20 Eylül 2018 Perşembe

YAZAR HÜSEYIN HABIP TAŞKIN ILE SÖYLEŞİ https://pirtukweje.wordpress.com/2018/09/20/yazar-hueseyin-habip-taskin-ile-soeylesi/



YAZAR HÜSEYIN HABIP TAŞKIN ILE SÖYLEŞI
Sayfamız yazarlarından Süleyman Deveci sordu, yazarlarımızdan Hüseyin Habip Taşkın siz değerli okurlarımız için yanıtladı. Benzer edebi söyleşilere ileride de yer vermeye devam edeceğiz. Ayrıca ulaşamadığımız yazar dostlarımız da benzeri bir yöntem izleyerek kıyıda köşede kalmış, adı sanı duyulmayan değerli insanlarımızın seslerini duyurmamızda yardımcı olabilirler.

Süleyman Deveci: – Yazı maceranız nasıl başladı, ne zaman hangi düşüncelerle kolları sıvayıp yazmaya koyuldunuz? Ayrıca bugüne kadar neleri yazdınız, neler yayınlandı? Gelecek planlarınız arasında neler var?

Hüseyin Habip Taşkın: – İlk denemem askerlikte oldu. Patlıcan, kabak, domates ile sistemi eleştiren bir yazı yazmıştım. Onbaşı arkadaşıma okuduğumda bana şunu söyledi:

“Porto sakıncalısın bunu ele geçirirseler kabak dolması yerine seni oyarlar.” Demişti.

Sakıncalı çavuştum ve en ufak boylusu da ben olduğumdan lakabım olan porto çavuşu bana takmışlardı.

Sanırım bin dokuz yüz seksen üç ile bin dokuz yüz seksen altı arası olması gerekiyor. Kültür Sanat dergilerinden birisine bir arkadaşımla yazmış olduğumuz şiirleri göndermiş, cezaevinde olduğumuzdan, okunması öne alınmıştı. Kısacası bize verilen yanıtta şiir konusunda mesafe alacağımız yolun uzun olduğunu böylelikle arkadaşımla birlikte görmüş olduk.

 Çanakkale Özel E Tipi cezaevinde yazmaya karar vermiştim. Yaşadıklarım ve duyduklarımı yazıya dökecektim.  Bu düşünce oluşsa da aradan geçen yıllar ve bin dokuz yüz doksan altıyı gösterdiğinde bir makale yazmıştım. Makaleden başka her şeye benziyordu. Duvar Gazetesinde yayınlanmıştı. ‘El yazısı” ile.

 Aziz Nesin bir televizyon programında, tam aklımda değildir:

“ Türkiye’de insanların çoğunluğu şiir yazıyor.”

Bende içimden:

“Benim neyim eksik? Bende yazarım”

Diyerek.  Elime kâğıt alır almaz yazmaya başladım. Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Ahmet Telli, Nevzat Çelik,  Orhan Veli ve bazı yazarların şiir yazış biçimlerini okuyarak inceledim.  Karalama yapıp yazdığım şiirleri ilk önceleri Güney Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisine yolladım. Yayınlanınca hoşuma gitti ve devam ettim. Ardıç Kuşunda sanırım iki ya da üç şiirim yayınlanmıştı.

Bir gün kadın arkadaşım bana:

“Habiş tanıdığım değerli bir öğretmen var. Saz çalıp aynı zamanda söylüyor. Ona gösterelim. Sana en azından yol gösterir.” dedi.

Lafı uzatmadan ilkbahar günüydü. Kadın arkadaşın balkonunda neskafelerimizi içerken, hocamda yazdığım şiirlerden birkaçına bakıyordu. Kadın arkadaşımla yüz yüze geldiğimizde gülüştük. Ne de olsa sınavdan ne alacağımdı? Okuma bittiğinde masanın üzerine okuduklarını bırakır bırakmaz:

“Dilin öyküye gidiyor. Bana kalırsa kısa öyküler yaz ve uzatmasını yap derim?”

İçimden:

‘Olur, mu hocam aslanlar gibi şiir yazıyorum.’

Neyse, olmayan bir davadan gözaltına alındık. İzmir Kırıklar F Tipi denilen yerde altı ay içinde şiir ve öykü çalışmalarım oldu. Ailemin getirdiği kitaplar ve cezaevinin içindeki kütüphaneden tedarik ettiğim kitapları okurken yazarın nasıl bir yazış yolu izlemiş ona bakıyordum.

Mahkememiz dışarıdan sürerken Canımın İçi Bak Hele adında bir şiir kitabı yayınladım. Kitleye nasıl ulaştıracağımı, acemiliğini yaşadım. Yanlış anlaşılmak istemem? Bir yazarın tanıdıklarına gidip ben kitap bastırdım demesi ve karşısındaki kişinin tavrı çok önemlidir. Çoğunlukla hüsran oldum.

Yayınevinin dağıtımı bence önemlidir. Türkiye’de kitap çıkarmak ve okuyucusuyla buluşmasını sağlamak ip atlamaya benzer.

Neyse, şiir kitabımın çıkması ve makale denemelerim. Birçok gazetenin köşe yazarlarını incelememdeki amaç şuydu:

“Elimde bir şiir kitabı var. Ben kimim ki, kitabımı alsınlar. Benim amacım geleceğe bir şeyler bırakmaksa, makale yazısı yazmalıydım.”

Böylelikle makaleye yazısına giriş yapmış oldum. E postamda yazmaya başladım. Önüme geleni e postama ekledim. Sonra başım ağrıdı.

“Vatan haini, manyak mısın? Beni niçin zor duruma bırakıyorsun?” Buna benzer yanıtlar alınca çoğunu isteği üzerine sildim. Hem keskin devrimcileri de. Bana Spam uygulayanlar oldu. Moralim hepten bozuldu. Bana göre yazım normal! Karşımdakinin ruh ve hali bambaşka olsa gerek. Yine de inadına yazmak dedim. Tökezlene tökezlene bugünlere geldim.

İzmir Kırıklar F Tipi Cezaevinden çıktığımda, eski devrimci arkadaşlarım benden kaçtılar. Adım Kürtçüye çıktı. İşsiz kaldım. Bu konulara başka zaman vakit ayıralım. Konu yönünü şaşırır.

Öykülerden oluşma bir dosyamı yazar arkadaşıma verdim. Bana:

“Bunları çivile, birbirine ekle, kahramanı en üste çıkar ve devam et.” Dedi.

Birkaç ayımı öyle aldı. Bir yandan pazarlarda, işportada zabıtalarla köşe kapmaca oynuyordum.

Sonrasında bir birahanede bulaşık işi buldum. Sigortam vardı. On iki saat olunca okumaya, yazmaya vakit ayıramadığımdan oradan ayrıldım.

Eski müdürüm beni sosyete bar kalap tarzı yerde bulaşıkhaneye aldı. O saat çalışıyordum. Orada vakit ayırabiliyordum. “ Burada da yaşanmış cümbüşlü yaşamım vardır.”

Evrensel Gazetesinin dört ya da beş kez Hayat ekinde makale yazılarım yayınlanmıştı.

Yazar arkadaşım en sonunda bana:

 “Kitap hazır.” dediğinde sevindim.

Okumamı istedi. Okudum. Birçok hata vardı. Kendisine söyleyince ilginç yanıt aldım. ‘Bir bildiği vardır’ diye düşündüm ama:

“Sen taşeron işçisisin. Bu yazış biçimin geçerlidir.”

Ben hepten şaşırdım.

Bu kez yönümü başka bir yayınevine çevirdim. Oradaki arkadaşımız.

“12 Eylül 1980 askeri darbesini çıkar, konu sadece kadınlar olsun. Çok eksiği var.” Dedi.

Kitabın adı Kadın Olmak Zor’du. İki derde bir arada kaldım. İlk yazar arkadaşa ayıp olur diye onun dediğini yaptım. İlk romanım eksiklikleriyle çıktı. Yayınevi, yazar arkadaşla konuşup halletmişlerdi. Ben matbaa ve kâğıt parasını ödedim.

Ege 78’liler Derneğine üyeydim. Onların aracılığıyla kitabımı tanıttım. Oradan Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformundan, fuar için cezaevinde yatmış biri olarak, konuşmacı oldum.

Bu katılım beni bir çıta daha öne taşıdı.

Neydi Birlikte Yaşadıkları adlı kitabımda aynı yazar üzerinden gittim. Öykülerin birleşiminden oluşmaktadır. Roman olarak ortaya çıktı.

Neydi Birlikte Yaşadıkları adlı kitabım özünde yayınlanmayacaktı. Şuanda İzmir Balçova’da oturmaktayım. Aklımda oluşan düşüncemi Balçova’nın 78’liler kuşağı olarak adlandırılan bizlerin geçmişte doğrularıyla, yanlışlarıyla, anılarıyla bir anlatım belgesel olarak ele almaktı. O günün farklı siyasi hareketlerinde olan arkadaşlara gidip:

“ Bir belgesel yapmak istiyorum. Tüm siyasi hareketlerin burada olan insanlarıyla bir araya gelip,  gelecek kuşaklara bizleri anlatan söyleşiler yaparak, ölen yoldaşlarımızı anarak bir yapıt bırakmak ve izleyenlerin bizlerin olumlu ve olumsuz yanlarını alıp bir değerlendirme yapmalarını amaçlıyorum.”

78’liler kuşağından birçok insanımızı ülke genelinde kara toprağa veriyoruz. Bizim kuşağımızı bölgesel olarak yaşatmaktı amaç ama aldığım yanıtlar bir gülmece mi? Kara mizah mı? Ne desem bilemedim?

“MİT gözetim altına alır.”

“Deşifre oluruz.”

“Çocuklarımız, ailemiz zor durumda olur.”

Yönümü çevirerek Neydi Birlikte Yaşadıkları romanımı hazırlamaya… Burada o günün aramızda olan devrimcilerini anarak bitirdim. Kitap çıktığında ilginç olanı ise:

“Bize söyleseydin birlikte hazırlasaydık.”

Benim yerime olsanız ne derdiniz? Ben güldüm…

Kitabımı yayınlayan yayınevinin Çobanateşi Gazetesinde, Düşünürler diye bir köşem oldu. Sonra adı Newroz Gazetesi oldu.

Cezamız kesilince düşünce suçundan hiçbir ülkeye sığınma talebinde bulunmadım. Bulunmadık. Manisa Özel E Tipi Cezaevinde Düşünürleri bırakıp açıktan ekonomik, demokratik, kültürel yazılara ağırlık verdim. Alanya Mahmutlar L Tipine hepimiz sürülmüştük. Gardiyanlarla sürtüşmemiz bolca oluyordu. Af Örgütünün kontrolündeydik.

Cezaevinden çıkınca Gazeteye yazı göndermeyi kestim.

İnternet üzerinden e postalara gönderdim. Gomanweb.net-org, Sosuzumut.com, Gezite.com, Radikal Blog. ‘Bir yıl sonra yazımı yayınlamadılar. Nedenini sorduğumda yanıt alamadım.’ Öfke ve Umut.com, Kırmızı Siyah Bilim Edebiyat Dergisi sanırım imkânsızlıklardan dolayı yedinci sayıda son makalemde yayın hayatını bitirdi. İzmirizmir.net, Gazeteesenler.com, Tarimorkamsendiyarbakir.com, Şuanda Realitehaber.Com’da makalelerim. Pirtuk u Weje’de edebiyat üzerine yazılan yazılarım. Birçok yerde aynı yazılarımın paylaşımı vardır.

Bugüne kadar yayınlananlar bunlardan oluşuyor. Sağlığım elverdiğince ya da birileri hedef tahtasına oturtmazsa yazmaya devam edeceğim.

Zor koşullarda yazıyorum. Olanakları zor olan bir toplumda yazıyorum. Baskının ve şiddet sarmalı bir toplumda yazıyorum. Çünkü her yazar bir taraftır. Ben emekçilerin, ezilenlerin, halkların yanında yer alıyorum. Bedel ödedim ve ödemeye devam ediyorum. Yazdıklarımdan sakınmıyorum. Ama benden çekinenlerde var. Asıl her kötülüğün başı benmişim gibi.

Yazmak kolay ama matbaada basmak zor! Kitleye ulaşması zor. Buda ayrı bir konu…

Söyleşiler yapmak istiyorum. Edebiyata ve sanata gönül verenlerin bir çatı altında kolektif çalışmalarını istiyorum. Benim istememle olmuyor.  Size bir anı düşüncemi anlatayım:

“Çanakkale Özel E Tipi cezaevinde yatarken aklıma bir ortak dergi ya da gazete çıkarmak geldi. Her siyasi hareketten bir kişi buraya yazı yazacak ve devrimcilerin birliğini sağlamayı hedefliyordum.”  Edebiyat alanında da aynı düşünceyi taşıyorum.

Burada bana yazı düzeltmelerinde yardımcı olan Ali Fuat Karaöz arkadaşıma teşekkür ederim.

– Günlük siyasi gündem ve gelişmelerle ilgili çok sık yazdığınız sosyal medyada göze çarpıyor, izleniliyor. Hatta bu yüzden caza da alıyormuşsunuz, kullanım yasağı veya yaptırımı gibi. Bu denli aktif faaliyet içerisinde kitap yazmaya nasıl vakit buluyorsunuz? Nereden geliyor bu yorulmak bilmez yazma enerjiniz?

– Türkiye’de yazı yazma malzemesi bol olan ülkelerden bir tanesidir. Makale, öykü, şiir, karikatür, tiyatro neye el atsanız etrafınızda bolca malzeme çıkar. Önemli olan kitlelere neyi vermek istediğinizdir. Uyutmak mı? Yoksa uyandırmak mı? Yazmak bu ülkede bedel ödemek anlamına gelir. Benim amaçlarımdan biriside ırkçılığı ortadan kaldırmak, halklar birbirine gerçek anlamıyla kardeşçe dokunabilsin, paylaşabilsin. Savaşa hayır diyebilsin. Sömürüye ve talana hayır diyebilsin. Zalimin önüne dikilsin.  Hep beraber birlikte yaşasın. Sınır mınır olmasın. Asker, polis olmasın. Silahlar, bombalar olmasın.

Yazdıklarımın ana temasının bir bölümünü yukarıdaki yazımda özetledim. Kaybedecek bir şeyi olmayanlardanım.

Sosyal medyada özellikle facebookta çok ceza alıyorum. Önemli olan internetin her alanını kullanabilmektir.

Gelecek kuşaklara bırakmak istediğim birçok konu var. Öncelikle 78 kuşağı dediğimiz genel anlamıyla bizlerin yaşadıklarını ele farklı açışlardan almayı düşünüyorum. Şimdi yaşadığımız zaman dilimini anlatmayı düşünüyorum. Makale olarak yazıyorum. Romana dönüştürerek yazmak, gelecek kuşakların bizleri rahat anlaması ve yorumlaması gerekir diye düşünüyorum. Bir de yazdıkça kendimi daha huzurlu buluyorum. Geçmişte içimde kalan bir duyguydu. Şimdi işi pratiğe döktüm. Zor süreçlerden hepimiz geçiyor, bedel ödüyoruz. Emek, sermaye çelişkisi, sömürüsü, baskısı, ırkçılığı ve diğer faktörlerini egemen güçler kurumlarıyla işleme koyuyor.

İnsanlara dokunmak güzeldir.  Bir yazarın halkından ve halklarından kendisini üstün görmemelidir.  Onlarla birlikte, sorunlarının çözümüne yardımcı olmalıdır. Yazarın iletişimi biraz daha çoktur. Halka ve halklara öncülük etmelidir. Işık ve ses olmalıdır. Halka ve halklarla iç içe olduğunda ister istemez yüz yüze olmakla birlikte sorunlarına dokunuyor ve karşılıklı bir sıcak diyalog başlıyor.

– Yazıya saygı denilince ne anlıyorsunuz? Nedir bu yazıya saygı, sizce nasıl olmalıdır?

– Yazıya saygı üzülerek belirtmem gerekir ki, yaşadığım ülkede hiçbir zaman olmadı. Gerçekleri yansıtıyorsanız, sınıf bilinci temelinde davranıyorsanız. Yazıyı yazanın soluğunu kesmeye çalışıyorlar. Yasalarıyla, infazlarıyla, işkence haneleriyle, cezaevleriyle. TC’nin dünüyle bugünü arasında hep var oldu.

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, eğitim sistemimizde bile bencillik var. Irkçılık var. Ben duygusuyla hareket et mantığı beyinlere işletiyorlar. Basınıyla ve her türlü yayın organıyla bu işi başarıyorlar.

Yazı yazana, özünde düşüncesini ifade edene hemen bir engel vardır. Yazıya saygı bu bağlamda yoktur. İnsanları uykuya daldıran, düşündürmeyen yazılar sermaye cephesinden hoş karşılanır ve teşvik edilir.

Halk arasında bir söz vardır. ‘Geyik sohbeti.’ Ülke ve dünya gündemine değinmeyeceksin. İşler tıkırında yazacaksın. İktidar koltuğunda oturan diktatörde olsa yalakalık yapacaksın. Şu anki devir bu devirdir.

Ülkemizde, 2018 yılından söz edelim: Gazeteciler, yazarlar, edebiyat ve sanat alanında uğraşan kadınıyla, erkeğiyle dört duvar arasındadırlar. Mahkeme kapılarındadırlar. İşinden atılmışları da ekleyelim.  Yazıya ve emeğe saygı yoktur.

12 Eylül 1980 askeri darbesiyle Türkiye’de TC’ sisteminin bitirilmesine, Ilımlı İslam adında bir projeyi hayata geçirmeye çalışan, köşe taşlarını oluşturarak, hepten geriye doğru sarmaya başlayan bir işleyişe geçildi.

Yazma işi dün zordu bugün hepten zorlaştı. Zaten yazıya, yazana saygı yoktu. Gericiliği, ırkçılığı hepten oturtmaya yönelik çalışmalar vardır. Bedeli ne olursa olsun işimiz zoru yenmektir.


– Hocam ben onu kastetmemiştim, farklı bir perspektiften yaklaşmışsınız ama siz bir yazar olarak yazıya saygı konusunda, edebi bir metne yaklaşım konusunda nasıl düşünüyorsunuz?

– Öykü ya da roman taslağı çıkartmadan önce neyin üzerinde yoğunlaşacağımı evde, yolda yürürken, arkadaş çevremle otururken, o anlık aklımdan geçen konunun şekillenmesini düşünürüm.  Bazen bunu yanımda bulundurduğum not defterine yazma ihtiyacı duyarım. Bazen de aklımın bir köşesinde kalmasını sağlarım.

İlk yazıya başladığımda çekincelerim çoktu. Etraftaki insanlar nasıl karşılar? Kaygısı taşıdım. İyi bir yazının çıkması için öykü ve roman okumaya başladım. Benim derdim geleceğe yaşadıklarımı aktarmaktı. Edebiyatın içeriğini taşımasını istiyordum.

Ne yazık ki çevremdeki ilerici, devrimci, demokrat yazar arkadaşların desteğini alamadım dersem yanlış olmaz. Bana göre bunlar bireysel çıkışlardır. Bizlerin bir yanı da şu olmalıdır. Eğer sınıf bilinciyle hareket ediyorsak, birbirimize değmek zorundayız. İçimizden iyilerini çıkarmalıyız. Kolektif çalışmalarımızı yoğunlaştırmalıyız. Hem öğretmen hem de bir öğrenci olmalıyız.

Yazıya harcanan bir emek var. Bu emeğin kitlelerle buluşması var. Bunları bireysel yollarla mücadele vererek bir ölçüde başardım. Üstte yazdım. Kolektif çalışmalar yapmalıyız. Popüler edebiyatçı asla ve asla yaratmamalıyız.

Kim ne der? Sorusunu kafamdan attım. Ben halklara gerçekleri yazıp, sunmalıyım dedim. Yazmaya başladım. Zaman içinde yazılarımdan dolayı benden çekinen arkadaşlarım oldu. Ummadığım insanların bana kucak açtığını gördüm.

Yazılarımda zaman içinde farklı halkların sorunlarına değindim. Geçmişte mücadele verdiğim, tanıdığım bazı devrimci arkadaşlardan şöyle bir tepki aldım: Kürtleri fazla öne çıkarıyorsun. Hırant Dink’in katledilmesinde yazdığım makalelerde bana çok soğuk bakan insanlarım oldu. Bu bağlamda yaşadığımız coğrafyada kimlerin yaşadığını bilmeyen çokça insanımız var. Yazdığım yazıya saygı göstermeyen, ırkçılık tohumuna şöyle ya da böyle bulaşmış insanlarımız var.

Dernekleşerek ya da edebiyat grupları kurarak yazma ve okuma atölyeleri oluşturmalıyız. İnsanları okumaya teşvik etmeliyiz. Gerçekçi edebiyata yön vermeliyiz.

Başta demiştim; yazmak için bu ülkede birçok neden var. Ben insanların anladığı halk diliyle yazmayı önemsiyorum.  Bu yazış biçimi karşılık buluyor. Bir yazı ırkçılık kokmuyorsa o yazıya katılmazsanız dâhil saygı duyulması gerekir diye düşünüyorum.

Ülkemizde edebiyatta daha çok yol almalıyız. İlk önce insanların diline, kültürüne, ten rengine bakmamalıyız. El ele vermeliyiz. Üretken, birleştirici, ileriye doğru hamleler yapmalıyız.

Marksim Gorki SSCB’ döneminde tüm ülkelerdeki yazarları partinin emriyle bir araya getiriyor. Çalışmalar yapıyor.

Bizler niçin bir araya gelemiyoruz? Geleceğiz.

– Makalelerinizden de anlaşıldığı üzere edebiyat anlayışınızda toplumsal gerçekçi öğeler ağır basıyor. Biraz bundan bahseder misiniz, edebiyat sizce nedir, siz nasıl yorumluyor, edebiyattan ne anlıyorsunuz?

– Toplumdaki olaylar bana göre her oynanan oyun bir tiyatroya benziyor. Senaryo hazırlanıyor. Oyunu oynayacak kişiler belirleniyor. Oyunu yönetecek kişi belirleniyor. Aslında kişiler gerçek yaşamda oyunu kademeli olarak yönetiyor.

Sömürüye ve talana dayanan bir devlet yapısında gerçek edebiyat ile sanata yer yoktur. Gerçekçilik anlamında bir yazar halkına ve halklarına karşı sorumluluğu vardır. Onları derin uykularından uyandırıp, kendi kurtuluşunun nasıl olacağını yazıya dökerek anlatır. Yazar bir anlamıyla eşitçiliğin, ortak yaşamın, paylaşımın ve diğer insani olan her şeyin öncüsüdür. Gerektiğinde bedel ödemeyi göze alandır.

Sermaye kendi düzeninin bozulmaması için kendi edebiyatını ve sanatını ortaya koyar. Bunların içi bomboştur. Tozpembe dünyalar ortaya koyar. İnsanları gerçeklerden uzak tutar. Kaderciliği, boyun eğmeyi öğretir. Sorgulamamasını ister. Bu dünyayı değil öbür dünyayı düşünmesi sağlar.  Satılık dediğimiz, halk arasında bir deyim vardır. ‘Para için anasını bile satar.’ Yazarlardan söz ediyorum. Köşeyi dönmek, rahat yaşamak için sermayenin ideolojisini yazısına döker.

Sermayenin geri kalmış, sömürge, yarı ve yeni sömürge, feodal, buna benzer ülkelerinde yazarın işi çok zordur. Öldürülen, cezaevine atılan, işkence tezgâhından geçen yazarlar dünden ve bugüne uzanan yıllar içinde var olmuşlardır.  Kısacası sömürü çarkı döndüğü süre içinde yazarın dili, kültürü, ten rengi ne olursa olsun bedel ödetiyorlar.

Sermayenin her türlü olanakları vardır. Televizyon, internet ortamı, cep telefonu,  gazetesi, parasal gücünü de hesaba katmak gerekiyor.

Edebiyatı bir süsleme sanatına benzetirim. Kişiler, doğa, hayvanlar ve diğer unsurlarda işin içine giriyor. Malzemeyi iyi kullanmak gerekiyor. Kimi sadeliği seviyor. Kimi de kurguyu. Yaşadığımız olaylar gerçektir. Dün ile bugün arasında yaşanılan tüm olaylar aynıdır. Örneğin: Gasp, soygun, talan, zulüm, öldürme, cezaevi ve aklınıza ne gelirse…

Teknoloji, bilim çalışmaları farklı olsa da dünyada insanın barbarlığı ağır basar.

– Dünyayı çepeçevre kuşatan ağ da sayısız internet sayfası, yine bir o kadar edebiyat sayfası var. Sizce iyi bir edebiyat sayfası nasıl olmalıdır? Beğendiğiniz sayfalar var mı? Bunları neden beğendiğinizi bize açıklar mısınız?

– İnternet üzerinden çalışma yapan edebiyat sayfaları fazlasıyla vardır. Hepsi de var olma çabası yatmaktadır. Dönem açısından edebiyat anlamıyla çok zordur. Sermaye var gücüyle bireysel edebiyat yapın, düşününü savunuyor. Oysa benim düşüncem toplumsallık içinde olmalıdır. Hem öğretmen, hem de öğrenci olmalıyız.

Pirtuk u Weje benim açımdan edebiyat anlamında dönüm noktam oldu. Her hafta yazmadıkça içimde bir boşluk hissediyorum. Öykü yanım eksik kalmıştı. Pirtuk u Weje ile tanışmamdan sonra öykü yazmamı tetikleyen bir faktör oldu. Bana göre halkların buluşma mekânı olarak görüyorum. Tanıdıklarımdan birkaçı “Bu yayını yapanlar Kürt herhalde diyorlar.” Bende “ Olsa da olmasa da benim açımdan bir engel yoktur. Anadilinde de yazıp çizmeliler. Ben Hemşinliyim. Bir anadilim var ama büyüklerimiz bu sayfayı kapatmış, bizlerde asimilasyona uğramışız. Pirtuk u Weje’yi bir tür dayanışma yeri olarak görmeliyiz. Halkların edebiyat bahçesi gibi…” Pirtuk u Weje’deki emeği geçenleri tanımasam da, ortak paydalarımızın fazlasıyla olduğundan dolayı rahatlıkla hareket ediyorum.  İnternet üzerinden yazışmalarımız olsa da aynı dili kullanıyoruz. Ezilen halkların insanları, emekçileri, sanat ve edebiyatçıları birbirlerine daha çok sıcak davranır.  Pirtuk u Weje Kürtçe, Türkçe ve diğer birkaç dilde yayın yapıyor. Bu hoşuma gidiyor. Geniş bir çerçeveye anadiliyle hitap etmek her şeyiyle güzeldir. Emeğin Sanatı Dergisi hoşuma gidiyor. Oradaki arkadaşlarda özverilidir.

En iyi edebiyat sayfası bana göre edebiyatın her alanında uğraş veren emekçi yazarlardan bir kişi kendi alanındaki yazıları ele almalıdır. Şiir, öykü, masal gibi… Bence daha iyi olur. Bir de ülkemizin ve dünya üzerindeki edebiyatçıların dosyaları hazırlanması diye düşünüyorum.

İnternet ağında gerçekçi edebiyata yönelenler vardır. Edebiyatla uğraşmak sabır ve mücadele istiyor. Emek isteyen bir üründür.

– Üretken bir kalem olmanızda azınlıklara mensup olmanız, ana dilinizden uzak olmanız veya onu yeterince iyi kullanamamanın verdiği dezavantajla ve sürekli bir şeyler anlatma ihtiyacıyla karşılaşmanız arasında nasıl bir ilişki var?

-Ben bir Hemşinli’yim anadilim var elbette. Aile içinde büyüklerimden insanları ateşe atma diye uyarı çok aldım. Çünkü geçmişimi araştırırken belgelere dayandırıyorum. Örneğin benim hatırladığım:

“1966 yılı ve 1980 arasında Türkiye genelinde oturanlar, yazın bir ayında Hemşin Badara’da toplanırlardı. Erkeklerden oluşan toplantıda önde üç kişi oturur vaziyettedir. Üş kişinin biri en öndedir. Oradakileri yönetir.

Ölenin yerine arkasından gelen kişi doldurur. Konuşulan konulardan biri şudur? Rusyadan gelen bir mektup vardır. O okunur ve bir tasın içinde yakılırdı. Sonra mektup yazılırdı. Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliği ülkelerindeki akrabalarımızın. Hemşin’e gelmeleri istenir. Hiçbiri bugüne kadar gelmedi. O mektubu getiren ve götürenin kim olduğunu bilemedim.”

Egeden Hemşin’e adlı bir roman hazırladım. Bir arkadaşıma verdim. Ben halletmeye çalışacağım diye. Sonuç şu anda yoktur.

Halklar konusunda konuşulması gerekeni ve insanca bir arada yaşamayı savunuyorum. Tehlikeli bir iş yapıyorum. Olsun. Bu ülke coğrafyasında asimilasyonlar yaşanmasın. Bir arada yaşamanın, paylaşmanın adımları atılmalıdır. Dillere ve kültürlere özgürlük olmalıdır.

Hemşince yazamadığım gibi konuşamıyorum. Bu benim gücüme de gidiyor.  Hemşince yazı yazan siteler var. Masal kitapları da var. Hemşinceyi sökmem için konuşulan yerde üç yıla yakın kalmam gerekiyor. O zamanda yazmadan kopmam anlamına geliyor. Yaşta başını aldı koşturuyor. Bir anımı aktarmak isterim. Çanakkale Özel E Tipinde kapalı görüşte babama:

“Hemşin  Badara’da evimizde erkekler üst katta toplanırdı. SSCB’den gelen bir mektup okunur ve bir tasın içinde yakılırdı. Sonrada yanıtı yazılırdı. Çarlık Rusya’sında çalışma alanları  Kafkasya ülkeleriydi. Konuştuğumuz dil Lazca mıydı?”

Babam şaşırmıştı.

“O günleri hatırlıyor musun? Büyüklerimiz karar aldı ve bizlerde uyguladık. Irkçı olmayasınız diye sizlere konuyu açmadık.”

Bende:

“Bir anne ile baba çocuğuna bizim dilimiz asil, biz üstün ırkız derse o zaman ırkçılık olur. Bu iş sizde biterdi.”

Bu konu biraz uzuncadır. Başka zamanlarda anlatırsam iyi olur konuyu dağıtmama açısından iyi olur.

– Yeni bir blog sayfanız var. Öncelikle başarılar dileriz. Nereden çıktı bu blog sayfası, bunun da serüvenini bize anlatabilir misiniz?

-Şöyle başlamak istiyorum. Facebook da bir kadın arkadaş bana:

“Yazıp, çiziyorsun bari sana bir sayfa açayım. Geçmişte yazdıklarını buraya aktar” dedi.

Hoşuma gitti ve sayfayı kendisi açtı. Adını ben “Yazmak Bir Tutkudur” diye koydum.

Ben de bu öneriyi kabul ettim. Blog sayfa açma önerisi bir kadın arkadaşımdan geldi.  Bildiğiniz gibi sayfayı oluşturduk.  Burada geçmişte yaptığımız etkinlikleri,  makalelerimi, şiirlerimi, fotoğraflarımı, öykülerimi ve diğer etkinlikleri aktarıyorum. Ömrüm yeterse diyeyim! Yenilerini de ekleyeceğim.

Amacım, hakkımda bilgi edinmek isteyen olursa buradan bakabilsinler diyedir.

İletişimi nasıl kullanacağına bağlıdır insanoğlunun. Ben de internet ortamını en iyi bir şekilde kullanmaya çalışıyorum.

Söyleşi için bana zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Sevgi ve saygıyla kalın.

– Teşekkür eder çalışmalarınızda başarılar dilerim.



09.09.2018

 Hüseyin Habip Taşkın kimdir?

17.11.1960 Çayeli – Rize‘de doğar. 1963 yılında Bayındır İzmir’e babasının mesleğinin Hukuk Hâkimi olmasından dolayı tayini çıkar, çocukluğunun ve gençliğinin bir bölümü bu ilçede geçerken ve 1976 yılında Balçova İzmir’e ailece taşınırlar. Ödemiş Endüstri Meslek Lisesi 1. Sınıftan terktir.

12 Eylül 1980 askeri darbesi devamında, 1983 yılında Ödemiş Kapalı Cezaevinde ve Çanakkale Özel E Tipi Cezaevinde 1986 yılına kadar verilen cezasını çekmiştir. 2002 yılında olmayan bir partiden yargılanıp, düşünce suçundan ceza almasıyla yaşamı daha farklı bir yöne kaydığını görüyoruz.  Toplam ara ara cezaevlerinde yedi ya da sekiz yıla yakın Türkiye genelindeki cezaevlerinde yatmıştır. On bir yıla yakın tuhafiye dükkânını işletip, kapatmak zorunda kalmıştır.

Otel ‘joker’, Restoran ‘garson’ ve taşeron firmasında, hastanede,  birahane ve alakart denilen yerde bulaşıkçı olarak çalışmıştır.

Çıkardığı Kitaplar:

İlk şiir kitabını yayınladı.        “ Canımın İçi Bak Hele”

İkinci kitabı roman.                “Kadın Olmak Zor “ İkinci baskıdır.

Üçüncü kitabı                         “Neydi Birlikte Yaşadıkları”



Güney Kültür Sanat Ve Edebiyat Dergisi, Ardıç Kuşu’nda Şiirleri yayınlanmıştır. Evrensel Gazetesi’nin ‘Hayat’ ekinde öykülerinin yayınlanmıştır. Daha sonra Çoban Ateşi, Newroz Gazetesi’nde makaleleri yayınlanmıştır.

İnternet üzerinden:  Radikal Blog, Gezite.Org, Gomanweb Sitesi, İzmirizmir.net, Sonsuzumut.Com, Gazete Esenler, Realitehaber.com ve diğer sitelerde makaleleri yayınlanmıştır. Diğer internet sitelerinde de makaleleri yayınlanmıştır. Pirtük Weje’de hikâye ve edebiyat üzerine makaleleri yayınlamıştır.

Cezaevleriyle ilgili çıkan sanat ve edebiyat dergilerinde: Eylül Tutsak Dergisi’nde öykü ve şiirleri yayınlanmıştır. Ümüş Eylül Dergisi’nde şiiri yayınlanmıştır.Yazarevi Topluluğu Derneği yönetimindedir.  Ege 78’Liler Sanat Ve Edebiyat kurucuları arasındadır. Evli olup bir çocuğu vardır.

Hüseyin Habip Taşkın’ın blog sayfası:

https://yazmakbirtutkudur.blogspot.com/


https://pirtukweje.wordpress.com/2018/09/20/yazar-hueseyin-habip-taskin-ile-soeylesi/ 

x

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DÜNYADA DİKTATÖRLERE İHTİYACIMIZ YOK!

  Dilimiz, kültürümüz,  birlikte yaşamaya engel değildir. Birbirimize düşman olmamıza neden olamaz. Birlikte paylaşabiliriz. Çünkü biz halkı...