‘Birahanede
işlerin kesat olduğunu’ çalışan personel söylüyordu. ‘Yakında topu dikerler’
diyende vardı. Dört ortaklıydı ve aynı yörenin insanlarıydı. Ustası
Sakıncalı’ya işin inceliğini öğretme teklifinde bulundu. Ama kabul etmedi. Eli
ağırdı. Bir de yazı yazmasına, kitap okumasına engeldi.
Çalıştığı
yere Yazar Arkadaşı uğradığında yüzünde gülücükler açıverdi. Geldiği saatte ne
müşteriler, ne de patronlar vardı. Bara yakın pencere kenarına karşılıklı
sandalyelere oturduklarında:
“
Öykülerini okudum. Her biri ayrı güzel işlenmiş, konuları kadın ve askeri darbe
dönemini anlatıyor. Benim sana bir önerim olacaktır! Bunları birbirine
bağlayarak geçiş yaparsan çok güzel bir roman olur.”
“
Yapabilir miyim?”
“Bak
şurada karakter olarak bir kadın var. Onu devamlı yukarılara taşı, Gelenler ve
gidenler romanına renk katacaktır. Acele etmeden dediğimi yap, düzeltmeyi ben
yaparım.”
Neskafelerini
içerlerken gündemde olanları konuşuyorlardı. Oysa Sakıncalı’yı sevinç ve
heyecan bastı. Onu dinlerken, nasıl yapacağının hesabını aklında
canlandırıyordu.
“
Durmadan gazeteciler hakkında davalar açılıyor. Durmadan para cezaları
kesiliyor. Dört Duvar arasına gönderilenlerde vardır. Sen de bunlardan
birisin.”
“ Dediğin gibi iyi yatırdılar. Ben yolun
başındayım. Daha dalış yapamadım. Bir gün çok iyi bir yazar olacağıma
inanıyorum.”
Yazar
Arkadaşı’nı uğurladığında mutfağa geçtiğinde Dev Adam sorgucu tavrıyla
meraklanmış olmalı ki:
“O
adam kimdi?”
“Bir
arkadaşım.”
“Sizden
mi?
Aptallığa
vurduğunda:
“Ne
sizden mi?”
“İşi
anlamamazlıktan gelme.”
“Her
gelenimi sorgulayacak mısın?”
Dev
Adam sustu.
Gece
eve gittiğinde vakit kaybetmeden zamanla yarış haline girdi. Bilgisayarın
karşısına geçti. İlk önce sıralamasını yaptı. Kadın karakteri her sayfada hemen
hemen vardı. Gece geç saatlere kadar
yapacağı iş üzerinde oyalandı. Uyku bedenini esir alınca zorunluluktan kalkıp
yatağına gitti. Şuan düşünecek halde değildi.
Yaşama
tekrardan tutunmaya dört elle sarılırcasına hazırladığı romanından dolayı
yeniden umut buldu.
İşe
bir buçuk ay dayanabildi. İşten ayrıldığı gün Bir Genç’ten bulaşık işi teklifi
geldi. Sosyete yerinde mutfakta bulaşık
hanede çalışacaktı. Sigortası vardı. En azından emekliliğini burada
doldurabilirdi.
İşe
başladığı günde tarihi binadan içeriye girdi. Burası geçmiş yıllarda vapurların
bacasından simsiyah çıkardığı duman ile gelip uğradığı ve ayrıldığı yerdi. Kara
parçasının denize doğru kare biçiminde uzandığı bir alan üzerine kurulmuştu.
İlk
önceleri arabaların park edildiği bir yerdi. Sonradan balık haline çevrilmişti.
İlerleyen yıllarda dokusuna uygun yapılarak dükkân olarak bölümlere ayrılarak
kullanılmaya başlandı. Kirası döviz olarak alınıyordu.
Sağ
kısmı askeri gemilerin bulunduğu bir yerdi. Hemen en alt köşe yerdeki Sosyete
Barda çalışacaktı. Sağlı sollu büyük ve küçük dükkânlar vardı. Başını tavana
çevirdiğinde yüksekliği birkaç evcikti. Sol tarafta kitabevi vardı. Doğruca
girdiği kapının karşıdaki denize açılan kapıdan çıktı. Sol ve sağ tarafı ile
önü denizdi. Buranın önünden vapurlar gelip geçerdi. Gemilerin geçtiği yerde
boydan boya ince uzun bir düz yapı vardı. Orta kısmında ince uzun beton yapıdan
yapılmış bir fener yeri vardı.
Yer
hoşuna gittiğinden bir süre orada oyalandı.
Burası bir körfezdi. Karşılarda yerleşim birimleri sırıtıyordu. Dağlarda
gecekondular ben buradayım diyordu. Onun aşağısında kalan ve denize doğru
uzanan alanda apartmanlar mezarlığı vardı. Sağına dönüp birkaç adım atıp ilk
tahta kapıdan içeriye girdi. İçerisi aydınlıktı. Masalar küçük ve dört
sandalyeden oluşuyordu. Sol tarafta taş örme duvar dibinde içkili bar büfesi
boydan boyaydı. Önünde ince uzun tahtadan yapılma sekize yakın sandalye vardı.
Barın
hemen yanında yukarıya çıkan tahtadan yapılma merdiven basamakları vardı. Müşterilerin
oturduğu yer ve duvar dibindeki tahtadan yapılma oda gibi yer ise Patronun,
muhasebecinin yeriydi.
Sakıncalı
büyülenmiş halde bakınıyordu. Birden:
“Kimse
yok mu?” dedi.
Sese
yukarıdan Bir Genç karşılık verdi:
“Hoş
geldin.”
Merdivenlerden
aşağıya inerek, tokalaştılar. Vakit kaybetmeden barın yanındaki küçük kapıdan
içeriye girdiklerinde küçücük mutfak ile karşılaştı. Şirin bir yerdi. Sol
tarafında küçük bir yer bulaşık yıkama yeriydi.
“Burada
çalışacaksın. Mutfak kadrosunu değiştireceğim. İyi aşçı ve yardımcısı yakında
gelecek, eskilerle şimdilik idare edeceğiz. Yemek listesi değişecektir.
Unutmadan
söyleyeyim. Personel bu arka kapıyı kullanıyor bilgin olsun.”
Mutfakta
yalnız kaldı. Sandalyenin üzerine oturdu. Neşesi yerine geldi. Aklına işten
atılacak mutfak personeli geldi. Haberleri yoktu. Acımasız düzen önüne
kattığını savuruyordu.
Aşçı
ve Sorumlu Aşçı arka arkaya girdiklerinde Sakıncalı’yı gördüklerinde merhabalaştılar.
“
Sizinle çalışacağım. Bulaşıkları yıkayacağım.”
Sorumlu
Aşçı’nın ağzı açık kaldı:
“Nasıl
olur? Kim bu Genç Adam?”
Hızlıca
yürüdü. Kapıyı açıp söylenerek uzaklaştı. Diğer Aşçı ile baş başa kaldı.
“Ortalık
toz duman gidiyor. Sorumlu Aşçı’nın hali hal değildir.”
Sakıncalı
sustu. Fazla uzun sürmedi geriye döndüğünde:
“Beni
yanlış anlama mutfak ekibini ben oluşturdum. Bana sormadan atmamalıydı.”
Arkasından
Genç Adam girdiğinde:
“Benimle
nasıl konuşuyorsun? Hepiniz benden sorumlusunuz?”
Ağız
dalaşı alevlendi. Genç Adam sinir küpüne döndü. Arkasını dönüp kapıdan
çıktığında Sorumlu Aşçı eline geçirdiği bıçağı gelişi güzel fırlattı. Malzemelere
çarptığında yere düştü. Neredeyse can alacaktı. Mutfakta iki kişi olanları
tiyatro izlercesine izliyordu ki, Sakıncalı:
“Ustam
sakin ol! Yoksa hoş olmayan olaylar olacak!”
Sessizliğe
bürünüldüğünde içeriye ince uzun boylu kısa saçlı bir kadın girdi. Dikkatler
ona çevrildi:
“Hayrola!
Kabadayı mısın? Nesin?”
“Hayır
Patroniçem!”
Patroniçem
sinirini alamamış eşyalara bakınıyordu. Bıçağın çarptığı yerleri görünce:
“Malıma
ne hakla zarar verirsin? Seninle çalışamam. Muhasebeye git ve hesabını al.”
Sorumlu
Aşçı bu kez yalvarma seansına geçti. Sakıncalı ve diğer Aşçı olanlara bakmakla
yetiniyordu. O gün Sorumlu Aşçıya kırmızı kart çıkartılmış oldu. Ağlayarak
eşyalarını toparladı. İşyerini terk edip gitti.
Bir
gün sonra Patroniçem mutfakta Sakıncalı ile tanıştı:
“
Aramıza hoş geldin. Biraz harareti yüksekçe güne denk geldi. İlk defa böyle bir
olayla karşılaştım.”
“
Ben de böyle tansiyonu yüksek bir olayla karşılaştım. İçinde dram, hüzün vardı.”
“Umarım
anlaşırız?”
“Anlaşırız. En azından böyle olmaz! Silahlar
konuşmaz.”
“Kolay
gelsin.”
Patroniçem
başın hafiften oynatırken güldü. Kapıdan çıkıp gitti.
Öğlen
üzeri müşteri yerine sinek avlıyordu. Akşama doğru işler açılıyordu. Tezgâhın
üzerindeki yığılan bulaşıkları sudan durulayarak, bulaşık makinesine koyup,
çıkarıp tezgâhın üzerine bırakıyordu. Üç ya da üç buçuk saat diliminde tüm gün
çalışmışta yorgun düşmüşe benziyordu. Terler her yerinden boşalmıştı.
İşçilerin
giriş kapısı kitapevinin karşısındaki tekli kapıdandı. Üç kişinin birlikte yürüyeceği yerden giriş
yapılıyordu. Uzunca hafiften S biçimindeydi. İlk yer sadece hamur üzerine kıyma
olarak çalışırdı. İkinci yer kendilerine aitti.
İlgisini
çeken ise kitabevinde çalışanlar iki üniversite bitirmişlerdi. Diploma
ellerinde kalmıştı. Yan tarafta çalışan
Sarışın Usta ile tanıştı. İşe on bire doğru geldiğinde Duvarda bant ile
yapıştırılmış üniversite diplomasını gördüğünde üzerindeki yazıları okudu.
Yüzünün rengi değişti. Fotoğrafa baktığında Sarışın Usta’nın
gençlik fotoğrafı vardı. Gözleri doldu. Arkasından gelen sese döndü:
“Ailem
benim okumam için kendilerinden fedakârlık yaptı. Bende karşılığını vermek için
okudum. Okurken hayallerim rengârenkti. İş bulamam diye düşünmedim.
Ailemizden
biri yüksekokulu okuyor diye gururu olmuştum. Diplomayı aldığım gün bende ki
sevinç tarif edilemezdi. Annem, babam çok mutlulardı.
Okulum
için tanıdıklardan borç para alındı. Yeri geldi bankanın birinden kredi alındı.
Yasal faiziyle geriye ödemeye başlandığında ailem çok büyük zorlukları
göğüsleyerek okulumu ilk beşinci sırada bitirdim.
Diploma
borsada değerini kaybeden kâğıda benzedi. Üniversiteyi bitirdik, şimdi iş arama
zamanıdır diye babam bir yandan ben diğer yandan yolla çıktık. İş bulamadım.
Bir anda çöktüm. Piyasada diplomalı işsizler furyası vardı. Bizleri ucuz işçi
gücüne böylelikle döndürmüşlerdi.
Siyasi
partilerin kapısını çaldık. Babam diplomamdan söz etti. Her kapıda diplomanın
beş kuruşluk değerinin olmadığını anladık. Sonunda torpili olmayan bu yerde
hamur açma ustası oldum.
Bunca
masraf, eziyet niye?”
Ona
baktı. Gülümsemek istedi ama yapamadı:
“Sistem
denilen acımasız canavar, alt tabakanın yaşamıyla kafalarına göre oynuyorlar.
Eğitim sistemi çöktüğünden nerede ihtiyaç var, ne kadar? Bilen yoktur? Devrin
adı üniversite bitirmiş olsun oldu.”
Yazar
Arkadaşı bir öğlen geldiğin de:
“Yazını
son kez düzelttim. Basıma hazırdır. Bir oku! Çıkaracağın ve ya ekleyeceğin yer
olabilir.”
Sohbet
ederken aklın yazdığın romanının son şekli nasıl olduğundaydı.
İş
bitimini zor etti. Belediye Otobüsüne bindiğinde normalinde gözlerini kapar
uykuya derinlemesine dalardı. Bu gece gözleri açıktı. Sevinç, heyecan iç içe
geçmişti. Aklına ‘hangi yayınevine bastıracağı?’ geldi. ‘Ne kadar tutar? Diye düşündü.
Otobüs
durağında indi. Oysa her indiğinde çevresine bakarak yürürdü. Dış kapıyı açar
açmaz merdivenlerden yukarıya çıktı ve sağa döndü. Asansör en üst kattaydı. Onu
bekleyemeye vakti olmadığından merdivenleri ikişer ikişer çıktı.
Dış
kapıyı açar açmaz mutfakta masanın başında bilgisayarını açma telaşındaydı. Sandalyeye
oturur oturmaz, masanın üzerine kâğıtları bıraktı. Bir kâğıda sonrada
bilgisayardaki yazılara bakarak düzeltilecek yerleri ilk önce düzeltti. Gece
yarısına ulaşıldığından beyni ‘beni rahat bırak bıktım senden’ dercesine,
baştan okumayı sağlıklı yapamadı.
Sabah
kalktığında ilk işi bilgisayarı açmak oldu. Baştan başlayarak okumaya başladı. Eşi
de arkasından kalkıp lavaboya gitti. Okumaya kaptırıp gittiğinden Eşi’nin
yanına geldiğini göremedi. Ayakta bir elini havaya kaldırarak:
“
Çayı niye koymadın? Kahvaltımızı yapalım. Bilgisayar kaçmıyor.”
Başını
kaldırmadan:
“Haklısın,
Dün Yazar Arkadaşı geldi. Düzeltmeleri yapmış, dün gece hepsini bilgisayardaki
yazıma ekledim. Şimdi okuyorum; nasıl olmuş? Diye.”
Okuduklarında
düzeltimde az oranda hata payı vardı. Aklı biraz sulandı. Kahvaltıdan sonra
bilgisayarın başına oturdu. Sesli söylenerek:
“Bu
hataları niçin bıraktı? Bir nedeni olabilir mi?”
“Ne
hatası?”
“Tam
düzeltme yapmamış!”
“Öyle
olur mu? Ona bir sor?”
Okuma
isteği bir anda kâbusa döndü. Evden çıkıp onun takıldığı Kitapevine
uğrayacaktı. Kafasında ne oluştuysa işyerine gitti. İş elbiselerini giydiğinde
beyazlara büründü.
Ara
sıra çarşı içine çıkar dolaşırdı. İlk defa dükkân önünde duran çığırtkan:
“
Hocam içeride doktorlar için giyimimizde var. Bakabilirsiniz!”
Sakıncalı
on beş yaşında tahmini olan gencin söylemini boşa çıkarmayarak:
“Şimdilik
yeterli giyim eşyam vardır. Burası aklımda olsun. Teşekkür ederim.”
“Sağolun
hocam bekleriz.”
Bu
ikili konuşmaya gülümsedi.
Saatine
baktığında yarım saati vardı. İş elbiseleriyle Kitapevinin yolunu tuttu. Tahmin
ettiği gibi oradaydı. Kısa konuşmadan sonra:
“Bilgisayara
aktardım. Bugünde okudum; gözüme ilişen bazı yerlerde imla ve diğer hatalar
var.”
“Sen
taşeronda çalıştın, orada bunları kaleme aldın. Emekçi kimliğin var. Dört Duvar
arasından çıkıp, yargılanman devam ediyor.
Ben bu yazını bu haliyle olumlu buluyorum.”
“Bunu
okuyan beni topa tutar.”
“Dediğimi
yap!”
Morali
bozuktu. Nasıl düzeltecekti? Başkasına gitse hoş olmazdı.
Hüseyin
Habip Taşkın
15.12.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder