12 Ağustos 2018 Pazar

Can Çekişen Doğduğum Topraklar www.tarimorkamsendiyarbakir.com


Yılar sonra Doğukaradeniz’e gittim. Doğduğum topraklara ve annem ile babamın doğduğu yere gittim. Bu gidişim aniden aile içinde alınan bir kararla oldu. İlk başlarda isteksizdim ama sonradan gittiğime sevindim.

Özünde aynı coğrafya üzerinde yaşadığımız her halkın sorunu ortaktır. Emek mücadelesinde insanca yaşayabilmek, tabi ki bu mümkün değildir. Kapitalizm iğrenç yüzünü yaşamın her alanında bizlere göstermektedir.

Koşullar ve yaşamın pratiği her alanda hemen hemen aynıdır. Bizlerde aynı havayı solurken eşit bir şekilde insanca yaşamı istiyoruz.

İzmir’den yola çıktığımızda, ben özellikle Doğukaradeniz’in değişime uğradığını az da olsa tahmin ediyordum. HES canavarını basından duymuştum ve insanların, kadınıyla, erkeğiyle, çoluk çocuğuyla, yaşlısıyla omuz omuza bir mücadele verdiklerini basına yansıdığı kadarıyla bilirken, mücadelenin kararlılıkla sürdürülmesi beni mutlu ediyordu.

Samsun’u geçtiğimizde çocukluğum aklıma geldi. 1965-1970-1978-79… yılları ve en son 1990 yılında gitmiştim.   Rize/Pazar ve oradan da Hemşin/ Badara mahallesi. Aradan yıllar geçmiş ve ben ak saçlı, biraz kelliğimle, duygu yükümle gözlerim hep yaşararak akrabalarımı dolaştım.

Yıllar geçerken emek mücadelesinde bayağı yıprandım ama sadece ben değildim yıpranan. Emek mücadelesini kadınıyla, erkeğiyle omuzlayan, gönül verenler hep yıpranmıştı. Bu yıpranış pişmanlık anlamına gelmiyordu. Aksine onurlu bir mücadelenin köşe taşlarını her birimiz oluşturuyordu. Bu mücadele içerisinde hatalarımız, doğrularımız oldu. Hatta ve hatta darbeler bile yedik, içimizden bile çökertildik ama onurlu kavgamız şimdide sürüyor. Gelecek kuşaklara aydınlık bir ülke bırakmak için alanın her yerinde biz emekçiler var olmaya devam edeceğiz.

Tenimiz farklı olabilir, dillerimizde farlı olabilir ama anlaştığımız yer emek mücadelesidir. Aynı havayı birlikte soluyoruz. Aynı eziyeti, sömürüyü birlikte yaşıyoruz. Fakat aynı mücadele içerisinde birlikte etten duvar örüyoruz.

Ege’de birçok bina plansız ve programsız yapılmıştır. Bunun adına medeniyet bile diyenler var. Koskocaman binalar dip dibe, insanların yaşam alanları betonlaştırıldı. Çocuklarımızın oyun alanları bile gasp edildi. Daracık sokaklarıyla her yer kabristana çevrildi.

Doğukaradeniz’de sahil boyunca dev gibi binalar gördüm. Ege’yi aratmıyordu. İçimden vurgun yemişe döndüm. Demek ki insanlara böyle yerler layık görülüyor. Ama suçun çoğu bizimdir. Olanlara, bitenlere hep sesiz kaldık, kapitalizmde bize yüklendikçe yüklendi. Biz muhalefet edecek gücümüzü bile koyamadık.

Sahil boyunca otoban yapılmış, masraf az olsun diye ama bir yandan sahilde denize girenler giremez olmuş. Turizm yapılacağı yerde elimizde olanı yerle bir etmişiz. Aslında övünülecek bir olay ortada yok.

Pazar’da dereyi gördükçe içimden vurulmuşa döndüm. Derenin içinde hangi çöp artığını ararsanız var. Derenin kenarları da aynı görüntü var. Bu kadar insanoğlu deresini hoyratça kullanabilir mi? Demek ki kullanıyormuş. Bu kirlenme sadece Doğukaradeniz’e has ve özgü değildir. Bu ülke de kültür yozlaşması yaşanırken, bencillik yanları ağır basan bir toplum olup meydana çıkıverdik.

Eskiden mal paylaşılmazdı. Şimdi kapitalizmin acımasız bireysel ve bencillik yanı Doğukaradeniz insanında bile görülebilmektedir. Aile içinde mal paylaşımı gözle görülebilmektedir.

Doğukaradeniz’deki yaşam geçmiş yıllarda çaya, fındığa dayalıydı. Birde hayvancılık yanı vardı. Hemen hemen her evin altında inekler, öküzler ve katırlar vardı. Hani derler ya büyük şehirlere göç eden hep Kürtlerdir. Hayır, bu ülkenin her yanından göç vardır. Doğukaradeniz’deki göç fırtınası yıllar öncesine dayanır. Kürtler gibi bizim ailelerde o zamanlar çok çocuk yapma yarışına girmişler, sonradan toprak yetmemiş ve gurbetin yolları kadınına, erkeğine gözükmüş.

Devlet denilen mekanizmada AB uyum yasaları gereğince çaya, fındığa kota getirilmiş fakat bizlerin büyükleri tarımda son nesil olmuşlar. Bizlerin anlayacağı dilde “tarımda, çiftçiye destek yok.”

Birçok aile çayı ve fındığı toplamıyor desem abartmış sayılmam. Otlar, dikenler ve diğer yeşillikler kesilmeye kesilmeye boy vermiş. Şöyle bir geçmişe doğru yolculuğa çıkalım; O zamanın insanı zor koşullar altında bu bereketli topraklarda doğanın acımasız yüzüne karşı inatla dişe diş bir mücadele verdi. Özünde bize çayı ve fındığı miras bıraktı. Kapitalizm acımasız yüzünü tarımda da bizlere gösterdi. Şimdilerde derelerimizi kamulaştırıp bir avuç sermayedara HES adında peşkeş çektirilmeye çalışılıyor. Sularımızı sonradan bize parayla satacaklar. Yeşilliklerimiz sonradan kuru ota dönecek ekolojik yapı değişecek.

Bir zamanlar mahallelerde çeşme suları vardı ya da hayır adı altında yapılan çeşmeler. Modernleşme adı altında tepki çekmeden mahalle suları ortadan kaldırıldı. Neye mahkûm olduk? Paralı suya ve damacanalı sulara…

HES’ler karşı verilen örgütlü mücadele azda olsa bir gün kapitalizmin çarkının kırılacağına işaret olduğu için içim biraz olsun rahat. Bu adım başka hak aramalarda daha etkin ve kalıcı olur, hatta örnek olur düşüncesindeyim.

Hüseyin Habip Taşkın
      02/08/2011

 www.tarimorkamsendiyarbakir.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Acılarımız Ortaktır

 Her halkın acıları birbirine benzer. İnsanca yaşamak her bireyin hakkıdır. İnsanca yaşıyabiliyor muyuz? Kendimizi birey olarak sorgulamamız...