-
„Sen Oradaydın“ isimli romanınıza gecikmiş bir 12 Eylül romanı diyebilir miyiz?
Evet ise neden bu gecikme, bu kadar beklediniz? Hayır ise onu nereye koyup,
nasıl anlamalıyız?
-Evet
diyebiliriz. Daha önce ki iki romanımda 12 Eylül 1980 öncesi ve sonrasına
değindim. Kadın Olmak Zor’da kısaca
değindim. Neydi Birlikte Yaşadıkları‘nda da değindim. Konuyu fazla dağıtmadan
Sen Oradaydın’a geleyim.
Daha
önceleri 12 Eylül 1980 romanını yazmak aklıma geldi. Bugüne bırakmamdaki amaç
yazıda biraz daha etkili olmayı düşünmemden kaynaklıdır.
Murat
Özyaşar’a ait olan Sarı Kahkaha adlı kitabı okuduğumda etkisinde kaldım. Bana
göre anlatımı, olayları, akışı çok güzel geldi. Kendisini kutlarım.
Günlerce
okuduğum kitabı düşünerek, kendi anlatımımla bir 12 Eylül 1980 kitabını yazmayı
hedefledim. Kısa tutmayı da o günlerde düşündüm.
-
Roman daha çok 12 Eylül‘ün cezaevleri ile ilgili kapsamı alanına giriyor daha
demek doğru değil mi? Dışarıdayken verilen mücadeleden pek eser yok.
-Romana
hazırlık yaparken dışarıdaki ailelerin, devrimcilerin vermiş oldukları mücadeleye
değinmedim. İçerideki tutsaklar üzerinden gitmeyi, dikkat çekmeyi uygun buldum.
Anlatımlarda birçok kişinin anısı üzerinden gittim.
İlk
girişimimde mekânla Sen’in evine yapılan baskınla ailenin ve kendin
psikolojisini vererek yazıma giriş yaptım. Arka arkaya gelişen olaylar
zinciriyle uzayıp gidiyor. Burada anlatımların bütününde ellerine düşen Sen’in
yaşadıkları vardır. Açıkça söylenecekse yaşatıyorlar, hem de bilinçlice. Bu bir
projeydi. O günün koşullarında Amerikancı askeri faşist darbeci uygulamasını
hazırladılar ve pratiğe geçirdiler. Üzülerek söylemem gerekirse, başarılı da
oldular.
Sade
bir dille anlatmaya çalıştım. O günü yaşayanlardan biriside benim.
-
Roman gözaltı sürecinden hemen sonra başlıyor, önce doktor muayenesi, derken
işkenceler ve hızlı bir şekilde cezaevine kadar gidiyor. Neden romana
öncelinden değil de, yani bunları gerektirecek kahramanımız ne yaptıdan
başlamadınız? Bilerek mi bunu tercih ettiniz?
-Bunu
bilinçlice yaptım. Daha doğrusu böyle daha iyi olacağını düşündüm. Edebiyat
alanında yetkili olan değerli hocalarımızdan edindiğim bilgi çerçevesi
doğrultusunda ‘yazmaya farklı açılardan yaklaşın’ denmesiyle böyle bir yazış
biçimine girdim.
Kişinin
yakalanışını farklı bir konuda da anlatabilirdim. Gece yarısı baskınında evden
alınmayla başlıyor. Ev araması bir faciadır. Evle işleri bitince Sen arabanın
arka koltuğun da ortasında oturmakta ve yanlarda iki kişi vardır. Şubeye
gitmeden önce hafiften okşamalar başlıyor ve iğrenç küfürler. Evden alınan Sen
paketlenip acilen sorguya gitmesi gerekir. Ama önlerine hastane denilen bir
kurumdan formalitelerin yapılması gerekir. Sorgulayıcılar ellerindeki avı, acı
çekmesi için bül bül gibi şakımasını arzulamaktadır. Ya Sen Ne düşünüyor?
Cezaevi
süreci çok farklı bir alandır. Şubedeki görülen işkenceler zaman içinde
cezaevlerinde görülmektedir. O dönemde ülke genelinde E Tipi Cezaevlerinin
açılması vardır.
Yazımda
detaylara girmedim. Ama ipuçları vardır. Detaylara girilseydi daha çok
derinliğe girilecekti. Çetiner
Kırtıloğlu ile Ali Fuat Karaöz bana şunu demişti:
“Bu
kitabı kısa tutma.”
Okur
elbette bu konu hakkında düşünecek, yorumlayacak.
-
Eseriniz ikinci tekil şahıs üzerinden, okurken akıcılığı zorluyor. Neden o veya
ben değil de, sen‘li bir anlatıya yöneldiniz?
-Eleştirinize
ve düşüncenize teşekkür ederek konuya başlamak istiyorum. Yazmış olduğum
yazının taslağını birçok yazara ve tanıdığım can, dost arkadaşlarıma gösterdim.
Konu hakkında değerlendirmeleri oldu.
‘Sen’li
anlatıya şunun için girdim: Tüm isimleri kapsamasını düşünerek yazıda yer
verdim. Ben konunun akıcı olduğunu düşünüyorum. Yazdığım roman gelecekteki
okurlara ışık tutacağına içten inanıyorum.
-
Gelen ilk tepkiler hakkında neler söyleyebilirsiniz? Nasıldı ilk reaksiyonlar?
-
Edebiyat alanında iki yetkili hocamdan olumlu tepki aldım. Onun dışında iki
okurumdan facebook üzerinden olumlu tepki aldım. Olumsuz tepkilerin gelmeyeceği
anlamı çıkarmamak gerekir. Her okurun yorumlamada ortak noktaları vardır.
Yorumlamaları da olumlu, olumsuz olacaktır. Bence zamana bırakalım!
Ayrıca
Pirtük U Weje’ye teşekkür ederim.
Sizin
aracılığınızla Ali Fuat Karaöz’e Çetiner Kırtıloğlu’na destek, önerilerinden
dolayı ve üstadım Necmettin Yalçınkaya Sen Oradaydın adlı kitabımın ve
beklemede olan Ege'den Hemşin'e adlı romanımda yazılarımın kontrolünü yapan ve
son noktayı koyan üstadımdır. Kendilerine teşekkür ederim.
Sizin
aracılığınızla buradan şunu söylemek isterim!
12 Eylül 1980 Amerikancı askeri faşist darbesi döneminin mağdurları,
tanıkları yaşadıklarını dile getirmelidir. O günü unutmak isteyenler olsada
unutmayan bir çoğunluk vardır. Geleceğe bırakabileceğimiz bizlerin
yaşadıklarını edebiyat ve sanat alanında yaygınlaştırın. Korkmayın! Yılmayın!
Biraz cesaret…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder