Çocukluk yıllarımda sabahın erken
vaktinde evimizin önündeki asfaltın sağ tarafına mevsimine göre sayıları bir,
iki, üç ve dört tane traktör arka arkaya yanaşarak, ameleleri beklerdi. Bu
ameleler ağırlıklı kadınlardan oluşurken, az sayıda erkek vardı. Genç kızlar
ağırlıklı olurken, genç erkekler azınlıkta olurdu. Doğum yapmış ve
çaresizlikten, fakirlikten çalışmak zorunda kalan çocuklu anneleri de traktörün
kasasının üzerinde görürdüm.
Çocuktum ve bakışlarımın arasında
kafamda soru işaretleri oluşurdu: “Bunlarda kim böyle?” diye. Giyimleri
bizlerden farklıydı. Kadınların ve genç kızların başları farklı renkte oyalı tülbentle
örtülüydü. Pantolon yerine genişçe şalvar giyerlerdi. Güneş doğmadan traktörün
arkadaki kasasına cinsiyet ayrımı yapmadan kadınlı, erkekli karışık olarak
sıkışık bir şekilde oturtulurlardı. Bazı zamanlar insanların traktör kasasında
ayakta sıkışarak gittiklerini ve geri döndüklerine tanık olmuşumdur. İleriki
yıllarda bu amelelerin sigortasız çalıştıklarını öğrendim. Mevsimine göre
tarlada gündelikli çalışan emekçi insanlardı.
İlkokula başladığımda amele çocukları
ile daha yoksul çocukların, okuduğum okulda olduğunu öğrendim. Yaşamı burada
farklı bir yüzle öğrenmeye başladığım için şaşırıyordum. Babam bir devlet
dairesinde Hukuk Hâkimi olduğu için evimize gelen ailelerde bürokrat, bankacı,
avukat, polis, asker ve İzmir/Bayındır’ın ileri kademesini oluşturan bazı
insanlardı. İlkokula kadar tüm çocukluk arkadaşlarım üst tabakanın kaymaklı
insanlarının çocuklarıydı.
İlkokulda arkadaşlarım amele ve yoksul
emekçilerin çocukları oldu. Ben bu değişimle insanların fakirliğine ve
zenginliğine göre ayrıldığını, fakirlerin nasıl horlandığına şahit olurken, arada
derin uçurumların olduğunu her senenin uçup giderken, kendi bulunduğum yeri ve
karşımda olanları hep sorguladım. Kimi bürokrat ve Bayındır’ın ileri gelen
çocukları beni ara sıra uyarırlardı: “Seviyeli insanlarla arkadaşlık et” diye.
Derin yol ayrımına bile çoktan
girmiştim. Aklımın erdiğinde, Bayındır’a aşağı yoldan baktığınızda sol tarafı
ördek görünümünde ve orta kısımın da ördeğin sırtını andıran evler
sıralanmıştı. Tahtacı Aleviler ördek kısmına benzeyen yerde yaşarlardı. Ördeğin
sırtını andıran yerde Romanlar “Çingeneler” yaşardı. Aşağıya doğru Rum evleri
vardı. Ama Rumların yaşayıp yaşamadığını bu yaşıma kadar öğrenemedim.
Bayındır’da kaldığım sürece ırkçılığın
Tahtacılarla, Romanlar üzerinden yapıldığını öğrendim. Din dersin de, alllah’ın
huzurunda tüm insanlar birdir denildiği halde, ayrımcılık yinede yapılıyordu.
Kendimi sorgularken ister istemez dinide sorgulamaya ve tüm yaşadıklarımı
sorgulamaya başladım.
İlkokul’da yaz tatilinde bazı yaşıtlarımın
her hangi bir işyerinde çırak olarak çalıştıklarını gördükçe onlara imrenir ben
de kendi kendime “çalışacağım” dediğimde içimi sevinç kaplardı. İlk işe
girdiğim berber dükkânında süpürgeyle yerleri temizlerken kollarım ağrımıştı. Babama
benim berber dükkânında çalıştığım haberini kanatlı insan ya da insanlar
tarafından jet hızıyla iletilmişti. Öğleden sonra babam berber dükkânın
kapısında heybetli heybetli sert bakışlarıyla duruyordu. Berberle
selamlaştıktan sonra bir, iki cümleden sonra benim elimden tutarak dosdoğruca
evimizin yolunu tuttuk. Hangi işe girdiysem, hemen babama haberi uçuruyorlardı.
En sonunda babam bana “Hâkim çocukları
böyle işlerde çalışmaz” dedi. Benim kafam hepten karışmıştı. Zaman içinde babam
hatasını anlamış ve bana yıllar sonra bir açıklama yapmıştı: “O günün koşulları
ve baskısı sonucunda yaptığını” söylemişti.
Çok gariptir ki, en son Bayındır’da Belediye Pasajı’nda ayakkabıcı dükkânında
çalışırken bildiği halde bana karışmamıştı. Çünkü ben babama ilkokuldayken
şöyle demiştim: “Amcam ve annemin akrabaları tarlada çay ve fındık topluyorlar.
Onlarda mı seviyesiz insanlar?” demiştim. Sadece bana bakıp hafiften gülmüştü.
Bayındır’da Tahtacı Alevilerin,
Romanların, Rum evlerinin bulunduğu yerlerde arkadaşlarım vardı. Evlerinde
birçok kez yemek yemişimdir. Her defasında babama şikâyet edildim. Babam bana
bir gün olsun gitme demedi. Babam bana
devamlı insan çeşitlerini anlatarak bilgilendirirdi.
Aklımın erdiğinde traktör kasasına
binen birçok insanın evine konuk oldum dersem abartmış olmam. Bir gün
Bayındır’ın ileri gelen ailesinin çocuğuyla sohbet ederken bana: “Seviyesiz
insanlarla konuşma. Bizlerin arasına geri dön” dediğini yıllar geçse de hiç
unutamadım.
Yıllar sonra İzmir’de mandalina ve
portakal toplama zamanı bahçe arasına gelen amele insanları gördükçe,
Bayındır’daki çocukluk ve gençlik yıllarımın bir bölümü aklıma geliyor.
İzmir’de de birçok tarlaya giden emekçi tanıdım. Onlara emek ve sömürü
mücadelesini bıkmadan usanmadan hep anlattım. Tabi ki tek başıma değildim. Bu
işte gönüllü yol arkadaşlarım da vardı.
Şimdiki zaman diliminde İzmir’de
birçok tarım alanı sermayenin çıkarlarına peşkeş çekilerek, çarpık betonlaşma
ile bitirildi. Bunun adına mega şehir, modern şehir diyorlar. Bir de
uygarlıktan söz ediyorlar. Sahi gerçekten uygar mıyız?
Hüseyin Habip Taşkın
08/ 09/ 2011
YORUM
Gelincik Can Yapı ve yapılaşmayla uygarlık olmaz,uygarlık kim bizler
kim..? Uygarlık önce kafa içerisinde ki, beyinde olmalı..İşte herşey şimdilerde
sadece göz boyama..Yazınızı okudum,elinize yüreğinize sağlık güzel şeylere
değinmişsiniz can arkadaşım..Evet, "Bir zamanlar çocuktuk",ama
mutluyduk...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder