Türkiye’de burjuva siyasetinin kirli
olduğunu, kokuştuğunu, umut olmadığını, umudun devrimciler olduğunu yıllar
öncesinden bizim dönemin ve bizden önceki devrimciler söylemişti. Hatta
kurtuluşun seçimle değil silahlı mücadeleyle olacağını da söylemişti.
Her insan yaşadığı dönemin gerçek
tanığıdır. Devletin, sistem içinde nasıl entrikalar çevirdiğini görebilme imkânına
sahiptir. Böylelikle kurtuluşunun ya da toplumsal kurtuluşun nasıl
olabileceğine kafa yorar, mücadelesine kendi görüş açısıyla, bulunduğu yerden
destek verir.
Türkiye’de burjuva siyasetinin
kokuşmuşluğu sistem içinde devlet kurumlarına yansıdığı gibi özel sektöre de
yansır. Peki, halk içinde bu kokuşmuşluğun yansıması olamaz mı? Elbette olur.
Aslında bu kokuşmuş siyasetçiliğin açıktan
yapılması, belirginleşmesi 12 Eylül 1980’den sonra, askeri darbe güdümünde
kurulan yasal siyasi partilerle birlikte başladı. Günümüz AKP iktidarında da
yoluna devam etmektedir.
Bu ülkede bir torba kömüre, eşyaya
kendi oyunu satan bile var. Çocuğu, eşi, kendisi işe girsin diye anne, baba,
çocukları farklı partilere girerek bireysel kurtuluşunu satılık oyla arar. Halk
arasında aşağı tabaka diye adlandırılan ezilenler, sömürülenler kendi
kurtuluşlarının nasıl olacağını bilemezler, bilemedikleri içinde çaresizdirler.
İş adamlarını unutmamamız gerekir, her
partiye parasal destek sunmalarına ne demeli? Bu destek belediye ve milletvekilliğini
de ele alırsak, hangisi iktidarı alırsa ve belediyede aynı çark içinde olmakla
birlikte işini hallettirecektir.
Benim yaşadığım bölgede eskiden ‘benim
oyum şu kadar var’ diyerek belediye meclis üyeliğinde iş adamları, nüfuzlu
kişiler kıran kırana mücadele ederlerdi. Hakaretli konuşmalar, yumruklaşmalar
halkın çıkarı için değil, kendi çıkarı içindi. Milletvekilliğinde de parası
olan ve nüfuzlu kişiler yer alırken, halkın geri plana itildiği de bir
gerçektir.
Bizler toplum olarak çok duymuşuzdur! Birde
başı sıkışan oldu mu? ‘Her şey vatan için…’ der. Oysa kirli siyasette, kokuşmuşlukta ‘her
şey rant için’ olduğunu bu toplumun çoğunluğu bilmektedir.
Sizlere kendi bölgemden örnekler vereceğim.
Bu örneklere ben tanıklık etmekle birlikte ülke genelinde işleyişin aynı
olduğunu görmekteyiz.
Benden büyük olan ve ağabey dediğim
kişi geçmiş zamandaki bir belediye seçiminde apartmana saklanmış yukarıya
bakarken gördüğümde el işareti yaparken bağırdım: ‘Ağabey nasılsın’ Bana yanıt
vermeden sağ elini yukarıya dudağına doğru getirirken işaret parmağı ile sus
işareti yaptı. O an yukarıya baktığımda
gençlerden oluşma bir grup aşağı doğru ana caddeden slogan atarak geliyordu.
Yanımızdan geçerek aşağıya doğru inerlerken ben ağabey dediğim kişinin yanına
gittiğimde ‘hayrola bu telaş niye?’ dedim. Bana telaşla: ‘Sorma? Kızım işe
girsin’ diye ‘iki partiye üye oldum.’ Sigarasını yaktıktan sonra: ‘Her iki
partiye gidip geliyorum ama içim güm güm’ diye ‘atıyor. Yakalanırsam her şey
berbat olur.’ dedi.
Zamanında benim yaşadığım bölgeye
aileler geldi. Bu aileler birbirlerine akrabaydı. Sonradan hepsi iş adamı oldular. Birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenmişlerdi. Seçimler yaklaşırken bu
aileler her partiye dağıldılar. O zamanlar yaşadığım yer insan sayısı olarak
azdı kimin ne yaptığı bilinirdi ve duyulurdu. Seçim zamanı bir parti kazandı
destekleyeni belediye başkanının danışmanı oldu. Müteahhitlikleri aldı başını
gitti.
2014 yılında ise farklı bir yapı su
üstüne çıktı. Partisinden belediye başkanlığına gösterilmeyen kişi, kişiler saf
değiştirerek başka partilerden belediye başkanı oldular.
2014 AKP iktidarında belediye
başkanlığı seçimi sonrası oylara hile karıştığı, yanlış sayıldığı için en çok
itiraz edilen yıl oldu. Mahalle muhtarlığı seçimlerinde silahlar konuştu ve ölü
sayısı 8 olarak açıklanmıştı.
Sorun şu; kirlenen sistem yapısında
insan ilişkileri nasıl düzelir? Halka kendimizi nasıl anlatabiliriz? Burjuva
siyasetinde seçim gerçekten kurtuluş mu? Yoksa bir araç mıdır?
Umut aslında halkın ve halkların kendisindedir.
Birliğinde, mücadelesindedir. Aslında emeği savunanlar o kadar çok ki, bir
araya nedense gelemiyoruz? Sanırım sorun biraz bizde diye düşünüyorum? Ne
dersiniz ben mi yanılıyorum?
Hüseyin Habip Taşkın
14.04.2014
Kırmızı Siyah Bilim Edebiyat Sanat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder