Pazarın içerisinde isteksizce yürüyordu.
Öğlen olduğu halde birkaç kalem ile çakmak satmıştı. Hepsi kazanç olsa onun
için hiçbir şey ifade etmiyordu. Dolaşmaktan, elindekileri satmak için
bağırmaktan yorulmuştu. Ne yapacağına karar veremedi. Başını gökyüzüne çevirdi.
Mavimsi tabaka öylece yayılmıştı.
Pazardan çıkarak az ileride Emlakçı dükkânına
uğradı. Giriş kapısının demirleri yeşil beyaza boyanmıştı. İçerideki köşe
duvarlar açık maviye boyanmıştı. Sabah demlenmiş çaydan bir bardak içti.
Midesinde dalgalanmalar oldu. Emlakçı
Sakıncalının durumunu biliyordu:
“ Sözde demokrat belediye! Yakın arkadaşların
sana nasıl yardım etmezler aklım ermiyor?”
Sakıncalı donuk gözlerle baktığında:
“ Ben alıştım. Geçmişteki yol arkadaşlarımı düşüncemden
temizledim. Geleceğe dair toplumsal mücadeleyi ileriye taşıyanlarla yürümeyi
uygun görürüm. Belediyede köşe kapmaca ile yer edenler, ihale almaya
çalışanlar, işini yaptırmaya çalışanlar ne yazık ki, geçmişte birlikte omuz omuza
verdiğim, verdiğimiz yol arkadaşlarımızda vardır. Ya da diğer gruptaki yol
arkadaşlarımda vardır.”
Neredeyse elektrikli sobanın yanında
sandalyede uykuya dalacaktı. Gözleri bir açılıp kapanırken karşıdan gelen, geçmişin
tozlu sayfalarında kalan diğer gruptan olan yol arkadaşını gördüğünde, Emlakçı:
“ İyi adam mı desek? Kötü adam mı desek?
Yolunu şaşırmış olmalı buraya doğru geliyor.”
Kapıdan içeriye Çeyrek Müteahhit girdi. Etrafına bakmadan:
“ İyi günler.”
Emlakçıyla tokalaştı. Yönünü Sakıncalıya döndüğünde ten rengi
hafiften gitti:
“ Nasılsın Sakıncalı!”
“ Bomba gibi miyim? Yoksa pısırık gibi miyim
desem?”
Emlakçı gelene çay ikram etti. Arkasından
lafı yapıştırdı:
“ Çeyrek
Müteahhit, nasıl adamsınız? Sakıncalının geçmişini bilmesem? Belediye
başkanıyla aran iyi neden işe aldırmıyorsun? Ot kafalıları mı yoksa sana
yarayanlarımı işe alıyorsun?”
Çeyrek Müteahhit kolundaki saate bakıp,
elindeki çayı masaya bırakarak:
“ Yahu nasıl unutmuşum! Karşı semtte
toplantımız vardı.”
Çeyrek Müteahhittin oradan topuklamasına
ikisi de güldü. Emlakçı eliyle işaret ederken:
“Korku mu desem? Utanma duygusu mu desem?”
Sakıncalı
efkârlanarak:
“Çeyrek Müteahhittin yanına da gittim. Daha
kimlerin yanına gitmedim ki?”
Sakıncalı satış yapmak için Emlakçının
yanından ayrılıp pazara doğru yol aldı. Ara sıra bağırıyordu:
“Beş
çakmak bir lira…”
Etrafını kesiyor pazara giden, gelene bakıyordu.
Ağırlıklı kadınlar pazar alışverişine geliyordu. Satış düşündüğü rakamın çok
altındaydı. Başka bir iş düşünüyordu, düşünmesine ama bulamıyordu.
Vergi iade zarfları kalkınca kazancı hepten
düştü. İşportada vergi iade zarfı satmak yerine göre kazançlıydı. Şimdi işler
hepten karıştı.
Kırtasiye toptancısından gereksinimlerini
alırdı. O da geçmişte toplumsal mücadelede yerini almış ve içeride uzun yıllar
yatmıştı. Birbirlerini geçmişten
tanırlardı. Sakıncalı ona yanında çalışma teklifini götürmeyi bir akşam
yemeğinden sonra aklına geldi. Üstelik tanıdıktı. İşi olursa evine yiyecekte götürecekti.
Bir akşamüzeri onun yanına uğradı. Çaylar
içildi. Sohbet geçmişteki mücadeleye dayandı. Geçmişin sayfasında kalanlar
kalmıştı. Şimdiki zamanda kalanlar ne yapıyordu? Sakıncalı ortamını bulduğunda
konuya girdi:
“ Durumum çok kötü! İşportacılık can
çekişiyor. Yanında çalışmak istiyorum; düşüncen nedir?”
Kırtasiyeci hiç kekelemeden:
“ Biz yol arkadaşıyız. Seni yalnız bırakacak
değilim. Yarın sabah gel ve işe başla…”
Sakıncalının üstünden büyük bir enkaz
kalkmıştı. Anında kuş gibi kendisini hafif hissetti. Yere göğe sığamıyordu. Dükkânı
birlikte kapattılar ve otobüs durağına birlikte gittiler. İşe alındığı için
mutluydu. Soğuktan üşümeyecekti. Sıcaktan bunalmayacaktı.
Eve geldiğinde işe alındığını anlattı. Eşi de
çok mutlu oldu. En azından adres belliydi. Semtlere, ilçelere gittiğinde merak
içinde kalıyordu.
O gece güzel bir uyku çekti. Sabahın erken
vaktinde kalktı. Sakıncalının durumundan dolayı Eşi henüz iş bulamamıştı. Hastanede
işe tekrardan alınmadı. Bir kurumun aracılığıyla eşi ile birlikte psikiyatri
doktorundan destek alıyorlardı.
Kahvaltıyı hazırladı. Yalnız başına karnını
doyurdu. Eşinin biraz daha uyumasını istiyordu. Kapıdan dışarıya çıkacağı anda
Eşinin sesini duydu:
“Gidiyor musun?”
“Bugün benim için güzel bir gün.”
Eşi yanına gelip ona sarıldı. O da ona.
Birbirlerini dudaktan öperek vedalaştılar. Eşi:
“ Yolun açık olsun. Kolay gelsin.”
Birbirlerine el sallayarak asansöre bindi.
Sakıncalı Belediye Otobüs durağına nasıl gelip, otobüse bindiğini, uzun yolu
nasıl bitirdiğini, sokak aralarından dolana dolana işe gidenlerle yol aldığını
dükkânın önüne gelinceye kadar anlayamadı.
Kırtasiyeci içerideydi. Birlikte birer çay
içip, Sakıncalı süpürgeyi eline aldı. Daha önceden suladığı yerlerden süpürmeye
başladı. Bittiği yerde yerdekileri süpürgeyle küreğe süpürdü. Süpürülenler çöpe
girmesiyle son buldu.
Kalem, silgi, kalemtıraş, defter ve birçok
kırtasiye ürünü vardı. On bin adet olduğunu öğrendiğinde düşüncesinde hafiften
bir olumsuzluk eki oldu. ‘ Bunların fiyatlarını nasıl öğreneceğim?’
Sakıncalının dikkatini çeken müşterisine göre
farklı uygulama vardı. Kırtasiyeciye sorduğunda:
“ On bin ürünün üç ayrı fiyatı vardır.
Perakende, toptan ve herhangi bir tanıdık, toptancı geldi mi ona göre özel
tarife uyguluyoruz.”
Sakıncalının aklı karıştı. ‘Nasıl öğreneceğim
fiyatları? Yandım anam yandım. Neden öğrenmeyeyim? Buradakiler nasıl
öğrendilerse bende öğrenirim.’
İlk günün akşamı Eşine bugün yaptıklarını
anlattı. İkinci günüde işinin başındaydı. Tezgâhların tozunu aldı. Neyin nerede
olduğunu aklında tutmaya çabalasa da olmuyordu! Canı sıkılsa da, başarmak
zorundaydı. Öğlen yemeğinde birlikte yemeğe çıktılar. Arka sokakta bir
lokantaya gittiler. Lokantada yerde dolaşan küçük böcekleri gördüler. Oradan
kalkıp, birkaç sokak yürüdükten sonra
bir lokantaya girdiler.
Kırtasiyeci ağzında lokması varken:
“ Şiir kitabını ne zaman çıkaracaksın?”
“ Param olursa!”
“ Hadi bakalım aramızdan bir şair doğuyor.
Başarılar dilerim.”
Dükkâna gelenlere daha kıdemli olan kişi
bakıyordu. Kırtasiyeci oturduğu yerden kasaya bakıyordu. Gelenlerin çoğunluğu
fiyat alıp gidiyordu. Ekonomi tıkırında gitmiyordu. Vatandaşın her zaman cebi
delikti. Az maaş ile geçim idaresi kişiye cambazlık yaptırıyordu.
Sakıncalı ikinci günde dükkâna daha çok
alıştı. Akşam edilmişti. Evine gidip bugün ne yaptığını anlattı. Yemekten sonra
yarım bıraktığı romanını okumaya başladı. Kafası gayet netti.
Sabahın erken saatinde dükkâna geldiğinde
birçok işyeri kepenklerini açmamıştı. Kıdemli olan dükkândaydı:
“ Günaydın ustam Kırtasiyeci yok mu?”
“Kendisi az önce buradaydı. Gelir birazdan.”
Temizliğe girişti. Her zamanki aynı işlerin
tekrarı bugünde yapılıyordu ki, içeriye Kırtasiyeci girer girmez:
“ Sakıncalı işi olduğun gibi bırak!”
Sakıncalının yüreğine ateş düşmüştü. Ne
diyeceğini şaşırdı. Ona doğru yanaştı. Kırtasiyeci sandalyesine oturmuş ona
bakarak:
“ Yol arkadaşlığımız oldu. Burası babamın
benim değildir. Babam dedi ki:
“ Onu işten çıkar. Başımız ağrımasın.”
İnan benim kararım değildir.”
Sakıncalı şaşkınlık içinde:
“ Sorun yok! Böyle durumlara alıştım.”
Sakıncalı dünden kalmış gibi kafası
bulutluydu. Dükkândan adımlarını attı. Yürümeyi yeni öğrenen bir çocuğa
benziyordu yürüyüşü. Sallanıyordu. Neredeyse tökezlenip yeri öpecekti.
Ağlamaklı oldu. Çay ocağına oturup çay içmek istedi. Elini cebine attığında,
sadece dönüş parası vardı. Çay içmekten vazgeçti.
İki gün boşuna gitmişti. Kırtasiyeci
sormamıştı:
“ Yol paran var mı? İki gün yanımda takıldın
al şu parayı diyebilirdi.”
Semtine geldiğinde aşağı durakta otobüsten
indi. Sokak aralarına dala dala yokuş yukarıya çıkıyordu. Bugün yaşadığını
düşünecek halde değildi. Eşine olan biteni nasıl anlatacaktı? O da onunla
üzülecekti.
Evinin önüne geldiğinde eve girmek istemedi.
Kahvehaneye oturmak istediğinde cepte parasının olmadığının farkına vardı.
Aklına Emlakçı geldi. Sola doğru yürüdü. Birkaç sokak öteden sağa saptı. Yokuş
aşağıya hızlıca indi.
Emlakçı dükkânda yoktu. Öğlene kadar o sokak
bu sokak diye dolaştı. Balkonda çamaşır asan kadını, yemek örtüsünü balkondan
aşağıya silkeleyen kızı görmedi. Bir kadının çocuğuna bağırmasını duymadı.
Yanından geçen ve kokan çöp arabasını fark etmedi. Olan biten hiçbir şeyi fark
etmedi.
Aklına Boyacılık yapan arkadaşı geldi. Boyacının
evi eski yerleşim olan köyün içindeydi. Adımlarını, yokuş yukarıya doğru sokak
aralarından hızlıca attı. Köyün çevresine geldiğinde toprak yoldan yürümeye
başladı. Tek katlı bahçeli evlere gözü takıldı. Bir anlık olduğu yerde durdu.
Yönünü arkaya döndü. Karşıda duran dört katlı evleri, inşaatı süren binaları
gördü.
Bu sokaklarda amcalarla az köşe kapmaca
oynamadılar. İnşaatlardan boya tenekelerine kireç doldurup, su ilave edip,
evlerin duvarlarını yazılarla süslerlerdi.
Boyacının evinin dış bahçesi topraktan
yapılma olduğundan, yıllara fazla meydan okuyacak durumu kalmamıştı. Bu evde az
sığınağı olmamıştı. Dış kapıyı açtığında kapı elinde kaldı. Gülmeye başladı.
İçeriye girince kapıyı yerine koydu. İlk önce soldaki odaya baktı. İçerisi
boştu. Sağdaki kapıya yöneldi. İçeriye girdiğinde sol odaya baktı. Babasının
piiz yaptığı yerdi. Burada da yatardı.
Sakıncalı Boyacıya seslendi:
“Hemşerim neredesin?”
Anında yanıt geldi:
“Yukarıya gel çay demlendi. Aşağıdan bir bardak
kendine getir.”
Çaylarını içerlerken geçmişe dalıp gittiler.
Akşama doğru Sakıncalı evine giderken, bugün
yaşadıkları gözünün önüne geldi. Gözleri doldu.
Akşam yemeğini yediklerinde masada çıt
çıkmadı. Eşi dayanamayıp:
“ Bu gece durgunsun! Bir şey mi oldu?”
Sakıncalı anlatma niyetinde değildi. Ama içini
boşaltması gerekiyordu. Birde Eşinin bilmesi gerekiyordu. Anlattıkça Eşinin
gözleri doldu. Sonrasında:
“ Kafana takma! İki günün ücretini aldın mı?”
“Boş ver!”
Ona baktığında:
“Şimdi ne yapacaksın?”
“ Sevmediğim işportacılığa geri döneceğim.”
O gece moralleri bozuktu. Sakıncalı
düşünceler içinde yatağa girdi. Ne yapacağını düşünmeye başladı.
İşportacılıktan biran önce kurtulmalıydı. Gecenin bir vaktinde yatağından ses
çıkarmamaya özen göstererek kalktı. İstem dışı olsa da kendisini mutfakta
buldu. Buzdolabının kapağını açtı. Bir tane elma alıp, kapağı kapattı.
Çeşmenin başında elmayı yıkadı. Bir bardak su doldurup kana kana içti.
Damacana suyu diye insanlara suyu parayla satmaya başladılar. Oysa çeşme suyunu
Sakıncalı sıkça içiyordu. Su firmaları ‘kaynak su’ deseler de inanmıyordu.
Sermayenin sözüne hiçbir zaman inanmadı.
Elmayı birkaç dişleyişte az çiğneyerek yuttu.
Beynindeki hücrelerde işten atılma olayı döngü halindeydi. Kırtasiyeciyi
düşündü! Bir zamanlar birlikte afişlemeye, duvarlara hayat pahalılığından,
ırkçı söylemlere karşı afişler yapıştırılmasında, yazılmasında birlikteydiler.
Şuan gelinen durum içler acısıydı.
Dışarıda havanın soğuğu mutfak camına
yansıyordu. Balkon kapısını açıp dışarıya çıktı. Ayaklarında çorap yoktu.
Sadece naylon terlikler vardı. Soğuğa aldırmadan volta atmaya başladı. İşten
atılışını tekrardan düşündü. Ardından başka bir iş bulmayı düşünmeye başladı.
Sonunda kafasının içinde biri davul çalıyormuşçasına ağırlık çöktü. Yönünü
yatak odasına çevirdi. Yorganın altına sessizce girdi. Düşüne düşüne uykuya
derinlemesine dalıp gitti.
Sabah erkenden kalktı. Eşiyle kahvaltısını
yaptı. Seyyar tezgâhını boynuna geçirerek, dış kapının önünde kendisini buldu.
Sokak aralarından yürüdü. Esnaf yeni yeni dükkânlarını açıyordu. Aşağıya inen
caddenin sağındaki, apartman altıda bulunan kahvehaneye girip cam kenarındaki
masanın duvar dibindeki sandalyeye oturdu.
Ocakçı dün geceden kalmış olmalı ki, ona boş
gözlerle bakıp duruyordu. Sakıncalı ona bakarak:
“Ustam bir çay.”
Ocakçı duruşunu bozmadı. Sakıncalı bir daha
söylemedi. Bir saate yakın oturduktan sonra yerinden kalkarak, dükkân dükkân
dolaşmaya başladı.
Bugün yaptığı satışlar idare ederdi. Hiç
yoktan iyiydi. Aşağıda köşedeki parkın içine girip az ileride bulunan
kahvehaneye yakın olan yerdeki banka oturdu. Defterini çıkartıp yazdığı şiirlere
bakındı. Hava serindi, nasıl şiir
kitabını çıkartırım diye düşündü? Oturduğu yerden kalkıp dükkânları dolaştı.
Yazdığı şiirlerinin birkaçını arkadaşının
önerisiyle öyküye çevirmişti. Edebiyatın inceliğinden gelmiyordu. Özel E Tipi
Cezaevinde yaşadıklarını, daha doğrusu neye tanık olduysa geleceğe taşımak
istiyordu. Kendisini geliştirmeye bir yandan gayret ediyordu. Şu gerçeği
biliyordu! Daha yolun başlangıcındaydı.
Önüne hedef koymuştu! Birkaç yıl sonra daha
iyi yazacağına dair düşündü. Yazma konusunda moralini hiçbir zaman bozmadı.
Roman, öykü ve şiir kitapları okuyordu. Diğer yandan ikili ve çoklu sohbetlerde
konuşmaları dinlerdi. Onlardan malzeme çıkarırdı.
Saçları kırlaşmış, yüz hatlarında hafiften
çizgiler oluşmaya başlamıştı. Belki de o çizgiler yaşamını anlatıyordu. Sonunu
da bağlamış olabilirdi. Kendisi bu gibi şeylere aldırmazdı. Aynaya baktığı
zamanlarda, dikkat kesildiğinde, yaşamın nasıl çabuk geçtiğini düşünürken,
kendisinden çok şeylerin götürdüğünün farkındaydı. Gidenlerin geriye
gelmeyeceğinin bilincindeydi. O günler
güzel günlerdi. Birlikte mücadele, paylaşma, bölüşme, eşitlik ve her şey doğa,
insan, hayvanlar içindi.
Gidenler, yaşanmışlığın zaman dilimleriydi. Gelende
yaşayacağı zaman dilimine aitti. İşin başında damgalanmıştı. Bir avuç ensesi
kalının yapmış olduğu haksızlığa karşı gelmesi, insancıkları bilgilendirmesiyle
yöneticilerin gözünde bir asiydi. Asilere iyi gözle bakılmazdı. Sadece yaşadığı
coğrafya için geçerli değildi. Gezegeni, barut fıçısıydı. Bu bağlamda ateşe
verilmesi kolaylaştırılıyordu.
Acıların yaşanması, gözyaşların mevsimlere
göre akması, toprağa kanlı bedenlerin karışması oyunun bir parçasıydı. Nedense
bu oyunlar başka oyunlara gebeydi. Sakıncalının suçu acaba bu coğrafyada doğmuş
olması mıydı? Yoksa seçiminde acımasız varlığı kabul etmemesi miydi? Birçok
neden alt alta sıralanabilir. Yine de insanlığa adanan mücadele bitmiş değildi.
Hüseyin Habip Taşkın
02.11.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder