Ben
soğukluğumu yaptım. Artık sıra sende dercesine yavaştan soğuk hava yerini
ılıman havaya bırakıyordu. Badem ağaçları kendini gösterirken, kurumuş otlar
yeşile dönüşürken, bir yandan hafiften tüm canlılara dokunuyordu.
Sakıncalı
Kırtasiyeci’den ihtiyaçlarını karşılıyordu. Her ikisi de o günü açıp konuşmadı.
Bir sır olarak aralarında kaldı. Babasının dükkâna gelmediğini biliyordu!
Şiir
kitabını zor koşulda olsa da parasını denkleştirmeye çalışıyordu. Bir yandan
tanıdık aracılığıyla yayınevi aramaya devam ediyordu. Nasıl olacağını tecrübeli
olan şairlerden öğrendi. Kendine göre bir dosya hazırladı. Numaralandırdı.
Ortada yayınlayacağı bir yayınevi yine yoktu.
Bir
yandan düşüncesinde oluşan bir sorunun üzerinde yuvarlanıp duruyordu. ‘Şiir
kitabımı çıkardım. Kime nasıl ulaştıracağım?’ Az düşünmedi. Bir ara ‘kitap
çıksın bakarız icabına’ işi döndürdü.
Yolda
yürürken, dinlenirken, evde şiirin cümlelerini yerli yerine oturtmaya düşünerek
başlıyor, anında tükenmezkalem ile not defterine yazıyordu. Biraz daha devamını
getirmek için düşünüyordu.
Yazı
ve düşünce olarak hoşuna gittiği şairlerin döktürdükleri heceler zincirine
hayran kalırdı. ‘Böyle ne zaman yazabileceğim?’ diye düşünürdü. Şiir yazma
kıvrak bir zekâ istiyordu. Cümlelerin yerlerini bulması için hamle yapması
gerekiyordu. Bir değil! Belki de birçok kez denemeliydi acemi.
Edebiyat
dergilerinde şiirleri çıkmaya devam ediyordu. Yayınlananları internet üzerinden
birkaç yere okunsun diye yolluyordu. Okuyucudan kendisine ulaşacak bir haber
yoktu. İkilem içine düşüyordu!
Şiirleri
için destek veren orta yaşlarda bir Şair Büyüğü vardı:
“Şu
dergiye yolla…”
Demesiyle ilk şiirini yollamıştı. Sonrasında
kendisinin düşüncesine uyan bir edebiyat dergisine yollamıştı. Orada devamlı
yayınlanıyordu. O zaman şu soruyu kendisine sordu! ‘Her edebiyat dergisinin bir
çizgisi vardır. Buna göre yol izlerler.’
Semtlere
satışa belediye otobüsüyle gidiyordu. İndiği yerden sağlı ve sollu alarak
ilerliyordu. Dükkândan dükkâna yolculuk yapıyordu. Çalışmaktan değil, düzenin
kokuşmuş işleyiş yapısından bedenen, ruhen yorgun düşüyordu.
Ara
sıra Amcaların kontrolüne takılıyor, bununda farkına varıyordu. Sakıncalı olmak
demek ki çok tehlikeliymiş bu gezegende.
Amca’nın birisi sorgu sırasında:
“Niçin
yazıyorsun?”
Diye
tekrarı olan bir soruyu üçüncü ya da dördüncü günde sormuştu. Göz göze
geldiklerinde Sakıncalı’nın aklına o an gelen:
“
Yazar’da aynı söylemi söylüyor. Ben söyleyince mi bana yasak koyuyorsunuz?
Sömürüye hayır! Bağımsız kalacağız!”
Amca
şaşırdı. Nüfusuna geçirecek hali yoktu ama ona dikkatlice baktı. Hafiften
ellerini iki yana açarak, birden parladı:
“
O söyler! O vatansever. Senin gibi bozguncu değildir. Sana yazmayacaksın
diyorum. Sonucuna katlanırsın.”
Sakıncalı
sırıtarak hafiften güldü ve mırıldandı:
“
Vatansevere bakın hele!”
Amca
hiçbir şey söylemeden odadan çıktı.
Sakıncalı,
olmayan bir davadan gümbürtüye gitmiş olsa da, mahkemesi görülüyordu. Etrafa
asi diye teşhir edilmişti. Yargılananlardan sadece birini tanıyordu. Mahkeme on
iki eylül bin dokuz yüz seksen darbesinde yargılanmasını göz önüne alarak,
işlemleri görüyordu. Sakıncalı olmak böyle bir şeydi. Sana mı kalmış
bağımsızlık, herkese iş, ev, bedava eğitim, dillere özgürlük, eşitlik… Sende
onu bunu dolandırsan, çarpsan itibarlı olurdun. Örneğin bir stokçu! İş bitiren!
Üsttekileri dolandıran! O zaman senden iyisi olmazdı.
Düzen
böyle kurulmuştu. Avantalarının akışını hiç keserler mi? Olanakları her türüyle
ellerinde, istedikleri gibi emrindeki kullarını öteye beriye kullanıyorlar.
Sakıncalı’nın
o kadar çok yazacak anısı vardı ki, bir yerden çıkış yapmalıydı. Amca’nın
dediği gibi “ sonucuna katlanırsın.” Sakıncalı bugüne kadar birçok olayın sonucuna
ağır bedel ödeyerek katlandı.
Şiir
kitabı için bir arkadaşının yardımıyla yayınevi buldu. Önden biraz para
verecekti. Gerisi kısa zaman içinde ödeyecekti. İnternetten satışı yoktu. Bu
olumsuz bir gelişmeydi. Kitaplarını satacaktı ama nasıl olacaktı?
Yazar
arkadaşı bir konuşmasında Sakıncalı’ya:
“
Sen daha yenisin! Biraz ilerledikten sonra sermaye kültürü altında kokuşmuş
yazar takımını göreceksin. Her şeyi ben bilirim havasında, karşısındakini
küçümseyen gözlerle süzerler. İnsanlara bilinç götürme niyetinde değillerdir.
Birbirlerine
türlü oyunlar oynarlar. Oyunun içinde engellemeler vardır. Küçümseme,
karalamalar vardır. Sermaye kültürünü yakından tanıyacağın günde gelecek ve iğreneceğine
eminim.
Senin
amacın emeği, sömürüyü vurgulayarak yazılara dökmen olduğunu biliyorum. Sana
başarılar dilerim.”
Şiir
kitabına sonunda ulaştı. ‘Bu bir adımın başlangıcıdır. Daha iyiye doğru
yazacağım.’ Diye düşünü. Kırtasiyeci destek amaçlı biraz aldı. Aklından başka
düşünce geçmedi Sakıncalı’nın. Tanıdıklarına veriyordu vermesine ama
çekiniyordu. Kimileri parasını çıkarıp veriyordu. Çoğunluk vermiyordu. Ne
yapacağını şaşırdı. ‘ne zormuş!’ diye aklından geçirdi.
O
an ‘bir yazar kitabını satmaya çalışır mı?’ Diye düşündü. Mantıklı gelmedi.
İlerleyen günlerde edindiği yazar arkadaşlarıyla da bu konuyu paylaştı.
Sakıncalı
şiir kitaplarından birkaç tane sırt çantasında bulunduruyordu. Tanıdık
çıktığında kitabından söz edip veriyordu. Bir ara ‘doğrumu yapıyorum?’ diye düşündüğü
de oldu.
Semtin
pazarında satış yaparken aklına ‘şiir kitabımı çıkardım. Beni hiç kimse
tanımıyor. İnsanlara nasıl ulaşırım?’ diye düşündü.
İlçelere
gittiği de oluyordu. Oradakilere sattıkları kırtasiye ve diğer malzemeler ucuz
geliyordu. Satış iyi oluyordu. Yalnız devamlı gitmiyordu. Ayda bir gidiyordu. Bazen
başka bir işportacı önden gidiyordu. O zaman umduğu satışı yapamıyordu.
İlçenin
kahvehanesinde satışa ara verdiğinde dinlenirken, çayını yudumlarken, gazeteyi
okuyordu. Gazete sayfaları fotoğraflarla doluydu. Yazıları büyük harfleydi. Kim kime ne yapmış? Kim kimi tokatlamış? Kim
nereyi soymuş? Derken köşe yazarı dediğimiz şahsiyet sosyete haberlerini
cıvıtarak, yalakalık yaparak yazmıştı. Yazıyı gözden geçirirken aklına ‘köşe
yazısı yazmalıyım.’ Geldi. Kendisini toplayarak ‘neden olmasın!’
Hangi
gazete eline geçerse köşe yazılarına bakıyordu. Teknik olarak konuya nasıl
dalış yaptığını, süslediğini anlamaya çalışıyordu. Bir gün deneme yazısı yazdı.
E posta adreslerine gelişi güzel yolladı. İlerleyen aylarda yazıları farklı
sitelerde yayınlanmaya başlayınca mutlu oldu. Kendisini geliştirmek için gayret
ediyordu.
Ummadığı
yerlerde yazıları internet ortamında karşısına çıkıyordu. Arka arkaya haftada
bir makale yazısı yazıyordu. Yazısının zikzaklı olduğunun farkındaydı.
Sakıncalı’ya yazılarından dolayı destek verende vardı. Önüne altı ay koydu.
Yazıda daha farklı yerlere geleceğine inandı ve inatla yazdı.
Yavaştan
onu tanıyanlar çoğalmaya başladı. Bazıları ise yazılarından dolayı
tanıyorlardı.
Bir gün Arkadaşıyla telefonda görüşürken:
“Hadi
hadi iyisin. Kitabını çıkardın, meşhur oldun. Köşeyi döndün.”
Dediğinde
şaşırdı. Bir anlık durgunluktan sonra:
“
Çok köşe döndüm. Birazını sana vereyim.”
Karşısında
konuşan konuşmasını kısa tuttu.
İkili
görüşmelerde ‘köşeyi döndün’ diyen çıkan çoğunluktaydı. Sonunda Sakıncalı
kendisini savunmaya geçmedi.
Az
da olsa rahatlamış, daha çok geniş bir çevre yaratma düşüncesindeydi. Edebiyat
alanında ders veren bir kurumu düşündü ama hangisiydi? Onu bilemiyordu.
Zaman
içinde yazıları sıklaşınca internet üzerinden e posta ile yazdığı yazıya karşı
olanlardan bazıları ağır cümleler kurarak tehdit ediyorlardı. Birçoğunu kendi
isteklerinden dolayı çıkardı. İşin ilginç olanı da kendisine toplumsal
düşünceyi savunuyorum diyen kişilerde e postasından çıkmak için kısa notlar
yazdı. O da gerekeni yaptı. Kendisine spam koyanlarda vardı.
Mücadelenin
farklı bir alanıyla karşı karşıya geldi. Morali bozulsa da anında kendini o
karabulutların içinden sıyırmasını bildi.
Kitap
okuyarak, yazısına devam ederek moralini toparladı. Yazdığı yazıda, yazılarda
gözaltına alınıp tutuklanırım endişesine hiçbir zaman kapılmadı. Bazıları:
“
Yazdıklarından sana saldırı olacağından endişe duymuyor musun?”
“Demokratik
hakkımı kullanıyorum.”
Dese
de, antidemokratik uygulamalarla çokça karşılaşıyordu.
Çıkardığı
şiir kitabından birkaç tane belirli kurumlara okusunlar diye verdi.
Şiir
yazmayı bıraktığında, makale yazısına ağırlık verdi. Bir yandan kısa kısa
öyküler yazıyordu. Cümlelerin yerli yerine oturmadığını biliyordu. İnat ederek
yazmaya ve deftere, sonrada bilgisayara aktardı. Birkaç tane flaş bellek aldı.
Kaybolmasınlar diye bilgisayar aracılığıyla kopyaladı.
Şiire
başladığı günlerde bir edebiyat dergisine belirli aralıklarla ben buradayım
dercesine yolladığı, yanıtı gelmeyince,
merak edip edebiyat dergisinin bulunduğu Merkez Bulvarı’na sabahın erken
vaktinde belediye otobüsüyle gitti.
Uzun
bir yol kıvrımlı mı kıvrımlıydı. Belirli yerinde yokuş aşağıya doğru iniyordu.
Buradan geçmişte troleybüsle sayısız geçmişti. Geçmişte buralarda Yahudiler,
Ermeniler, Rumlar ve Levantenlerin yaşadığını öğrenmişti.
İki
katlı ve tek katlı yapılar göze çarpıyordu. Birçok küçük ya da az büyük dükkân ayakkabı
imalathanesi olarak kullanıyorlardı. Işıklara gelmeden, bir banka vardı.
Bankanın az yukarısında çok katlı bir bina vardı.
Üçüncü
katına merdivenlerden yürüyerek çıktı. Kalbi çarpıyordu. Gireceği kapıyı açıp
içeriye girdiğinde, karşı masada oturan Uzun boylu, gür bıyıklıyı gördüğünde:
“
Günaydın hocam edebiyat derginize her hafta bir şiir yolladım. Yayınlanmadı ve elinize
geçip geçmediğine dair kuşkuya düştüm. Bende gelmeye karar verdim.”
Uzun
boylu, gür bıyıklı hafiften tebessüm ederek:
“
Şiirlerinizi okudum. Yalnız bir sorunumuz var. Fazla politik!”
Sakıncalı
şaşırmıştı:
“
Ama Nazım’da politik yazdığı şiirleri vardır.”
Sakıncalı
lafı uzatmadı. Gelen çayı içerken, karşısında gözleriyle gördüğü, kulaklarıyla
duyduğu edebiyat dergisinin işleyişinin farklı olduğunu düşünüyordu. İçeriye
iki kişi daha girdi. El sıkışma faslı bitince sandalyelere oturdular.
Girenlerden Birisi:
“Hocam
kitabın çıkacaktı?”
Girenlerden
Diğeri:
“
Biz seni ziyarete geldik. Kitabını okumak için sabırsızlanıyoruz.”
Uzun
boylu, gür bıyıklı başını sallarken, dudaklarını buruşturdu. İki eliyle masaya
vurduktan sonra bir eliyle, aşağıda duvar dibinde duran paketi gösterdi:
“Kitaplarım
burada!”
Girenlerden
Birisi onun sözünü keserek:
“Hocam
bana ve arkadaşıma birer tane imzalayıp versen gayri! Heyecan dorukta!”
Uzun
boylu, gür bıyıklı sinir küpüne döndüğünde, odadakiler şaşkın bakışlarla ona
bakıyorlardı. Birden konuya geçti:
“
Postaneden sabahleyin bu koliyi aldım. Sevinçle büroma geldim. Hemen paketten
bir tane kitap çıkardım. İlk önce dış kapağına baktım. Kapak tasarımı hoşuma
gitti. Adım soyadım da var. İç kısımda özgeçmişimde var. Daha önce çıkardığım
kitaplarımın isimleri de var.
Buraya kadar çok güzeldi. Yaprakları birer birer açtığımda, yazdıklarıma baktığımda, ben
acaba başka birinin kitabını mı okuyorum diye düşündüm? Sırasıyla her kitaba
moralim bozuk olarak baktım. Sinirsel kat sayım bir kere tavan yaptı.
Yazdıklarımı
kim kontrol ettiyse, hepsini budayarak kendi düşüncesinde bir roman yaratmış!
Gel de sinirlenme! Ben bu kitabı gönül rahatlığıyla hiç kimseye veremem.”
Oradakiler
hepten bu işe şaşırdılar. Sakıncalı ilk defa böyle bir durumla karşılaşmıştı.
Edebiyat dergisi çıkaran ve kitapları olan birine bunun nasıl yapıldığına
mantığı almadı.
İşe
çıkmadığı bir gün Yazar Arkadaşıyla yolda tesadüfen karşılaşırlar. Başından
geçeni anlatır. O da bu işe şaşırır. Bir ara:
“
Demek ki şiirlerini fazla politik bulmuş! Sen yazmana devam et! Ona aldırma…”
Sakıncalı
her yeni bir günde yazma konusunda yeni fikirler ediniyordu. Yazmak zorda olsa
inadına yaşadıklarını gelecek kuşaklara aktarma niyetindeydi. İşin
başlangıcında yazarların ruh ve halini de görebilme olanağı yakalamıştı. Kimileri
dünyayı ben yarattım havasındaydı. Sahi neyi yaratmışlardı? Halkın ya da
halkların bir sorununa sahip çıkmışlar mıydı?
Curcunalı
bir yaşamda kokuşmuşluğun her türlüsü var. Önemli olan burada bir yazarın
kişisel tavrıdır.
Sakıncalı
düşüncesinde sorularla kaldırımda yürüyordu.
Hüseyin
Habip Taşkın
06.11.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder