27 Ocak 2020 Pazartesi

SOSYAL MEDYADA BİRİLERİ ://almanyalilar.com/2020/01/27/hueseyin-habip-taskin-sosyal-medyada-birileri/

                     Hüseyin Habip Taşkın

Geçmiş yıllara uzanalım; nedeni o günlerde olanları şimdiki zaman diliminde yaşayanlara aktarmaktır amacım.
Radyo vardı. Tahtadan dışı yapılmıştı. Üzerinde sollu ve sağlı olmak üzere iki tane ayar düğmesi vardı. Bu düğmelere ‘gözleri’ adını takmıştım. Sadece bunlardan oluşmamaktaydı.  
Radyonun özelliklerinden biriside çok uzaklardaki yabancı yayın yapan radyoları çekiyordu. Telsiz konuşmaları ara sıra takılıyordu. Gür sesi vardı.
Ailece öğlen ve akşam haberlerini dinlerdik. Türk halk müziği, pop, aranjman olarak da dinlerdik. Skeçler, tiyatrolar, piyesler, okullar arası düzenlenen bilgi yarışmalarını dinlerdik. Ben maçları dinlemesini sevmezdim. Maç yayınları yaptığı günlerde olurdu.
İzmir Bayındır’a gazeteler çıktığı gün değil, bir gün arayla gelirdi ve okuyucusuyla buluşurdu.
Her yazın bir ayında Hemşin Pazar Badara’ya gittiğimizde nahiyeye gazetelerin, isteyen kişiye göre sayı belirlenerek geliyordu. En tenha yerlerden biri olduğundan üç gün ya da bir haftaya yakın bir günde okuyucusuna geliyordu.
Dünyada teknoloji hızla gelişirken kendisini yenileyerek gelişti. İnsanlarda ister istemez bu değişime ayak uydurmak zorundaydı. Bu değişimlere ‘şeytan işidir.’ Buna benzer cümle kuran kişilerde vardı.
Gazetelerimizi günlük okumaya başladık. Siyah beyaz televizyon yayın hayatına girdiğinde zaman içinde izlemeye başladık. Radyonun zaman içinde bir önemi kalmadı. 
“Türkiye'de televizyon yayınları ilk kez İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından 9 Temmuz 1952 günü başlatıldı. 1. banttan 100 watt güçle yayın yapan İTÜ TV vericisi Philips şirketinden edinilmiştir. Türkiye'nin televizyon ile tanışması 1 Mayıs 1964 tarihli TRT Yasası'nın yürürlüğe girmesiyle birlikte, Türkiye sınırları dahilinde TRT dışındaki kurumların radyo ve televizyon yayınları yapması yasaklandığından, İTÜ TV, 1970 yılında yayınına son verdi ve vericileri de 1971 yılında TRT'ye devredildi. Renkli televizyon yayınına kısmen olsada 1980’de girildi.”
“Fransız şirketi 1925 yılında Ankara ve İstanbul'da çalışmalarına başladı. Telsiz vericilerinin inşaatı sürerken radyo yayınının nasıl yapılacağı bilinmiyordu. Bunun için ilk çalışmaları İleri gazetesinin sahibi Sedat Nuri Bey başlattı. Sedat Bey bunun için bir şirket kurdu. 1926 yılında vericilerin yapım işlemi tamamlandığında radyonun kuruluş çalışmaları da başlamıştı.”
Şuan ki durumda internet, cep telefonu var. Her ikisi her eve, işyerine, insanın olduğu her alana girmiştir.
Bunun yanında gazeteler, edebiyat ve diğer dergiler, kitaplar yayın hayatlarına devam ediyorlar ama ülkemizde zor koşulları yaratanlar tarafından yayın hayatları her an sonlanabilir.
Varsayalım edebiyatla uğraşıyoruz. Uğraştığımız dal öykü olsun. Edebiyat dergileri can çekişmektedir. Birçoğu yayınını sonlandırmıştır. Bir edebiyat dergisinin bin tane çıktığını düşünürsek eğer, bunun satışı çok azdır.  Burada sistem para üzerine inşa edildiğine göre ekonomik sorunları da göz önüne almalıyız. Aynı durum gazeteler içinde geçerlidir.
İnternet ortamında gazetecilik, edebiyatçılık, e kitap, müzik ve benzerlerini yapabilirsiniz. Her dalın okuyucusu ve dinleyicisi vardır.
İnternet deyip geçmeyin çağımızın iletişim aracıdır.  İyi kullanıldığında ulaşamayacağınız hiç kimse olamaz. Öykü yazdığınızı varsayalım. İnternet üzerinden herkese uzanabilirsiniz.
26.01.2020


BİRBİRLERİNE BAKA BAKA ://almanyalilar.com/2020/01/27/hueseyin-habip-taskin-birbirlerine-baka-baka/?fbclid=IwAR3_OySApTnxOCJMZYcyuwls_zWph7tKkvqoscYoZNVmKk6-2vBi-YW1-fc




                                                       Hüseyin Habip Taşkın

Televizyonda haberleri izliyorum. Şişman Adam dazlak kafalı, siyah gözlüğüyle etrafa somurtarak emirler yağdırıyordu. Kimi hedef seçtiyse efelenerek hakaretler yağdırıyordu:
“Ey Yargıcı senin bu adamı beraat ettirme hakkın yok! Sen kimsin?”
Emir yüksek yerden geldiğine göre Yargıcı’nın verdiği karar hükümsüzdür. “Ana ve baba yasa bu olsa gerek” diye düşündüm.  O zaman dünya kendi yörüngesinde dönmeye devam ettiğine göre, düzenin çarkı da tersine dönüyordu.
Aklıma çocukluğumun, gençliğimin geçtiği Huzursuzlar Apartmanı geldi. Dört daire toprak zemin üzerine oturtulmuş, on kata kadar çıkılmıştı. Balkonu var desinler diye tavuk kümesi kadar yer yapılmıştı.  Kasabada en fazla beş kata kadar bina yapılma izni vardı.
Bu işlerin belediye ile müteahhittin gönül ilişkisinden kaynaklandığını bilen çoğunluktaydı. Bazı bölücü ve ayrımcı düşünceler işi biraz daha öteye taşıyarak:
“ Gönül işi para olmuş.” Diye söylemeye devam ediyorlardı.
Konumuzu dağıtmadan asıl konuya geçeyim. Annem, babam ve iki kız kardeşimle birlikte Huzursuzlar Apartmanı’nda kiracı olarak yıllarca oturanlardan biride bizdik. Orada yaşananlara canlı tanık bendim. En hareketli günlerim burada geçti.
Apartmanımızda Sıdıka abla ile eşi Sezai ağabey vardı. Dindarlık yanları da vardı. Herkesin yardımına koşarlardı. Her eve girip çıkarlardı. Karşılıklı gidip gelmeler hız kazandı. Sorunlar masaya yatırıldığı gibi çözülürdü. O günlerde mutluluk tablosu hiç eksik olmazdı.
Kış günü müydü? Yoksa ilkbahar mıydı? Neyse ne? Sezai ağabeyim apartman yöneticisi olacağını ilan ettiğinde:
“Allahın izniyle…” diye söze başlamıştı.
Onu tanıyanlar memnuniyetlerini sözlü olarak kendisine ve eşine söylediler. Memnun olmayanlar yönetimde olanlardı. Hilmi, Rahmi ve Azmi amcaydı. Suratları birden asıldı. Sezai ağabeyime anında tavır aldıklarında:
“Toy çocuk apartmana yeni geldi. Neredeyse bizleri kapı dışarı edecek!”
Söyledikleri ortaya düşmüş bir bombaydı. Apartman ve mahalleli Sezai ağabeyime sahip çıktı. Söylenen sözler üzerine:
“Zavallıcıklar. Allah bunlara akıl versin…” dedi.
Koro halinde:
“Âmin.” Denildi. Arkasından:
“Helal olsun sana.” Sözleri oldu.
Kısa zamanda apartman seçimi yapılmış, yöneticimiz Sezai ağabeyim oldu. Yardımcıları Kılıbık Recai ile Sesiz Rıza oldu. Kutlamalar oldu ve bittiğinde kalabalığın önünde konuşma yapmaya başladı:
“Beni seçtiğiniz için ilk önce şahsım adıma ve yardımcılarım adına teşekkür ederim. Allah beni biliyor ve izliyor. Benim üzerime ışığını gönderdi.
Giyimim bellidir. Bir gün eğer marka giyinirsem; bilin ki hakkıyla almış değilim.”
İlk önce alkışlarla ortalık inledi. Sonra:
“Yaşa, var ol başkan” sesleri ortalığı sardı. Konuşmasına kaldığı yerden devam etti:
“Desteğinizle birlikte güzel işler yapacağız. Kadınlarımızın önünü açacağız. Kendi önümüzü açacağız. Açılmadık kapı bırakmayacağız. Her şeyi şeffaf yapacağız. ”
Söylenenden anlayan olmasada alkışlandı. Konuşmasına devam ettiğinde:
“Hesap soracağım! Yolsuzluk yapanları teşhir edeceğim. Yargılayıcılar, Güvenlikçiler göreve diyeceğim.”
Herkes birbirinin suratına baktı anlamsızca ama yine de çılgınca alkışladılar. Alkışlar arasında Hilmi, Rahmi ve Azmi amca söylenenleri üzerlerine aldıklarından itiraz ettiler. İtirazları bir kişinin üzerinden ret edildi. Burası çok önemlidir. Dikkat etmenizi öneririm. Apartmanımızda tek adam ağırlığının başlangıcıydı.
Yeni yönetim odadaki eski sandalyeleri atıp yerine deri koltuklar aldı. Deri koltukların altına Acem halısı serildi. Sehpalar gitti. Fildişinden sehpalar geldi. Herkes şaşkınlıkla olanları izliyordu. Bunlar olurken apartmana iki tane Koruma atadılar. Boyları iki metreyi geçiyor ve iri cüsseliydiler.
Yönetimin ilk açıklaması ise eski yönetimin yolsuzluk yaptığı, paraları olmaz şeylere yatırdıklarıydı. Eski yönetim:
“Belgelerinizi açıklayın. ” dedi.
Yeni yönetim:
“Elhamdülillah, bölücülük yapıyorsunuz” dedi.
Sonunda birbirlerine girdiler.
Araya giren Korumalar eski yönetimi coplarla halı silkercesine döverek tozlarını alıp, kapı dışarı etti. Her nedense kavga edenler işi Güvenlikçilere bildirmediler. Böyle olunca mahallelinin aklı karıştı.
Eski ve yeni yönetim birbirlerini hırsızlıkla itham etmeye devam ediyorlardı. Apartman sakinlerinden Hıdır amca yönetime:
“Pahalı eşyaları niçin aldınız? Korumalarda neyin nesi? Bunların parasını kim ödeyecek?” dedi.
Demesiyle yönetimdekiler ile Korumalar Hıdır amcayı oracıkta güzelce bir dövdüler. Yeni yönetim:
“Merdivenden düştü. Allahın işine bakın ölmedi. Sakat kalmadı. Demek ki Allahın sevgili kuluymuş.”
Hıdır amca suspus oldu. Sesi bir daha çıkmadı.
Aidatları toplama gününde yönetim kalın sopalarla, Korumalarla kapıları çalıp zamlı olarak para istiyordu. Birde zamları otomatiğe bağlamışlardı. Adına da ‘iyileştirme’ diyorlardı. İçine zart zurt, pırt vergilerini koymuşlardı. İtirazsız olarak kabul ediliyordu. Vermeyenlere faiz uygulaması başlatmışlardı. Yönetim sakallı, cübbeli birini getirip:
“Apartmanda faiz uygulaması yapılabilir, uymayanlar uyarılarak kitabına göre uydurulur. Kitapta yeri vardır” dedi.
Din bu! Akan sular durur.
Eski yönetim aidat vermiyordu. Apartmandakilerin haberi yoktu.
Apartmanda düzen bozulmuş, önüne gelen birini dövüyordu. Evler basılıyordu. Kavgaya kadınlarda karışmıştı. Saç saça, baş başa birbirlerine giriyorlardı. Çocuklarda çeteleşmişti.
Bir gün babam iş dönüşü eve geldiğinde yönetim önünü kesmiş:
“Söyle bakalım komşum kimden yanasın?”
Babam sopa yemeden evin kapısından içeriye girmeyi düşünsede bir yanıt vermesi gerekiyordu. Laf olsun diye:
“Her ikiniz komşumsunuz. Barışın artık, kavganız bitsin.”
Kılıbık Recai amca:
“Bak sen yönetime kafa tutuyorsun ha! Sen bölücü müsün?”
Babam ecel terleri altında:
“Yanlış anladınız beni ben sizdenim.”
Deyince babamı salmışlar salmasına ama eski yönetim geri kalır mı? Babamın etrafını çevirmiş ve benzer soruları sormuşlardı. Babam ellerinden kurtulmuş kurtulmasına ama çok korkmuştu. Çareyi Güvenliği sağlayanlara gitmekte bulmuştu.
Dış kapıdan içeriye girmeden etrafına defalarca bakmış, cesaretini toplayıp içeriye girip duvar dibindeki masada oturan Güvenlikçiye gitmiş ve derdini anlatmaya başlamış, konuşması bitince:
“Bu gibi olayların cezası yoktur. Bizleri bunlarla oyalamayınız. Ölüm olursa bize haber verin geliriz.”
Apartman seçimi yaklaşınca babam, kendi ekibini kuramadığı gibi tek başına yönetime aday olduğunu açıklamıştı. Kiracı olduğu için veto edildi. Eski ve yeni yönetim sözleşmişçesine babamı sıkıştırıp apartman girişinde güzelce dövdüler. Dövenlerden açıklama geldi:
“Apartmanımızın can güvenliği için bölücülere karşı uyanık olmalıyız. Kendimizi savunmamız için silahlanmalıyız.”
Eski ve yeni yönetim anlaşarak dönerli yönetime gelip apartman sakinlerinin cebine tam gaz dalıyorlardı. Açıklama yapıyorlardı:
“Burasına dikkat edin! Geçen yıl çok iyiydi. Bu yıl işlerimiz şahane gidiyor, gelecek yıl sizleri başımızın tacı yapacağız.”
Şişman Adam ile yöneticilerimiz aynı cümleleri kuruyorlardı. Birbirlerine baka baka aynılaşmışlardı.
22.01.2020



24 Ocak 2020 Cuma


MALATYA VE ELAZIĞ’DA BU GECE DEPREM OLDU. ÖLEN İNSANLARIMIZ VARDIR. AKLIMA İSTANBUL ‘KANAL PROJESİ’ GELDİ.

ÜLKEMİZDE DEPREM BÖLGELERİ BELLİ OLDUĞU HALDE TEDBİR ALINMASI GEREKMEZ Mİ? İSTANBUL "KANAL PROJESİNİ 'İSTESENİZDE İSTEMESİNİZDE YAPACAĞIM" DEMEK NE KADAR DOĞRUDUR?

BİLİM İNSANLARININ DEDİKLERİNE AKP İKTİDARI NEDEN KULAKLARINI KAPATIR?
Hüseyin Habip Taşkın
25.01.2020

19 Ocak 2020 Pazar

ORTALIKTA FETVADAN BOL NE VAR://www.realitehaber.com/2020/01/19/ortalikta-fetvadan-bol-ne-var/?fbclid=IwAR1UUciLrBAQBWOFPtvMHNKgzGCMLESgv-UXioDf52W5csS0igyJODFWfqU



Hüseyin Habip Taşkın
ORTALIKTA FETVADAN BOL NE VAR
Çıkarların buluştuğu yerde din ile devlet iç içe geçmiştir. AKP iktidarında dinin nasıl bir şey olduğunu anlayan anladı. Anlamayan çıkarı için aptallara yatma meyillidir. Birde din araya girdi mi “akan sular dururmuş” denilmektedir.
Diyanet diye bir kurum vardır. AKP döneminde ismi sıkça duyulmaktadır. Diyanete geçmiş zamanın birinde pahalı araba alınmıştı. Tepkiler üzerine “arabayı sattım” demişti Diyanetin Başı. Tek Adam karşı çıkarak pahalı ve havalı arabayı bir daha aldı. Yetmezmiş gibi ayrıcalıklı olarak maaşı da küçümsenmeyecek kadar çoktu. Diyanetin Başı neden mutsuz olsun ki?
İkili ilişkiler yerine oturturken, önüne gelen kişi asgari ücretli çalışıyordu. İşsizlik gençlerde çoğunluktaydı. Diploma bir işe yaramıyordu. Zamlar ha bire otomatiğe bağlanma turları yapıyordu. Belkide bağlanmıştı.
Diyanetin Başı ile Tek Adam’ın vicdanları rahat olmalı ki, her işimiz ‘Allah’ın izniyle iyi yoldan gidiyormuş?’ Diyerek süsleme yapıyorlardı. Gözler boyanıyordu. Bir kötü gitse? Kim bilir ne olacaktı halimiz?
Diyanetin Başı sıkça fetvalar vermeye başladı. Devlet paranın musluğunu Diyanete sonsuz açmış, bunun karşısında Tek Adam’ı üzmek olmaz. O ne derse yapıyor. Toki’den söz ediyorlar. Bilmem kaç kişiyi ev sahibi yapacak ya! Bankadan alınan faizli parayı haram sayan dini kitapta hafiften oynama yapılmış,  Kim yapmış bunu? Bunun karşısında fetva veren Diyanetin Başı faizin helal olduğunu söyledi. Böyle olunca paranın, mevkiinin gücü desek yanlış olmaz derim.
Aklıma takılan bir soruyu sizlerle paylaşmak isterim. Genelevlerden alınan vergiler. ‘para’ helal midir? Resmen yasal fuhuş yapılıyor. Kadın bedeni devletin yasalarıyla pazarlanıyor.  Bence ortaya bir pezevenklik durumu çıkıyor.
Para ve özel mülkiyet iyi bir şey değildir. İnsanı bencilleştirir. Kişilik kaybına yol açar. Psikolojisi değişir. Çoğunluğa alaycı baktığından, küçümser ve kendisini göklerin hâkimi ilan eder.
Kokuşmuşluğu dağıtacak olan sosyalizmdir. Şaka yapmıyorum. Sosyalizmi incelemenizi öneririm.
19.01.2020



17 Ocak 2020 Cuma

YILLAR GEÇSEDE ARKADAŞLARIYIZ HIRANT’IN


Newroz Gazetesi 25 Şubat 2012 tarihinde yayınlanmış yazımdır. 

                                                              Hüseyin Habip Taşkın
YILLAR GEÇSEDE ARKADAŞLARIYIZ HIRANT’IN

Hırant Dink 19 Ocak 2007 tarihinde katledildi. Bilerek, bilinçlice, örgütlüce yapıldı. Devletin en üst düzeyinde bu işi organize edenler, atılacak adımların her karesini detaylıca hesapladılar. Kafatasçılar bir tek şunu hesaplayamadılar: Hırant’ın arkadaşları her kültürden, dilden, renkten o kadar çoktular ki Hırant’ı tek bir yürekle sahiplendiklerini ve bağırlarına bastıklarını gösterdiler. Devlet ise Hırant’a bu derece sahip çıkılmasının şaşkınlığını yaşadı. Ama onlarda oyun çok! Suçu cezaevinde olanların üzerine yıkıp, oyunun gerisinde duran devleti ve onun içinde organize edenleri deşifre etmemekti amacı.

Hırant’sız yıllar geçti. Bu süre içinde adil yargılanmanın yanından geçmedi. Yargı olduğu yerde döndü ve körebe oyunu oynadı. Yıllar boyunca devletin içindeki tezgâhı hazırlayanlara ulaşamadı. 14. Ağır Ceza Mahkemesi Hırant Dink’i katledenler için verdiği kararda “örgüt yok” dedi.

Bu dava bizlerin vicdanında bitmedi, bitmeyecek. Bu kara leke Türkiye’nin hanesine yazılmıştır. Hep böyle olmuyor mu? Bugüne kadar öldürülen gazeteci ve aydınların davalarında mahkemenin vermiş olduğu karar da hep “örgüt yok” deniliyor.

Hırant Dink’in öldürülmesini mahkemenin gördüğü gibi basit bir cinayet diyemeyiz. Her insan gibi o da bir candı. Hırant Ermeni olduğu için öldürüldü. Hırant bu ülkede, sistemin Türk İslam sentezi ile beyinleri yıkaması, Türkçülüğü, ırkçılığı, kafatasçılığı etkin hale getirmesinin bir sonucu olarak öldürüldü.

Yargı her nedense sosyalist basına, Kürt politikacılarına, ileri gelenlerine, B.D.P’ye, öğrencilerin protestolarına, Hopa olaylarına, füze Kalkanı ile ilgili protestoya ve nicelerine yüce yargı(!) her nedense hemen bir örgüt bulabiliyor. Ama bu yüce yargı(!) her nedense Hırant’ın katilleri için “örgüt yok” dedi ve bunu çok kolay söyledi. Vicdanlarımız rahat değil, hem de hiç değil.

Trabzon İl Jandarma Alay Komutanı Albay Ali Öz’ün Hrant Dink’in öldürüleceğine ilişkin önceden bilgi sahibi olmasına rağmen, bunu sakladığı iddiası var. Albay Öz ihmalden yargılanıyor, ihmalden altı ay hapis cezası alıyor.

Trabzon Jandarma İstihbarat Şube Müdürü Yüzbaşı Metin Yıldız. Cinayeti altı ay önce ihbar eden Coşkun İğci’yi Albay Öz’ün emriyle, susturmakla görevli olduğu iddia ediliyor. Yüzbaşı Yıldız altı ay hapis cezası alıyor.

Trabzon’da görevli Jandarma Başçavuş Okan Şimşek, Uzman Çavuş Veysel Şahin ihmal suçuyla dörder ay hapis cezası alıyor.

Hrant’ın öldürülmesi için biri mermileri sağlıyor, diğeri para veriyor, başkaları tetikçiye her türlü maddi ve manevi yardımda bulunuyor, birileri cinayeti planlıyor, birileri katilin kaçmasına yardım ediyor, 18 kişi perdenin önünde ya arkasında olanlar niçin aydınlığa çıkartılmıyor?

Hrant’ın iki MİT görevlisi tarafından tehdit edilmesinden sorumlu valinin bugün iktidar partisinden milletvekili, suikasttan hemen sonra “Bu örgüt işi değil” açıklamasıyla tam bir skandal yaratan eski İstanbul Emniyet Müdürü’nün şu anda vali oluşu ile kafalarda oluşan cevapsız sorulardır.

Trabzon eski Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek başta olmak üzere, Trabzon Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesinde muhbir Erhan Tuncel 17 Şubat 2006’da ve 7 Nisan 2006’da, Hırant Dink’in öldürüleceği bilgisini verirken detaylarına da yer vermiş.

Dönemin B.B.P ve Alperen Ocakları’nın Hırant’ın katilleriyle ilişkileri inkâr etseler de Başta Muhsin Yazıcıoğlu ile fotoğraflarla belgelenmesi ile Yasin Hayal’in bir mahkeme günü B.B.Partisi için söylediği sözleri unutmadık.

AKP iktidarı bir yandan insan hakları dersi vermeye çalışıyor diğer yandan adalet, hukuk tarafında kokuşmuşluk arttıkça artıyor. Anlayacağımız bu ülkede insan hakları iktidara gelenlerle şekilleniyor. AKP bir zamanlar ‘derin devletin üzerine gideceğim’ dese de kendisine dokunanların üzerine gidiyor. Böylelikle AKP yerini sağlamlaştırmaya çalışıyor.

Mahkeme heyeti körebe oyununda “örgüt” bağlantısı bulamıyor. Bunca olan ilişki ağlarından, bağlantılardan bir örgüt çıkmadı. Mahkeme heyetine suç duyurusunda bulunuyorum: Bizler Hırant’ın arkadaşlarıyız. Bizde bir örgütüz. Gerekli işlemi yapın!

Newroz Gazetesi 25 Şubat 2012



16 Ocak 2020 Perşembe

DÜŞTEN GERÇEĞE https://almanyalilar.com/2020/01/15/oeykue-hueseyin-habip-taskin-duesten-gercege/?fbclid=IwAR2O8BlftfDvDtUfaRpd9EhkFjBIdNeZiGiv2nSvukQPMDgsWHkWQQdd_T4

                                            Hüseyin Habip Taşkın

Sizlere geçmişte gördüğüm bir düşümü anlatacağım; Bu düşte makasçı yoktu. Düşümü kesmediği gibi canlı olarak verdi. Baştan sona kadar mutlu olduğumu söylemem gerekir, yaşadığım yerin yukarısında, gökyüzünün bir üstünde Uzak Medeniyeti işaret ediyordu.
Sınırları belirlenmemiş bu yerde çiftçiler tarlalarına doğal ne mahsul ektiyse fazlasıyla alırdı. Çiftçi emeğinin hakkını aldığından mutluydu. Tüketici aldığı temiz ürünü yediği için çok mutluydu.
Kadınlar her yerde söz hakkına sahip, erkekler kadınların söylediği sözleri saygıyla dinlerdi. Kadınlarda erkeklerin söylediği sözlere saygı gösterirlerdi. Ara sıra doğruyu bulmak için tartışsalar da ortak noktada anlaşma sağlanırdı.
Öğrenciler bilime dayalı, eşitlikten, birlikten, paylaşımdan yana ders gördükleri için düşünceleri durmadan yenileniyordu. Kendi branşlarını seçerken geleceklerini belirliyorlardı.
Sokaklar pırıl pırıldı. Yerlerde kâğıt parçaları, naylon poşet, sigara izmaritleri, diğerleri yoktu. Temizlik işçilerine fazla iş düşmüyordu. Evler ve apartmanlar birbirinin önünü kesecek şekilde değildi. Çocukların oyun alanları ile ailelerin oturabileceği yerleri genişçeydi.
Sokakta sanat ve edebiyat vardı. Düşüncelerin tartışmaları vardı. Hepsi gelecekleri içindi.
Gazetecilerin yazdıklarına, televizyoncuların yayınlarına, verdikleri haberlere karışan yoktu. İnsanlara doğru haber vermeyi bir görev sayarlardı.
Yöneticileri halkının ne yerseler onu yediğini, ne giydiyse onu giydiğini, insanların hangi hakkı varsa, o hak yöneticilerde vardı. Yöneticilerin korumaları yoktu. İnsanların arasında birlikteydiler.
Çıkar savaşları yapılmıyordu. Silah fabrikaları yoktu. Hiçbir dile baskı yoktu. Her anadilin okulları vardı. Televizyonları vardı. Ten renginden, konuştuğu dilden dolayı hiç kimse alay konusu edilmedi.
Sorunları kendi aralarında çözerlerdi. Askerleri, polisleri yoktu. Sınırları, bayrakları, paraları yoktu. Ürettiklerini birbirleri arasında değiştirerek çözerlerdi. Özel mülkiyet yoktu. Her yapılan iş doğa, insan ve hayvanlar içindi.
Buraya kadar çok iyi gidiyordu ama?
Kapının zili zaaarrrttt zuuurrrtt diye çalarken, güm güm diye sesler geliyordu. Kendime geldiğimde, demek ki gelememişim.  Mahallenin davulcusunun alacaklıymış gibi kapıma dayandığını sandım. Yatakta olduğumu anlayınca, üzerimdeki pijamalarımla kapıya doğru yalpalayarak gittim. O anda:
“Kim o? Bu ne yahu? Davulunu git başka yerde çal. ”
Dışarıdan aslanın kükremesine benzer bir ses:
“Aç kapıyı… Kanundan kaçılmaz! Yoksa kapıyı kırar da gireriz. Sonun çok kötü olur.” Dedi.
Kapıyı açar açmaz evin içine bir dalış yaptılar. Her odada hazine bulacaklarmışçasına külotum, fanilam, kazaklarım, pantolonlarım, çarşafım, battaniyem havalarda uçuşarak tahta zemine çakılıyorlardı.   Salonda kitaplığımdaki raflar boşaltılmıştı. Kitaplarım yerdeydi.
Başka bir düş görüyorum sandım? Yüksek perdeden kalın bir ses:
“Anlat bakalım?”
“Neyi?”
Der demez suratıma bedavadan kuvvetlice bir şamar yedim. Yıldızları, kuşları, güneşi birbirine girmiş halde görmeye başladım. Yine aynı ses:
“Bizden kaçacağını mı sandın? Senin düşünüde yakaladık. Kodese girde gör bilmem neyini.” Dedi.
Bunun şube tarafı da oldu. Okşanmalar ve küfürler birbirini kovaladı. Son aşamada yargılayıcıların önüne yemlik gibi attılar beni. Çok sevmiş olmalılar ki, suçum: “Düşümde tehlikeli şeyler görmemmiş!”
Mahkeme kapıları benim yolum oldu. Yıllar sonra gördüğüm suç bireysel olduğu için delili yokmuş ama silahlı örgüt kurabilirmişimden cezamı kestiler.
Şuanda neredeyim dersiniz? Alfabetik sıraya göre açılan bir cezaevindeyim.
Kısacası dostlarım:
“Bizde hukuk denilen şeycik sermayeden yana işliyor.”
Şimdi işi çözdünüz mü?
12.01.2020






SIRANIZI BEKLEMEK İSTEMİYORSANIZ...

     Seçimleri sorgulamamız gerekiyor. Hem seçim yapılıyor ve ardından Kayyım atanıyor.  Yeri geliyor  polis sorgusu, ardından adliyenin yol...