Dünyanın hangi ülkesini ele alırsanız
alın orada üretimi yapan işçilerdir. İşçi sınıfından söz ediyorum. Üretimi
yapan işçiler ülke yönetiminde söz sahibi değillerdir. Söz sahibi olanlar bir
avuç azınlık olan tekelci sermayedir, burjuvadır. Bir avuç zengin iktidar
koltuğundadır. İstediği yasayı kendi çıkarı için meclisten çıkartır. Gerektiği
yerde yasanın bir hükmü de olmaz. Çünkü sistem, işleyiş hepten karmakarışık ve
kokuşmuştur.
Patronların saltanatını sistem içinde
omurgayı oluşturan devletin resmi kurumları korumaktadır.
Dünya ülkelerinde işçinin bir değeri
yoktur, olamaz. Çünkü işçi bir köledir. Ne zaman eline iktidarını alırsa, söz
sahibi olursa işçiler gerçek anlamıyla özgür olacaklardır.
Türkiye’de ‘işçi’ dünya ülkelerinde
olduğu gibi özgür değildir. Sadece bir köledir. Bu kölelik düzenini yıkmakta
işçilerin, ezilen halkların, yoksulların, mücadelesine, örgütlü gücüne
kalmıştır.
Geri kalmış ülkelerde işçi katliamları
olmaktadır. Yılda küçümsenmeyecek sayıda işçi ölümleri ile yaralanmalar
olmaktadır.
Türkiye’de işçi ölümlerine devletin
üst kademesi iş kazası derken, kader ve alın yazısı diyenlerin çoğunluğu
oluşturmaktadır. Oysa Soma’da yaşanan maden faciası, katliamı bizlere kaza
değil cinayet olduğunu, söylenenin tersine kader, alın yazısı olmadığını çok
açık olarak bizlere göstermiştir.
Türkiye’de taşeronlaşmanın temeli
hayatımıza 12 Eylül 1980 Askeri Darbesiyle girmiştir. Darbe güdümlü siyasi
partiler kuruldu. ANAP, HP, MDP 1983 seçimlerine girdiğinde % 45 ile 211
milletvekili ANAP, % 30 ile 117 milletvekili HP, % 23 ile 71 milletvekili MDP
almıştı. ANAP tek başına iktidara geldiğinde taşeronlaşma konusunu işlemeye
başladı. 2001 yılında DSP, MHP, ANAP koalisyon hükümeti TÜSİAD’ın önerisiyle
Amerika’dan kurtarıcı olarak Kemal Derviş’i Türkiye’ye getirmiş ve ekonomiden
sorumlu devlet bakanı yapmıştı.
Kemal Derviş Türkiye halkının,
halklarının ekonomik refaha kavuşmasını hiçbir zaman esas olarak ele almadı.
Türkiye burjuvazisinin ‘zenginlerini’ rahatlatacak ara formüller üzerinde
durdu. Sermayenin nefes aldığı alanlardan bir kaçı; taşeronlaşma, ucuz işgücü,
asgari ücretle çalışma, işten atmalar ve işe almalar, ucuz maliyet oldu. 2014
yılında ise çalışma saatleri 12 saate kadar çıktı.
Soma maden faciasında, katliamında, gerçeğinde
taşeronlaşma yatmaktadır. Maden işçisi köle düzeninde bir köle işçisidir.
Sosyal hakları budana budana erimiştir. Ekonomik, sosyal anlamda
çökertilmiştir. Maden işçisinden kapasitesinin üstünde kömür elde edilmesi
istenmiştir. Hasta olmaması, rapor almaması istenmiştir.
Bütün rahatlık, huzur bir avuç patron
için ve bu patronlar üretim araçlarına sahiptirler. İktidara sahiptirler.
Sömürüye sahiptirler.
Maden işçileri çoğunluk olsa da
birlikte mücadele verebilmenin koşullarını yaratamamışlardır. Patronlar,
müdürler, taşeron şirketleri istediği gibi madende tek kale işçilere karşı
oynamışlardır.
Sendikalı olsalar da sendikanın sınıf
temelinde ağırlığının olmadığını işçilerin anlatımlarından anlaşılmaktadır.
AKP iktidarı hiçbir zaman işçi, emekçi
dostu olmadı. Yüzünü sermayeye doğru geçmişteki iktidarlar gibi çevirmiştir.
Nedeni çok açıktır: AKP sistem partisidir. Sömürü düzenini uygulamak
zorundadır.
Gezi Direnişiyle başlayan halkların
protestosu AKP iktidarını bayağı sarstı. Manisa’nın
Soma İlçesindeki Soma Kömürleri adlı şirkete ait kömür ocağın da, 13 Mayıs 2014’de
maden faciasıyla, katliamıyla başlayan işçi katliamları ülke genelinde protesto
eylemlikleriyle yankı buldu.
Gezi
Direnişiyle ve maden faciasında, katliamında halkların öfkesi hep sokağa taştı.
AKP iktidarı, devletin tüm olanaklarıyla baskı ve şiddetini halkın üzerine
sürdü, sürmeye de devam ediyor.
AKP
kendi iktidarını sağlamlaştırmak için baskı ve şiddete başvurmaktadır. Barışçıl
gösterilere bile tahammülü yoktur.
Güvenlik
güçlerinden polis her zaman şiddetini başarıyla yapar. Savcısı, hakimide geri
durmaz. Çünkü AKP ve Erdoğan emrettiği için dava üstüne dava açarlar.
AKP yükselen halk muhalefetini gördüğü için
özellikle Soma’daki işçi katliamında insan yığınlarının öfkesi hepten kabarmış,
sayıca çoğaldığı için bastırmak için şiddet ve baskı yolunu seçmiştir.
AKP barışçıl eylemlerden korkuyor bir
bakıma korkmakta haklılar. Çünkü mücadele keskinleşerek ilerliyor. Erdoğan
Soma’da ummadığı anda karşılaştığı protestoda şaşkınlık yaşadı. Protesto eden
maden işçisini markette tokatlaması, korumalarının tartaklaması da öfkeyi ülke
geneline taşıdı.
Özel Harekâtçı iki polis Erdoğan’ı protesto
etti diye canı yanmış bir Soma’lı vatandaşı yere yatırarak dövmeleri,
Başbakanlık Müşaviri Yusuf Yerkel’de, Ramboya özenerek Özel Harekâtçı polislere
katılarak yerde yatan savunmasız canı yanmış vatandaşa tekmeler savurarak AKP
iktidarının baskıcı, şiddetçi yüzünü bir kez daha göstermiştir.
Soma’daki maden kazasında yaşamını yitiren
işçilerin ailelerine hukuki destek vermek için ilçede bulunan Çağdaş Hukukçular
Derneği’ne (ÇHD) tahammül edemeyen bir
devlet ile karşı karşıyayız. Polisleri ise her zamanki gibi Avukatları darb ettiler.
Emek sömürüsünde ülkemizde mücadele devam
ediyor. AKP ve Erdoğan elbette bir gün hesap verecektir. Bu harami düzen hep
böyle gidecek değildir.
Yaşanılanlar herkesin ve dünyanın gözü
önünde oluyor. Emeğe dayalı, paylaşımcı, eşitlik içinde yaşama dair düzen
emekçilerin mücadelesiyle gelecektir. Bunun adı sosyalizmdir.
Hüseyin Habip Taşkın
20.05.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder