12 Şubat 2019 Salı

Sakıncalı Bölüm 11 https://pirtukweje.wordpress.com/2019/02/12/roman-hueseyin-habip-taskin-sakincali-11-boeluem/?fbclid=IwAR2baw4aftYGE96wLiH1l8Pn9EoMCQ9dU2In_vgTM5am8dCDpjZF39dyVQk


Gözlerini yumduğunda denizin kokusunu içine çekti. Deniz kokusundan başka her şeye benziyordu. Gözlerini açtığında kopkoyu farklı bir renk tonuyla karşılaştı. Yıllardır körfeze toprağın altında bulunan künkler aracılığıyla tuvalet ihtiyacı, banyo, bulaşık suları akıtılmıştı. Ya fabrikaların? Onlarda akıtmıştı. Bilinçsizce yapılan ve ucuza mal etme derdiyle uğraşan idarecilerin, denizi katletmesine neden oldu.

Müşteri gelir düşüncesiyle mutfağa geçti. Kendisine demlikten bir bardak çay koydu. Taburesine oturup, çayını yudumlamaya başladı. Canı sıkılıyordu ama nedenini kendisi de bilmiyordu? Mahkeme uzadıkça moraller suya düşüyordu.

F Dört Duvar’da yaşantısı aklına geldi. Ortak alana çıkmalarda mahkemeye hazırlık yapmak için Hafiften Esmer ile bir araya geliyorlardı. Daha sonra birlikte kütüphaneye çıkmaya başladılar. Sonunda spor alanı olan yere çıktılar.

Aralarına İnanç Grupları’ından birinden olan Konuşmayan’da katıldı. Daha önce yazılı notta yazdığını sözlü olarak söyledi:
“İnancım var. Gittiğim ibadet yerinin başka bir İnanç Grubuna aitmiş, uyanıncaya kadar içlerine girmiştim. Amca’ların izlemesi sonucunda alındık ve hepimizi toparladılar.

Yaşamımda öylesine dayak yemedim. Elektrik seanslarıyla tanışmadım. Küfürler çevremde söylenmezdi. Hepsiyle operasyon günü tanıştım.
Dört Duvar arası kapalı bir kutudur. Sessizlik hâkim olmuş gözükse de kişinin içindeki fırtına sessizden gidiyordu.

İçeride tanıştığım bir mahkûm bana:
“ Eşi’mide almışlardı. Bana karşı tehdit ederek çözmeye çalışmışlardı. Sadece bildiri dağıttığımı anlatım. Ama dünyam daraldı. Boğulacakmışçasına kendi dünyamla baş başa kaldım.  Tanımadığım birini sorumlu olarak kabul edince kendimden utandım. Onun ve diğerlerinin suratına bakamadım.
Bir gün idareye çıkıp arkadaşlarımın yanından ayrılmak istiyorum dedim. İdare beni sıkıştırdı:
“Neden?”

 Ben olanları onlara anlatmadım ama içim içimi yedi.

Sabah sayımından sonra kapımız ikinci kez açıldı ve ben oradan kaçarcasına hazırladığım eşyalarla bir çıktım. Arkadaşlarım bağırdı:
“Nereye gidiyorsun?”

Onlara ben ‘dik duramadım’ diyemedim.

Hakkımda ne düşündüler bilemedim. On beş güne yakın bir koğuşta kaldım. İki kişi daha vardı. İkisi sevke gitti. Biraz rahatladım. Yalnız daha iyi düşünüyordum. Yaptıklarımdan dolayı pişmanlık duydum. Ağladım hüngür hüngür.
Geriye dönsem aralarına alırlar mıydı?”

Diye anlattı. Ben de:
“Belirleyici sensin. Kararını ver, dediklerin yan koğuşta kalıyorlar. İletirim.”

Bir gün bana ortak alanda:
“Onlara söyle ifademi düzelteceğim. Yanlış yaptım. Özür dilediğimi ilet.”
“Tamamdır.” Dedim.

Ortak alandan ayrılır ayrılmaz. Yattığım yerin ikinci katındaki pencereden bağırdım:
“ Arkadaşınız geri gelmek istiyor. İfadeyi değiştirecek. Özür diliyor.”

Havalandırmada sevinç çığlıkları atılıyordu. Tanıştığım arkadaş o günü bana şöyle anlattı:
“Ben konuşmalarınızı tam duyamadım. Sevinç çığlıkları atarlarken ben ağladım. Eşimi korurken, tanımadığım kişilere haksızlık ettim. Onlar beni affetti ama ben kendimi asla affedemedim.” Dedi.

Sakıncalı’nın gözlerinden nedendir bilinmez yaşlar geldi.

İşe başladığının ikinci haftası işyerine öğlen iki civarı Amcaların Sivil olanları gelmişti.  Patroniçem ile yüksek sesle konuşuyorlardı. Telsiz konuşmaları da araya karışıyordu. Sakıncalı kapı ağzına gelip eliyle hafiften araladı. Önündeki kolon gelenlerin görüntüsünü engelliyordu. Amcaların Sorumlusu:
“ Yanında çalıştırdığınız ikide bir Dört Duvar arasına düşüyor. Bölücü faaliyetleri vardır. Tehlikelidir. Koş Koş, Fırtına, Vur Kaçırma gruplarında aktif faaliyet içinde oldu.”

Sakıncalı hafiften:
“Elinden gelse beni kurşuna dizdirecek.”
“Burası hatırı sayılı bir işyeridir. Burada barındıramazsınız. Duyulursa şahsınıza leke düşer. Sizi uyarmaya geldik. Kiminle çalıştığınızı biliniz.”

Kapı arkasında rengi uçmuştu. Sadece rengimi? Moralman çöktü. Sigortalı iş bulamazdı. Bir anda Patroniçem’in gür sesi kulaklarında yankılandı:
“Beyler içkinizi içtiğinize göre gidebilirsiniz. Sakıncalı ne olursa olsun, bana göre insandır. Terbiyelidir. İşini aksatmaz.
Şimdi buradan gidin bir daha gelmeyin. Sakıncalı’yı bir daha rahatsız etmeyin. Yoksa hatırı insanlara sizleri şikâyet ederim.”

Tanımadığı bir işkadını kendisine siper olmuştu. Onu canı gönülden korumuştu. Yine de endişeliydi! Ya işten atarsa? Diye. Mutfağın içinde kısa alanda sanki Dört Duvar voltası atıyordu. Ayak seslerinin geldiğini duyunca tezgâhın yanına giderek, yönünü kapıya çevirdi. Kolları aşağıya doğru sarkık, ellerini sıkıca yummuştu. Düşüncesi savrulup duruyordu. Kapı açılır açılmaz içeriye Patroniçem girdiğinde, sözü ona bırakmayarak:
“ Eşyalarımı toparlayayım mı?”
“Hayrola benden bıkmış bir halin var gibi! Ben sana git mi dedim!”

Yüzünde gülücükler açtı. Yine de endişeliydi. Ya işini kaybederse!
“ Amcalar hakım da fazla atış yaptılar. Sokmadıkları grup kalmadı.”
“ Sen onları boş ver; emekline ne kadar var? Neyse benimle gel!”

Patroniçem önden tahta merdivenleri çıkarken, Sakıncalı onu takip ediyordu. Biraz olsun rahatlamıştı. İşten atmayacağına inandı.  Karşıdaki tahta kapıyı açıp arka arkaya içeriye girdiler. Muhasebeci şaşkın bakışlar arasında gelenlere bakıyordu.

Patroniçem normal ses tonuyla:
“ Sakıncalı’nın emeklisine ne kadar var? Bir baksana.”
İnternetten hemen sigorta bölümüne girdi. Giriş tarihi ve çalışma yıllarına bakıp, toplamına baktıktan sonra:
“İki yıla yakın var.”

Patroniçem yüzünü Sakıncalı’ya dönüp:
“ Benimlesin. Buradan hiçbir yere kıpırdamak yok. Anlaşıldı mı?”

Mutluluktan sesi biraz gür çıktı:
“ Anladım.”
“Şimdi aşağıya in, bize ve kendine neskafe yap gel. Karşılıklı içelim.”

Muhasebeci içeceğini alıp oradan ayrıldı. Sakıncalı başından geçenleri anlattı. Patroniçem gerçekten üzülmüştü. O an bir heykele dönmüştü. Solgun yüzüyle hareketsizdi. Birden:
“ Benim ailem göçmendir. Ben çocukken Tito hayranıydım. Nasıl olduysa buraya ailem geldi. Adına ‘Mübadele’ deniliyor. Bende de Toplumsalcılık yan ağır basar.”

Mutluluktan mutfağa girdiğini fark edemedi. İşe gelen Baş Usta:
“Hayrola Sakıncalı Dayı bir sorun mu var?”

Etrafına bakındı. Birlikte olduklarını anlayınca:
“ Sana anlattığım konu vardı. Amcalar bugün benim işime taş koymaya geldiler. Patroniçem beni sahiplendi.”

Baş Usta olduğu yerden:
“ Kadın sağlamcıymış. Helal olsun. İki ayak üzerine düştün.”

O günden sonra Sakıncalı’ya Dayı lakabı da eklenmiş oldu.

İşten çıkarılma korkusu taşımıyordu. Normal işine gidip geliyordu. Eşi’de biraz olsun rahatlamıştı. İşyerinde personele günlük yemekler çıkarılıyordu. Patroniçem ve Eşi akşamları çoğunlukla çıkan yemeklerden yerlerdi. Bir hafta bitmeden dipfriz ’deki etler, balık çeşitleri, deniz ürünleri, tatlılar personel yemeğine dönüşürdü.  Alkol alma iş bitiminden sonraya kalıyordu.

Ev, işyeri, Yayınevinin Bürosu’nda zamanı geçiyordu. Yazar 2 yayınevi temsilcisi ile düşünce üzerine konuşuyorlardı. Bir gün bölgesel gazeteye yazı yazmasını Sakıncalı’dan istedi:
“Yazını yazıyorsun, ben de okuyorum. Bizim Gazete’ye yazmanı istesem?”

Aniden önüne düşen bu teklife sevinç içinde:
“Olur. Yalnız benim bir isteğim olacaktır? Size destek olarak yazarım. Halk ağzıyla yazacağım. Konular güncel olacaktır.”
“Sorun yoktur. Önümüzdeki yeni çıkacak sayıya bir yazı hazırla, ben gönderirim.”
İlk önceleri bir gazeteye yazı göndermişti. Dört tanesi yayınlanmıştı. Şimdi ise yeni bir çıkış olacaktı kendisi için. İnsanlara ulaşacaktı. Gazetelerdeki makale yazılarını tekrardan takip etmeye başladı. Yazdığı yazıları karşılaştırarak makale olup olmadığına karar verdi. Yayınlananlara ilerleyen aylarda baktığında hatalarını net olarak gördü.
Kendisine güven geldi. Bu arada roman, öykü okumaya devam ediyordu. 78’liler Grubuna gidiyordu. Buradaki yol arkadaşları On iki Eylül’ün, askeri darbesinde payına düşen her türlü baskıyı ve Dört Duvarı paylaşmalarıydı. Bir de sorgu odalarında yükselen çığlık seslerine ortak olmuşlardı.
Yaşadıkları bölgeler, dilleri, kültürleri farklı olsa da aynı havayı yaşamışlardı.
İlkbahar geldiğinde içinde bir umut vardı. Kendisini durmadan yenilemesi, önüne hedefler koyması onu daha da farklılaştırıyordu.
Çalıştığı yer sosyeteye hitap ettiği için belirli bir insan topluluğu geliyordu. İşçisinin maaşına zam yapmamak için her türlü hokkabazlığı yapan, saltanatları üzerinden kendilerini çok akıllı sanan sömürücü tayfasının ortak mekânıydı.
Kimisi metresini almış, günü birlik sahte sözcükleri ağzından dökerek:
“Çok güzelsin. Seni seviyorum.”
Ve benzeri cümlelerle, Karşılıklı:
“Şerefe.”

Diyerek. Çıkarların kendi bakış açılarıyla üstünlük sağlamaya çalışmaları göze batardı.

Güzel edebiyat cümleleri kurmaya çalışmaları aynı zamanda yatağa cumburlop girme manevralarıydı. Zevkler alınır. Çıkarlar ilişkisi burada biterdi.

Şirket çalışanlarının, patronlarının ticari iş bitirme yeriydi. Birbirlerine:
“Beyefendi, hanımefendi.” Derlerdi.

Gülüşler, mimik hareketleri hepsi sahteydi. Çıkar ilişkilerinin hızla döndüğü, sonuca ulaşıldığı alandı. Garsona verilen cömert bahşişler. Kendilerini bulunmaz bir varlık sanan acayip tiplerin geçici mekânıydı.

Pazar günü öğlene doğru genç bir kız ile erkek gelip deniz kenarındaki masaya oturmuşlardı.  Barmen üzülerek konuşmaya başladı:
“ Ben menüyü gelenlerin masasına bırakacağım. Gençler ellerine alıp, bir göz attıklarında suratlarının şekli değişecektir. Her ikisi çulsuzdur. Eziklik duyarak kalkıp gideceklerdir.”

Sakıncalı onları izlemektedir. Barmen menü listesini gençlerin masasına bırakarak ayrıldı. Her ikisi kolonun arkasından onlara bakıyorlardı. Kız ile erkek kısa konuştular. Birden ayaklanarak, arkalarından birileri kovalıyormuşçasına hızlıca uzaklaştılar.

Sakıncalı ile Barmen hiçbir yorumda bulunmadılar. İnsanların arasındaki ayrımı,uçurumu net olarak görmüşlerdi.

Hüseyin Habip Taşkın
25.12.2018







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Acılarımız Ortaktır

 Her halkın acıları birbirine benzer. İnsanca yaşamak her bireyin hakkıdır. İnsanca yaşıyabiliyor muyuz? Kendimizi birey olarak sorgulamamız...