YAZAR HÜSEYIN HABIP TAŞKIN ILE SÖYLEŞI
Sayfamız yazarlarından Süleyman Deveci
sordu, yazarlarımızdan Hüseyin Habip Taşkın siz değerli okurlarımız için
yanıtladı. Benzer edebi söyleşilere ileride de yer vermeye devam edeceğiz.
Ayrıca ulaşamadığımız yazar dostlarımız da benzeri bir yöntem izleyerek kıyıda
köşede kalmış, adı sanı duyulmayan değerli insanlarımızın seslerini duyurmamızda
yardımcı olabilirler.
Süleyman Deveci: – Yazı maceranız nasıl
başladı, ne zaman hangi düşüncelerle kolları sıvayıp yazmaya koyuldunuz? Ayrıca
bugüne kadar neleri yazdınız, neler yayınlandı? Gelecek planlarınız arasında
neler var?
Hüseyin Habip Taşkın: – İlk denemem
askerlikte oldu. Patlıcan, kabak, domates ile sistemi eleştiren bir yazı
yazmıştım. Onbaşı arkadaşıma okuduğumda bana şunu söyledi:
“Porto sakıncalısın bunu ele
geçirirseler kabak dolması yerine seni oyarlar.” Demişti.
Sakıncalı çavuştum ve en ufak boylusu da
ben olduğumdan lakabım olan porto çavuşu bana takmışlardı.
Sanırım bin dokuz yüz seksen üç ile bin
dokuz yüz seksen altı arası olması gerekiyor. Kültür Sanat dergilerinden
birisine bir arkadaşımla yazmış olduğumuz şiirleri göndermiş, cezaevinde
olduğumuzdan, okunması öne alınmıştı. Kısacası bize verilen yanıtta şiir
konusunda mesafe alacağımız yolun uzun olduğunu böylelikle arkadaşımla birlikte
görmüş olduk.
Çanakkale Özel E Tipi cezaevinde yazmaya karar
vermiştim. Yaşadıklarım ve duyduklarımı yazıya dökecektim. Bu düşünce oluşsa da aradan geçen yıllar ve
bin dokuz yüz doksan altıyı gösterdiğinde bir makale yazmıştım. Makaleden başka
her şeye benziyordu. Duvar Gazetesinde yayınlanmıştı. ‘El yazısı” ile.
Aziz Nesin bir televizyon programında, tam
aklımda değildir:
“ Türkiye’de insanların çoğunluğu şiir
yazıyor.”
Bende içimden:
“Benim neyim eksik? Bende yazarım”
Diyerek.
Elime kâğıt alır almaz yazmaya başladım. Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Ahmet
Telli, Nevzat Çelik, Orhan Veli ve bazı
yazarların şiir yazış biçimlerini okuyarak inceledim. Karalama yapıp yazdığım şiirleri ilk önceleri
Güney Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisine yolladım. Yayınlanınca hoşuma gitti ve
devam ettim. Ardıç Kuşunda sanırım iki ya da üç şiirim yayınlanmıştı.
Bir gün kadın arkadaşım bana:
“Habiş tanıdığım değerli bir öğretmen
var. Saz çalıp aynı zamanda söylüyor. Ona gösterelim. Sana en azından yol
gösterir.” dedi.
Lafı uzatmadan ilkbahar günüydü. Kadın
arkadaşın balkonunda neskafelerimizi içerken, hocamda yazdığım şiirlerden
birkaçına bakıyordu. Kadın arkadaşımla yüz yüze geldiğimizde gülüştük. Ne de
olsa sınavdan ne alacağımdı? Okuma bittiğinde masanın üzerine okuduklarını
bırakır bırakmaz:
“Dilin öyküye gidiyor. Bana kalırsa kısa
öyküler yaz ve uzatmasını yap derim?”
İçimden:
‘Olur, mu hocam aslanlar gibi şiir
yazıyorum.’
Neyse, olmayan bir davadan gözaltına
alındık. İzmir Kırıklar F Tipi denilen yerde altı ay içinde şiir ve öykü
çalışmalarım oldu. Ailemin getirdiği kitaplar ve cezaevinin içindeki
kütüphaneden tedarik ettiğim kitapları okurken yazarın nasıl bir yazış yolu
izlemiş ona bakıyordum.
Mahkememiz dışarıdan sürerken Canımın
İçi Bak Hele adında bir şiir kitabı yayınladım. Kitleye nasıl ulaştıracağımı,
acemiliğini yaşadım. Yanlış anlaşılmak istemem? Bir yazarın tanıdıklarına gidip
ben kitap bastırdım demesi ve karşısındaki kişinin tavrı çok önemlidir.
Çoğunlukla hüsran oldum.
Yayınevinin dağıtımı bence önemlidir.
Türkiye’de kitap çıkarmak ve okuyucusuyla buluşmasını sağlamak ip atlamaya
benzer.
Neyse, şiir kitabımın çıkması ve makale
denemelerim. Birçok gazetenin köşe yazarlarını incelememdeki amaç şuydu:
“Elimde bir şiir kitabı var. Ben kimim
ki, kitabımı alsınlar. Benim amacım geleceğe bir şeyler bırakmaksa, makale
yazısı yazmalıydım.”
Böylelikle makaleye yazısına giriş
yapmış oldum. E postamda yazmaya başladım. Önüme geleni e postama ekledim.
Sonra başım ağrıdı.
“Vatan haini, manyak mısın? Beni niçin
zor duruma bırakıyorsun?” Buna benzer yanıtlar alınca çoğunu isteği üzerine
sildim. Hem keskin devrimcileri de. Bana Spam uygulayanlar oldu. Moralim hepten
bozuldu. Bana göre yazım normal! Karşımdakinin ruh ve hali bambaşka olsa gerek.
Yine de inadına yazmak dedim. Tökezlene tökezlene bugünlere geldim.
İzmir Kırıklar F Tipi Cezaevinden
çıktığımda, eski devrimci arkadaşlarım benden kaçtılar. Adım Kürtçüye çıktı.
İşsiz kaldım. Bu konulara başka zaman vakit ayıralım. Konu yönünü şaşırır.
Öykülerden oluşma bir dosyamı yazar
arkadaşıma verdim. Bana:
“Bunları çivile, birbirine ekle,
kahramanı en üste çıkar ve devam et.” Dedi.
Birkaç ayımı öyle aldı. Bir yandan
pazarlarda, işportada zabıtalarla köşe kapmaca oynuyordum.
Sonrasında bir birahanede bulaşık işi
buldum. Sigortam vardı. On iki saat olunca okumaya, yazmaya vakit
ayıramadığımdan oradan ayrıldım.
Eski müdürüm beni sosyete bar kalap
tarzı yerde bulaşıkhaneye aldı. O saat çalışıyordum. Orada vakit
ayırabiliyordum. “ Burada da yaşanmış cümbüşlü yaşamım vardır.”
Evrensel Gazetesinin dört ya da beş kez
Hayat ekinde makale yazılarım yayınlanmıştı.
Yazar arkadaşım en sonunda bana:
“Kitap hazır.” dediğinde sevindim.
Okumamı istedi. Okudum. Birçok hata
vardı. Kendisine söyleyince ilginç yanıt aldım. ‘Bir bildiği vardır’ diye
düşündüm ama:
“Sen taşeron işçisisin. Bu yazış biçimin
geçerlidir.”
Ben hepten şaşırdım.
Bu kez yönümü başka bir yayınevine
çevirdim. Oradaki arkadaşımız.
“12 Eylül 1980 askeri darbesini çıkar,
konu sadece kadınlar olsun. Çok eksiği var.” Dedi.
Kitabın adı Kadın Olmak Zor’du. İki
derde bir arada kaldım. İlk yazar arkadaşa ayıp olur diye onun dediğini yaptım.
İlk romanım eksiklikleriyle çıktı. Yayınevi, yazar arkadaşla konuşup
halletmişlerdi. Ben matbaa ve kâğıt parasını ödedim.
Ege 78’liler Derneğine üyeydim. Onların
aracılığıyla kitabımı tanıttım. Oradan Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma
Platformundan, fuar için cezaevinde yatmış biri olarak, konuşmacı oldum.
Bu katılım beni bir çıta daha öne
taşıdı.
Neydi Birlikte Yaşadıkları adlı
kitabımda aynı yazar üzerinden gittim. Öykülerin birleşiminden oluşmaktadır.
Roman olarak ortaya çıktı.
Neydi Birlikte Yaşadıkları adlı kitabım
özünde yayınlanmayacaktı. Şuanda İzmir Balçova’da oturmaktayım. Aklımda oluşan
düşüncemi Balçova’nın 78’liler kuşağı olarak adlandırılan bizlerin geçmişte
doğrularıyla, yanlışlarıyla, anılarıyla bir anlatım belgesel olarak ele
almaktı. O günün farklı siyasi hareketlerinde olan arkadaşlara gidip:
“ Bir belgesel yapmak istiyorum. Tüm
siyasi hareketlerin burada olan insanlarıyla bir araya gelip, gelecek kuşaklara bizleri anlatan söyleşiler
yaparak, ölen yoldaşlarımızı anarak bir yapıt bırakmak ve izleyenlerin bizlerin
olumlu ve olumsuz yanlarını alıp bir değerlendirme yapmalarını amaçlıyorum.”
78’liler kuşağından birçok insanımızı
ülke genelinde kara toprağa veriyoruz. Bizim kuşağımızı bölgesel olarak
yaşatmaktı amaç ama aldığım yanıtlar bir gülmece mi? Kara mizah mı? Ne desem
bilemedim?
“MİT gözetim altına alır.”
“Deşifre oluruz.”
“Çocuklarımız, ailemiz zor durumda
olur.”
Yönümü çevirerek Neydi Birlikte
Yaşadıkları romanımı hazırlamaya… Burada o günün aramızda olan devrimcilerini
anarak bitirdim. Kitap çıktığında ilginç olanı ise:
“Bize söyleseydin birlikte
hazırlasaydık.”
Benim yerime olsanız ne derdiniz? Ben
güldüm…
Kitabımı yayınlayan yayınevinin
Çobanateşi Gazetesinde, Düşünürler diye bir köşem oldu. Sonra adı Newroz
Gazetesi oldu.
Cezamız kesilince düşünce suçundan
hiçbir ülkeye sığınma talebinde bulunmadım. Bulunmadık. Manisa Özel E Tipi
Cezaevinde Düşünürleri bırakıp açıktan ekonomik, demokratik, kültürel yazılara
ağırlık verdim. Alanya Mahmutlar L Tipine hepimiz sürülmüştük. Gardiyanlarla
sürtüşmemiz bolca oluyordu. Af Örgütünün kontrolündeydik.
Cezaevinden çıkınca Gazeteye yazı
göndermeyi kestim.
İnternet üzerinden e postalara
gönderdim. Gomanweb.net-org, Sosuzumut.com, Gezite.com, Radikal Blog. ‘Bir yıl
sonra yazımı yayınlamadılar. Nedenini sorduğumda yanıt alamadım.’ Öfke ve
Umut.com, Kırmızı Siyah Bilim Edebiyat Dergisi sanırım imkânsızlıklardan dolayı
yedinci sayıda son makalemde yayın hayatını bitirdi. İzmirizmir.net,
Gazeteesenler.com, Tarimorkamsendiyarbakir.com, Şuanda Realitehaber.Com’da
makalelerim. Pirtuk u Weje’de edebiyat üzerine yazılan yazılarım. Birçok yerde
aynı yazılarımın paylaşımı vardır.
Bugüne kadar yayınlananlar bunlardan
oluşuyor. Sağlığım elverdiğince ya da birileri hedef tahtasına oturtmazsa
yazmaya devam edeceğim.
Zor koşullarda yazıyorum. Olanakları zor
olan bir toplumda yazıyorum. Baskının ve şiddet sarmalı bir toplumda yazıyorum.
Çünkü her yazar bir taraftır. Ben emekçilerin, ezilenlerin, halkların yanında
yer alıyorum. Bedel ödedim ve ödemeye devam ediyorum. Yazdıklarımdan
sakınmıyorum. Ama benden çekinenlerde var. Asıl her kötülüğün başı benmişim
gibi.
Yazmak kolay ama matbaada basmak zor!
Kitleye ulaşması zor. Buda ayrı bir konu…
Söyleşiler yapmak istiyorum. Edebiyata
ve sanata gönül verenlerin bir çatı altında kolektif çalışmalarını istiyorum.
Benim istememle olmuyor. Size bir anı
düşüncemi anlatayım:
“Çanakkale Özel E Tipi cezaevinde
yatarken aklıma bir ortak dergi ya da gazete çıkarmak geldi. Her siyasi
hareketten bir kişi buraya yazı yazacak ve devrimcilerin birliğini sağlamayı
hedefliyordum.” Edebiyat alanında da
aynı düşünceyi taşıyorum.
Burada bana yazı düzeltmelerinde
yardımcı olan Ali Fuat Karaöz arkadaşıma teşekkür ederim.
– Günlük siyasi gündem ve gelişmelerle
ilgili çok sık yazdığınız sosyal medyada göze çarpıyor, izleniliyor. Hatta bu
yüzden caza da alıyormuşsunuz, kullanım yasağı veya yaptırımı gibi. Bu denli
aktif faaliyet içerisinde kitap yazmaya nasıl vakit buluyorsunuz? Nereden
geliyor bu yorulmak bilmez yazma enerjiniz?
– Türkiye’de yazı yazma malzemesi bol
olan ülkelerden bir tanesidir. Makale, öykü, şiir, karikatür, tiyatro neye el
atsanız etrafınızda bolca malzeme çıkar. Önemli olan kitlelere neyi vermek istediğinizdir.
Uyutmak mı? Yoksa uyandırmak mı? Yazmak bu ülkede bedel ödemek anlamına gelir.
Benim amaçlarımdan biriside ırkçılığı ortadan kaldırmak, halklar birbirine
gerçek anlamıyla kardeşçe dokunabilsin, paylaşabilsin. Savaşa hayır diyebilsin.
Sömürüye ve talana hayır diyebilsin. Zalimin önüne dikilsin. Hep beraber birlikte yaşasın. Sınır mınır
olmasın. Asker, polis olmasın. Silahlar, bombalar olmasın.
Yazdıklarımın ana temasının bir bölümünü
yukarıdaki yazımda özetledim. Kaybedecek bir şeyi olmayanlardanım.
Sosyal medyada özellikle facebookta çok
ceza alıyorum. Önemli olan internetin her alanını kullanabilmektir.
Gelecek kuşaklara bırakmak istediğim
birçok konu var. Öncelikle 78 kuşağı dediğimiz genel anlamıyla bizlerin
yaşadıklarını ele farklı açışlardan almayı düşünüyorum. Şimdi yaşadığımız zaman
dilimini anlatmayı düşünüyorum. Makale olarak yazıyorum. Romana dönüştürerek
yazmak, gelecek kuşakların bizleri rahat anlaması ve yorumlaması gerekir diye
düşünüyorum. Bir de yazdıkça kendimi daha huzurlu buluyorum. Geçmişte içimde
kalan bir duyguydu. Şimdi işi pratiğe döktüm. Zor süreçlerden hepimiz geçiyor,
bedel ödüyoruz. Emek, sermaye çelişkisi, sömürüsü, baskısı, ırkçılığı ve diğer
faktörlerini egemen güçler kurumlarıyla işleme koyuyor.
İnsanlara dokunmak güzeldir. Bir yazarın halkından ve halklarından
kendisini üstün görmemelidir. Onlarla
birlikte, sorunlarının çözümüne yardımcı olmalıdır. Yazarın iletişimi biraz
daha çoktur. Halka ve halklara öncülük etmelidir. Işık ve ses olmalıdır. Halka
ve halklarla iç içe olduğunda ister istemez yüz yüze olmakla birlikte
sorunlarına dokunuyor ve karşılıklı bir sıcak diyalog başlıyor.
– Yazıya saygı denilince ne
anlıyorsunuz? Nedir bu yazıya saygı, sizce nasıl olmalıdır?
– Yazıya saygı üzülerek belirtmem gerekir
ki, yaşadığım ülkede hiçbir zaman olmadı. Gerçekleri yansıtıyorsanız, sınıf
bilinci temelinde davranıyorsanız. Yazıyı yazanın soluğunu kesmeye
çalışıyorlar. Yasalarıyla, infazlarıyla, işkence haneleriyle, cezaevleriyle.
TC’nin dünüyle bugünü arasında hep var oldu.
Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, eğitim
sistemimizde bile bencillik var. Irkçılık var. Ben duygusuyla hareket et
mantığı beyinlere işletiyorlar. Basınıyla ve her türlü yayın organıyla bu işi
başarıyorlar.
Yazı yazana, özünde düşüncesini ifade edene
hemen bir engel vardır. Yazıya saygı bu bağlamda yoktur. İnsanları uykuya
daldıran, düşündürmeyen yazılar sermaye cephesinden hoş karşılanır ve teşvik
edilir.
Halk arasında bir söz vardır. ‘Geyik
sohbeti.’ Ülke ve dünya gündemine değinmeyeceksin. İşler tıkırında yazacaksın.
İktidar koltuğunda oturan diktatörde olsa yalakalık yapacaksın. Şu anki devir
bu devirdir.
Ülkemizde, 2018 yılından söz edelim:
Gazeteciler, yazarlar, edebiyat ve sanat alanında uğraşan kadınıyla, erkeğiyle
dört duvar arasındadırlar. Mahkeme kapılarındadırlar. İşinden atılmışları da
ekleyelim. Yazıya ve emeğe saygı yoktur.
12 Eylül 1980 askeri darbesiyle
Türkiye’de TC’ sisteminin bitirilmesine, Ilımlı İslam adında bir projeyi hayata
geçirmeye çalışan, köşe taşlarını oluşturarak, hepten geriye doğru sarmaya
başlayan bir işleyişe geçildi.
Yazma işi dün zordu bugün hepten
zorlaştı. Zaten yazıya, yazana saygı yoktu. Gericiliği, ırkçılığı hepten
oturtmaya yönelik çalışmalar vardır. Bedeli ne olursa olsun işimiz zoru
yenmektir.
– Hocam ben onu kastetmemiştim, farklı
bir perspektiften yaklaşmışsınız ama siz bir yazar olarak yazıya saygı konusunda,
edebi bir metne yaklaşım konusunda nasıl düşünüyorsunuz?
– Öykü ya da roman taslağı çıkartmadan
önce neyin üzerinde yoğunlaşacağımı evde, yolda yürürken, arkadaş çevremle
otururken, o anlık aklımdan geçen konunun şekillenmesini düşünürüm. Bazen bunu yanımda bulundurduğum not
defterine yazma ihtiyacı duyarım. Bazen de aklımın bir köşesinde kalmasını
sağlarım.
İlk yazıya başladığımda çekincelerim
çoktu. Etraftaki insanlar nasıl karşılar? Kaygısı taşıdım. İyi bir yazının
çıkması için öykü ve roman okumaya başladım. Benim derdim geleceğe
yaşadıklarımı aktarmaktı. Edebiyatın içeriğini taşımasını istiyordum.
Ne yazık ki çevremdeki ilerici,
devrimci, demokrat yazar arkadaşların desteğini alamadım dersem yanlış olmaz.
Bana göre bunlar bireysel çıkışlardır. Bizlerin bir yanı da şu olmalıdır. Eğer
sınıf bilinciyle hareket ediyorsak, birbirimize değmek zorundayız. İçimizden
iyilerini çıkarmalıyız. Kolektif çalışmalarımızı yoğunlaştırmalıyız. Hem
öğretmen hem de bir öğrenci olmalıyız.
Yazıya harcanan bir emek var. Bu emeğin
kitlelerle buluşması var. Bunları bireysel yollarla mücadele vererek bir ölçüde
başardım. Üstte yazdım. Kolektif çalışmalar yapmalıyız. Popüler edebiyatçı asla
ve asla yaratmamalıyız.
Kim ne der? Sorusunu kafamdan attım. Ben
halklara gerçekleri yazıp, sunmalıyım dedim. Yazmaya başladım. Zaman içinde
yazılarımdan dolayı benden çekinen arkadaşlarım oldu. Ummadığım insanların bana
kucak açtığını gördüm.
Yazılarımda zaman içinde farklı
halkların sorunlarına değindim. Geçmişte mücadele verdiğim, tanıdığım bazı
devrimci arkadaşlardan şöyle bir tepki aldım: Kürtleri fazla öne çıkarıyorsun.
Hırant Dink’in katledilmesinde yazdığım makalelerde bana çok soğuk bakan
insanlarım oldu. Bu bağlamda yaşadığımız coğrafyada kimlerin yaşadığını
bilmeyen çokça insanımız var. Yazdığım yazıya saygı göstermeyen, ırkçılık
tohumuna şöyle ya da böyle bulaşmış insanlarımız var.
Dernekleşerek ya da edebiyat grupları
kurarak yazma ve okuma atölyeleri oluşturmalıyız. İnsanları okumaya teşvik
etmeliyiz. Gerçekçi edebiyata yön vermeliyiz.
Başta demiştim; yazmak için bu ülkede
birçok neden var. Ben insanların anladığı halk diliyle yazmayı
önemsiyorum. Bu yazış biçimi karşılık
buluyor. Bir yazı ırkçılık kokmuyorsa o yazıya katılmazsanız dâhil saygı duyulması
gerekir diye düşünüyorum.
Ülkemizde edebiyatta daha çok yol
almalıyız. İlk önce insanların diline, kültürüne, ten rengine bakmamalıyız. El
ele vermeliyiz. Üretken, birleştirici, ileriye doğru hamleler yapmalıyız.
Marksim Gorki SSCB’ döneminde tüm
ülkelerdeki yazarları partinin emriyle bir araya getiriyor. Çalışmalar yapıyor.
Bizler niçin bir araya gelemiyoruz?
Geleceğiz.
– Makalelerinizden de anlaşıldığı üzere
edebiyat anlayışınızda toplumsal gerçekçi öğeler ağır basıyor. Biraz bundan
bahseder misiniz, edebiyat sizce nedir, siz nasıl yorumluyor, edebiyattan ne
anlıyorsunuz?
– Toplumdaki olaylar bana göre her
oynanan oyun bir tiyatroya benziyor. Senaryo hazırlanıyor. Oyunu oynayacak
kişiler belirleniyor. Oyunu yönetecek kişi belirleniyor. Aslında kişiler gerçek
yaşamda oyunu kademeli olarak yönetiyor.
Sömürüye ve talana dayanan bir devlet
yapısında gerçek edebiyat ile sanata yer yoktur. Gerçekçilik anlamında bir
yazar halkına ve halklarına karşı sorumluluğu vardır. Onları derin uykularından
uyandırıp, kendi kurtuluşunun nasıl olacağını yazıya dökerek anlatır. Yazar bir
anlamıyla eşitçiliğin, ortak yaşamın, paylaşımın ve diğer insani olan her şeyin
öncüsüdür. Gerektiğinde bedel ödemeyi göze alandır.
Sermaye kendi düzeninin bozulmaması için
kendi edebiyatını ve sanatını ortaya koyar. Bunların içi bomboştur. Tozpembe
dünyalar ortaya koyar. İnsanları gerçeklerden uzak tutar. Kaderciliği, boyun
eğmeyi öğretir. Sorgulamamasını ister. Bu dünyayı değil öbür dünyayı düşünmesi
sağlar. Satılık dediğimiz, halk arasında
bir deyim vardır. ‘Para için anasını bile satar.’ Yazarlardan söz ediyorum. Köşeyi
dönmek, rahat yaşamak için sermayenin ideolojisini yazısına döker.
Sermayenin geri kalmış, sömürge, yarı ve
yeni sömürge, feodal, buna benzer ülkelerinde yazarın işi çok zordur.
Öldürülen, cezaevine atılan, işkence tezgâhından geçen yazarlar dünden ve
bugüne uzanan yıllar içinde var olmuşlardır.
Kısacası sömürü çarkı döndüğü süre içinde yazarın dili, kültürü, ten
rengi ne olursa olsun bedel ödetiyorlar.
Sermayenin her türlü olanakları vardır.
Televizyon, internet ortamı, cep telefonu,
gazetesi, parasal gücünü de hesaba katmak gerekiyor.
Edebiyatı bir süsleme sanatına
benzetirim. Kişiler, doğa, hayvanlar ve diğer unsurlarda işin içine giriyor.
Malzemeyi iyi kullanmak gerekiyor. Kimi sadeliği seviyor. Kimi de kurguyu.
Yaşadığımız olaylar gerçektir. Dün ile bugün arasında yaşanılan tüm olaylar
aynıdır. Örneğin: Gasp, soygun, talan, zulüm, öldürme, cezaevi ve aklınıza ne
gelirse…
Teknoloji, bilim çalışmaları farklı olsa
da dünyada insanın barbarlığı ağır basar.
– Dünyayı çepeçevre kuşatan ağ da
sayısız internet sayfası, yine bir o kadar edebiyat sayfası var. Sizce iyi bir
edebiyat sayfası nasıl olmalıdır? Beğendiğiniz sayfalar var mı? Bunları neden
beğendiğinizi bize açıklar mısınız?
– İnternet üzerinden çalışma yapan
edebiyat sayfaları fazlasıyla vardır. Hepsi de var olma çabası yatmaktadır.
Dönem açısından edebiyat anlamıyla çok zordur. Sermaye var gücüyle bireysel
edebiyat yapın, düşününü savunuyor. Oysa benim düşüncem toplumsallık içinde
olmalıdır. Hem öğretmen, hem de öğrenci olmalıyız.
Pirtuk u Weje benim açımdan edebiyat
anlamında dönüm noktam oldu. Her hafta yazmadıkça içimde bir boşluk
hissediyorum. Öykü yanım eksik kalmıştı. Pirtuk u Weje ile tanışmamdan sonra
öykü yazmamı tetikleyen bir faktör oldu. Bana göre halkların buluşma mekânı
olarak görüyorum. Tanıdıklarımdan birkaçı “Bu yayını yapanlar Kürt herhalde
diyorlar.” Bende “ Olsa da olmasa da benim açımdan bir engel yoktur. Anadilinde
de yazıp çizmeliler. Ben Hemşinliyim. Bir anadilim var ama büyüklerimiz bu
sayfayı kapatmış, bizlerde asimilasyona uğramışız. Pirtuk u Weje’yi bir tür
dayanışma yeri olarak görmeliyiz. Halkların edebiyat bahçesi gibi…” Pirtuk u
Weje’deki emeği geçenleri tanımasam da, ortak paydalarımızın fazlasıyla
olduğundan dolayı rahatlıkla hareket ediyorum.
İnternet üzerinden yazışmalarımız olsa da aynı dili kullanıyoruz. Ezilen
halkların insanları, emekçileri, sanat ve edebiyatçıları birbirlerine daha çok
sıcak davranır. Pirtuk u Weje Kürtçe,
Türkçe ve diğer birkaç dilde yayın yapıyor. Bu hoşuma gidiyor. Geniş bir
çerçeveye anadiliyle hitap etmek her şeyiyle güzeldir. Emeğin Sanatı Dergisi
hoşuma gidiyor. Oradaki arkadaşlarda özverilidir.
En iyi edebiyat sayfası bana göre
edebiyatın her alanında uğraş veren emekçi yazarlardan bir kişi kendi
alanındaki yazıları ele almalıdır. Şiir, öykü, masal gibi… Bence daha iyi olur.
Bir de ülkemizin ve dünya üzerindeki edebiyatçıların dosyaları hazırlanması
diye düşünüyorum.
İnternet ağında gerçekçi edebiyata
yönelenler vardır. Edebiyatla uğraşmak sabır ve mücadele istiyor. Emek isteyen
bir üründür.
– Üretken bir kalem olmanızda
azınlıklara mensup olmanız, ana dilinizden uzak olmanız veya onu yeterince iyi
kullanamamanın verdiği dezavantajla ve sürekli bir şeyler anlatma ihtiyacıyla
karşılaşmanız arasında nasıl bir ilişki var?
-Ben bir Hemşinli’yim anadilim var
elbette. Aile içinde büyüklerimden insanları ateşe atma diye uyarı çok aldım.
Çünkü geçmişimi araştırırken belgelere dayandırıyorum. Örneğin benim
hatırladığım:
“1966 yılı ve 1980 arasında Türkiye
genelinde oturanlar, yazın bir ayında Hemşin Badara’da toplanırlardı.
Erkeklerden oluşan toplantıda önde üç kişi oturur vaziyettedir. Üş kişinin biri
en öndedir. Oradakileri yönetir.
Ölenin yerine arkasından gelen kişi
doldurur. Konuşulan konulardan biri şudur? Rusyadan gelen bir mektup vardır. O
okunur ve bir tasın içinde yakılırdı. Sonra mektup yazılırdı. Sovyet Sosyalist
Cumhuriyet Birliği ülkelerindeki akrabalarımızın. Hemşin’e gelmeleri istenir.
Hiçbiri bugüne kadar gelmedi. O mektubu getiren ve götürenin kim olduğunu
bilemedim.”
Egeden Hemşin’e adlı bir roman
hazırladım. Bir arkadaşıma verdim. Ben halletmeye çalışacağım diye. Sonuç şu
anda yoktur.
Halklar konusunda konuşulması gerekeni
ve insanca bir arada yaşamayı savunuyorum. Tehlikeli bir iş yapıyorum. Olsun.
Bu ülke coğrafyasında asimilasyonlar yaşanmasın. Bir arada yaşamanın,
paylaşmanın adımları atılmalıdır. Dillere ve kültürlere özgürlük olmalıdır.
Hemşince yazamadığım gibi konuşamıyorum.
Bu benim gücüme de gidiyor. Hemşince
yazı yazan siteler var. Masal kitapları da var. Hemşinceyi sökmem için
konuşulan yerde üç yıla yakın kalmam gerekiyor. O zamanda yazmadan kopmam
anlamına geliyor. Yaşta başını aldı koşturuyor. Bir anımı aktarmak isterim.
Çanakkale Özel E Tipinde kapalı görüşte babama:
“Hemşin
Badara’da evimizde erkekler üst katta toplanırdı. SSCB’den gelen bir
mektup okunur ve bir tasın içinde yakılırdı. Sonrada yanıtı yazılırdı. Çarlık
Rusya’sında çalışma alanları Kafkasya
ülkeleriydi. Konuştuğumuz dil Lazca mıydı?”
Babam şaşırmıştı.
“O günleri hatırlıyor musun?
Büyüklerimiz karar aldı ve bizlerde uyguladık. Irkçı olmayasınız diye sizlere
konuyu açmadık.”
Bende:
“Bir anne ile baba çocuğuna bizim
dilimiz asil, biz üstün ırkız derse o zaman ırkçılık olur. Bu iş sizde
biterdi.”
Bu konu biraz uzuncadır. Başka
zamanlarda anlatırsam iyi olur konuyu dağıtmama açısından iyi olur.
– Yeni bir blog sayfanız var. Öncelikle
başarılar dileriz. Nereden çıktı bu blog sayfası, bunun da serüvenini bize
anlatabilir misiniz?
-Şöyle başlamak istiyorum. Facebook da
bir kadın arkadaş bana:
“Yazıp, çiziyorsun bari sana bir sayfa
açayım. Geçmişte yazdıklarını buraya aktar” dedi.
Hoşuma gitti ve sayfayı kendisi açtı.
Adını ben “Yazmak Bir Tutkudur” diye koydum.
Ben de bu öneriyi kabul ettim. Blog
sayfa açma önerisi bir kadın arkadaşımdan geldi. Bildiğiniz gibi sayfayı oluşturduk. Burada geçmişte yaptığımız etkinlikleri, makalelerimi, şiirlerimi, fotoğraflarımı,
öykülerimi ve diğer etkinlikleri aktarıyorum. Ömrüm yeterse diyeyim! Yenilerini
de ekleyeceğim.
Amacım, hakkımda bilgi edinmek isteyen
olursa buradan bakabilsinler diyedir.
İletişimi nasıl kullanacağına bağlıdır
insanoğlunun. Ben de internet ortamını en iyi bir şekilde kullanmaya
çalışıyorum.
Söyleşi için bana zaman ayırdığınız için
teşekkür ederim. Sevgi ve saygıyla kalın.
– Teşekkür eder çalışmalarınızda
başarılar dilerim.
09.09.2018
Hüseyin
Habip Taşkın kimdir?
17.11.1960 Çayeli – Rize‘de doğar. 1963
yılında Bayındır İzmir’e babasının mesleğinin Hukuk Hâkimi olmasından dolayı
tayini çıkar, çocukluğunun ve gençliğinin bir bölümü bu ilçede geçerken ve 1976
yılında Balçova İzmir’e ailece taşınırlar. Ödemiş Endüstri Meslek Lisesi 1.
Sınıftan terktir.
12 Eylül 1980 askeri darbesi devamında,
1983 yılında Ödemiş Kapalı Cezaevinde ve Çanakkale Özel E Tipi Cezaevinde 1986
yılına kadar verilen cezasını çekmiştir. 2002 yılında olmayan bir partiden
yargılanıp, düşünce suçundan ceza almasıyla yaşamı daha farklı bir yöne
kaydığını görüyoruz. Toplam ara ara
cezaevlerinde yedi ya da sekiz yıla yakın Türkiye genelindeki cezaevlerinde
yatmıştır. On bir yıla yakın tuhafiye dükkânını işletip, kapatmak zorunda
kalmıştır.
Otel ‘joker’, Restoran ‘garson’ ve
taşeron firmasında, hastanede, birahane
ve alakart denilen yerde bulaşıkçı olarak çalışmıştır.
Çıkardığı Kitaplar:
İlk şiir kitabını yayınladı. “ Canımın İçi Bak Hele”
İkinci kitabı roman. “Kadın Olmak Zor “ İkinci baskıdır.
Üçüncü kitabı “Neydi Birlikte
Yaşadıkları”
Güney Kültür Sanat Ve Edebiyat Dergisi,
Ardıç Kuşu’nda Şiirleri yayınlanmıştır. Evrensel Gazetesi’nin ‘Hayat’ ekinde
öykülerinin yayınlanmıştır. Daha sonra Çoban Ateşi, Newroz Gazetesi’nde
makaleleri yayınlanmıştır.
İnternet üzerinden: Radikal Blog, Gezite.Org, Gomanweb Sitesi,
İzmirizmir.net, Sonsuzumut.Com, Gazete Esenler, Realitehaber.com ve diğer
sitelerde makaleleri yayınlanmıştır. Diğer internet sitelerinde de makaleleri
yayınlanmıştır. Pirtük Weje’de hikâye ve edebiyat üzerine makaleleri
yayınlamıştır.
Cezaevleriyle ilgili çıkan sanat ve
edebiyat dergilerinde: Eylül Tutsak Dergisi’nde öykü ve şiirleri
yayınlanmıştır. Ümüş Eylül Dergisi’nde şiiri yayınlanmıştır.Yazarevi Topluluğu
Derneği yönetimindedir. Ege 78’Liler
Sanat Ve Edebiyat kurucuları arasındadır. Evli olup bir çocuğu vardır.
Hüseyin Habip Taşkın’ın blog sayfası:
https://yazmakbirtutkudur.blogspot.com/
https://pirtukweje.wordpress.com/2018/09/20/yazar-hueseyin-habip-taskin-ile-soeylesi/
x
x
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder