Sıcaklar
biraz daha arttığında Sakıncalı’nın işine geliyordu. Soğuk havada satış
yaparken her yere oturamıyordu. Satış için girdiği bazı dükkânda oyalanmak için
gelişi güzel sohbet açıyordu. Kimi dükkân sahipleri çay ısmarlayınca, hele
sandalyeye oturunca yorgunluğunu üzerinden atmak için konuşmayı uzatıp, dükkân
sahibini de konuşmaya dâhil ediyordu. Çayını bir iki dikişte bitirmiyordu. Yorgunluk
çayını midesine indiriyordu.
Bankta
otururken Eşi’nin geceden hazırlamış olduğu yarım ekmek arası kızartılmış
biber, patlıcan, patates ve üzerine domates sosu dökülmüş öğlen yemeğini birkaç
dişleyişte bitirdi. Bir yarım ekmek arası olsaydı eğer onu da midesine
indirecekti.
Sırt
çantasında bulunan plastik şişedeki suyu ağzına götürür götürmez bir dikişte sonuna
kadar içti. Karnı doyduğunda, üzerine uykunun ağırlığı çöktü. On beş dakika
uyudu ya da uyumadı. Gözlerini açtığında kendisini dinç hissetti.

Aklına
nereden pat diye düştüyse, yargılandığı davanın başlangıç kısımları geldi.
Televizyonda
aleyhlerinde bölücüler, bozguncular diye arka arkaya ilan edilmişlerdi. Sakıncalı kalp krizi geçirdiği için bitkindi.
Sakıncalı
ve diğerlerinin sorgusu bitmişti. Mahkemeye çıkarılacağı gün iki Amca’nın arasında
merdivenlerden aşağıya yürüyerek, kapı dışında bekleyen arkada duran beyaz
dolmuşa bindirildi. İki dolmuşa gözaltına alınanlar bindirilir bindirilmez, ilk
önce yavaşça hareketlendi. Bahçe kapısı çıkışından sağa dönüldüğünde, şoför
ayağıyla benzin pedalına yüklendi. Sakıncalı anlamsızca bakınıyor, hemen uykuya
dalıyordu.
İlk
getirildiği hastane acil önünde dolmuşlar durduğunda, teker teker merdiven altındaki yere
getirilerek, Doktor’un karşısına çıkarıldılar. Doktor sesiz sinemanın
başaktörüydü. Muayene etmedi. “Neyin var?” demedi. Alın bunları tepe tepe kullanın demeye getiren
beyaz kâğıda karaladığı yazıların altına imzasını ve mührünü gönül rahatlığıyla
bastı.
Her
şey demokrasicilik kılıfına göre ayarlanmıştı. Sıra Yargılayıcı’ların bulunduğu
yöne doğru dolmuşlar hareketlendi.
Sakıncalı düşünecek halde değildi. Yaşadıklarının ‘bir düş olmasını’ aklından geçirdi. Bir
ara alt dudağını ağzının içine doğru alarak, alt ve üst dişleri arasında sıktı.
Canının yanmasıyla yaptığı uygulamadan vaz geçti. Biran önce her işlemin
bitmesini istiyordu. Ağrısı tüm organlarında cirit atıyordu.
Dolmuşlar,
Gözleri bağlı bir elinde terazi, diğerinde kılıç olan bir heykel önünde
durduklarında Sakıncalı ile diğerleri indirildi. Arka kapıdan içeriye alınarak
asansörle yukarıya Yargılayıcı’nın bulunduğu kata çıkarıldı.
Dar
bir koridor, ince ve uzundu. Sol ve sağ tarafta birçok kapı vardı. Sakıncalı ‘kapıların
üzerine geldiği’ hissine kapılarak derinden bir nefes alıp verdi. Amcalar
Yargılayıcı’nın odasını bulmuşlardı. Yargılananlar teker teker içeri
alınıyordu. İfade ağırdan alınıyordu. Amcalar sabırsızlanıyordu. Mesaileri
bitecekti. Biran önce evlerine gitmek istiyorlardı.
İfade
alımı uzadıkça Amcalar Yargılayıcı’ya kızıyorlardı. Çekinmeseler ana avrat
söveceklerdi. Kol saatlerine bakıp “Oooff” diye aralarında çekende vardı. Ara
sıra yargılananlara pis pis bakıp ‘sizin yüzünüzden evimize’ gidemiyoruz demeye
getiriyorlardı.
Sakıncalı
kesin olmamakla birlikte kendisini İhbar edeni tahmin ediyordu. O kişiyle
sadece edebiyat ve toplumsalcılık üzerine konuşmaları vardı. İhbarcı hakkında
bilgiyi sonradan edinmişti. O zaman Sakıncalı:
“
Kazığın üstüne oturdum.” Demişti.
İfadeler
biter bitmez iki Kadın, iki erkek serbest bırakıldığından tek dolmuşa
bindirildiler. Birisi Sakıncalı’nın
Eşi’ydi. Diğeri edebiyat üzerine sohbet ettiği arkadaşının eşiydi.
Akşam
trafiğine denk geldiklerinde Amcalar söylenip duruyorlardı. İlçenin ortasında
kalan eski bir Dört Duvar arasının bulunduğu yere saatler sonra geldiklerinde, demir
kapıyı Dış Güvenlikçiler açıp dolmuş içeriye girdi. Demir kapı tekrardan
kapandı.
Sakıncalı
on iki Eylül bin dokuz yüz seksen öncesinde burada yatan yol arkadaşlarını
ziyaret için birkaç kere gelmişti. ‘Burada kalırsam iyi olur’ diye aklından
geçirdi. Yeni açılan, yerleşim biriminden çok uzakta olan Dört Duvar arasının
koşulları daha zor olduğunu biliyordu.
Dış
Güvenlikçi’lerden hafiften Şişman olanı parmak izi alıyordu. Diğeri
fotoğraflarını çekerken:
“
Şöyle dur. Dik dur. Yan dur. Başını dik tut…”
Diye
uyarıyordu. Belki de konuşmayı yapan kişi görevinin etkisinde kalarak komut olarak
vermiş olabilirdi?
İşlemler
burada bitse de, İç Güvenlikçi’lerle işleri vardı. Burada da aynı işlemler
yapılırken, İç Güvenlikçi’nin birisi ince uzun sopalarla, copları kucaklayarak
geldi. Bir küçük büstün arkasına koydu. Bu büst, ülkeyi kurtaran kişi olarak ders
kitabında yerini almıştı. Şimdi büstün önünde sıra okşanma zamanıydı. ‘Bıraktığın
yoldan gidiyoruz’ zamanıydı.
Dört
Duvar’ın yöneticilerinden Sorumlu Biri geldi. Amcalarla karşılıklı el kol
hareketleriyle yüksek dozajda konuşuyorlardı.
Amca’nın
birisi:
“
Başlarım ben böyle kanuna.”
Dedikten
sonra:
“
Bölücüleri ve bozguncuları F Harfi Dört Duvar kabul ediyormuş.” Dedi.
Sakıncalı
ve diğerleri okşanmaktan şimdilik kurtulmuşlardı. Ya gittikleri yerde ne olacaktı?
Nasıl bir okşanma olacaktı? Hangi sürprizler bekliyordu?
Dolmuş
trafikte sıkışmış araba sürüsü içinde kağnı arabası gibi gidiyordu. Amca’lardan
Tombik olanı şoförün yanında bulunan koltuktan başını arkaya çevirerek:
“
Soruşturma bitti. Hanginiz sorumlusunuz?”
Hiç
kimsede çıt yoktu. Aynı kişi Sakıncalı’ya dönerek:
“
Sorumlu sensin bunlarda altındakiler değil mi?”
Sakıncalı
sessiz kaldı. Aynı kişi başını Hafiften Esmer’e çevirdi:
“
Senin tipin sorumluya benziyor. İkinci kişi kim?”
Yanıt
alamayınca başını öne çevirdi. Ortada bir sorumlu ve yardımcısı lazımdı.
Yerleşim
biriminin dışına çıktılar. Ormanlık alanın içinden epeyce yol aldılar. Yolda arabaya
benzer bir şeyle karşılaşmamışlardı. İki ayaklı yürüyen bir canlıda yoktu.
Sebze
ve balık halini geçtikten sonra otoban köprüsünün altından geçerek dolmuş tam
gaz gidiyordu. Sakıncalının uykusu ağır bastı. Ne kadar uyuduğunu hatırlamasa
da, ani bir frenle koltuğun üstünden uçacakmış hissine kapıldı.
Dolmuş
zikzaklı yoldan acelesi varmışçasına başını almış gidiyordu. Sakıncalı uykunun esiri olmuş, ikide bir
gözleri kapanıyordu. Amca’lardan Tombik
olanı:
“F
Harfi Dört Duvar’ı nereye yaptılar böyle? Mesaimiz bittiği halde çalışıyoruz.”
Lafın
gerisini getirmedi.
Sakıncalı
konuşmalardan rahatsız olmuş olacak ki gözlerini açtı. Etrafına bakındı.
Aşağıda büyük alana kurulu bir yapı vardı. Dış duvarları boydan boya uzuncaydı.
Yüksekliği alabildiğine yüksekti. Sayısız çatısı gözüküyordu. Önden ve arka
kısımlarda sayısız kuleler vardı. Kulelerin içinde seçilmeyen birileri hareket
halindeydi.
Sakıncalı’nın
uykusu kaçtığında, ‘F Harfi Dört Duvar dedikleri yer burası olsa gerek’ diye
düşündü! O günün televizyon kanallarında ballandıra ballandıra, spikerler,
yorumcular, gazetelerin çoğunluğu olmakla birlikte köşe yazarları aynı koronun tüm
bileşenleri olarak, atılan manşetler “tutuklulara ve hükümlülere altın kafesten
dinlenme tesisleri yapılmıştır. Hoş geldiniz.” Dercesine insanların aklıyla
alay ederken, uyutma seansları da aynı zamanda yapılıyordu. O günün Ortak Yöneticiler’inin
yapmış oldukları, beyin yıkama operasyonunun sadece bir dalgasıydı.
Bu
yerin ne hırlı yer olduğunu Toplumsal Düşünceyi savunanlar biliyordu.
Bu
olanlar piyasada tartışılırken, derinden gelen pis kokular, planlar üzerinde
yorumlamalar tüm hızıyla devam ediyordu.
Toplumsal
Düşünceyi savunanları F Harfi Dört Duvar arasında tabutluk denilen yerde
eritip, onurlarını yok edip düzene ayarlı bir eleman olarak yetiştirmekti
amaçları.
Bu
coğrafyada öyle bir gün geldi ki, karabulutların gökyüzünden yeryüzüne Dört
Duvar arasında tutulan Toplumsal Düşünceyi savunanlara karşı açıktan ölüm
tamtamlarını çaldıkları bir gündü.
Gümbür
gümbür kulakları sağır eden ölümcül silahların, ateşlerin, çığlıkların,
sloganların birbirine karıştığı, adına ‘Hayata Nah Döndürürüz’ vahşet dansını
Ortak Yöneticiler ile Militarist Güçlerin birliğiyle gerçekleşmişti.
Sakıncalı
o gün yaşananları televizyon karşısında gözleri yaşlı izledi. Bir ara sesini
yükselterek:
“Ah
o kiralık, satılıklar yok mu?”
Spiker
eline tutuşturulan kâğıt parçasına bakarak konuşmasına devam ediyordu:
“İçeride
ölümcül silahları varmış, yığınak yapmışlar…”
Ve
benzeri ıvır zıvırlarla yalana dolana sarılmışlardı.
Onun
için mi otuz canı canından etmişlerdi?
Sakıncalı
kuşbakışı baktığı F Harfi Dört Duvar’a, canı bir kez daha yandı. Aklına buraya
getirilenlere ‘hoş geldin kaba dayağı atılmıştı.’ Geldi.
İçeriden
çıkan iki yol arkadaşı da hemen hemen aynı cümleleri boğazları düğümlenirken, ağlamaklı
kurmuşlardı:
“F
Harfi Dört Duvar’ın iç kapısından girdiğimiz anda karşılıklı dizilenlerin
ellerinde cop ya da kalas vardı. Neremize gelirse vuruyorlardı. Bunun adına
ölümüne vuruştu.
Ellerimizle
başımızı güya koruyorduk. Bizim savunma silahımız: ‘İnsanlık onuru işkenceyi
yenecek!’ Oldu.”
Sakıncalı
dalgındı. Dolmuş bir binanın arkasından geçip, varacağı yere gidiyordu.
Hüseyin
Habip Taşkın
13.11.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder