Sakıncalı'nın son bölümü
Sakıncalı
Dört Duvar arasından çıkalı yıllar olmuştu. Aklına o günler geldiğinde,
‘ömrümden çalınan yıllar’ diyebildi. Sesi öylesine cılız çıkmıştı ki,
kendisinden başka duyan olmadı. Yaşamın da fırtınaları hiç eksik olmadı.
Üstesinden gelmesi de kolay olmadı. Ya gelemediği zamanlar?
İnternet
ortamında biraz ülke ve dış hatlarda gezinirken ülke içinde yapılan zamları
okuyordu. Gözüne savaşlar ilişti. Biraz daha bakındığında Dört Duvar yapımına
son sürat hız verildiği manşetinde durdu.
Cezasını
çekmek için yargılandığı İşçi Arkadaşı’yla birlikte Yetmiş Sekizlilerin Yetkili’siyle
cezaevi aranıyordu. İlçe cezaevleri hırsızları, ırza geçenleri, her türlü
dolandırıcıları kabul ediyordu.
Sonunda
bir ilin Dört Duvar arasında yolculuğu bitmişti. Burası daha önceleri her
koğuşun kapısı büyük havalandırmaya açılıyordu. Başkent’teki yöneticilerin
aklına nasıl geldiyse her koğuşa göre havalandırmaları böldürmüşlerdi.
Sakıncalı
ve İşçi Arkadaşı başka davadan yatanlarla kalmaya başladılar. Daracık
havalandırmada günler geçmeye başladı. Kaldıkları yerin üstünde hücreler vardı.
Birisi kaldıkları koğuşun havalandırmasına bakıyordu. Yan koğuşta Ganimet Toplayıcıları vardı.
İkinci katın duvar dibindeki son penceresinden üzerine çıkılıp demir
parmaklıklara başını iyice yanaştırdığında birbirlerinin havalandırmasının bir
bölümünü görme imkânı vardı.
Sakıncalı
Ganimet Toplayıcıları ile diyalogu kurmuştu. Ara sıra birbirlerinden tuz,
sigara gibi insani ihtiyaçlar isteniyordu.
Sakıncalı
havalandırmada yan koğuşun toplantı yaptıklarına birçok kez tanık olmuştu.
İlginç olanı ise bağıra bağıra konuşuyorlardı. Diğer koğuşlardan da
duyuluyordu. Kel Kafalı şef konumundaydı:
“Ah
ulan nasıl tongaya düştük böyle! Bir minibüs dolusu altınları, antikaları,
tabloları yol aramasında Güvenlikçilere kaptır. Hepimizi Allahın kodesine
tıktılar.”
Üzeri
Çıplak çayından bir yudum aldıktan sonra:
“Ben
size dedim. Tıka basa doldu bu meret. Geriye gidip boşaltalım dedim.”
Kel
Kafalı ayağa kalktı:
“Hatalarımızı
konuşuyoruz şunun şurasında. Laf sokuşturmanın anlamı yok! Yeniden
yapılanacağız. İki minibüs çıkacağız. Biri doldu mu geri vitese takıp gidecek.
Ganimetleri boşaltıp geriye gelecek.”
İşçi
Arkadaşı hafiften güldüğünde:
“
Bunlar işbaşı yapacak ama herkese reklam yapıyorlar.”
Sakıncalı
havalandırmaya bakıyordu:
“
Raconları böyle olsa gerek!”
Sakıncalı
edebiyat çalışmasına katılmak için Belediye Otobüsüne bindi. Elinde ki kitabı
oturduğu yerden okumaya başladı. Yapraklar bir bir çevrilirken nereden aklına
geldiyse Hafiften Esmer ile yolu bir kez daha kesişmişti. Koğuşta altı kişi
kalıyorlardı.
İç
Güvenlikçilerin birkaçıyla ara sıra Sakıncalı takışıyordu. Bir keresinde yaşlı
bir hükümlü yere yığılmıştı. Demir kapıya birkaç kez vurmuşlardı. Gelen
olmadığından kapıyı yumruklamaya başladı ve avazı çıktığı kadar bağırdı. Kapı
açıldığında içeriye İç Güvenlikçi’ler daldı ve içlerinden İnce Sırık olanı:
“Ortalığı
yıkıyorsunuz?”
Sakıncalı
hızını alamamış olmalı ki:
“Arkadaşımız
yere yığılmış yatıyor. Kapıya normal vurduk. Gelen olmayınca, bizde hızlıca
vurduk.”
“Tutanak
tutacağım.”
“Ne
tutarsan tut.”
Kendisine
geldiğinde elindeki kitabı çantasına koydu. O güne tekrar daldı. İç
Güvenlikçi’lerden bazıları saldırmayı göze alamıyorlardı. Düşüncelerine ters
olduklarından ağız dalaşına giriyorlardı. Sakıncalı, Hafiften Esmer, İşçi
Arkadaşı idareye birkaç İç Güvenlikçi hakkında dilekçe yazdılar. Sonuç
havagazıydı.
Edebiyat
çalışması başlayalı yarım saate yakındı. Bir Arkadaş’ı yazmış olduğu ‘Baykuş’
adlı kısa öyküsünü okuyordu. Sakıncalı o an oradan koptu.
Çatıların
bacalarında baykuşlar vardı. Gündüzleri bacanın içinde durur serçe avlardı.
Gökyüzüne baktığında üç serçe giderken arkasından baykuş hareketlendi. Arkadaki
serçeyi pençesiyle yakalayıp, bacanın içine dalış yaptı. Kısa zaman içinde iki
serçe arkadaşlarını aramak için geriye geldiklerinde etrafa bakınıyor,
ötüşüyorlardı. Aynı yerde dolaşıp durduklarında umutlarını kesip yollarına
gittiler.
Sakıncalı
kare biçiminde mavi plastik içindeki ayna ile havalandırmada bazen yattıkları
yerin penceresinden karşı da baca içinde duran baykuşa güneşin yansımasını
tutardı. Bir süre sonra kanatlarını açar ve yüzünü geriye çevirirdi. Sıcaklığa
dayanamamış olmalı ki, olduğu gibi
döner. Arka kısmı da kısa zaman içinde pişer ve bacanın içlerine doğru kaçardı.
Yan
koğuşta görenler de bacalara ayna tutmaya başladı. Sakıncalı bunu devamlı hale
getirdi.
Bir
keresinde yavru baykuş yattıkları yerin demir parmaklığı arasından içeriye
girdiğinde camların hepsini kapattılar. Yakalandığında yüreği bir inip
çıkıyordu. Aşağıya inip çeşmenin altına sokup su içmesini sağladılar. Olmayınca
Sakıncalı elini kap yaparak su içmesini sağladı. Sayım zamanı İç Güvenlikçi’ler
içeri girdiğinde sayımı alıp çıkacakken Hafiften Esmer:
“İçeride
bir kişi eksik saydınız. İç Güvenlikçi’lerden Sorumlu olanı:
“Ne
eksiği?”
Hafiften
Esmer eliyle lavabonun altında yerde can çekişen numarasını yapan baykuşu
gösterdi.
“İstiyorsanız
bakın.”
Kapı
üzerlerine güm diye kapanmdı.
Baykuş
için kalsın ya da kalmasın diye oylama yapıldı. Yattıkları yere çıkarak baykuşu
düz bir duvarın üzerine bıraktıklarında, bir iki adım atıp bayılınca her
kafadan bir ses çıkıyordu. Yattığı yerden kalkıp başını pencereye dönen baykuş
birkaç adım atıp bayılıyor, yüreği bir inip kalkıyordu. Uzaklaştığını
hissedince hızlandı, karşı pencerenin duvar üzerinde beklemeye başladı. O an
hep birlikte güldüler. Baykuş
kurnazlığını yapmıştı. Anne ile babası gelip onu oradan uçmasını sağladılar.
Bir ara konuştuklarında kurnaz olduğuna karar verdiler.
Gecenin
ilerleyen vaktinde İşçi Arkadaşı:
“Buraya
gelin baykuşlar çatıda toplanmışlar.”
Üst
katın elektriğini kapatıp izlemeye başladılar. Dörderli, beşerli, üçerli sıra
halinde bekliyorlardı. Sessizlik hâkimdi. Öndeki sıra çatının sonuna
yaklaştığında Dış Güvenlikçi’nin kulübesini aşarak aşağıya doğru uçuşa
geçtiklerinde Hafiften Esmer:
“
Kim demiş hayvanlarda akıl yok diye?
Yavrularına eğitim veriyorlar. Resmen bir disiplin içinde. ”
Gidip
gelenler en arka sıraya giriyorlardı. Gecenin birine kadar izlediler. ‘Uyku
zamanım geldi’ diyenler ranzalarıyla buluşmaya gidiyorlardı.
Öykü
çalışmasına on beş dakika ara vermişlerdi. Caddeye bakan balkona çıktı.
İnsanların hareketliliği gözüne ilişti. Dışarıda sıcak hava kendini
gösteriyordu.
Yaşadıklarıyla
ilgili yazı hazırlamak istiyordu. ‘Makale ya da roman türünde mi olsun?’ diye
düşünüyordu. Geleceğe bir yaşanmışlık bırakmak istiyordu.
Kadın
Yazar arkadaşı tepsiyle çay servisi yaptığında Sakıncalı bir bardak aldı.
Yerine oturdu ve not aldığı kâğıda bakmaya başladığında Dört Duvar arasında
ailesinin ayda bir açık görüşe ve on beş günde bir kapalı görüşe geldiği aklına
geldi. Başka bir il de olması maddi açıdan da zordu. Uzun kıvrımlı bir yolu
otobüsle dolanarak gelip giderlerdi.
Bir
görüş günü İç Güvenlikçinin demir kapıyı açmasıyla isimleri sayarak:
“
Sevke gidiyorsunuz hazırlanın!”
Demesiyle
İşçi Arkadaşı:
“Ailem
bugün gelecekti. Görüşümüzü yapalım ondan sonra gidelim.” Dedi.
Sakıncalı
konuşmasıyla onu destekledi. ‘İdareye bildirildiğini, görüştüreceklerini’
kendilerine iletildi. Söylenen olmadı. Altı kişi uzun yolculuğa çıkmak için
Ring arabasına bindirildi. Kapalı teneke yığınıydı. Sadece üst tarafta küçücük
ince ve uzun camlı, dışında telli bir pencere vardı. Hareket ettiklerinde İşçi
Arkadaşı’yla zorlanarak da olsa bile dışarıyı görebiliyorlardı. İşçi Arkadaşı
hazine bulmuşçasına:
“
Sakıncalı benim ve senin eşin ağaç dibindeler.”
“Onları
gördüm.”
Demesiyle
dış kapıdan çıkıp Ring arabası hızlandı. Bir hüzün üzerlerine çökmüştü.
Sakıncalı
o anı hatırladığı için tekrardan hüzünlendi.
Edebiyat
çalışması bittiğinde Yazar Arkadaşı ile Belediye Otobüsüne binmek için yolda
adımlarını hızlandırdılar. Amatörce çalışma olsada kendileri için verimli
geçiyordu.
Ring
arabasıyla Güvenlikçilerin bulunduğu bir yerde mola vermişlerdi. İhtiyaçları
karşıladıktan sonra binanın içinde demir parmaklıklar ardına koyuldular. Uzun
süre bekletildiler. Biran önce gidecekleri yere varmak istiyorlardı.
Geç
saatte yola çıkıldı. Uykuya yenik düşerek, uyanarak sonunda gelmişlerdi.
Dışarıdan sesler geliyordu. Ring arabası bir ileri geri yaparak hareket
halindeydi.
Son
durak denilen yerde sessizlik oldu. Arka kapı açıldığında loş ışık
Sakıncalı’nın gözünü aldı. Ring arabasından indiğinde Dış Güvenlikçilerden
birinin sesi karanlığı yardı:
“Acele
edin.”
Kendi
eşyalarını alıp, birinci basamağa adım attığında durdu. Gözlerine inanamadı!
Altı kişiye sayısız Dış ve İç güvenlikçi vardı. Ellerinde kalas ve coplar
vardı. Sakıncalı dayanamadı:
“
Bizlerden bu kadar mı çok korkuyorsunuz? Altı kişiye karşı? Vay be! Demek ki
çok tehlikeliymişiz.”
Sessizlik
hâkim olurken gözleriyle etrafını kesiyordu. Saldırırlar diye bekliyordu. Dış
Güvenlikçi’lerin sorumlusu:
“
İstikamet koğuş.”
İç
Güvenlikçi’ler birbirlerine bakınırken, coplar ve kalaslar toplandı. Gelen
kişileri içeriye aldıklarında Dış Güvenlikçi’lerin parmak izi, fotoğraf
çekmeleri, ad soyadı ve bilindik formaliteleri tamamlandı. İç Güvenlikçi’lerin
işlemleri bitince koğuşa gitmek için x ray cihazının önüne getirildiler. Kapı
şeklinde cihazdan külotla geçmeleri istendi. Soyunmayı ilk önce istemediler.
Tartışmadan sonra donlarıyla kaldılar. Giyim eşyaları plastik kabın içindeydi.
Külotu
hafif sıyırarak, dizleri kırarak, kollar ileriye uzatılarak eğilip kalkan x ray
cihazından geçip üzerini giydi.
Hep
birlikte demir kapıları geçerek, koğuş kapısında kısa bir süreliğine beklendi.
Demir kapı açılınca içeriye giren etrafına bakındı. Solda havalandırmaya açılan
demir kapı ile onun az ilerisinde üç oda ve kapısı vardı. Sağda merdiven ve
basamakların sonunda altı odalı kapısı olan yere çıkıyordu. Tuvalet ve banyo
aşağıdaydı.
Hafiften
Esmer eliyle işaret ettiği:
“İlk
önce alt katı görelim.”
Ses yankı yaptığında, İşçi Arkadaşı:
“Ne
iş böyle?”
Yankı
yaptığını fark ettiler. Tek tek odalara bakındılar ve merdivenden yukarıya
çıkarken tepelerinde kocaman bir kamera vardı. ‘birileri gözetliyordu.’
Merdivenlerden yukarıya çıkıp odaları dolaştılar. Herkes yerini belirleyip
eşyalarını demir dolaba gelişi güzel bıraktılar.
Getirdikleri
eşyaların çoğunluğuna el konularak emanete alındı. Oysa geldikleri yerin
kantininden alınmıştı. Maksat ticaret olsundu.
Sabah
sayımı, kahvaltı derken, havalandırma kapısı açıldı. Havalandırmada da bir
kamera vardı. Yüksek sesle konuşmalar yankı yapıyordu. Dışarıdan gelen seslerin
nereden geldiğini anlayamadılar.
Serçeler
burada çoktu. Kaldıkları süre içerisinde serçeleri gözlediler. Yavrularını
uçurmadan önce yuvadan atan dişi ve erkek serçenin mücadelesini hayranlıkla
izlediler.
Havalandırmaya
düşen arılar, ağustos böceği, diğer siyah böcekleri ikinci kata çıkartıp
uçmalarını sağlıyorlardı. Hayvanlar arkadaşları olmuştu. Buraya L Tipi Dört
Duvar diyorlardı.
Sakıncalı
yaşadıklarını unutmaya çalışsa da unutmak kolay değildi. Birkaç yıl derin izler
bırakmıştı. Şimdi ise yazılarıyla sınıf bilincini taşımaya devam ediyordu. Buda
yaşamının mücadele alanıydı.
Hüseyin
Habip Taşkın
07-03-2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder