Dünyada dilleri,
kültürleri, renkleri farklı olan insanlar yaşamaktadır. Hepsinin sorunu
ortaktır; “geçim derdi.” İnsanlar düşünmeyle birlikte, gelişen teknik ve
bilimde yaşamlarının sınırlarını çizmeye başladı. Öyle bir zaman geldi ki bir
avuç azınlık üretim araçlarını ellerinde bulundururken, çoğunluğa baskısını
oluşturdu.
Günümüzde çağdaş medeniyetten
söz edenler konunun derinlemesine inmemektedir. Sosyal, ekonomik, kültürel
yapılarına bakılmamaktadır. Ortak sorunlarımızdan bir tanesi emek ve sömürü
düzenidir. Her yapının modernleşmesi, tekniğin kendisini yenilemesi çağdaş
medeniyette ulaştığımız anlamına gelmemelidir. Her teknik, bilim insanlık için
iyi olmayabilir? Sermaye bunu bilinçlice insanları kendi egemenliğine almak
için, sömürü düzenini devam ettirebilmesi için kendini yenileme yolunu
seçmiştir.
Yaşadığımız coğrafya
da bile emek, sömürü düzeni devam etmektedir. Özelleşmeyle birlikte
asgari ücretli maaşa mahkum olan milyonlarca
emekçi yığınları vardır. Hangi
işyerine giderseniz gidin asgari ücret en ön plana çıkartılırken, insanca
yaşamdan uzak bırakılmaktadır. Ev kiraları asgari ücret değerinde ve üstünde
olurken, yaşamınızı nasıl idare ettirebilirsiniz? Birde bunlara eş ve çocuklarda
eklenince, ip cambazı gibi yaşamın ince çizgisinde ayakta kalma mücadelesi
verirsiniz.
Bir evde iki kişi
asgari ücretle çalışsa bile sonuç olarak insanca yaşamaları çok zordur. Stres
denilen o psikoloji insanların ruh ve hallerini etkilemektedir. İnsanlar kendi
haklarını istemelerini ve almalarını bilmelidirler. Susan bir toplum değil,
kendini sorgulayan, çözüm üreten ve paylaşımdan yana olan bir toplum yapısı
yaratılmalıdır.
Asgari ücret
patronlar tarafından belirlenirken, patronların rahatça istediklerini
yapabilmeleri için yasal düzenlemeler TBMMeclisi’nde yapılmaktadır.
Emek sömürü düzeninde yoksul belini
doğrultamazken, sermayedar kendi kasasını doldurmaktadır. Kimileri bu
yaşanılanlara kader, alın yazısı der, oysa yaşanılanların hiçbiri alın yazısı,
kader değildir. Bir avuç sömürücünün sistem içinde mevcut mekanizmada söz
sahibi olduğu için istediği yöne doğru rahatça manevra yapabilmektedir. Oysa ezilenler
yığınladır ve bir güçtür, önemli olan bunun farkına varabilmektir.
Emekçileri asgari
ücrete mahkum edenler, “kazanamıyoruz” diye feryat ederlerken, emekçileri
hepten ucuza çalıştırmak için yapmış oldukları manevralardır. Oysa günlerini
gün eden onlardır.
Sömürü çarkı
acımasızdır. Az işçiyle çok iş isteyen ve bazı yerlerde bu işler on iki saati
bulurken, sigorta yapılmazken, patronlar “kazanamıyoruz” diye feryat etmektedir.
İş kazaları gündeme gelmektedir. Her ölen ya da iş kazasında herhangi bir
organını kaybeden emekçinin alın teri çalındığı halde patronların umurunda
değildir.
Çıkan yasalarda hep
işverenin çıkarları korunmuştur. Kanun maddesi hazırlanırken TÜSİAD, MÜSİAD ve
benzeri işadamları derneğinin görüşleri alınmaktadır.
Emekçi yığınlarında
örgütsüzlük, birbirine güvensizlik, sendikanın yetersizliği de eklenince,
sermaye bu olanlardan faydalanarak istediği kanunu kendi iyiliğine
çıkartmaktadır. İşçi sınıfının bu hale gelmesinde 12 Eylül 1980 askeri
darbesinin rolü vardır. Kazanılmış olan işçi hakları bir anda yerle bir edildi.
Sendikalar kapatıldı.
Önümüzdeki süreçlerde
biz emekçilerin birlikte yapacağımız, başaracağımız birçok sorun vardır. İlk önce 12 Eylül 1980
askeri darbesinin kalıntıları olan anayasasını ortadan kaldırmaktır. Yerine emekçilerin
anayasasını koymaktır. Elbette üreten biz isek yönetende bizler olmalıyız.
Hüseyin Habip Taşkın
30/05/ 2011
Tarım Orkam Sen
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder