20 Ağustos 2018 Pazartesi

Öğüt





Binalara ailece bakıyorlardı. Dev cüsseli beton yığınları arasında cüce gibi kaldılar. Oysa buraya yalnız geldiğinde Aziz merasim adımlarıyla kaldırımda, caddede, beton yığınları arasında köşe kapmaca oynar gibi giderdi. Belirli köşelerde durup sanki matematik hesabı yaparcasına ellerini, hareket ettirir, başı rüzgârdan bir o yana bir bu yana dönermişçesine hisse kapılırken mırıldanırdı.

Ailesinin yanında bile aynı duruma düştüğü bir günde, eşi Nazmiye ile çocukları Serap ile Güneş’in dikkatlerini çektiğinde Nazmiye:

“Aziz, Aziz iyi misin? Hayrola ellerin ile başın aynı anda ritmik hareketler yapmaya başladı!”

Olduğu yerde bir anlık dilini yuttu. Ne diyeceğini şaşırdı. Kendisini okulda öğretmeninin karşısında sözlüye çekiliyormuş sandı. Nazmiye’nin, çocuklarının bakışları arasında kendine geldi.

Serap babasının düştüğü duruma üzülerek:

“Neyin var Babacığım? İkinci bir kişiliğe bürünmüş gibi bir halin var?”

Aziz kızına, oğluna, eşine bakındığında:

“Farklı bir kişiliğe bürünmedim ben! Buraya yalnız geldiğimde zamanın bir diliminde kalan yaşamışlığımı ve emekçi işçileri hatırlarım.”

Güneş babasının konuşmasını keserek:

“Niye duraksayarak anlatıyorsun? Kendini dün ile bugün arasına preslemişsin. Burada hesaplaşamadığın ne var ya da ne bileyim?”

Aziz yutkunduktan sonra onlara bakarak:

“ Siz hiç tarlada çalıştınız mı?”

Üçü birden ne demek istediğini anlamaya çalışırken dikkatlerini ona vermeye özen gösteriyorlardı. O ise konuşmasına o günü yaşıyormuşçasına devam ediyordu.

 “Ben çalıştım. İhtiyacım olmadığı halde ırgat oldum. Toprak ile bütünleştim. Kadınıyla, kızıyla, adamıyla, çocuğuyla ve de bebeleriyle. Babama bir gün dedim ki: ‘Okumak istemiyorum.’ Babam uzun boyu, kel kafası, göbekli haliyle tepeden bana kuşbakışı baktı, posbıyıkları, kaşları, dudakları, alnı anlamsızca her yüne oynarken homurdandı: ‘Öyle mi? Öyleyse tarlaya gideceksin ırgatlığa, emeğinle para nasıl kazanılır? Görmelisin, öyle aylak aylak beklenmez.”

Serap dehşete düşmüşçesine:

“İnanamıyorum! Dedem bunu sana nasıl yapar?”

“Acele postalanmış ve yolunu şaşırmışçasına kendimi tarlanın içinde ekibin bir parçası olarak buldum. İlk günümde yakıcı güneş altında tarlanın bir ucundan diğer ucuna nakış işlercesine toprağı çapaladım. Belim kopuyor sandım. Alnımdan fışkıran terler fazlalıkmışçasına toprağa karıştı. İş bitiminde evimin yolunu bulmakta zorlandım. Banyodan sonra kendimi yatağımda buldum. Yemek yedim mi?  Hatırlamıyorum. Sabahın kör karanlığında ayaktaydım, diğer günler ve aylarda da.”

Nazmiye konuşmasını engelleyerek:

“Bunca yıldır evliyiz. Bana anlatmadın. Beni geç çocuklarına da anlatmadın!”

Aziz içindeki yanan volkanı dışa vurdukça rahatlıyordu:

“Yiğitliğime toz kondurmamak için işimden memnunmuş gibi yapıyordum. Babam işin meğerse farkındaymış, bıyık altından anneme gülerek: ‘Hanım hanım... Bu oğlan okuyacak gör bak! Okulun yolunu dörtnala tutacak!’ dedi. Tarla ile ev benim dokuma tezgâhım oldu. Haftanın bir günü iznimde öğleden sonra kendime gelirdim. Aldığım tüm haftalıklara babam el koyardı. İlk aldığım haftalıkta bana:

“Sana yaşamın bilgisini ve pratiğini öğreteceğim.  Bu deneylerden sen dersler çıkaracaksın ve önünü açacaksın. Yaşamın her alanında yoğrulacaksın, yol aldığında sayısız mekânlara konuk olacaksın.

Sen de yaşadıklarını çocuklarına aktaracak ve onlarda kendi bilgelikleriyle yoğrularak özünü bulacaklardır. İnsanoğlu acıyı da, sevinci de tadacaktır. Bunlardan biri elbette ağır basacaktır.”

Serap’ın yüzünde gülücük tomurcukları açtığında:

“Dedem için söylediğim sözleri geri aldım. Gerçekten ders niteliğinde bir uygulama yapmış sana.”
Konuşmana devam ederken içindeki geçmiş daha çok dışarıya yansıyordu:

 “Ellerim nasır tarlasına çoktan dönmüş, gerçek bir emekçi olmuştum. Okuma isteğim yeniden içimde yeşerdi. Bir yol ayrımındaydım. Bu yol ayrımı içimi kemiriyordu. Babama nasıl söyleyeceğimin provalarını sıkça yapıyordum. Ama o cesareti bir türlü yakalayamıyordum.
Bir akşam yemeğinde babama açılma fırsatını yakaladım. Ağzımdan çıkan her cümle kulaklarımda uğuldadı.

“Ben okumak istiyorum!”

Babam mutluluğunu belli etmese de başını salladı, durdu. Bir yandan da okumama karşı çıkarsa, o zaman okumam gümbürtüye gider diye düşünüyordum. Biran sessizlik oldu. Mahkeme başkanı sanki son sözü söyleyecekti.”

Bana alıcı gibi bakarken:

“Olur! Yalnız bir şartım var? Okullar açılıncaya kadar çalışacaksın.”

“Sevincimi gizleyemedim, Annem ile babam yanaklarımdan öptüğünde gözyaşlarıma hâkim olamadım. Yatağımda işbaşı yaptığım günü hayal ettim; sabahın köründe insanlar yataklarındayken, ben yola koyulur, tabana kuvvet derdim.

İp gibi bir hizada, bahçeli bir ya da iki katlı evlerin sonunda, asfalttın sağında duran beş ya da altı tane bekleyen traktörler ve arkasında römorku olan kısma ben ve işe gidecekler balık istifi gibi binerdik.

Okula gidemeyen genç kızlar ve erkeklerde ev bütçesine katkı için gelirlerdi. Küçük çocuğunu yanına alanlar vardı, emzirmek için.

Hareket ettiğimizde bedenlerimiz soğuktan titrerken, sıcaktan buram buram ter kokarken, mevsimler sırasıyla birbirini izlerken, günler sonsuzluklara akıp giderdi.
 Irgatların çoğu yoksul ailelerden gelmekteydi. Hepsinin ayrı ayrı özlemleri vardı. Yukarı ve orta mahallelerde oturanlar ağırlıklıydı. Bu yerlerde oturanlar eski Rum evlerinde kalıyorlardı.

Zamanla tarladaki ağır işçiliğe alıştım. Birbirimizle kaynaştık ve sorunlarımızı konuşur, çözümler üretirdik. Her yeni bir gün benim olgunlaşmama, ayakta dik durmama yol açıyordu.

Babamın bana uygulattığı bu ders sayesinde kitaplara dört elle sarılmama, düşüncemi sonsuzluklara yelken açtırmamı sağladı.”

Eşi ve çocukları Aziz’in etrafında halka olduklarında ona sarıldılar. Beton yığınlarının arasından geçerlerken, tarlanın büyüklüğünü, içinde çalışan karıncaya benzeyen ırgatları anlatıyordu. Zor koşullarda yaşanan yaşam mücadelesinin bir penceresine ışık tutuyordu.

Aziz ailesine nedendir bilinmez ama geçmişin bir penceresinde tarlada tanıştığı Ayşe’yi anlatmaz? Ama o günleri aklından hiç çıkarmaz.

 Hüseyin Habip Taşkın
28.01.2002










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Acılarımız Ortaktır

 Her halkın acıları birbirine benzer. İnsanca yaşamak her bireyin hakkıdır. İnsanca yaşıyabiliyor muyuz? Kendimizi birey olarak sorgulamamız...