Safiye bu koca şehire yıllar öncesinde
ailesiyle geldiğinde sekiz yaşındaydı ve ilkokula gitmekteydi. Uzun saçları
koyu kestane rengindeydi. İncecik bir dal gibiydi. Ayağında naylon ayakkabıları
vardı. Soğuk havada ince kiremit renginde kazağı üzerindeydi.
Babası inşaat işlerine duvar örme ustası
olarak gider, aile geçimlerini sağlardı. Annesi ev kadını olmakla birlikte ev
temizliğine ara sıra gündelikçi olarak, Safiye’nin ağabeyleri ise İsa, Hasan,
Hüseyin ilkokula giderdi.
Köyden şehire geldiklerinde
akrabalarının kaldıkları Tepe Gecekonduda aynı evi dört aile çocuklarıyla
paylaşmışlardı. Ev dedikleri yer ince uzun çatısı olan tek katlı olmakla
birlikte, dış ve iç duvarı kireçle boyası yapılmış, zaman içinde rengi kirli
beyaza dönüşmüştü. İnce uzun olan evi aileler iple bölerek, üstüne çarşaf, pike
asarak kendilerine oda yapmışlardı. Her ailenin çocukları oda diye
adlandırdıkları yerde birlikte yatmaktaydı. Sabahları erken kalktıkları gibi
yatakları toplayarak ön cephenin karşı duvarına bırakarak üzerlerine iplerin
üstündeki çarşaf ve pikeleri örterlerdi. Tuvaleti, evin arka bahçesine kapı
çıkışının sağına örme taştan yapmışlardı. Bu yer aynı zamanda banyo yaptıkları
yerdi. Kışın yapılan her banyo Safiye ve diğer akrabaları için eziyete
dönmekteydi. Mutfakları ise evin ön kapı girişinin sağ köşesindeydi. Yapılan
her yemeğin kokusu ince uzun evi kaplardı.
Safiye gurbete niçin geldiklerini gece
sohbetlerinde aile büyüklerinin konuşmalarından anlamıştı. Köydeki tarla
kalabalık nüfusa yeterli olamayınca zorunlu göç, gurbet yolları
gözükmüştü. Paraları olmadığı için zorunluluktan
bir arada kaldıklarını aklı ermeye başlayınca anlamıştı. Evin büyükleri ise bu
yaşantıya ‘yardımlaşma’ adını vermişti.
Köyde de aileler bir arada
kalabiliyorlardı. Durumu biraz iyi olanlar kendilerine taş parçalarından
aralarına çamurlu kumu sıvayarak bir göz oda yapıveriyorlardı. Aileler birlikte
tarlaya gidiyorlar ve çalışıyorlardı.
Köyde evin büyükleri olan erkeklerin
sözleri geçerdi. Hiç kimse bu sözleri eleştiremez, karşı koyamazdı.
Safiye ev işlerinde evin kadınlarına
yardımcı olurdu. Sokakta oynamaya çıktığında, ağabeyleri, komşu erkek, kız
çocukları da olunca sesleri gür çıkarak her yerden duyulurdu. Duyulan sesleri
hiç kimse yadırgamazdı.
Sokak daracık toprak yoldan
oluşmaktaydı. Sağlı, sollu ufacık bahçeli evler gelişi güzel emanetçi gibi
yapılmıştı. Sokağın yamaca doğru olan sol tarafında sıvası yapılmamış
kiremitten oluşan tek katlı bahçeli evin duvarının önünde çeşme vardı. Bu çeşme
sokaktakilerle, çevrede oturanların kullandıkları ortak çeşmesiydi.
Safiye okumayı sevdiği gibi öğretmeni
Hatice’yi de seviyordu. Öğretmeni, sınıftaki öğrencileriyle abla, arkadaş
gibiydi. Sınıftakilerin sorunlarıyla da yakından ilgilendiği için ve
sorunlarını olanakları doğrultusunda çözdüğünden dolayı sınıftaki öğrencilerle,
öğrenci velileri tarafından sevilmekteydi.
Safiye sınıfın çalışkanı ve
konuşkanıydı. Üstün zekâsı vardı. Hatice öğretmen bunu bildiğinden onunla
yakından ilgilenirdi. Bir gün Safiye Hatice öğretmenine:
“Öğretmenim ben okumak istiyorum
istemesine! Babamla, annem baş başa konuşurlarken birçok kez duydum. Bu
yoklukla çocukları nasıl okutacağız? Dediklerinde. Benim canım yanıyor.”
Hatice öğretmen sorulan soru karşısında
düşünceye daldı. Öğretmenlik yaptığı yer
Tepe Gecekondu olduğu için burada bulunan tüm insanlar ülkenin dört bir
tarafından gelmiş, dilleri, kültürleri farklı olsalarda ortak buluştukları yer
ise yokluk içinde var olma mücadelesi verdikleri yerdi.
Safiye bakışlarını Hatice öğretmenden
ayırmadı. Ondan gelecek mutlu yanıtı bekliyordu ki, dayamadı:
“Öğretmenim öğretmenim.”
Hatice öğretmen kendine gelir gelmez:
“ Evet, Safiye”
Hatice öğretmen yutkundu ve bakışlarını
onun gözlerinden ayırmadan:
“ Şu anda düşünmem gerekir, elbette bir
yolu, çözümü vardır. Senden isteğim karamsar olma.”
O gün okul dönüşünde Safiye okuyup,
okumayacağı arasında düşüncelerinde gidip, geldi.
Yemeklerini yerlerken iki ayrı sofra
kurulur, biricisinde evin büyükleri olan kadınlar ve erkekler. İkincisinde
kızlı erkekli çocuklar. Yemek yerlerken sofrada hiçbir ses çıkmaz. Yenilen
günün yemeği bol ekmekle, ağırlıklı tahrana çorbası olurdu. Arkasından bolca su
içildi mi yeme işlemi biterdi.
Akşam yemeğinden sonra erkekler köşe
duvar dibindeki yer minderlerine oturarak, sırtlarını duvar dibinde bulunan
minderlere yaslayarak, evin büyükleri ortak tabakadan aldıkları az miktar tütünü
kare şeklinde olan ince kâğıda koyarak sigaralarını sarmaya başlarlar,
ustalıkla ince sarılan sigaralar ağızdan çıkan diller sayesinde kâğıdın bir
başından sonuna kadar inceden ıslatılır ve ıslatılan yer kuru yerle
birleştirilerek iki parmak arasında yapıştırılır. Sonradanda muhtar çakmağıyla
da yakıldıktan sonra içilmeye başlanır, evin içi sigara dumanı ile dolar.
Kadınlar ve kızlar işbölümüyle yedikleri
yemeklerin bakır tabaklarını, sofrayı kaldırarak, bulaşıkları yıkarken, boşta
kalanlar demlikte çayı hazırlamakla uğraşırlar. Tepsiye boş bardaklar ile bir
plastik kabın içinde bulunan küp şekeri bırakılır.
Soğuk havalar hızını kaybettiği bir
akşam evin büyük olan erkekleri sohbet ederlerken, Hamdi dayı dedikleri:
“ Ev halkı, kıymetli akrabalarım. Söze
nasıl başlayacağımı bilemiyorum? Bir yerden başlamam gerekir değil mi?
Çalıştığım konfeksiyon fabrikası buraya çok uzaktadır. Çalıştığım yerde burası
gibi ucuz evler kiraya veriliyormuş, yeni öğrendim. Evi yakın zamanda tutup aranızdan
ayrılacağım. Karım Nazmiye’yi de işe koyarım. İşi çabuk kavrar. Cemal, Nuri ve
Sevilay’da aynı işe girerler. Okuyup ne yapacaklar! Para kazansınlar ki, ev
bark sahibi olalım. Yoksa sürünürüz vallahi…”
Ev halkı konuşmayı dinledikten sonra
şaşkınlık içinde birbirlerine bakarlar. Hamdi dayının eşi Nazmiye ve çocukları
Cemal, Nuri ve Sevilay’da şaşkındır.
O gece herkes yattığında hiç kimseyi
uyku tutmamıştı. Evin büyükleri akraba ilişkilerinin dayanışmasının
dağıldığını, dağılacağının farkına varmaya başlamıştı. Safiye ise tam anlamasa
da, ‘Hamdi dayı ile ailesinin gittiğinde evin içinde büyük boşluk olacağına
inanıyordu. Düşüncesini zorlarken ya diğerleri giderse?’ diye düşünürken. ‘Ya
biz ne oluruz?’ diye düşünmeye başladı. Gecenin geç saatlerine doğru düşünceler
içinde ev halkı uykuya daldı.
Hamdi dayı evden gidişini uzatmadığı
gibi birkaç gün içinde ailesi ile birlikte topladıkları yataklarını,
yorganlarını, yemek yedikleri bakır tabakları, kaşıkları, çatalları alarak
tuttuğu kamyonete yükledikten sonra geride kalan akrabalarıyla vedalaşarak
ayrılırlar.
Hamdi dayı ve ailesinin gitmesiyle
geride kalan akrabalarının bu duruma alışması epeyce zaman aldı. Yaşam tüm
zorluklarına rağmen yinede onlar için devam ediyordu. Herkes kendi işine
gitmekteydi.
Ev halkında bireysel kurtuluş yolunun
iyi olacağını düşünen aile bireyleri akşamları evde bir araya geldiklerinde
konuşuyorlardı. Birde biriktirdikleri paraları hesaplayarak gidecekleri yerde
ne kadar gün idare edebileceklerini, istedikleri gibi giderse rahata
kavuşacaklarını söyleyip duruyorlardı.
Bir pazar sabahı erkenden evin tahta
kapısı ‘tak taaak’ diye çalınır. Safiye’nin babası:
“ Sabah sabah herhalde birisi yolunu mu
şaşırmış ne?”
Kapıya doğru yatan Hasan amca söylenmeye
başladı. Kapıya doğru giderken sesini yükseltti:
“ Kapıyı açmaya gidiyorum. Kimmiş
bizleri sabah sabah rahatsız eden!”
Kapıda kimin olduğunu sormadan açtığında
karşısında Hamdi dayı ile ailesini görünce var gücüyle bağırdı:
“Kalkın kalkın ey ahali kimler gelmiş
bir bakın.”
Evin içinde bir hareketlilik başladı.
Üstünü, başını giyen kapıya koştu. El öpmeler, birbirlerine sarılmalar, hoş
geldinlerden sonra evin içindeki oda bölümlerindeki eşyalar hızlıca toparlandı.
Kadınların bir kısmı mutfakta sabah kahvaltısını hazırlamakla uğraşırken, geri
kalanları yer sofrasını hazırlama telaşındaydılar. Evde herkesin yüzü
gülüyordu.
Hamdi dayının eşi Nazmiye mutfakta evin
kadınlarına hava atarcasına kolundaki iki tane bileziği göstererek:
“ Anam, gııızzz… İyi ki herif akıllı
çıktı. Yoksa bu köhne yerde eriyip bitecektik.”
Mutfakta ki kadınların bu söz ağırlarına
gitmişti gitmesine ama söyledikleri de yanlış değildi. Diye düşünenler vardı.
Ev halkının gözlerinden kaçmamıştı.
Giyimleri bile değişmişti. Sabah kahvaltısından sonra konuşmaya başladılar. En
çok konuşan Hamdi dayıydı:
“Bu yerden ayrılın, para kazanamazsınız.
Gariban çevrenizde sizlerde garibansınız. Rahat yaşamak için karar verin,
korkmayın bizlere bir bakın! Kiradayız ama yaşamımız iyi. Epeyce para
biriktirdik, yakında ev alacağız. Buraları terk edin.”
Safiye’nin babası üzgün üzgün bakındığında:
“Ben hiçbir yere gidemem gücüm zaten
yok!”
Hasan amca gülümseyerek sigarasından bir
yudum içine çekerek, birkaç saniye sonra dışarıya doğru dumanını üflemesiyle:
“Hamdi dayı her yönüyle haklıdır. Yokluk
içinde buralara kör, tenha yere geldik. Hiçbir kul bizi aramaz sormaz. Bende
kafaya koydum. Bu iş cesaret işidir.”
Bir günün konuşmaları böyle sürüp gitti.
Hamdi dayı ve ailesi öğleden sonra yolcu edildikten sonra evin erkekleri baş
başa konuşmaya daldı. Herkesin bireysel yaşamın yolunu çizme telaşına düştüğünü
konuşmalarında, kendi düşlerinde yarattığı özlemlerle belli ediyorlardı.
Gece ev halkı yattığı sırada Safiye’nin
babası eşi Leyla’yla konuşuyordu:
“Biz bir yere gidemeyiz. Burada kalmak
zorundayız. Bizde paramızı burada biriktiririz. Biz nerde olursak olalım
çalışmak istedikten sonra iş var. Buradakiler insan değil mi? Hamdi dayının,
Nazmiye yengemin burayı küçümsemeleri, Hasan amcanın gaza gelişi, hiç hoş
değil.”
Leyla onun ne demek istediğini
anladığından, elini Adil’in başında gezdirerek:
“ Korkma yiğidim korkma! Sen başımızda
olduğun sürece biz burada ailece varlığımızı sürdürürüz. Bende temelli iş
bulurum. Ha bizim komşu Nigar var ya sabun fabrikasında çalışıyor. Ona söylerim
bende çalışırım.”
“Olur, olmasına ama asıl beni üzen
akrabalarımız, örf ve adetlerimiz bir bir yok oluyor. Bu şehir bizleri yuttu
yutmasına da, bakalım ne zorluklar bizleri beklediğini yaşayarak göreceğiz.”
Leyla kendi bedenini Adil’in bedenine
yaklaştırarak sımsıkı sarılır:
“El ele verirsek zor günleri de
atlatırız be Adil’im.”
Hatice öğretmen okul bitiminde Safiye
ile birlikte öğretmenler odasında baş başa kalırlar. Kapı girişinin karşısında
bulunan pencere dibindeki sandalyelere karşılıklı otururlar, aralarında, üstü
beyaz örtüyle örtülmüş masa vardı.
Hatice öğretmen gülümseyerek:
“Seni derslerinde çalışır görmek,
tahtaya kalkıp dersin konusunu anlatman hoşuma gidiyor. Bana söylediğini
düşündüm ve öğretmen arkadaşlarıma senin konumunu açtım. Şimdilik karınca
kararıyla ihtiyaçlarını Hamit, Rüştü, Aysel, Mine öğretmenlerinin katkıları
olacak, benimde. Ortaokulu ve yükseği için elimizden geleni yapmaya
çalışacağız. Sen derslerine var gücünle çalış. Senin aklında meslek olarak
düşündüğün var mı?”
Safiye sevinç içinde oturduğu yerden bir
oyana, buyana hareketleniyordu:
“ Öğretmenim senin gibi iyi bir öğretmen
olmak istiyorum.”
Hatice öğretmen ayağa kalkarak onun
yanına gider, hafiften eğilerek her iki yanağından öper. İki eliyle başını
okşar.
Safiye mutluluktan eve koşarak gelir.
Geldiğinde ter içinde kaldığı gibi nefes nefese kalmıştı.
Hasan amcanın eşi Zübeyde onu öyle
görünce:
“Kızım bu ne haldir?”
“Zübeyde teyze ben okuyacağım. Hatice
öğretmenim benim yanımda.”
Zübeyde iki elini beline koyarak öylece
bakındı.
“Hayırlısı olsun kızım. İçimizden bugüne
kadar okumuş, yazmış hiç kimse çıkmadı. Bari sen aramızdan çık, çık ki seninle
gurur duyalım.”
Safiye, eve kim gelirse, sokakta gördüğü
kadına, arkadaşına ‘ben okuyacağım’ diye söyledi.
Ev halkı Safiye adına çok mutlu oldular.
Ağabeyleri ise şaşkınlık içindeydiler. Çünkü onun başarılı bir öğrenci olduğunu
hiçbir zaman fark etmemişlerdi.
Hasan amca, eşi Zübeyde ve çocukları
Arif, Kerim’de evden ayrılmışlardı. Evde insan sayısı yavaş yavaş azalıyordu.
Selim amca, eşi Nuran, çocukları Hakan, İsmail, Nilgün evden ne zaman
ayrılacaklardı?
Evde yemek yerlerken iki sofra
kurulmuyordu. Çocuklarıyla birlikte yer sofrasına oturuluyordu. Artık evin
büyükleri erkekler baş başa konuşmuyorlardı. Birlikte konuşuyorlardı. Örf ve
adetlerinin sonuna gelindiğinin hepsi farkındaydı.
Aradan geçen günler içinde ev halkının
kafasında ister istemez; ‘ne olacağız?’ sorusu vardı. Ailenin büyüklerinden
tutun çocuklarına kadar hepsinin gelecek için umutları, özlemleri
düşüncelerinde canlanıyordu.
Safiye ilkokulu bitirdiğinde, son halka
olan Selim amca ve ailesi de evden ayrıldı. Ayrılanlar bin bir umut içinde
kendi rotalarında yolculuğa çıkmışlardı. Uzun süre Safiye’nin ailesi yalnız kaldıklarına
alışamadı.
Safiye, Hatice ve diğer öğretmenlerinin
yardımıyla Tepe Gecekondunun en sapa yerinde bulunan tek katlı olan sarımsı
binada bulunan ortaokula kaydını yaptırdı. Okullar açılıncaya kadar Safiye
Nesrin adında bir kuaförün yanında çırak olarak çalışmaya başladı.
Kuaförde çalışmaya başlamasıyla birlikte
yaşamın farklı olaylarıyla da karşılaştığı gibi hayrete düşüyordu. Kendi
dünyasından çıkarak, başkalarının ruh ve halini görüyordu.
Mahallede olan biteni kuaför dükkânına gelen
müşterilerden ve mahalleli kadınlardan duyuyordu. Ayaklı gazeteler sayesinde
kendi kabuğunu kırmış, yaşama biraz daha farklı bakmaya başlamıştı.
Safiye, halktan yana olan kişileri
burada tanımıştı. Kadın erkek eşitliğinden, birlikte yaşamaya ve insan için ne
gereksinim varsa hep beraber paylaşmaya kadar öğrenmeye başlamıştı.
Tepe Gecekonduya zabıtalarla,
Jandarmalar yıkım ekipleriyle ara sıra gelirlerdi. Her gelişlerinde halktan
yana olan kurtarıcıları en ön safta yerlerini alır ve ortalık savaş alanına
dönerdi. Safiye olanları gördükçe etkisinde kalırdı. Yaşamın yüzünde
acımasızlığın, ayrımcılığın olduğunun da farkındaydı.
Tatil günleri evden ayrılan akrabaları
ayrı zamanlarda Safiye’nin ailesinin evine geldiğinde giyimlerinin biraz daha
düzgün olduğu gözlerden kaçmıyordu. Konuşmalarda kendilerini farklı yerde
görmelerini hissettirmeye çalışıyorlardı.
Safiye ve ailesi de sık olmasa da ara
sıra evden ayrılan akrabalarını ziyarete giderlerdi. Safiye ve ailesi o zaman
tahtadan yapılma siyah beyaz televizyonla tanışmışlardı.
Safiye her geçen günde olgunlaşıyor,
yaşamın çelişkilerini sorguluyordu. Ayrıca duvarlara yazılan sloganlara bakarak
ne anlam ifade ettiğini anlamaya gayret ediyordu.
Tepe Gecekonduda duvar yazılamaları hız
kazanmıştı. Safiye her sloganı okurdu. En çok hoşuna giden slogan ise; ‘üreten
biziz yönetende biz olacağız’dı.
Safiye’nin evden ayrılan akrabaları koro
halinde:
“Bu mahalleden ayrılın başınıza bir iş
gelecek!”
Safiye’nin babası Adil ailesine belli
etmese de, akrabaları bir zamanlar burada misafir olarak kalmışlardı. Tepe
Gecekondu kendi ailesine ve diğer ailelere kucak açmıştı. Gördüğü bu tepkiden
dolayı onlara dolaylı sözlerle sitem etmişti:
“Geçmişinizi sakın unutmayın.”
Artık akraba ilişkileri biterken,
görüşmelerde eskisi gibi değildi. Safiye bunun farkındaydı. Farkında olduğu
için insanlar arasındaki ilişkilerin nasıl olması gerektiğini ailesine
anlatıyordu.
Adil eşi Leyla ile evde baş başa kaldığı
bir gün kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Konu Safiye’ye gelince:
“ Bir zamanlar bizim ailemizde
erkeklerin sözü fermandı. Hiç kimse atasına, babasına hayır diyemezdi. Bu şehir
bizleri bir başka yaptı. İster istemez ayak uydurduk. Safiye’ye bir baksana!
Girişken mi girişken, konuşkan mı konuşkan.”
Selim amca ve eşi bir pazar Safiye ve
ailesine oturmaya gelmişlerdi. Safiye evden ayrılarak ‘Yardımlaşma Derneğine’
gitmişti. O günde seminerde emek, sömürüsü konuşulmaktaydı. Akşamın nasıl
olduğunu anlamadı. Safiye dernekten ayrılıp eve giderken, evlerin çarpık,
gelişi güzel yapıldığına bakıyordu. Adımlarını hızlandırdı boş olan toprak
yolları aşarak evine geldiğinde, Selim amca ve eşi gidiyorlardı. Annesi, babası arkalarından bakarken Safiye:
“Farkında mısınız akrabalık ilişkileri
bitti.”
Babası başını salladı. Annesi iki elini
yana açarak:
“Bunları görmekte varmış.” Dedi.
Hüseyin Habip Taşkın
Adil, Leyla (baba ve anne)
Safiye, İsa, Hasan, Hüseyin. (Çocukları)
Hatice (Öğretmen)
Tepe Gecekondu (Kaldıkları yerin adı)
Nesrin (Kuaför)