Nazlı iki katlı sarı boyalı evin ikinci
katında yalnız başına yaşardı. Bahar ve
Rıza adında iki çocuğu vardı. İkisi de evlenmiş, çoluk çocuğa karışmışlardı.
Nazlı kendisine bir demlik çay yapar ve
balkonda tek başına çayını yudumlarken, batan güneşin kızıllığı kaybolana kadar
bakarken, geçmiş acı anılarını hatırlardı.
Esmer güzeli Nazlı genç kızlığını
hatırladıkça hüzünlenir, aynanın karşısında saçlarını uzun süre tararken,
akrabası olan Ali’yi düşünürdü. Ali uzun boylu cüsseli, aynı zamanda
yakışıklıydı. Sevdalarını bir türlü birbirlerine açamamışlardı. Nazlı on altısındaydı.
Nazlı tarla dönüşünde babası ile
annesinin kısık sesle konuştuklarını duymuştu.
Akşam çaylarını içtikten sonra babası
eliyle karşı duvar dibindeki samandan yapılma, kalın bezden kenarları el
emeğiyle dikişli minderin üzerine oturmasını istedi. Nazlı oturur oturmaz
babası:
“Artık evlenme çağına geldin. Şehirde
oturan akrabamız Saliha teyzen, oğlu Nuri’ye seni istiyor. Tarlada çile çekmeyecek,
şehirli hanım olacaksın.” dedi.
Nazlı babasına karşı gelemezdi, boynunu
büktü.
O gece Nazlı yatağında sevdalı olduğu
Ali’yi düşünerek çok ağladı.
İki gün sonra köye Saliha teyze ile oğlu
Nuri geldiler. Nazlı’nın evleneceğini herkes duymuştu.
Ali sevdalısının evleneceğini duyduğu
gün köyü terk etmişti.
Saliha ağabeyi Halil’in evinde
misafirdi. İkinci gün Saliha ve ağabeyleri Halil, Rıdvan, ablası Nimet, kız
kardeşi Emine ile birlikte kız istemeye geldiler. Evde kızın tüm akrabaları ve
köylüleri gelmişti. Herkes bir merak ve heyecan içindeydi.
Nazlı heyecan, hüzün, merak ve kaygı
içindeydi. Acemi bir çocuk gibi ne
yapacağını bilemiyordu. Annesi ve akrabaları ikide bir ona:
“Tarladan kurtuluyon kız...” dedikçe
Nazlı’nın suratı kızarıyordu. Nazlı bugüne kadar köyünden başka bir köye
gitmemişti.
Nazlı odada konuşulanları duydukça kalbi
daha hızlı çarpıyordu. Uzaktan gördüğü Nuri’nin ince kıvırcık siyah saçı,
bıyıkları aşağıya doğru sarkmış, ince yapılı, uzun boylu yakışıklı olduğunu
fark etti. Giyimi ve konuşması köydekilerinden farklıydı.
Nazlı heyecan içinde elleri titreyerek
kahveleri dağıtırken, Nuri ile göz göze gelmiş, utanarak bakışlarını kaçırmış,
hızla odadan çıkmıştı.
Yeme içme ve hoş sohbetten sonra sıra
isteme merasimine gelmişti. Nuri’nin büyükleri söze başladı.
“Allah’ın emri, peygamberin kavli ile
kızınız Nazlı’yı oğlumuz Nuri’ye istiyoruz.”
Çıt çıkmıyordu.
Nazlı’nın babası derin nefes aldıktan
sonra kız babası olmanın edası ile:
“Verdim, hayırlı uğurlu olsun.” dedi.
Genç çiftin el öpme merasiminden sonra
herkes mutluluk içinde, ertesi günde yapılacaklar konuşulmuş, konuşmanın
bitiminden sonra herkes evine dağılmıştı.
Sabah erkenden hep birlikte düğün
hazırlığı için kasabaya gittiler. Nazlı ilk defa Nuri ile yan yana yürüyordu.
Nuri, Nazlı’nın gönlünü kazanmak için güzel sözler söylüyor, Nazlı ise yavaştan
Nuri’ye ısınıyordu.
Nazlı, akşam yatmadan önce dolaba asılı olan
gelinliğine bakarak hayaller kurmaya başladı. Ailesiyle birlikte bir ömür boyu
olmayı arzuladı.
Düğün günü akşamı içilen içkinin,
yenilen yemeğin haddi hesabı yoktu. Davulcu ve zurnacı bile sarhoş olmuşlardı.
Nuri ile Nazlı odalarında artık baş
başaydılar. Nuri gelinin yüz görümlüğünü takıp yüzünü açtı. Nazlı korku ve
heyecan içindeydi. Nuri erkek olmanın öz güveniyle, Nazlı’dan önce soyundu.
Nazlı onu çıplak hatta cinsel organını
görünce utancından suratı pancar gibi oldu. O gece canının yandığını ilk günkü
gibi hatırlıyordu. Nazlı kapının çalmasıyla irkilmişti.
Kapı komşusu Nesrin’in,
“Kocakarı neredesin?” sesiyle kendine
geldi. Nazlı kızarak:
“Ne var moruk karı?” dedi.
Nazlı ve Nesrin birbirlerini seven iki
arkadaştı. Her dertlerini birbirlerine açarlardı.
Nazlı’nın o gece uykusu hepten kaçmıştı.
Pencerenin perdesini hafif aralayarak karşı sokağa doğru bakındı. Tahta
sandalyesini alıp pencerenin yanına koyarak üzerine oturdu. Ayağa kalkarak
perdeyi hepten açtı. Eliyle de pencerenin kilidini açarak kendi gövdesini
pencereden dışarı sarkıttı. Uzaklarda gübre kokusu ve köpeklerin havlamaları geliyordu.
Gözleri doldu. Kendisini tutamayarak ağladı.
Köyden şehre gelişini hatırladı.
Traktörle çeyizlikleri kasabaya otobüslerinin hareket edeceği tek katlı binanın
önüne önceden getirilmişti. Köy meydanı da onları uğurlamaya gelenlerle
dolmuştu. Vedalaşma gözyaşlarıyla uzun sürmüştü. Nazlı’nın anne ve babası
kızlarının iyi bir aileye, akrabalarına gittiği için ayrıca seviniyorlardı.
Gözleri arkada kalmayacaktı. Köyün dolmuşuna balık istifi binmişlerdi.
Köyden hareket ettiklerinde arkalarından
köyün kadınları ellerindeki taslarla su dökerek uğurlamışlardı. Nazlı başını
köye çevirdiğinde köy görünmez olmuş, dağların arkasında kalmıştı.
Ana yola çıkıncaya kadar toz bulutu
içinde ilerliyorlardı. Nazlı etraftaki ufak tefek yerleşim alanlarına bakarken,
gözleri zaman zaman Nuri’ye doğru kaydıkça utancından başını öne eğiyordu.
Otobüsün hareket edeceği yere
geldiklerinde, çeyizlerini otobüsün bagajına özenle yerleştirdiler. Hüzünle
devam eden vedalaşmada yine gözyaşı vardı.
Otobüs hareket ettiğinde aşağıdakiler ve
otobüstekiler birbirlerine el salladılar. Nazlı başını pencereden arkaya doğru
çevirse de kıvrımlı caddeleri geçtiklerinde artık ailesi görünmez oldukça
yalnızlık duygusuna kapıldığında Nuri’nin uzanan ellerinden güç almıştı. Yüz yüze bakıştılar. Saliha onları böyle
mutlu gördüğü için seviniyordu.
Akşama doğru garaja geldiklerinde Nazlı
dev gibi otobüslere bakıyordu. İnsanların karınca gibi her taraftan çıktığını,
koşuşturduğunu gördüğünde başı döndü.
Uzun ve yorucu yolculuktan sonra gecenin
ilerleyen vaktinde Saliha ile Nuri ve Nazlı evlerine gelmişlerdi. Saliha’nın
mutluluktan yüzü gülüyordu. Nazlı’ya:
“Kızım birlikte yaşayacağımız ev
burasıdır. Evine hoş geldin.” dedi.
Nuri’nin acelesi varmışçasına:
“Anne biz yorgunuz yatmaya gidiyoruz.”
deyince Saliha bozuntuya vermeyerek:
“Peki siz yatın.” dedi.
Yatak odasında Nuri Nazlı’nın gözlerine
bakarak soluyordu. Nazlı’nın ise ürkek bir hali vardı. Nuri onu yakalayıp dudaklarını, boynunu
öpmeye başladı. Diğer eliyle de üstündeki elbiseleri çıkardığı ve ilk günlerin
acılı cinsel deneyimini hatırlıyordu ki, köpeklerin havlamasıyla kendine
gelerek:
“Acımasız insanların içine sıçayım!”
dedi.
Bu arada kapı çalınmıştı ki uyku
mahmurluğu ile kapıyı açamadı. Daha sonra kapının altından atılan düğün
davetiyesini gördü. Nazlı evlenen
çiftler için iyi yorumlar yapmazdı.
Divana gelişi güzel oturup zarfın
içindeki hafif mavi olan kartı çıkardı. “Evleniyoruz.” yazısını görünce:
“Ebenizinkini görürsünüz.” diyerek
mırıldandı.
Evliliğinin ilk günlerine geri döndü.
Kayınvalidesinin kendi üzerinde baskı kurduğu günleri hatırladı. Saliha onu tek başına sokağa salmazdı. Yanına
yama olup birlikte dolaştığı günlerin birinde üst sokakta bulunan tanıdıkları
bir tuhafiye dükkânına uğramışlardı. Orada Hüseyin ve Şevket’le tanışmışlardı.
Nazlı kocası Nuri’nin işsiz olduğunu ve
ava olan merakını ilk hafta annesiyle iş konusunda tartıştığı zaman öğrenmiş,
evliliğe bağladığı umutları yıkılmaya başlamıştı.
Nazlı mutfakta çay yaparken salonda
oturan Şevket, Hüseyin, Saliha ve Nuri’nin seslerini duyuyordu. İş konusunda
konuşuyorlardı.
Hüseyin ile Şevket, Nuri’ye
yükleniyorlardı:
“Evlisin yarın bir gün çocuğunuz da
olur. Senin sorumluluğun çalışmak olmalıdır. Acilen iş bulmalısın.”
Nuri gayet sakince:
“İş bakmadığımı mı zannediyorsunuz?”
diyordu.
Nazlı Nuri’nin tembel olduğunu artık biliyordu
bilmesine ama sonları ne olacaktı?
Şevket üzüntü içinde:
“Saliha abla yanlış yaptın. Oğlun
düzelecek diye Nazlı’nın başını yaktın. Senin oğlanda çalışma isteği yok!”
dedi.
Saliha kızsa da tepkisini açığa
vurmazdı.
“Başka çarem yoktu.” dedi.
Bu konuşmaları duyan Nazlı kendisini
adaklık koyun gibi hissetti. Harcandığını anlamıştı anlamasına ama derdini
kiminle paylaşabilirdi ki?
Nazlı evin içinde bir kanarya gibi
kafeste yaşıyordu adeta. Kocası Nuri bir gün olsun onu koluna takıp gezmeye
götürmedi. Güzel bir söz söylemedi. Nazlı evin içinde bir hizmetçi, yeri geldi
mi Nuri için cinsel ihtiyacını giderici rolündeydi.
Nazlı’nın hamile olduğu anlaşıldığında
Saliha’nın morali hepten darmadağın oldu. Bir maaşla kira ver, ev geçindir ve
çocukla birlikte dört boğaza bakacağı aklına gelince oğluna ve gelinine
söyleniyordu.
Doğumda bir kız çocuğu dünyaya geldi.
Adını Bahar koydular.
Saliha çok geçmeden evin içinde bağırıp,
çağırmaya başladı. Nazlı sessiz kalsa da Nuri bildiğini yapıyor, ava gitmekten
geri kalmıyordu. İş bulma diye bir derdi zaten yoktu.
Nazlı kızını büyütmeye gayret ederken,
evdeki sorunlardan biraz olsun uzaklaşıyordu. Aradan bir yıl geçti. Nazlı
ikinci çocuğuna hamile olunca:
“Nuri baba oluyorum!” diye sevinirken,
Saliha hepten kafayı kırdı. Oğlunun adını Rıza koydular.
Nazlı pazar yerinde alışveriş yaparken
zaman tüneline gitmiş, sanki kaybolan geçmişini arıyordu ki dert ortağı
arkadaşı Nesrin’i görünce sataşmadan edemedi: ‘”Alışveriş bahane erkek
ayarlamaya geldin di mi?”
Nesrin kahkahayı bastı:
“Asıl sen azdın zilli…” söz düellosu
bitince birlikte yürümeye başladılar.
Nesrin:
“Onu bunu bırak, parası olan yaşıyor be
anam. Doğduğumdan beri felek bana hep tokat vurdu. Böyle yaşamanın içine
tüküreyim.”
Nazlı, Saliha ve Nuri’nin bir olup
kendisini sokağa attığı günleri hiç unutmamıştı. Nazlı yürürken Nesrin’e bakınarak mırıldandı:
“Benim yaşamım çalındı. Lağım çukuruna
düştüm. Asıl o tokadı ben yedim hem de okkalı.”
Nazlı her zamanki gibi pencerenin önüne
oturdu. Hafiften başını göğe çevirdi:
“Yıllardır annemi, babamı, kardeşlerimi,
ağabeylerimi göremedim? Sağlar mı acep? Ulan şerefsiz, soysuz Saliha, Nuri
yaşamımı kül ettiniz be, ben yaşıyor muyum?”
Nazlı o gün o yeri akşama kadar dolaştı,
evlendiği zamanı ve çocuklarıyla birlikte kovulduğu günleri hatırlayarak,
yaşadığı eve gitti.
Sokağın köşesine gelince evi gördü,
gözlerinden yağmur gibi yaşlar boşandı.
Yaşadıkları hâlâ canını acıtıyordu.
Kendine gelince etrafına bakındı:
“Hüseyin’in evi ve dükkânı üst
caddedeydi.” diyerek sokağa yöneldi, eve çıkma cesaretini kendinde bulamadı.
Yönünü Şevket’in çay ocağına çevirdi. Sokak aralarından dolana dolana yarı
düşleriyle adımlarını atıyordu.
Çay ocağına geldiğinde Şevket ile
Hüseyin’in oturduğu yerdeki tahta sandalyeye oturdu. Birbirlerine anlamsızca
baktıklarında:
“Hayrola beyler beni tanıyamadınız mı?” dedi.
Bir anlık şaşkınlıkla birlikte suratının
rengi hafiften atan Hüseyin yutkunarak:
“Görüşmeyeli on beş yıl oldu.” dedi.
Konuşmalar geçmişin derinliklerine
daldığında, Şevket’in kardeşi onları eve davet etti.
Nazlı elindeki sigarasını döndürürken:
“Sizlerle görüşmeyeli kaç yıl oldu
bilemem ama şunu çok iyi biliyorum: Erkeklerin hepsi puşt ve adi.” dedi.
Hüseyin Nazlı’ya doğru baktı:
“Bu yargıya nasıl vardın? Ben bir şey
anlamadım?” dedi.
Nazlı uzunca bir kahkaha attığında
oradakiler birbirlerinin suratlarına anlamsızca bakıyorlardı:
“Anlamasınız! Siz sokağa atılan çaylak
kadının ve çocuklarının yaşadıklarını da anlamazsınız?”
Şevket kızmadan normal ses tonuyla:
“Nazlı bizden ne kötülük gördün?” dedi.
Nazlı yumruğunu sıkarak masaya
vurduğunda, yüz hatları gerildi. Masanın üstündeki çay bardakları etrafa
düşerken çay suları da gelişi güzel yere doğru aktı:
“Şerefsiz Nuri sizin arkadaşınız değil
miydi? Annesi zilli, kahpe Saliha değil miydi? Ben onların akrabası değil
miydim? Çocuklar sadece benim çocuklarım mıydı? O piç kuruları yol, iz bilmeyen
beni çocuklarımla sokağa attılar.”
Nazlı hıçkırıklar içinde ağlamaya
başladı. Fatma açık olan kapıyı kapadı. Şevket açık olan cam çerçeveleri
kapattı. Hüseyin limon kolonyasının kapağını açtı. Evde bir telaş başladı.
Nazlı yere baygın düşerken Hüseyin ile Şevket onu yakaladıkları gibi divanın
üzerine taşıyıp yatırdılar. Fatma avuç içine döktüğü limon kolonyası ile elini
ve bileklerini ovmaya başladı.
Nazlı bir müddet sonra kendine gelince:
“Uyumak istiyorum hiç uyanmamacasına.”
dediğinde Fatma koluna girdi, odaya götürüp kanepeye uzanmasına yardım etti.
Açık kapıdan içeriye doğru bakarlarken üçünün gözleri dolmuştu.
Gecenin ilerleyen vaktinde Nazlı kendine
gelince onların bulunduğu yere gelerek bir sigara yaktı. Oturması için ona yer
gösterdiler.
Hüseyin üzüntü içinde:
“Özür dilerim senin yaranı deşmek
istemedim.” dedi.
Nazlı oradakilere donuk gözlerle
bakarken:
“Benim yaramı ne sen ne de Şevket anlar.
Benim yaşadığım zindan hayatını bana erkek denilen şerefsizler yaşattı. Sizlere
de güvenemiyorum.” dedi.
Sigarasının dumanını halka halka
ağzından çıkartırken:
“O gece cebimde para değil, kâğıt
parçası bile yoktu, gidebildiğimiz yere kadar yayan yürüdük. Bir karakola
sığındık. Karakoldaki polisler beni başından atmak istiyorlardı. Yalvar yakar
beni ve çocuklarımı içeri aldılar. İşlem yapmasalar da o geceyi çocuklarımla
karakolda geçirdim. Sabahleyin diğer polisler geldi. Keyifleri yerine gelince
beni ve çocuklarımı sosyal hizmetlere ait bir binaya götürdüler ve oraya teslim
ettiler. Her yer pislik içindeydi ya da bana öyle geliyordu. İki çocuğuma günde
iki süt veriliyordu. Bir hafta sonra tekrar kendimi sokakta buldum. Valiliğe gittiğimde çocuklarımı elimden alıp
Çocuk Esirgeme Kurumuna verdiler. Haftada bir çocuklarımı görmem uygun görüldü.
Beni de sığınma evine geri yolladılar. Burada kalışım on beş gün sürdü.
Gemi iskelesine gittim, adamın birine
yalvardım, yol paramı verdi. Gemiyle karşıya geçtim. Gemiden indiğimde karşımda
uzunca bir çarşı, sokağın iki kenarında yüksek binalar, insanları bir ucundan
içine yutan, diğer ucundan dışarı atan bir caddesi vardı. Kalabalığa katılıp,
insan selinin içinde yürümeye başladım. Karnım açtı. Öyle bir yere daldım ki,
tenha sokakta bir çiçekçi dükkânına denk geldim. Çiçeklere bakarken, aslında
neye baktığımı bende bilmiyordum. Orta yaşlarda göbeği öne doğru götü geriye
doğru olan gür siyah saçlı bir adam bana:
“Size yardımcı olabilir miyim
hanımefendi?” dedi.
“Ben hiç cevap vermedim. Benim kuzu
olduğumu hemen anlamış olacak ki, beni içeriye davet etti. Dinlenecek, bana
yardım edecek birisi olarak o an düşündüm? Kendisinin aç olduğunu birlikte
yemek yiyebileceğimizi söyleyerek bana da yemek söyledi. Yemekten sonra çay
faslı başladı. Sonra sohbet faslı, acıma duygusu moduna girişi, ‘Vah vah,
Şerefsiz puşt!’ derken burada kalabileceğimi, dükkânın arkasında bir oda
olduğunu söyledi. Kanepede yatabileceğimi ve bekâr olduğunu söyledi. İnanmaktan
başka bir şeyim kalmamıştı. Dükkânın kepengini üzerime kilitleyip gitmişti. Ben
o gece güzel bir uyku çekmiştim. Sabah dükkâna gelince bana: ‘Canım, şekerim,
hayatım…’ demeye başladı. Sonra elini omzuma götürdü. Evlenebileceğimizi
söyleyince inandım. O gece onunla birlikte oldum. Diğer gecelerde de… Günün
birinde hafiften şişman bir kadın dükkâna geldi. ‘Utanmıyor musun kocamı baştan
çıkarmaya?’ dedi bana. Bende açtım ağzımı, yumdum gözümü, kıran kırana bir ağız
dalaşı başladı. Saç saça baş başa kavga etmeye başladık. Çevreden gelenler bizi ayırdı. Adamın yüzü
kıpkırmızı kesilmişti. Mahalleye rezil olmuştu. Rezil olanlardan birisi de
bendim. Eşyalarımı toparlayıp parasız
yollara düştüm. O birahane bu birahane benim dercesine çalıştım. Önüme gelen
erkek ile tiksinerek, nefret ederek yattım.
Yattığım hiçbir erkekten bugüne kadar hiç zevk almadım.”
Hüseyin ve diğerleri ağlamamak için
kendilerini zor tutuyorlardı. Hüseyin ağlamaklı olarak:
“Ben burada değildim. Şevket buradaydı
neden yanına gitmedin? Benim evime çıksaydın annem, babam sana kapılarını
açardı.” dedi.
Nazlı Hüseyin’e bakarak:
“O anlarda hiçbir şey düşünemez
olmuştum.” dedi.
Bir anlık sessizlikten sonra:
“Yıllar sonra bir birahane sahibinin
malı oldum. Onun yardımıyla çocuklarımı Çocuk Esirgeme Kurumundan yanıma
aldırdım. Çocuklarımın psikolojisi hepten gitti. Yanıma aldırmakla hata ettim.”
Nazlı bakışını Şevket’e çevirdi. Şevketin kızarmış yüzü kan çanağına dönmüş
gözleriyle karşılaştı.
Şevket:
“Çocuklar nerede?” dedi.
Nazlı kahkahayı koyuverdi:
“Onlar kendi halindeler!” dedi.
Hüseyin Nazlı’ya bir öneride bulundu:
“Bizi ailenden say, gel bizim evde kal,
ailem sana hiçbir söz söylemez.”
Şevket de:
“Hüseyin haklı! Biz bir aileyiz ve benim
kapım sana açık hem de kız kardeşimle birlikte?”
Nazlı gecenin ilerleyen vaktinde bile
ikna olmadı. Evden ayrılırken söylediği son sözü:
“Size de güvenemiyorum.” demesiyle
Hüseyin ile Şevket yıkılmıştı. Fatma ise şaşkındı. Nazlı sabahı beklemeden
gecenin karanlığında kayıplara karıştı.
Aradan otuz yıl geçti. Nazlı Şevket’i,
Hüseyin’i, Fatma’yı hiç unutamadı. Asıl hiç unutamadığı hayatını zindan eden
Saliha ve Nuri’ydi.
Çocukları ve torunları havanın güneşli
olduğu bir günde Nazlı’nın evinde bir araya gelmişlerdi. Çocuklar yaramazlık
yaptığı için Nazlı onları kapı önüne göndermiş ve çocuklarıyla sohbete
dalmıştı. Sohbetin seyrini Nazlı, Hüseyin ile Şevket’e çevirmişti:
“Sizce her ikisi yaşıyorlar mıdır?”
Rıza ile Bahar hiçbir yanıt vermeden annelerinin
suratına öylece bakındılar.
Hüseyin Habip Taşkın
Nazlı, Saliha, Nuri, Hüseyin, Şevket
Köy, ev, aile
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder