12 Ağustos 2018 Pazar

Emek Mücadelesinde Yaş Sınırı Olmaz www.tarimorkamsendiyarbakir.com

Hepimiz top gibi yuvarlanıp gidiyoruz. Sistem içinde bir oyana bir buyana habire dönüyoruz.  Hepimizin düşlediği insanca yaşamı kendi hayallerimizle süslüyoruz.  Aslında düşlediklerimizin birçoğunu da pratikte yaşama geçiremiyoruz. Aldığımız aylık boğaz tokluğuna talim ettirdiği için bizler düşler denizinde istediğimiz limana habire kulaç atıyoruz. Ama o limana erişmek gerçekten zor.

Hepimizin düşlerinde iyi bir işimizin olmasını isteriz. Sigortalı, işimizin garantili olmasını isteriz ve can güvenliğinin olmasını isteriz. Hep isteriz ama çoğunlukla duygularımızı birçok emekçi arkadaşımızla paylaşamayız. Çünkü işçi sınıfının bilincini tam olarak kavramış değiliz. Kavrayamadığımız için çözümünü de bulamayız.

Sömürüyü, artı değeri, emeği anlatan kitaplardan kaçını okumuşuzdur? Güncel politikalarla, sorunlarımızla yakından kaç kere ilgilenmişizdir? Sınıf dayanışmasında grevde ya da hak arayan emekçilerin yanında dayanışma amacında kaç kere bulunmuşuzdur?

Sizlere bir anımı paylaşayım: Yıl 1976- 1977 arasında İzmir’in Karabağlar semtinde un makinesi yapılan yerde çırak olarak çalışmaya başladım. Etrafı tuğla yığma ile yapılmış tavanı ise tahta çatıdan, üstü kiremitle kaplanmış yerde kaynağı, demir kesimini öğreniyordum. Girer girmez iş yerinde kısa zaman içinde kim kimdir? Kim patronun dalkavuğudur?  Öğrendim. Benim çalıştığım atölye de on kişiye yakın işçi vardı. Aynı semtte benim çalıştığım firmaya bağlı diğer atölyede sayıca fazla çalışan işçi arkadaşlar vardı. Zamanla çalışan işçilerin CHP’li, MHP’li, AP’li, MSP’li olduklarını öğrendim.

Ben günde gidiş geliş toplam dört tane otobüs değiştiriyordum. Öğle yemeğini ekmek arası ne olursa evden götürüyordum. Sizler hiç ekmek arası fasulye, ıspanak, nohut yediniz mi? Ben çok yedim. İlk günlerde yarım ekmek götürüyordum ama karnım doymayınca bütün ekmeğe talim etmeye başladım. Aldığım aylık asgari ücretten azdı. Ben bir çıraktım ve asgari ücretin altında maaşım olduğu için elimde, avucumda hiç para kalmıyordu. Diğer ustalarım dolgun dedikleri maaşı alsalar da, ne kadar dolgun olduklarını yemek paydosunda anlatıyorlardı. Eve şunu alamadım. Bunu şu kadar kısarak borç içinde aldım. İki ustam bisikletle yağmur çamur, sıcak demeden işine gelir, giderdi. Kimi ustalarım yayan gelirdi ve giderdi.

Ben aldığım maaşı söyleyince, ortalık bir an olsun karıştı. İlk defa ustalarım aldıkları maaşları açıkça öğlen yemeğindeyken birlikte birbirlerine açıklamışlardı. Bu güne kadar birbirlerinden hep sır gibi saklamışlardı. Hepsi farklı maaş alıyorlardı. Ben bunu fırsat bilerek, patronla konuşalım maaşlarımıza zam yapsın önerisini getirdim. İlk önceleri ürkek davrandılar. Ben her öğlen ve iş saatlerinde fırsat buldukça emeğimizin hakkının bu olmadığını onlara anlatıyordum.

O günlerde TİB işçi broşürleri vardı. Büyük yazılarla emeği, sömürüyü ve diğerlerini ayrı ayrı anlatan az sayfalık el broşürlerini ustalara vermiştim. Öğlen yemeklerinde broşürlerin içeriğini ben anlatıyordum. Gerçekten broşürü okuyan ustalarım okudukları yerleri dilleri döndüğünce anlatıyorlardı. Birbirimize güven gelmişti. Şu hatırlatmayı da yapayım. Ben o iş yerine muhasebeci akrabamın aracılığıyla girdiğim için bana ilk önce “patron uşağı” diye söylemişler. Tabi ben bunları daha sonra öğrendim. On altı yaşında emeği, sömürüyü öğrenirken, örgütlenmenin nasıl yapılacağının adımını böylelikle atmış oldum.

Ustabaşını sıkıştırarak, sorunlarımızı patrona ve muhasebeciye iletti.  Ustabaşı bunun nereye varacağını o gün anlamıştı. Bir sonuç alamayınca sabah işbaşı yapmadan eşyalarımızı giyip çıkardığımız daracık yerde aldığımız karar da, akşam iş bitiminde yaza neye çıkıp patrona sorunlarımızı anlatmaktı. Aramızdan bir ustayı seçmiştik. O günü hiç unutamam ve usta bize seslenerek: “Beni yalnız bırakmayın” dedi. Ben ve diğerlerimiz “destek vereceğiz” dedik. Akşam bitiminde yaza neye çıktığımız da, sekreter kadın, muhasebeci ve patron birlikte viski içiyorlardı. Yabancı çikolata markası yazan kare şeklinde olan ambalajlı paket viski şişesinin yanındaydı.

Ustamız sorunlarımızı yarı heyecanla anlattı ve konuşmanın bitiminde “maaşlarımız yetmiyor, zam istiyoruz” dedi. Bizde hep bir ağızdan “yetmiyor” dedik. Karşımızdakiler bizleri şaşkınlıkla izliyorlardı. Patron kem küm ederek, “çocuklar inanın bende yettiremiyorum. Masrafım inanın çok. Fakat bir iyeleştirme yapacağım bana bira zaman verin” dedi.

O yıllar da Türkiye’de viski bulundurmak her babayiğidin harcı değildi. Bizler patronun viskisine, yabancı çikolatasına kafamızı takmıştık. Patron darda olduğunu söylerken, “viski içmesini ve yabancı çikolata yemesini biliyor” diyerek, kendi haklılığımızı ortaya koyuyorduk.

Bizim işyerinde sendikal örgütlenme çok hızlı başladı. Ustalardan birkaçı sendikaya gidip, “bizler sendikalı olmak istiyoruz” dediklerinde! Sendikanın yetkilileri “olur” demiş. Sabah işbaşı yaptığımızda ustalar bizlere; “sendikalı oluyoruz” dediler. Ben bir yandan sevindim ama diğer yandan şaşırdım. Bir plan yapmamıştık. Fakat bu konuda hiçbirimiz yeterli değildik.

Bir hafta olmadan, bir sabah bizler işyerine gittiğimizde işyerinin kepenkleri ve giriş kapısı kapalıydı. Hiçbirimiz bir anlam verememiştik. Bizlerden sorumlu olan ustabaşı sokakta göründü. Ama ustabaşı ürkekti. Yanımıza yaklaşarak, “sendikaya kayıtlı olduğunuz için patron burayı süresiz olarak kapattı” dedi. Bizler hepten şaşkındık ve ne yapacağımızı bilmeden her kafadan sesler çıkmaya başladı. O an her birimiz bir yana dağılmıştık. Bir gün sonra eski çalıştığımız işyerinin önünde bir araya geldik.

O gün hepimiz yollarımızı kendi doğrultumuzca ayırmıştık. Aylar sonra bir arkadaşımdan eski işyerinin açıldığını ve mücadele içerisinde yer alan bir ustanın orada işbaşı yaptığını öğrenmiştim. Kendi gözlerimle görmek için bir gün sonra eski çalıştığım yere gittim ve o ustam orada onursuzca çalışıyordu. Beni gördüğünde yüzü kıpkırmızı olmuştu.

Ne sendika desteği oldu. Ne de sesimizi bir duyan. Sendikanın bizleri nasıl karam bole getirdiğini yaşayarak öğrenmiştim. O yıllar benim için emek, sermaye çelişkisinde safımın netleştiği günlerdi.

35 yıl ne çabuk gelip, geçti. Emek cephesinde sorunlar fazlasıyla var. Bu sorunları çözmek de bizlere düşer. Önemli olan hatalarımızdan dersler çıkarmalıyız. Emek mücadelesi bu kadar gerilerde kaldıysa suçu hepimiz kendimizde aramalıyız.

Hüseyin habip Taşkın
10/ 07 /2011

www.tarimorkamsendiyarbakir.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Acılarımız Ortaktır

 Her halkın acıları birbirine benzer. İnsanca yaşamak her bireyin hakkıdır. İnsanca yaşıyabiliyor muyuz? Kendimizi birey olarak sorgulamamız...