Pazar
sabahı müşteri olmadığından, askeri gemilerin hizasındaki yerden denize
bakıyordu. Çeşit çeşit küçük balıklar gözüne ilişti. Çok hızlı hareket
ediyorlardı. Bir grup gelip kayboluyordu. Yosunlar dalgaların ritmik
hareketleriyle dans ediyorlardı.
Birden
kendisini F Dört Duvar arasında buldu. Sağda daracık koridorda önde ve arkada
İç Güvenlikçi’ler le yürüdüler. C Blok 2. Koğuşa geldiklerinde
havalandırmaların küçük kare şeklinde olan iç kısımda cam kaplı, dışı ise
diklemesine yuvarlak kısa demirler belirli aralıktaydı. Giriş kapısı ön tarafa
kalıyordu.
Bilindik
aramalardan geçtiler ve demir kapı açılıp üçü sırayla içeriye girdiler. Kapı kapanır kapanmaz etrafa bakındılar.
Kendisine geldiğinde söylenerek:
“Nerden
aklıma geliyor?”
Hafiften
Esmer’in mali durumu iyiydi. İlk önce küçük bir televizyon ile temel ihtiyaç
listesi yapıldı. İlk önceleri Çay yapıcı kettle’leri yoktu. O sorunu daha sonra
çözdüler.
Pet
şişe dedikleri içinde içeceğin olduğu, havalandırmada gideceği yöne yüzünü, sırtını
duvar dibine döndüğünde, Ağzına kadar
olan çayı, sıcak suyu, neskafeyi sağ eliyle kapak tarafından tutup, sol ayak
bir adım önde hafif dizden çökük, sağ ayak arkada, çatının ya da duvarın
üzerinden atılacak olan pet şişe kol yardımıyla pervane dönmesine benzer bir
hareket ile hızlanır, atmaya hazır olduğunda elindeki havaya doğru bir yavru
kuşun uçuşuna benzer bir şekilde gider, çatının ya da duvarın üzerinden aşarak
gidilecek yerin havalanmasına pat diye düşer.
Bu
işlemden önce atacak kişi bağırır:
“Gelecek
olanı C dokuza yolla…”
Yandan
bir ses yükselir:
“Yollarım,
yalnız burada iki kişiyiz. Birer bardak alacağız.”
“Tamam.”
Çay
yerine gidinceye kadar az da olsa azalır. F Dört Duvar’ın katı ve bilinçlice
uyguladığı baskı politikalarından biriside: Televizyonu, kettle, cep radyosunu,
kim aldıysa onunla dışarıya çıkartılıyordu. Kişinin giyecekleri buna dâhildi.
Geride
kalanların parası olmadığından bilinçlice yapılan bu uygulama eziyete
dönüşüyordu. Pet şişenin üzerinde devamlı gideceği yeri belirten yazı vardır.
Çatıların
üzerinde belirli yerlerde kameralar vardı. Atılan cisimler nereden atılıp,
nereye düştüğü belirleniyordu. Hani olurda insanımsı bir tip çatıya çıkıp kanatlanıp
uçmak isterse anında müdahale edebilmek içindi. Koğuşlar arası atılan ne varsa
ara sıra çatıların üzerinde kalıyordu. Ayda bir ya da iki aya yakın naylon
poşetlerle İç Güvenlikçi’ler çatılarda dolanırdı. Dolu dolu iki poşetle çatıda
görünürlerdi.
İlk
gün havalandırmada yandaki komşularla tanışmışlardı. Adli, Toplumsal Düşünceyi
ve İnanç Grupları’nı savunanlar çevrelerindeydi. İrtibatı birbirleriyle
sağlamamaları için bir girişte üç koğuş vardı. Birinde Toplumsal Düşünceyi
savunanlar. Diğer üçünde Adliler vardı. Koğuşların havalandırmaları bir ondan
bir bundan ile kendilerince önlem almışlardı.
Koğuşların
bazılarıyla havalandırmada yerde bulunan yağmur sularının gitmesi için kare
biçiminde yapılmış demir mazgaldan konuşma imkânı vardı.
Haberleşme
olarak ekmek içinden bir dilim alınıp ilk önce avuç içinde sıkılarak
katılaşması sağlanır, yuvarlak hale getirilir. Çöp poşetinden kesilmiş bir
parça ile yuvarlağın üstünü kaplayarak, aynı poşetten ip gibi olmasa da uzunca
ayarlanarak etrafından bir daire yapılır ve düğümlenir. Diğer boş yerine de bir
daire yapılarak düğümlenir, böylelikle kâğıda dökülen yazı, katlanarak küçültülür
ve gönderilen insani istek yazısı topa döndürülen ile düğüm yerinin altına
itina ile yerleştirilir.
Havalandırmada
bunun atımı biraz farklıdır. Avuç içine alınarak, gönderileceği koğuşa yön
çevrilir. Arada koğuşlar var ise öndeki koğuş uyarılır ya da kuvvetli atışınız
var ise tam isabet koğuşa süzülerek iniş yapar. Pet şişesinde olduğu gibi
zemine düştüğünde güm diye ses çıkartır. Topun sesi cılız olarak pat diye
çıkar.
Eldeki
top kişiye göre atışı değişiktir. Sözlü söylenen ya da yazıya dökülen sigara,
permatik, sabun almaları istenir. Kantin
günü ısmarlananlar gelir gelmez, ihtiyaç sahiplerinin istekleri ilk önce acil
yoldan ilk koğuşa gönderilir. Alan kişi sevinç içinde:
“Sağolun
arkadaşlar.”
“Önemli
değil önemli olan yardımlaşmak.”
Yapılanlar
kara kitaba göre çok büyük suçu vardı. Nedense idare tutukluların, mahkûmların
bu davranışını engellemiyordu?
İlerleyen
günlerde koğuşun heybetli demir kapısı açıldığında, içeriye Erkek Psikolog ile
iki Kadın Psikolog girdi. Merhabalaşmadan sonra plastik masa etrafında
oturdular. İkinci Kadın Psikolog’un staj için burada olduğunu öğrendiler.
İçerinin
sorunları konuşulurken Erkek Psikolog hafiften gülümseyerek:
“
Sigaraya mı başladınız?”
Yazar:
“
İnsani ihtiyaçtan diyelim. Kameradan mı gördünüz?”
“Orayı
izleyenler ayrı olmakla birlikte idareye bildirilmiş ve kanunen yasak. Bilginiz
olsun.”
Sakıncalı
söze daldı:
“İdarenin
bir baskısı var. Eşyayı alan kişi tahliye olduğunda eşyasını birlikte götürüyor.
Geride kalan kişinin aile durumu iyi değilse elbette yakınından isteyecektir.
Bu bir insani haktır.
Var
sayalım idare baskısını kurdu engelledi. Bu yüzden burada hır gür bitmez.
İstenilen bir haktır diyorum.”
“Ceza
almayı göze alıyor musunuz?”
“Yattığımız
ve yaşadıklarımız zaten ayrı bir ceza değil mi?”
Bir
anlık ortalık suspus oldu. Konuşma başladı:
“Benim
aklım ermiyor! Dışarıda İnanç Grupları ile bir araya gelmiyorsunuz. Gerekirse
birbirinize gireceksiniz; burada bakıyorum birbirinizin ihtiyaçlarını
karşılıyorsunuz.”
Sakıncalı:
“Burası
Dört Duvar. İmkânların olmadığı yerdir. Aynı havayı kokluyor ve sorunları
yaşıyoruz. Örneğin bizlerin ortak attığımız sloganlara katılmıyorlar. Demek ki
ayrı düştüğümüz konularda varmış…”
Ustalardan
kalan bulaşıkları kısa zaman içinde yıkayıp kuruması için tezgâhın duvar
dibindeki yere yasladı. Bar kısmının
kapısında bardaki Barmen’e işaret yaparak bir neskafe istedi.
Kendi
yerlerindeki sandalyeye oturarak içeceğini yudumluyordu. Birden kendisini kısa
zaman içinde Hafiften Esmer’i koğuştan alınışında buldu. İdarenin emriyle yan
koğuşa almak için İç Güvenlikçi’ler Kapının önünde bekliyordu. Hafiften Esmer:
“Beni
niçin alıyorsunuz?”
İçlerinden
sorumlu olanı:
“Sen
burada doğmuşsun ama yabancı ülkenin vatandaşısın.”
Sonunda
gittiğinde Yazar ile Sakıncalı yalnız kalmışlardı. Birde kettle ile
televizyonları artık yoktu. Şimdi aynı duruma kendileri düştüğünden gelen çay
ve neskafeden alıyorlardı. Birde sabah verilen karavana çayı vardı.
İdare
bir ara el radyosu satışı yaptı. Bir tane aldılar ama yayın çekmiyordu.
Havalandırmada yola yakın yerin duvar dibine yapışarak sesini açarak biraz
cızırtı, sesin yok oluşu ve varoluşuyla dinlemiş sayıyorlardı. İdareye dilekçe
ile bildirilerek çözüm istediler. Olmadı. El radyosu demir dolabın içine
böylelikle koyuldu.
Sayısız
koğuş değişimi yaptırıyorlardı. Sakıncalı’nın işine geliyordu. Kısa geziye
çıkmışçasına maltaya bakınıyordu. Sadece giyimlerini, tabaklarını, plastik bardaklarını
ve diğer eşyalarını alıyorlardı. Yatak her koğuşta vardı. Yazar ise sık sık bu
değişime kızıyordu. Değişimin amacı;
kurulan ilişkinin ileride eylem güllüne dönmemesi içindi.
kurulan ilişkinin ileride eylem güllüne dönmemesi içindi.
Tanıştığı
bir yayınevi sorumlusuyla yüz yüze görüştüğünde:
“E
postadan bana yolla, okuduktan sonra konuşuruz.” Demişti.
Vakit
kaybetmeden istenilen yere gönderdi. Meraktan ne olacak? Düşüncesi kendisini
esir almıştı. Bir hafta içinde kendisine not geldi.
‘Konu
çok güzeldir. Eksiği çoktur. Kadınlarla ilgili yerler kalsın. Askeri Darbeyle
olan bölümleri çıkar ve dosyayı tekrar bana yollarsın.’
Sakıncalı
Yazar Arkadaşı’nı düşündü? Onun emeği var. İrtibata geçtiği kişinin dediğini
yaparsa konu Kadın eksenli olacak. Ona ilk önce yardımcı olana ayıp olmaz mı?
Düşüne düşüne düşüncesi iflas etti.
Yazar
Arkadaş’ın takıldığı yere kısa süreli kaçış yaptı. Onu orda görüp konuyu açtı.
Yanıtı da gecikmedi:
“
Hayır olmaz. Böyle kalsın. Ben kitabına kefilim.”
İşyerine
dönerken kafası hepten dalgalandı. Tanıştığı kişiyle böylelikle bağı kopardı.
Kitabevinde
tanıştığı Tezgâhtar 1 ile bir sohbetinde konuyu açtığında:
“Yarın
biraz erken gel. Birlikte bir yere gideriz. Sorununu kesin çözeriz.”
Düşüncesini
pratiğe geçirmeye çalışsa da sorunların bitmeyeceğini sandı.
Gece
uykuya sorunları düşünerek girdi. İş yorgunluğu değildi. Düşünmekten yorgun
düşmüştü.
Sabah
erkenden kalkarak kahvaltı yapmadan sokağa çıktı. İçinde coşkuyla karışık bir
şeyler taşıyordu. O şeyin ne olduğunu tahmin edemiyordu. Aşağıya dönülen ana
caddenin sağına düşen binanın altındaki kahvehaneye girdi. Ocakçı ile vücut
diliyle anlaşarak, çayını istedi. Erkenden alınan gazeteler magazin haberlerini
taşıyordu.
Gazetelerin
başlıklarına baktı. Birkaç köşe yazısını okudu. Saatine baktı, gitme vaktiydi. Umut
ile umutsuzluk arasında düşüne düşüne yolculuk etti. Tezgâhtar 1 ile çay
ocağında bir araya gelip birer çay içerlerken konuşma ya giriş yapıldı:
“Seni
götüreceğim yer, bir Yayınevinin Bürosu’dur. Arkadaş bu işlere bakıyor.”
Kitabının
basılıp basılmayacağını düşünmeye başladı. Birlikte kalkıp eski yapıların
arasından döne döne üçüncü sokakta bulunan koskoca çınar ağacının arka çıkmaz
sokağından girip ilk hanın ikinci katına çıktılar.
Kapı
açıktı ve içeriye girer girmez, Yazar 2 karşılaşıp ayaküstü tanışma merasimi
kısa sürdü. Çınar ağacının yan tarafına düşen pencere kenarında tahta
sandalyeye oturdular. Masa tahtadan ve yuvarlaktı. Tezgâhtar 1 konuya girdi:
“
Arkadaşımız Dört Duvar arasından çıkalı birkaç ay oluyor. Elinde dosyası
vardır…”
Yazar
2 piposundan bir nefes çekip dumanını havaya üfleyince ortalığa kokusu yayıldı.
Sakıncalı’ya bakarak:
“Dosyayı
e posta ile adıma yollarsın. Bende gereken yere yollarım. Olumlu olursa gereken
yapılır.”
Uzun
konuşmadan sonra işe yetişmek için adımlarını hızlandırdı. Aklında ‘acaba kabul
edecekler mi?’ vardı. Bir hafta sonunda Yayınevinin Bürosu’nda bir araya
geldiler. Yazar 2 ona bakarak:
“
Bu haliyle olmaz!”
“Yazar
Arkadaşı’m bana ‘bu olur’ dedi. Birazdan gelecek ve kendisiyle konuşursunuz!”
Sakıncalı
oradan ayrılıp işine gitti. Dalgın gözlerle bulaşığını yıkadı. Normal ses
tonuyla:
“Ah
be! Yazar Arkadaşı’m hepsini düzeltseydin olmaz mıydı?”
Tezgâhtar
1 saat üçe doğru mutfağa geldiğinde yüzü gülüyordu. O ise ona anlamsızca
bakıyordu:
“
Hadi hadi iyisin. Adamın yazına kefil oldu. Şöyle konuştu:
“Taşeron
firmada çalışıp emek vermiş, Dört Duvar arasını arka arkaya yatan arkadaşımız.
Biz destek vermez isek, kim verecek?”
Onun
yanında telefon trafiği yaşandı. Basım yeri onay verdi. Fırsatını bulunca
Yayınevinin
Bürosu’na uğrar mısın?”
Saatine
baktı. Biraz düşünüp gitmeye karar verdi.
Yazar
2 çayından bir yudum içti:
“
Sende bizdensin. Kâğıt ve matbaa masraflarını karşılaman yeterlidir.”
Biraz heyecan ve sevinç karışımı ile kitapları
basıldı. İlk beşiği geçmişti. Şimdi insanlara nasıl ulaşacaktı?
Kitaplarının
gelmesiyle 78’lilerde basın açıklamasıyla kitabı tanıtıldı. Toplumsal Düşünceyi
savunan Dergi Çevresinden biri geldi. İstenilen
tanıtım olmadı. Bir gazetenin kitap ekinde kitabı kısa olsa da tanıtıldı.
Gazetecilerin
Dönem Sözcüsü Sakıncalı ile telefonda görüşür:
“Kitap
Fuarında konuşmacı olarak gelir misin? F Dört Duvar’ın nasıl bir yer olduğunu,
düşünce suçundan yargılanmanı kısa olarak anlatmanı istesek?”
Sakıncalı
teklife gayet sıcak baktığından:
“
Neden olmasın? Gelirim.”
Tarih
belli olduğunda çevresine yaydı. Kendi tanıdıklarının gelmesini istiyordu. Ne
söyleyeceğini kâğıda döktü ve ezberlemeye çalıştı. Oysa heyecan doruk
noktasında olduğundan, konuştuklarını birbirine katıyordu. Oysa zamanın içinde
toplulukta konuşmuştu.
Zamanı
geldiğinde Kitap Fuarında konuşma yapacağı salonda yerini aldı. İlk önceleri
içerisi boştu. Vakit yaklaştıkça terlemeye başladı. Dinleyiciler boş koltukları
doldurmaya devam ediyordu. Salon küçük olsa da sandalyesi çoktu. Lambaları
tavana birkaç yerden vidalanmıştı. Sarı ışık içerisini aydınlatmıştı.
Vakit
geldiğinde konuşmacılarla birlikte yerini aldı. En son konuşmacıydı. Gazetecilerin Dönem Sözcüsü paneli
yönetiyordu. Sakıncalı not aldığı kâğıda baktıkça terliyordu. Konuşma sırası
ona geldiğinde, rahat değildi. Nasıl olduysa konuşma sırasında gözlerinin
kapandığını sandı. Önde oturanları görmüyordu. Bir ara ne konuştuğunu kendisi
bile duymadı. Süresini aştığında uyarıldığında kendisine geldi.
“Konuşmanı
toparlar mısın?”
Olur,
anlamında başını salladı. Konuşmasını çok kısa tutup:
“Beni panele davet ettiğiniz için dinlemek
için gelenlere, panele konuşmacı olarak katılanlara teşekkür ederim.”
Bir
alkış koptu. Onu tebrik edenler oldu. Şaşkınlığını üzerinden atamadı. ‘Ben
nasıl konuştum?’ diye aklına takıldı.
Hüseyin
Habip Taşkın
20.12.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder