Yılar sonra Doğukaradeniz’e gittim.
Doğduğum topraklara ve annem ile babamın doğduğu yere gittim. Bu gidişim aniden
aile içinde alınan bir kararla oldu. İlk başlarda isteksizdim ama sonradan
gittiğime sevindim.
Özünde aynı coğrafya üzerinde
yaşadığımız her halkın sorunu ortaktır. Emek mücadelesinde insanca yaşayabilmek,
tabi ki bu mümkün değildir. Kapitalizm iğrenç yüzünü yaşamın her alanında
bizlere göstermektedir.
Koşullar ve yaşamın pratiği her alanda
hemen hemen aynıdır. Bizlerde aynı havayı solurken eşit bir şekilde insanca
yaşamı istiyoruz.
İzmir’den yola çıktığımızda, ben
özellikle Doğukaradeniz’in değişime uğradığını az da olsa tahmin ediyordum. HES
canavarını basından duymuştum ve insanların, kadınıyla, erkeğiyle, çoluk
çocuğuyla, yaşlısıyla omuz omuza bir mücadele verdiklerini basına yansıdığı
kadarıyla bilirken, mücadelenin kararlılıkla sürdürülmesi beni mutlu ediyordu.
Samsun’u geçtiğimizde çocukluğum
aklıma geldi. 1965-1970-1978-79… yılları ve en son 1990 yılında gitmiştim. Rize/Pazar ve oradan da Hemşin/ Badara
mahallesi. Aradan yıllar geçmiş ve ben ak saçlı, biraz kelliğimle, duygu yükümle
gözlerim hep yaşararak akrabalarımı dolaştım.
Yıllar geçerken emek mücadelesinde
bayağı yıprandım ama sadece ben değildim yıpranan. Emek mücadelesini kadınıyla,
erkeğiyle omuzlayan, gönül verenler hep yıpranmıştı. Bu yıpranış pişmanlık
anlamına gelmiyordu. Aksine onurlu bir mücadelenin köşe taşlarını her birimiz
oluşturuyordu. Bu mücadele içerisinde hatalarımız, doğrularımız oldu. Hatta ve
hatta darbeler bile yedik, içimizden bile çökertildik ama onurlu kavgamız
şimdide sürüyor. Gelecek kuşaklara aydınlık bir ülke bırakmak için alanın her
yerinde biz emekçiler var olmaya devam edeceğiz.
Tenimiz farklı olabilir, dillerimizde
farlı olabilir ama anlaştığımız yer emek mücadelesidir. Aynı havayı birlikte
soluyoruz. Aynı eziyeti, sömürüyü birlikte yaşıyoruz. Fakat aynı mücadele
içerisinde birlikte etten duvar örüyoruz.
Ege’de birçok bina plansız ve
programsız yapılmıştır. Bunun adına medeniyet bile diyenler var. Koskocaman
binalar dip dibe, insanların yaşam alanları betonlaştırıldı. Çocuklarımızın
oyun alanları bile gasp edildi. Daracık sokaklarıyla her yer kabristana
çevrildi.
Doğukaradeniz’de sahil boyunca dev
gibi binalar gördüm. Ege’yi aratmıyordu. İçimden vurgun yemişe döndüm. Demek ki
insanlara böyle yerler layık görülüyor. Ama suçun çoğu bizimdir. Olanlara,
bitenlere hep sesiz kaldık, kapitalizmde bize yüklendikçe yüklendi. Biz
muhalefet edecek gücümüzü bile koyamadık.
Sahil boyunca otoban yapılmış, masraf
az olsun diye ama bir yandan sahilde denize girenler giremez olmuş. Turizm
yapılacağı yerde elimizde olanı yerle bir etmişiz. Aslında övünülecek bir olay
ortada yok.
Pazar’da dereyi gördükçe içimden
vurulmuşa döndüm. Derenin içinde hangi çöp artığını ararsanız var. Derenin
kenarları da aynı görüntü var. Bu kadar insanoğlu deresini hoyratça kullanabilir
mi? Demek ki kullanıyormuş. Bu kirlenme sadece Doğukaradeniz’e has ve özgü
değildir. Bu ülke de kültür yozlaşması yaşanırken, bencillik yanları ağır basan
bir toplum olup meydana çıkıverdik.
Eskiden mal paylaşılmazdı. Şimdi
kapitalizmin acımasız bireysel ve bencillik yanı Doğukaradeniz insanında bile
görülebilmektedir. Aile içinde mal paylaşımı gözle görülebilmektedir.
Doğukaradeniz’deki yaşam geçmiş
yıllarda çaya, fındığa dayalıydı. Birde hayvancılık yanı vardı. Hemen hemen her
evin altında inekler, öküzler ve katırlar vardı. Hani derler ya büyük şehirlere
göç eden hep Kürtlerdir. Hayır, bu ülkenin her yanından göç vardır.
Doğukaradeniz’deki göç fırtınası yıllar öncesine dayanır. Kürtler gibi bizim
ailelerde o zamanlar çok çocuk yapma yarışına girmişler, sonradan toprak
yetmemiş ve gurbetin yolları kadınına, erkeğine gözükmüş.
Devlet denilen mekanizmada AB uyum
yasaları gereğince çaya, fındığa kota getirilmiş fakat bizlerin büyükleri
tarımda son nesil olmuşlar. Bizlerin anlayacağı dilde “tarımda, çiftçiye destek
yok.”
Birçok aile çayı ve fındığı toplamıyor
desem abartmış sayılmam. Otlar, dikenler ve diğer yeşillikler kesilmeye
kesilmeye boy vermiş. Şöyle bir geçmişe doğru yolculuğa çıkalım; O zamanın
insanı zor koşullar altında bu bereketli topraklarda doğanın acımasız yüzüne
karşı inatla dişe diş bir mücadele verdi. Özünde bize çayı ve fındığı miras
bıraktı. Kapitalizm acımasız yüzünü tarımda da bizlere gösterdi. Şimdilerde
derelerimizi kamulaştırıp bir avuç sermayedara HES adında peşkeş çektirilmeye
çalışılıyor. Sularımızı sonradan bize parayla satacaklar. Yeşilliklerimiz
sonradan kuru ota dönecek ekolojik yapı değişecek.
Bir zamanlar mahallelerde çeşme suları
vardı ya da hayır adı altında yapılan çeşmeler. Modernleşme adı altında tepki
çekmeden mahalle suları ortadan kaldırıldı. Neye mahkûm olduk? Paralı suya ve
damacanalı sulara…
HES’ler karşı verilen örgütlü mücadele
azda olsa bir gün kapitalizmin çarkının kırılacağına işaret olduğu için içim
biraz olsun rahat. Bu adım başka hak aramalarda daha etkin ve kalıcı olur,
hatta örnek olur düşüncesindeyim.
Hüseyin Habip Taşkın
02/08/2011
www.tarimorkamsendiyarbakir.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder