Fırtınalı yaşamlarda hepimiz bir
yerlere savruluyoruz. Rahat etmek için sığınacak limanlar arıyoruz. Düşe kalka,
bir yerlere çarpa çarpa, çelişkiler içinde, zincirleme yaşamımızı bir şekliyle
devam ettiriyoruz. Kendi kendimize baktıkça insanca yaşadım bile diyemiyoruz. Çünkü
neyi nasıl yapacağımızı kestiremiyoruz. “Kaderimiz, alın yazımız buymuş”
diyerek gelen geçene eyvallah etmişiz.
Ülkemizin Başbakanı ve yardımcıları
bir zamanlar “kriz bizi teğet geçti” demişti. Oysa o kriz biz emekçilerin,
yoksulların krizi değildi. Fakat fatura ezilenlerden, yoksullardan yana
çıkartıldı. Geçmiş dönemlerdeki ülkeyi yöneten iktidar partisi, koalisyon
hükümetleri halktan hep özveri istedi. “Kemerlerinizi sıkın” dediler. Oysa
tekelci sermayenin işleri tıkırındaydı.
Günler öyle bir hızlı geçiyor ki,
ekonomide, politika da, sosyal yaşam da bedelin faturasını hep emekçilere,
ezilenlere çıkartılmaya devam ettirildi, “ediliyor”.
Borsa da şirketlerin hisseleri vardır.
Bu şirketler küçük şirketler değildir. Tekelci sermayenin güçlü olduğu
şirketlerdir. Borsa haberlerini televizyondan duymaktayız. Borsa için analiz
yapanlar vardır. Hatta bazı gazeteler borsa haberlerine sayfasında yer verir. Sıcak
paradır ama bu sıcak para asıl şirketin kasasına girmektedir.
Televizyon haberlerinin sonunda
borsanın seyrinden, dolar ve avro’nun inişinden, çıkışından spiker anlatır. Bir
memleketin kurtuluşu yabancı sermayeye bağlıymışçasına ballandırılarak
anlatılmasının övünülecek bir yanı olamaz. Borsanın yükselişi, inişi ve doların
yükselmesi aşağıya inmesi ülkemizin iyiye gidip gitmediğini belirlemez. Bu gibi
yatırımlarda kazançlı çıkan sermaye çevreleridir. Emekçiler yarı aç, yarı tok günlük
yaşıyorlar.
Avrupa da yeni bir kriz kapıda
deniliyor. AKP iktidarı “biz rahatlıkla krizi aşarız” derken, asıl kriz dünyada
tüm emekçi kesimleri vuruyor. Öyle bir kriz ki, sermayenin kendi içinde ki
rekabeti ve sonuçlarını emekçilerden ve yoksullardan hep çıkarmaya
çalışıyorlar. Türkiye’de de tüm faturaların yükü emekçilerin, yoksulların
sırtına bindirildi. Bunu uyuyan kesim ne zaman anlar bilemem? Ama faturası
dolaylı yoldan halka yansırken psikolojik yönüyle de derin tahribatlar
açmaktadır.
Bir zamanlar ANAP Genel Başkanı olan
Mesut Yılmaz basına vermiş olduğu bir demecinde: “Borsanın yükselmesi o ülkenin
refahta olduğunu, düşüşünde ise refahta olmadığını gösterir” demişti. Bu ülkeyi
yönetenlerce sermayenin çıkarları hep en önde tutuldu. Bu ülkenin asıl sahibi
olan emekçiler kapının dış mandalı sayıldı. Daha doğrusu görmemezlikten
gelindi.
Bugünlerde altın yükselişe geçmiş,
dolar ve avro yükselişte, borsa dibe doğru gidişte diye yapılan yorumlarda, bu
ülkede işsizliğin, asgari ücretli kölelerin, kadına ulusal, sınıfsal baskının
artarak, kadın katliamlarının artması evde kocası tarafından, sokakta erkekler
tarafından cinsel tacize uğraması, üniversiteyi bitiren işsiz gençlerin sırat
köprüsünde memurluk sınavına tabi tutulması, sosyal yaşantılarının olmaması ve
yaşanılan diğer olumsuz etkenler niçin tartışma konusu edilmeyip, bu ülkenin
güllük güllüstanlık olduğu hep kitlelere lanse ettiriliyor?
Sistem öyle bir kurulmuş ki, borsa
yükselirken, diğerleri düşüşe geçmektedir. Büyük meblağlarda para yatıran
yatırımcılar kuru parayı hangi yatırıma yatırırsalar bile kaybettikleri
görülmedi. Ama düşük ya da biraz yüksek seviyede oynayan yatırımcılar çoğunluğunun
çoğunluğu hayalleri yıkılmaktadır.
Borsa da dönen çark sistemin bir
parçasıdır. Ama emekçi kesimlerin asıl sorunu borsa değildir. Emeğe dayalı,
paylaşımcı ve insanca bir yaşamın yaşama geçirilmesidir.
Hüseyin Habip Taşkın
06/ 08/ 2011
www.tarimorkamsendiyarbakir.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder