Taşeron firmada ya da farklı iş
yerlerinde çalışırken kaygılarınız artar, düşünceniz net değildir. Çünkü her an
kapının önüne koyulabilirsiniz. Çünkü sözleşmeniz yoktur. Olsa da yasal
boşluklar işverenden yana ağır basmaktadır.
Taşeronlaşma ile Türkiye’deki çalışma
sistemi farklı bir boyut kazandı. Bunun adı ucuz iş gücü oldu. Asgari ücrete
dayalı işçinin emeği, alın teri açıktan gasp edildi. İşsizler arttı. Bir işi
yapan bir insana üç ya da beş iş yıkıldı. Yapmak zorunda kalınan ‘iş’te insanın
posası çıkartılmaya çalışıldı. Birçok insanın işine son verildi. Sendikal
örgütlenmesi zorlaştırıldı. İşe alınacak insan özelliğinde genç kız ve erkek
şartı öne sürülürken, belirli yaşta olanları işe almamaları da dikkat çekti.
Birçok iş yerinde en fazla altı ay çalışan oldu. Çünkü patronun işine böyle
geliyordu.
Her işimiz devleti yönetenlerce kıyak
gidiyor. Hiçbir sorunumuz yokmuş? Ama emekçi cephesinden bakıldığında işlerin
kıyak gitmediği, sorunların iç içe geçip çıkılmaz bir hal aldığı ortadadır.
Öyle işler var ki, insanlar taşeron
firmada çalışabilmek için torpil aramak zorunda bırakılıyor. Özelliklede o
bölgede hangi partinin üstünlüğü varsa işe girecek işçi adayları birden o
partinin üyesi oluveriyorlar. Uzun bir maratonun sonucunda, bu maratonun adı
‘yalvarma’dır. Ya da o bölgenin ileri gelenlerinin ağırlığı olan kişilerce
işçiler iş bulabiliyor. Üzücü bir yan vardır? İşe giren işçilere oy potansiyeli
olarak bakılmaktadır.
Emekçiler, nerede olursa olsun
sınıfını ve safını bilmelidir. Kendisini bilmeyen bir emekçi işvereni
tarafından güdülmeye, itilmeye, ağır sözlerin altında ezilmeye mahkûmdur. Dikkat ederseniz taşeron firmada çalışan
birçok insan susmaktan, hakkını aramamaktan kuzu gibidirler.
Oysa kuzu gibi olan bu emekçi kesim
gün gelir işlerine bireysel ya da toplu olarak son verilir. Ne yapacaklarını bilemeyen bu kesim ortalıkta
savrulup durur. Oysa taşeron firmada hakkını arayan emekçi kesimler seslerini
duyurabilmektedirler. Burada önemli olan taşeron işçisinin kendisine özgüven
duyarak, kendi örgütlemesini yaratmalıdır. Başka kurtuluşu olamaz.
Hastanelere, belediyelere ve özel
işletmelere baktığınızda, çalışanların başka taşeron firmasına ait işçilermiş
gibi gösterilmektedir. Oysa bu taşeron firmaları kendilerinin kurmuş olduğu yan
kuruluşlardır. Ya da yandaşlarıdır. Bura da göz boyama vardır.
Taşeronlaşma özünde 12 Eylül 1980
öncesine ait bir projeydi. Fakat o günlerde örgütlü emekçi ve halk kesimi
duyarlı olduğu için başaramadılar. 12 Eylül 1980 askeri cuntasında emekçilerin
ve halkın örgütlü gücü kırıldı. 1985-86 yıllarında sözde sivil hükümet olan,
askeri cunta güdümlü hükümet olan ANAP “Turgut Özal” döneminde
özelleştirmelerin, taşeronlaşmaların adımı rahatlıkla atılmıştı. Çünkü
karşılarında muhalefet yoktu.
AB uyum yasaları adı altında, ANAP,
DSP ve MHP koalisyon hükümeti birden özelleştirmeleri gündemine alırken, taşeron
firmaların kurulmasının önünü açtı. Olanlar bir yenilik değildi. Daha fazla
sömürü idi.
AKP’si üçüncü kez iktidarda olmasına
rağmen özelleştirme ve taşeronlaşmaya devam ediliyor. AKP özelleştirme ve
taşeronlaşmayı ANAP, DSP ve MHP koalisyon hükümetinden devraldı. Yarım kalan
yerden kendisi bitirmeye çalışıyor.
Günler içinde işsizler taşeron firmada
işe girmek için devlet kapısı denilen kapıları çalarken, işleri olan asgari
ücretli kölelerinde işlerini kaybetmeme korkusu kendilerinde ister istemez hâkim
olur.
Sistem çarkları acımasızca işlerken,
emekçi yığınları örgütsüzlüğünden darbeler almaktadır.
Hüseyin Habip Taşkın
15/06/2011
Diyarbakır Orkam Sen
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder