alınmışsınız. Orada sizleri iyice haşlamışlar.”

“Mahir biz oraya düştüğümüz için fotoğraflarımızı çekip, parmak izi aldılar. Bunlar ifade alındıktan sonra oldu. Kaç gün sonra oldu dersen yirmi gün şubede kaldık ve adaletin haşin kılıcı cezaevine gitmemizi uygun buldu.”

Sakine mutfaktan seslendi:

“Şimdi yemek zamanıdır. Sofra hazırdır.”

Mutfak genişçeydi.  Duvarları açık mavi renkteydi.  Masa kare biçiminde açılır kapanır özelliğe sahipti. Sandalyelere oturur oturmaz kaşıklar ve çatallar hareketlendi parmaklar sayesinde. Yemekten sonra çaylar yudumlandı. Geçmişteki mücadeleden söz edildi. Cezaevinden çıkanların evliliği, Duygu ile Hilmi’nin yurt dışına sahte pasaport ile çıkışları konuşuldu.  O dönemin mücadele eden kadın ve erkekleri anıldı. Birçoğu toprağa karışmıştı. Geride kalanlar sadece birkaç yaşlıydı.                   20.08.2020

 

 

 

 

Yazar Ali Fuat Karaöz'ün kitapları üzerinden söyleşisi.

SIRANIZI BEKLEMEK İSTEMİYORSANIZ...

     Seçimleri sorgulamamız gerekiyor. Hem seçim yapılıyor ve ardından Kayyım atanıyor.  Yeri geliyor  polis sorgusu, ardından adliyenin yol...