Göz
gözü görmüyordu. Karanlıkta kalanlar birbirlerini tanıyorlardı. Uzun zamandan
beri aynı yeri, kıpırdamadan öylece
paylaşıyorlardı. Kavgaları olmadı. Kavga olmayınca küslükleri, kan davaları
olmadı.
Korkuları
olmadı. Aksine iki ayaklıların canlarını acıttılar. Yeri geldi yaşamlarını
sonlandırdılar. Ödüllendirilmediler, aferin almadılar.
Ev,
geçim, karın doyurma, işsiz kalma, elektrik, su içme, âşık olma derdi yoktu.
Daha doğrusu hiçbir dertleri yoktu.
Takvim
yapraklarını koparma, bugün günlerden ne? Hangi aydayız? Deme diye bir dertleri
yoktu.
Karanlıkta
kalanlar kendi aralarında konuşuyorlardı. Konuşulanları farklılıklarından
dolayı hiç kimse duyamazdı.
Karanlık
yerin kapısı aniden açıldı. İçeriye süzülen ışıkla birlikte davetsiz bir el
girdi. İçlerinden birini kavrayıp alacakken, Bir öfkeli ses duyuldu:
“
Kalası al!”
Emir
yüksek yerdendi. Gereği anında yapıldı. Karanlığa geri dönüldü.
Kızılcık
olduğu yerden:
“
Kalasa iş düşmüş olmalı ki, hemen aldılar. Ne de olsa cüssesi yeter.”
Cop
oflayarak puflayarak:
“
Bugün havamda değilim.”
Kızılcık
kahkahayı koyuverdi:
“
Ah canım havanda olsan da, olmasan da, iki ayaklı gelip içimizden birini
alıyor. Ara sıra üçümüzü alıyor. İtiraz hakkı hiçbirimizde yoktur.”
Cop:
“
Bugünde birisi haşlamalık olacak!”
Kızılcık:
“İşimiz
bu.”
Cop:
“Bizler
seçilmişleriz. Gözleri gibi bakıyorlar bize. Daha ne isteyebiliriz ki!”
Kızılcık
daldı gitti. Bir ağlayabilse yağmur damlaları gibi iri iri akacaktı yeryüzüne. Fakat
o bir iki ayaklı değildi. Birden konuşmaya başladı:
“
Bir zamanlar yeşilliğin içinde, güneş gökyüzünden ışınlarını üzerimize yağdırdığı
bir günde, koca gövdenin bir dalıydım. Kuşlar üzerime konar şarkısını sunardı
bizlere, Arılar bal yapmak için etrafımızda pervane gibi dönerlerdi, böceklerde
yuvalarını kabuk aralarında yaparlardı. Rengârenk kelebekler konardı. İki
ayaklı âşıklar gövdemizin altında öpüşürlerdi. Bir yandan elleri
hareketlenirdi. Otlayanları görürdük, sıcaktan gölgelik olurduk. Yağmurda yarı
şemsiye görevini görürdük.
Açık
havada özgürdüm. Aynı zamanda ailemin dallarıyla, gövdesiyle mutluydum. Birbirimize
destek oluyorduk. Birbirimizle konuşuyorduk, dertleşiyorduk.
Ah
ulan ah… Bir gün beyaz renkte, dört tekerleği olan, kağnı arabasına benzemeyen,
hareket halinde olan bir madde geldi. İçinden iki ayakları olan üç kişi indi. Tipleri
bana biraz bozuk geldi. İçimde çatırdıları hissetmeye başladım. Panikledim. Gövdem bana:
“
Sakin ol!” dedi.
Diğer
dallarda moral desteği verdi.
Etrafımızda
görücüye çıkmışçasına bakınıyorlardı. Tüm gövdelere, dallara tedirginlik ateşi
düşmüştü. Bir fenalık yapacakları belliydi.
İçlerinden
ince, zayıf, uzun boylusu, ilk önce girdikleri yerde bulunan bir gövdenin dalına
elini uzattı. Dalı aşağıya çekerek, diğer eliyle dalı kavradı. Dal yardım
çığlığı atıyordu. Tüm gövdeler hareketlendi. Yapraklar hışırtı seslerini
hızlandırdı. Dallar hafiften sallandı. Ne yazık ki, bizi duymadı zalimler.
Dalı
bir oyana buyana evirdi çevirdi. Sonunda dalın çat diye sesiyle infazı
gerçekleşmişti. Gövde acı acı bağırdı:
“
Yavrum yavruma kıymayın efendiler.” Dedi.
Gözyaşlarımız
sessizden aktı. Toprağa karışmadı. Havaya buharlaşıp uçmadı.
Bir
elinde bıçak ile üzerindeki yeşil yaprakları sıyırdı. Dalı berbere
götürmüşçesine cıs çıplak etti.
Onunla
işi bitmişti. Gövdelerin arasında dallara bakınarak iki ayaklı yaratık
yürüyordu. Döndü dolaştı. Benim gövdemin dibinde durduğunda, neredeyse
kuruyacaktım. İşlevsiz bir dal olup, yok olacaktım. Gövdem zangır zangır
titriyordu. Dallar sallanırken, yeşilliklerde hareketleniyordu. Oysa deprem
olmamıştı.
Gözüne
beni kestirmişti. Çevik hareketiyle bir eliyle dalımdan tutup aşağıya doğru
çekti. Sonra diğer elini harekete geçirdi. Kıskıvrak yakalanmıştım.
“Ah
aaahhh! Yandım anam kurtarın beni” dedim. Gövdem ve dal kardeşlerim
ayaklandılar. Üzerime titrediler, ne fayda! Yerimden çatııırr diye sökülmüştüm.
Yaşam hakım bana sorulmadan iki ayaklı tarafından gasp edilmişti.
İşini
bitiren iki ayaklı geldiği yöne doğru ağırdan yürürken bıçağıyla beni
düzlüyordu.
Beyaz
dört tekerleği olana biner binmez ikimizi siyah koltuğun üzerine gelişi güze
attı. Bir yerlere gidiyorduk gitmesine ama nereye? Ayağa kalkamam ki, nerede
olduğumu bileyim. Hadi kalktım bende göz mü var? Bir yerde yavaşlayıp durduk. Biri ikimizi
eline alıp yürüdü. Beton yığını olan ve kapısı açık olan yerden içeriye girdik.
Asansör
dedikleri yere binip yukarıya çıktık, durunca indik. Duvar dibinde gözleri
bağlı iki ayaklılar vardı. Ayakta bekletiliyordular. Gözleri bağlı olanın
önünde durduğumuzda, ilk önce beni eline aldı. Hafiften aşağıya yukarıya doğru
salladı. Başını oynattı. Sonra hedefi olan gözleri bağlı olan iki ayaklıya
döndü. Elini yukarıya kaldırdı. Sertçe adamın omuzuna beni vurdu. Ne olduğumu
anlayamadım ama bir ses duydum:
“Aaaahhh!”
Arka
arkaya iki ayaklının her yerine inip kalkıyordum. Başım dönmedi ama ben ne
haldeyim diye kendime sorsam da! Sormamla kaldım. Sopayı yiyen iki ayaklı
nedendir bilmem, inleyip duruyordu?
Sıra
ilk koparılana keltoş olana geldi. İki ayaklı, ayakta gözleri bağlı olan iki
ayaklıların ortasında durdu. Onu yukarıya kaldırmasıyla indirmesi bir oldu.
Bağırtı sesi koridorda yankılanıyordu:
“Aaaahhh
yandım anam!”
Vuran
hiç oralı olmadı vurdukça vurdu. Sonunda yorulup vurmayı bıraktı.
Soluklandığında nefes alıp vermesi değişmişti. Kendine gelince vurduğuna, topa
vuruyormuşçasına götüne bir tekme attı.
Yürümeye
başladığında, yanındakilere:
“
Kızılcık sopalarında iş var” dedi.
Adımız
kızılcık sopası konulmuştu. Aynı yerden getirilen bizleri ayırdılar. Beni
burada bıraktılar. O gündür bugündür iki ayaklılara cinsiyet ayrımı yapmadan
inip kalkıyorum. Benim işimde bu oldu.”
Cop:
“
Vay benim çilekeş arkadaşım. Kaderine razı olmalısın. Senden daha kötü durumda
olanları var.”
Kızılcık:
“
Ne kader haaa! İki ayaklıların ha bire üstüne çullanıyorum. Kendimi suçlu
hissetmeye başladım.”
Cop:
“
İhanet mi ediyorsun? Etsen ne yazar? Sana sormuyorlar aslanım. Önüne gelen seni
eline alıyor. Sonrada vur babam vur yaparken, davula tokmak vuruyormuşçasına
oluyorsun. Kızılcık, sen boşuna mı yaşadın? Firar etsen edemezsin. Var olduğun
sürece vurmanın tadını çıkar. Ben yaptığım işten büyük zevk duyuyorum. Hele tadıma
bakanın bağırmasına…”
Kapı
açıldı gökyüzünün aydınlığı yoktu. Sarı ampulün ışığı vuruyordu. Kalas sertçe
içeriye atılınca ilk önce kızılcığa sonra copa çarparak durdu.
Kızılcık
merakla:
“
Mesain bitti mi?”
“Bitti
bitmesine ama iki ayaklı direndi. Falaka seansında bana mısın demedi. Sonra her
iki kolunu tavandan sarkan iplere bağlayıp biraz yukarıya çektiklerinde biri beni
eline aldı. Kafa kısmı hariç her yerine daldırdılar beni.”
Cop
sırıtarak:
“Ah
ben olacaktım. Kök söktürmesem namerdim. Sen yaşlanmışsın.”
Kalas
kızarak:
“
Ağzını topla dünkü çocuk! Yoksa elimde kalırsın.”
Kızılcık
araya girdiğinde:
“Bırakın
dalaşmayı! Hatırlayanınız var mı? Ara sıra iki ayaklıya karşı üçümüzü
alırlardı. Hepimizi bir tarafına indirip kaldırırlardı. Gözleri bağlı olan iki
ayaklıya tekme atanda olurdu. Fazla dayanamayıp yere yığılırdı. Sanki beleş
yeri bulmuşta yatıyordu. Kirasını vermediği için bunca sopa yemiş bir hali
vardı.”
Kalas:
“
Yıllardır buradayım. Sizden önce önüme gelene çullandım. Sayısını unuttum.
Benden önce gelenleri hep ıskartaya ayırdılar. Deforme mi ne olmuşlar? İki
ayaklılar konuşurken duydum.
Karanlık
yerde günlerimde geçti. Dışarıya çıkarıldığım zamanlar hep birine çullandırıldım.
Bu durumda ben araç oluyordum. Kişi konuşursa yırtıyordu. Ya da az okşanıyordu.”
Cop
konuşmaya daldı:
“
Eskiden iki ayaklının belinden aşağıya sarkıtılıp, o nereye giderse bende onunlaydım.
Kalabalık yerlerde toplananlara çok saldırttılar beni. Galeyana geliyordum. Benden
korkup önüme düşüp kaçanlar vardı. Benim tadıma o an bakanlar vardı.
Bir
keresinde sahibimin elinden havaya uçup yere düşmüştüm. Sahibimde bir yere
yığılmıştı. O gün mahşeri kalabalık yürüyordu. Bağırıp çağırıyorlardı. Coplular
grubu, bağıran çağıranları izlerlerdi. Ara sıra başı:
“
Gazanız mübarek olsun. Hayda saldırak.” Diye bağırırdı.
Her
yer curcunaya dönerdi. Oluk oluk kırmızı bir sıvı akardı. Yerde yuvarlananlar.
Koşanlar, birinciliği elde etmek için adeta yarışır bir halleri vardı. Birbirini ezenlerde vardı.
Bakmayın
beni böyle bir yere attıklarına! Asıl ben ödüllendirildim. Fazla mesai yapmış
olmam göz önüne alınmış olmalı ki buraya bırakıldım. Bir tayin olarak
görebiliriz.”
Kalas
kızarak:
“Ne
tayini? İşin bitmiş ki, açık alandan kapalıya terfi etmişsin.”
Cop:
“Hiçbir
zaman beni çekemedin kalas. Ben daha buradayım! Kauçuktan derimi yapmışlar. Ya
seni? Adın üstünde kalas. Bir gün sende dağılıp yok olacaksın.”
Kızılcık
ses tonunu yükselterek:
“Niçin
birbirinize giriyorsunuz? Hepimiz sonuçta karşımızdakine indirip
bindiriliyoruz. Sonuçta karanlık yerde
bekletiliyoruz.”
Sessizlik
bir süreliğine devam eder ama Kalas dayanamaz:
“Hatırlıyor
musunuz? Bir ara üçümüzü de almışlardı. İki ayaklı bir gence ha bire bizleri
indirip bindiriyorlardı. İlk önceleri bağırdı. Sonra bizim gücümüze aldırış
etmedi. Sustu. Vuranlar sinirleniyordu. Birisi:
“Konuş
ulan sonun mezar olacak!”
İkincisi:
“
Konuşmasın bakalım ben ona kuşça nasıl şakımayı öğreteceğim görsün. Köpek gibi
havlasa da iş işten geçecek…”
Kızılcık
konuşmadan edemez:
“Gözleri
bağlanmış olan yere yıkıldı. İndirip bindirenler dozajı fazla kaçırmışlardı.
Yerdeki öylece kalakalmıştı. İçlerinden üçüncüsü:
“Durun
lan ayarsızlar! Yerdekini mevta ettiniz.”
İkincisi
ona kızarak:
“
Ne diyooonnn len! Sen ak kaşık mısın?”
Birincisi
çok heyecanlanmıştı:
“
Bu leşi ne yapacağız?”
İşi
yöneten:
“
Durun ben yukarıya bir haber vereyim! Kuralına uydururuz.”
Cop
kasılarak:
“Masanın
üzerine gelişi güzel bırakıldık. Pencere açılmıştı. Dışarıda yağmur
boşalmışçasına yağıyordu. Şimşekte, erkekseniz karşıma çıkın dercesine havasını
atıyordu.
İşi
yöneten gelir gelmez emir yağdırdı:
“Sen
sen ayaklarını tutun. Sen sen ellerinden tutun. Pencereye götürün biraz hava
alsın.”
Pencere
kenarında onu iyice yukarıya kaldırdılar. Ön kısmı boşlukta sarkıyordu. Arka
kısmını boşluğa doğru iterek, iki ayaklı genç kayboldu. İşi yöneten emirleri
yağdırdı:
“Sen
hemen tutanağı hazırla! Elimizden kaçarak koşmaya başladı. Yakalamak için
arkasından koşuyorduk. Bir baktık pencereyi açmış, canı temiz hava almak
istemiş olmalı ki, kendisini boşluğa bıraktı dümbük.
Tüm
çabalarımıza rağmen kurtaramadık. Diye yaz. Birazda başka havadan yaz. Anlarsın
ya! Sen bu işi iyi bilenlerdensin.”
Kızılcık
duraksayarak:
“
O gün hiç kimse bu odaya alınmadı.”
Kalas:
“
Birini haşlamadan önce konuşuyorlardı. Birisi:
“
Gazetelerde bunalıma düşen iki ayaklı genç yaşamına pencereden uçarak son
verdi.” Dedi.
Diğeri:
“
Eh bu işler rutin işler önüne geleni götüren işler.”
Kahkahayı
koyuverdiler. İşi yöneten:
“Bu
kadar eğlence yeter. Başka eğlenecek iki ayaklı gelsin.”
O
gün ilk geleni okşarlarken dikkatliydiler. Sonraları dozaj arttı gitti.
Cop
konuşma faslına girer:
“
Sizler hiç dolaşmadınız! Buraya kök saldınız. Beni bir yere götürdüler. İlkönce
gördüklerime bir anlam veremedim! İki ayaklılara zaten akıl erdirmek çok zor.
Gençlik
ve spor bayramına hazırlık var sandım. Uzunca bir yer, yüksekliğini sormayın.
İpler belirli aralıklarla vardı. Tavandan aşağıya sarkıtılmıştı. İplere bağlı iki
ayaklılar sarkıtılmıştı. Gözleri bağlıydı. Kimileri en üstte süs olarak
bekletiyorlardı. Üstte beğenmediklerinin ipini bırakarak yere doğru son sürat
inerek beton zeminle buluşmasında güüümmm. Diye ses çıkıyordu. Sonra:
“Aaaaaahhhhh…”
sesi.
Birde
yarıya kadar olanları vardı. Ellerinde bulunan bize benzeyen aletlerle onlara
vuruyorlardı. Ses karışımı birbirine girmişti.”
Kızılcık:
“
İki ayaklılar her gün burada aynı saatte işbaşı yaparak birilerini haşlar. Robota
uygulanan program bunlara da uygulanmış olmalı ki, her gün aynı işlem hiç
bıkmadan tekrarlanıyor.”
Kalas
gülerek:
“
Elbette programlı çalışıyorlar. Birileri vuruyor, mevta ediyor, dayanamayan
suçu üzerine alıyor. Kimisi horoz olmasa da az ötüyor. Bence bunlar birer
makinadır. Öyle tezgâhlanmış olmalı…”
Cop:
“
Kendilerini üstün varlık olarak görüyorlar.”
Konuşma
uzadıkça uzadı. Aniden kapı açıldı. Işık ile içeriye bir el sayesinde
fırlatılan yepyeni bir Kalas atıldı. Oradakiler ilk önce bir anlam veremediler!
Bir
el diğer kalası alınca Cop:
“
Sana demiştim! Miladın doldu. Anca gidersin. Senden iyi ısınmalık odun olur.”
Kalas
elin arasında debeleniyordu ama nafile. Kapı kapandı. Kızılcık, Copa kızarak baktı. Cop ise yeni
gelene:
“
Hoş geldin çömez.” Dedi.
Hüseyin
Habip Taşkın
29.09.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder