Binalara
ailece bakıyorlardı. Dev cüsseli beton yığınları arasında cüce gibi kaldılar.
Oysa buraya yalnız geldiğinde Aziz merasim adımlarıyla kaldırımda, caddede,
beton yığınları arasında köşe kapmaca oynar gibi giderdi. Belirli köşelerde
durup sanki matematik hesabı yaparcasına ellerini, hareket ettirir, başı
rüzgârdan bir o yana bir bu yana dönermişçesine hisse kapılırken mırıldanırdı.
Ailesinin
yanında bile aynı duruma düştüğü bir günde, eşi Nazmiye ile çocukları Serap ile
Güneş’in dikkatlerini çektiğinde Nazmiye:
“Aziz,
Aziz iyi misin? Hayrola ellerin ile başın aynı anda ritmik hareketler yapmaya
başladı!”
Olduğu
yerde bir anlık dilini yuttu. Ne diyeceğini şaşırdı. Kendisini okulda
öğretmeninin karşısında sözlüye çekiliyormuş sandı. Nazmiye’nin, çocuklarının
bakışları arasında kendine geldi.
Serap
babasının düştüğü duruma üzülerek:
“Neyin
var Babacığım? İkinci bir kişiliğe bürünmüş gibi bir halin var?”
Aziz
kızına, oğluna, eşine bakındığında:
“Farklı
bir kişiliğe bürünmedim ben! Buraya yalnız geldiğimde zamanın bir diliminde
kalan yaşamışlığımı ve emekçi işçileri hatırlarım.”
Güneş
babasının konuşmasını keserek:
“Niye
duraksayarak anlatıyorsun? Kendini dün ile bugün arasına preslemişsin. Burada
hesaplaşamadığın ne var ya da ne bileyim?”
Aziz
yutkunduktan sonra onlara bakarak:
“
Siz hiç tarlada çalıştınız mı?”
Üçü
birden ne demek istediğini anlamaya çalışırken dikkatlerini ona vermeye özen
gösteriyorlardı. O ise konuşmasına o günü yaşıyormuşçasına devam ediyordu.
“Ben çalıştım. İhtiyacım olmadığı halde ırgat
oldum. Toprak ile bütünleştim. Kadınıyla, kızıyla, adamıyla, çocuğuyla ve de bebeleriyle.
Babama bir gün dedim ki: ‘Okumak istemiyorum.’ Babam uzun boyu, kel kafası,
göbekli haliyle tepeden bana kuşbakışı baktı, posbıyıkları, kaşları, dudakları,
alnı anlamsızca her yüne oynarken homurdandı: ‘Öyle mi? Öyleyse tarlaya gideceksin
ırgatlığa, emeğinle para nasıl kazanılır? Görmelisin, öyle aylak aylak
beklenmez.”
Serap
dehşete düşmüşçesine:
“İnanamıyorum!
Dedem bunu sana nasıl yapar?”
“Acele
postalanmış ve yolunu şaşırmışçasına kendimi tarlanın içinde ekibin bir parçası
olarak buldum. İlk günümde yakıcı güneş altında tarlanın bir ucundan diğer
ucuna nakış işlercesine toprağı çapaladım. Belim kopuyor sandım. Alnımdan fışkıran
terler fazlalıkmışçasına toprağa karıştı. İş bitiminde evimin yolunu bulmakta
zorlandım. Banyodan sonra kendimi yatağımda buldum. Yemek yedim mi? Hatırlamıyorum. Sabahın kör karanlığında
ayaktaydım, diğer günler ve aylarda da.”
Nazmiye
konuşmasını engelleyerek:
“Bunca
yıldır evliyiz. Bana anlatmadın. Beni geç çocuklarına da anlatmadın!”
Aziz
içindeki yanan volkanı dışa vurdukça rahatlıyordu:
“Yiğitliğime
toz kondurmamak için işimden memnunmuş gibi yapıyordum. Babam işin meğerse
farkındaymış, bıyık altından anneme gülerek: ‘Hanım hanım... Bu oğlan okuyacak
gör bak! Okulun yolunu dörtnala tutacak!’ dedi. Tarla ile ev benim dokuma
tezgâhım oldu. Haftanın bir günü iznimde öğleden sonra kendime gelirdim.
Aldığım tüm haftalıklara babam el koyardı. İlk aldığım haftalıkta bana:
“Sana
yaşamın bilgisini ve pratiğini öğreteceğim.
Bu deneylerden sen dersler çıkaracaksın ve önünü açacaksın. Yaşamın her
alanında yoğrulacaksın, yol aldığında sayısız mekânlara konuk olacaksın.
Sen
de yaşadıklarını çocuklarına aktaracak ve onlarda kendi bilgelikleriyle
yoğrularak özünü bulacaklardır. İnsanoğlu acıyı da, sevinci de tadacaktır.
Bunlardan biri elbette ağır basacaktır.”
Serap’ın
yüzünde gülücük tomurcukları açtığında:
“Dedem
için söylediğim sözleri geri aldım. Gerçekten ders niteliğinde bir uygulama
yapmış sana.”
Konuşmana
devam ederken içindeki geçmiş daha çok dışarıya yansıyordu:
“Ellerim nasır tarlasına çoktan dönmüş, gerçek
bir emekçi olmuştum. Okuma isteğim yeniden içimde yeşerdi. Bir yol ayrımındaydım.
Bu yol ayrımı içimi kemiriyordu. Babama nasıl söyleyeceğimin provalarını sıkça
yapıyordum. Ama o cesareti bir türlü yakalayamıyordum.
Bir
akşam yemeğinde babama açılma fırsatını yakaladım. Ağzımdan çıkan her cümle
kulaklarımda uğuldadı.
“Ben
okumak istiyorum!”
Babam
mutluluğunu belli etmese de başını salladı, durdu. Bir yandan da okumama karşı
çıkarsa, o zaman okumam gümbürtüye gider diye düşünüyordum. Biran sessizlik
oldu. Mahkeme başkanı sanki son sözü söyleyecekti.”
Bana
alıcı gibi bakarken:
“Olur!
Yalnız bir şartım var? Okullar açılıncaya kadar çalışacaksın.”
“Sevincimi
gizleyemedim, Annem ile babam yanaklarımdan öptüğünde gözyaşlarıma hâkim
olamadım. Yatağımda işbaşı yaptığım günü hayal ettim; sabahın köründe insanlar
yataklarındayken, ben yola koyulur, tabana kuvvet derdim.
İp
gibi bir hizada, bahçeli bir ya da iki katlı evlerin sonunda, asfalttın sağında
duran beş ya da altı tane bekleyen traktörler ve arkasında römorku olan kısma
ben ve işe gidecekler balık istifi gibi binerdik.
Okula
gidemeyen genç kızlar ve erkeklerde ev bütçesine katkı için gelirlerdi. Küçük
çocuğunu yanına alanlar vardı, emzirmek için.
Hareket
ettiğimizde bedenlerimiz soğuktan titrerken, sıcaktan buram buram ter kokarken,
mevsimler sırasıyla birbirini izlerken, günler sonsuzluklara akıp giderdi.
Irgatların çoğu yoksul ailelerden gelmekteydi.
Hepsinin ayrı ayrı özlemleri vardı. Yukarı ve orta mahallelerde oturanlar ağırlıklıydı.
Bu yerlerde oturanlar eski Rum evlerinde kalıyorlardı.
Zamanla
tarladaki ağır işçiliğe alıştım. Birbirimizle kaynaştık ve sorunlarımızı
konuşur, çözümler üretirdik. Her yeni bir gün benim olgunlaşmama, ayakta dik
durmama yol açıyordu.
Babamın
bana uygulattığı bu ders sayesinde kitaplara dört elle sarılmama, düşüncemi
sonsuzluklara yelken açtırmamı sağladı.”
Eşi
ve çocukları Aziz’in etrafında halka olduklarında ona sarıldılar. Beton
yığınlarının arasından geçerlerken, tarlanın büyüklüğünü, içinde çalışan
karıncaya benzeyen ırgatları anlatıyordu. Zor koşullarda yaşanan yaşam
mücadelesinin bir penceresine ışık tutuyordu.
Aziz
ailesine nedendir bilinmez ama geçmişin bir penceresinde tarlada tanıştığı
Ayşe’yi anlatmaz? Ama o günleri aklından hiç çıkarmaz.
28.01.2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder