12 Ağustos 2018 Pazar

Bir Zamanlar Çocuktum www.tarimorkamsendiyarbakir.com

Çocukluk yıllarımda sabahın erken vaktinde evimizin önündeki asfaltın sağ tarafına mevsimine göre sayıları bir, iki, üç ve dört tane traktör arka arkaya yanaşarak, ameleleri beklerdi. Bu ameleler ağırlıklı kadınlardan oluşurken, az sayıda erkek vardı. Genç kızlar ağırlıklı olurken, genç erkekler azınlıkta olurdu. Doğum yapmış ve çaresizlikten, fakirlikten çalışmak zorunda kalan çocuklu anneleri de traktörün kasasının üzerinde görürdüm. 

Çocuktum ve bakışlarımın arasında kafamda soru işaretleri oluşurdu: “Bunlarda kim böyle?” diye. Giyimleri bizlerden farklıydı. Kadınların ve genç kızların başları farklı renkte oyalı tülbentle örtülüydü. Pantolon yerine genişçe şalvar giyerlerdi. Güneş doğmadan traktörün arkadaki kasasına cinsiyet ayrımı yapmadan kadınlı, erkekli karışık olarak sıkışık bir şekilde oturtulurlardı. Bazı zamanlar insanların traktör kasasında ayakta sıkışarak gittiklerini ve geri döndüklerine tanık olmuşumdur. İleriki yıllarda bu amelelerin sigortasız çalıştıklarını öğrendim. Mevsimine göre tarlada gündelikli çalışan emekçi insanlardı.

İlkokula başladığımda amele çocukları ile daha yoksul çocukların, okuduğum okulda olduğunu öğrendim. Yaşamı burada farklı bir yüzle öğrenmeye başladığım için şaşırıyordum. Babam bir devlet dairesinde Hukuk Hâkimi olduğu için evimize gelen ailelerde bürokrat, bankacı, avukat, polis, asker ve İzmir/Bayındır’ın ileri kademesini oluşturan bazı insanlardı. İlkokula kadar tüm çocukluk arkadaşlarım üst tabakanın kaymaklı insanlarının çocuklarıydı.

İlkokulda arkadaşlarım amele ve yoksul emekçilerin çocukları oldu. Ben bu değişimle insanların fakirliğine ve zenginliğine göre ayrıldığını, fakirlerin nasıl horlandığına şahit olurken, arada derin uçurumların olduğunu her senenin uçup giderken, kendi bulunduğum yeri ve karşımda olanları hep sorguladım. Kimi bürokrat ve Bayındır’ın ileri gelen çocukları beni ara sıra uyarırlardı: “Seviyeli insanlarla arkadaşlık et” diye.

Derin yol ayrımına bile çoktan girmiştim. Aklımın erdiğinde, Bayındır’a aşağı yoldan baktığınızda sol tarafı ördek görünümünde ve orta kısımın da ördeğin sırtını andıran evler sıralanmıştı. Tahtacı Aleviler ördek kısmına benzeyen yerde yaşarlardı. Ördeğin sırtını andıran yerde Romanlar “Çingeneler” yaşardı. Aşağıya doğru Rum evleri vardı. Ama Rumların yaşayıp yaşamadığını bu yaşıma kadar öğrenemedim.

Bayındır’da kaldığım sürece ırkçılığın Tahtacılarla, Romanlar üzerinden yapıldığını öğrendim. Din dersin de, alllah’ın huzurunda tüm insanlar birdir denildiği halde, ayrımcılık yinede yapılıyordu. Kendimi sorgularken ister istemez dinide sorgulamaya ve tüm yaşadıklarımı sorgulamaya başladım.
İlkokul’da yaz tatilinde bazı yaşıtlarımın her hangi bir işyerinde çırak olarak çalıştıklarını gördükçe onlara imrenir ben de kendi kendime “çalışacağım” dediğimde içimi sevinç kaplardı. İlk işe girdiğim berber dükkânında süpürgeyle yerleri temizlerken kollarım ağrımıştı. Babama benim berber dükkânında çalıştığım haberini kanatlı insan ya da insanlar tarafından jet hızıyla iletilmişti. Öğleden sonra babam berber dükkânın kapısında heybetli heybetli sert bakışlarıyla duruyordu. Berberle selamlaştıktan sonra bir, iki cümleden sonra benim elimden tutarak dosdoğruca evimizin yolunu tuttuk. Hangi işe girdiysem, hemen babama haberi uçuruyorlardı.

En sonunda babam bana “Hâkim çocukları böyle işlerde çalışmaz” dedi. Benim kafam hepten karışmıştı. Zaman içinde babam hatasını anlamış ve bana yıllar sonra bir açıklama yapmıştı: “O günün koşulları ve baskısı sonucunda yaptığını” söylemişti.  Çok gariptir ki, en son Bayındır’da Belediye Pasajı’nda ayakkabıcı dükkânında çalışırken bildiği halde bana karışmamıştı. Çünkü ben babama ilkokuldayken şöyle demiştim: “Amcam ve annemin akrabaları tarlada çay ve fındık topluyorlar. Onlarda mı seviyesiz insanlar?” demiştim. Sadece bana bakıp hafiften gülmüştü.

Bayındır’da Tahtacı Alevilerin, Romanların, Rum evlerinin bulunduğu yerlerde arkadaşlarım vardı. Evlerinde birçok kez yemek yemişimdir. Her defasında babama şikâyet edildim. Babam bana bir gün olsun gitme demedi.  Babam bana devamlı insan çeşitlerini anlatarak bilgilendirirdi.

Aklımın erdiğinde traktör kasasına binen birçok insanın evine konuk oldum dersem abartmış olmam. Bir gün Bayındır’ın ileri gelen ailesinin çocuğuyla sohbet ederken bana: “Seviyesiz insanlarla konuşma. Bizlerin arasına geri dön” dediğini yıllar geçse de hiç unutamadım.

Yıllar sonra İzmir’de mandalina ve portakal toplama zamanı bahçe arasına gelen amele insanları gördükçe, Bayındır’daki çocukluk ve gençlik yıllarımın bir bölümü aklıma geliyor. İzmir’de de birçok tarlaya giden emekçi tanıdım. Onlara emek ve sömürü mücadelesini bıkmadan usanmadan hep anlattım. Tabi ki tek başıma değildim. Bu işte gönüllü yol arkadaşlarım da vardı.

Şimdiki zaman diliminde İzmir’de birçok tarım alanı sermayenin çıkarlarına peşkeş çekilerek, çarpık betonlaşma ile bitirildi. Bunun adına mega şehir, modern şehir diyorlar. Bir de uygarlıktan söz ediyorlar. Sahi gerçekten uygar mıyız?

Hüseyin Habip Taşkın
     08/ 09/ 2011

YORUM
Gelincik Can Yapı ve yapılaşmayla uygarlık olmaz,uygarlık kim bizler kim..? Uygarlık önce kafa içerisinde ki, beyinde olmalı..İşte herşey şimdilerde sadece göz boyama..Yazınızı okudum,elinize yüreğinize sağlık güzel şeylere değinmişsiniz can arkadaşım..Evet, "Bir zamanlar çocuktuk",ama mutluyduk...

www.tarimorkamsendiyarbakir.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Acılarımız Ortaktır

 Her halkın acıları birbirine benzer. İnsanca yaşamak her bireyin hakkıdır. İnsanca yaşıyabiliyor muyuz? Kendimizi birey olarak sorgulamamız...