Filenin içinde üç kesekâğıdı vardı.
İçleri doluydu. Birinde elma, diğerinde portakal, üçüncüsünde ne olabilirdi?
Soğan ya da patates olma ihtimali yüksekti. Fileyi, avuç içini çengel görevi
yaparak tutuyordu. Adımlarını eve doğru ağırdan atıyordu. Düşünceliydi ama neyi
düşünüyordu?
Tuhafiye dükkânının önünden geçerken
Seydi’nin sesiyle adımlarını hepten yavaşlattı:
“Hâkim Amca buyur gel; birlikte birer
çay içelim!”
Kararsız olsa da, biraz soluklanmayı
tercih ederek, tuhafiye dükkânından içeriye girdi. Kapı ağzının karşısında,
yünlerle dolu olan tezgâhın önündeki tabureye oturdu. Hal hatır sorulması kısa
bitti.
Çayları şişko Kerim getirmiş ve
gelmesiyle gitmesi bir oldu. Çaylar içilirken Seydi, ona çaktırmadan bakıyordu.
Çöken yüz hatlarını inceledi. Yılların yorgunluğu suratından okunuyordu.
Seydi, Hâkim Amcayı tanıdığında bu
kadar çökmemişti. O yıllar emekli olmuştu. Neden bu semte geldiğini?
Meslektaşlarının, ensesi kalınların yerleşim birimlerinde bir ev alıp
oturmadığını yıllarca düşünmüştü? Günler birbirini kovalarken Seydi büyüdü.
Evlendi çoluk çocuğa karıştı.
Tuhafiye dükkânını açtığında onunla
yakınlaşması zaman içinde oldu. Sonrada aradaki yaş farkına bakmadan arkadaş
oldular. Hâkim Amcanın iç dünyasındaki sırları böylelikle keşfetmeye başladığında
ona hayranlığı da arttı. Hâkim Amca akşamüzeri işçi kahvehanesine birkaç
saatliğine takılırdı. Garsonundan, ocakçısına, müşterisine hepsi onu Hâkim Amca
diye tanırdı.
Hâkim Amca Adliyede davası olana yol
gösterir, dilekçesini yazar, nasıl yol alacağını anlatırdı. Birçok davayı
avukatsız olarak bazı kişilere kazandırmıştı. Karşılığında para aldığı
duyulmamıştır.
Okey oynamayı çok severdi. Dudak
tiryakisiydi. Sigarası ağzından hiç düşmezdi.
Hâkim Amcanın evine adliyede sorunu
olan istediği zaman çat kapısının zilini çalıp, misafir odasında karşılıklı
koltuklara oturup konu hakkında konuşurlardı.
Seydi sessizliği dağıtarak:
“Ali amca ile Nilüfer’in kızı Selma
Hukuku tutturmuş. Senin meslektaşın sayılır.”
Hâkim Amca hafiften tebessüm etti.
Gözleri kapıya doğru sabitlenmiş durumdaydı. Seydi ona bakınırken:
“Bir sorun mu var?”
Hâkim Amca yüzünü ona çevirdiğinde:
“Selma’nın duygularını en iyi
anlayanlardan biri benim. İçi içine sığmıyor, her yöne taşıyordur. Düşüncesinde
birçok düşünce dolaşıyor.
Ben zor koşullarda okudum. Köyden
başkente geldiğimizde, bir semtte kahvehane açmıştık. Bizim ailenin gençleri
işletiyordu. Okul masraflarımı, oradan çıkardım. Aynı zamanda hemşerilerimizin
buluşma mekânıydı.
Selma’nın burada okuluna gitmesi büyük
bir avantajdır.
Asıl yaşamın inceliği dediğimiz,
düzenin iğrenç yüzünü yaşayarak, mesleğini uygularken net olarak görecektir.
Halk insanı olmak ya da puşt olmak ikileminde karar verme aşamasına geldiğinde,
yol ayrımını yapacaktır.
Hâkim, savcı olmak dışarıdan bakıldığı
kadar cazip bir meslek dalı olabilir. İşin içine girdiğinde utanma duygun varsa
iğrenirsin. Adalet dağıtıcıları bizler! Bizden öncekiler gerçekten adaleti
uyguladık mı? Yoksa formalite olsun diye bir süs bitkisi miydik? Neydik?”
Seydi onun konuşmasını böldüğünde:
“Adaletin adalet dağıtmadığını, çıkar
ilişkilerine dayandığını eşitliği, toplumsallığı savunan ağabeylerimizin
konuşmalarından biliyordum. Yaşamımda ilk defa kendi mesleğini eleştiren bir
tek seni tanıdım.
Gazetede yazılanlardan, televizyondaki
adli vakalarda yaşananları göz önüme aldığımda kurumsal şirket dediğimiz pekte
adil değilmiş.”
Hâkim Amca hafiften güldüğünde:
“Yasalar önünde her yurttaş eşittir.
Kitapta böyle yazılmış, gerçekten eşit midir? Hâkimlik yaptığım sürece bu gibi
soruların yanıtlarını aradım. Arada büyük uçurum var. Vicdanınız ne kadar
vicdanlıdır? Yoksa vicdanınız kaypak mıdır?
Diyelim vicdanınız var. İktidar
partisinden ya da koalisyon hükümetinden ve askeri darbelerde yukarıdan bir
emir gelir. Bu davayı falanca kazanacak!
Burada vicdan nerede? Firar etme olanağı var mıdır? Yoksa direnme
hakkını mı kullanacaktır? Karar vermek çok zordur.
Selma göreve başladığında pırıl pırıl
bir insan, heyecanlı mı heyecanlı olacaktır. Sonra ruh ve hali bağlı olduğu
makamla devamlı çelişecektir. Uysam mı? Uymasam mı? Bir ara, içinden
diyecektir. ‘Nerden seçtim bu mesleği?’ Kendisiyle her an boğuşacaktır. ”
Seydi gözlerini dikmiş ona
bakınıyordu:
“Bir soluklan! Birer çay daha içelim.
Memleketimden incileri konuşmaya devam ederiz.”
Çaylar söylendiğinde Hâkim Amca konuya
farklı bir açıdan girdiğinde:
“Benim branşım Hukuk Hâkimliğiydi.
Eşlerin boşanma işine bakarken, tapu ve kadastro anlaşmazlığına da bakardım.
İlk önce bir anımı anlatayım:
“Koalisyon hükümetinde A Partisinin
bir milletvekili bana bir aracıyla yazı göndermişti. Partimizin üyesi falanca
şahısın istediği yerden falan filan kayrılmasına… Cart ve curt. Denilmişti.”
Mide bulandıran neydi? Kardeşler
arasında bir miras davası görülüyor. Anne, baba toprağın altındadır. Kardeşler
mal mülk derdine düşüp en iyi yeri ben alacağım kavgasında başaktörleri
oynuyorlar. Çocukları, enişteleri, gelinleri, uzak akrabaları halkaya
eklendikçe kardeşlerin kavgası büyüyor. Sonrada jandarmalık oluyorlar. Adliye
koridorunda bana geliyorlar.
Bir mide bulandıranda? Devletin
bağımsız makamı bağımlı hale gelmiş, oyuncak olmuş! Gelip geçici vekil emir
veriyor. İkilem arasında kalmamı sağlıyor. Başka yere, en ücra köşeye gitmeyle
beni tehdit ediyor.
Ben de bildiğimi okudum! O şahsa
istediği yeri vermedim. En ücra tarlayı ona verdim. Değerli yeri hepsine
verecek halim yoktu. İki kişiye verdim.
Olay böyle olunca ben de sürülme
psikolojisiyle bir süreliğine baş başa kaldım. Ne yalan söyleyeyim. Ha bu gün
ha yarın derken, milletvekilliği seçimleri geldiğinde o şahıs adaylığını
koymamıştı. Ben de rahat bir nefes aldım.”
Seydi ona bakarken:
“Daha önce niçin anlatmadın? Adaleti
temsil eden o kadın heykelinin hasarlı olduğunu biliyordum. İlk ağızdan duymak
daha ilgimi çekti.”
Hâkim Amca kolundaki kol saatine
baktı:
“Adaleti temsil eden o figür var.
Sadece temsilidir. Bizim ülkemizde çivileri hepten çıkmış, yara bere içinde
kalmıştır. Adalet Adaletlikten çıkmış, ırzına geçilmiştir.
Yasaları yapanlar kendilerine sıra
gelince uygulamıyorlar. Aşağı tabaka nasıl uysun? Teknoloji her yönüyle
değişiyor, gelişiyor. Olanlar anında şap diye etrafa saçılıyor. Güvensizlik
başlıyor. Bozulmaya meyilli bir toplum yapısı ortaya çıkıyor.”
Selma içeriye girdiğinde konuşma
anında kesildi. Seydi:
“Hoş geldin. Hâkim Amcada burada.”
Selma Hâkim Amcanın elini öptükten
sonra:
“Hâkim Amca sen de eski kanun
kitapları var mı? Varsa bana verebilir misin? Anı olarak saklarım.”
Seydi konuşmayı bölerek:
“De gidi de! Kızım şimdilerde zırt
pırt kanunlar değişiyor. Maddeler keyiflerine göre çıkıyor. Sen biriktirmeye
başlarsan, ayrı bir ev kiralamak zorunda kalırsın?”
Selma konuşulandan hiçbir şey anlamaz.
Üzerinde toyluk tozları vardı.
Selma’da bir tabureye oturdu. Cıvıl
cıvıldı. Hâkim Amca onun moralini bozmak istemiyordu ama gerçeği de anlatmalıydı.
Ama nasıl bir yol izlemeliydi?
“Yaşadığın zaman dilimi geride çakılı
kalacaktır. İşe başladığın anda yaşamında derin çalkantılar, uçurumlar
olacaktır. Çelişkileri de, zıtlıkları da, doğruları da birlikte getirecektir.
Her olayın iç içe olduğunu göreceksin. Karar anında kararı hakkıyla verecek
olan sensin. Yüreğini dinleyeceksin. O da senin vicdanındır.
Karşına gelecek kim olursa olsun
küçümseme, makam sahibiyim diye havanı kötüye çekme. Karşındaki de bir
insandır.
Yıllardır karşıma birçok insan çıktı.
Konuşmalarında doğruluk payının ya da eksik yanının ne kadar olduğunu bilirdim.
Hiçbir zaman karşımdakini bozup atmadım. Gerekeni yaptım. Karşındaki kişinin
dili, kültürü, ten rengi de farklı olabilir.
İnsan olarak gördüğün sürece sorun olmaz.
İşine gelmeyene kalın çizgini
çekersin. Dalaşmaya gerek yoktur. Bu bir korkaklık değildir.”
Selma konuşulanları aklının bir
yerinde kayda alıyordu. Yalnız kaldığında ne demek istediğini anlayabilmek ve
yolunu çizmek içindi.
“Hâkim Amca biraz bulmacaya benzer
konuşma yaptın. Mesleğini yaptığından mutlu musun?”
“İstersen şöyle başlayayım! Şu anda
karşımda benim halim duruyor. Gençliğim duruyor. Taşıdığın tüm heyecanı geçmiş
zaman diliminde ben de taşıdım. İşe başladığımda karşıma bambaşka bir yaşam
çıktı. O anda bocalama dönemine girdim. Yolumu suyun akışına benzer bir
çözümlemeyle buldum.
Senin yapacağın; sadece onurunu koru!
Adalet dağıtacaksan yüreğini dinle. Yalnız her kanun maddesi doğru değildir.
Kişilerin çıkarlarına göre hareket eden birçok madde vardır. Onu da mesleğine
başladığında ilerleme sağladığında ne demek istediğimi anlayacaksın.
Anlattıklarımdan ürkme. Mesleğini yap ama yaşadığımız yerin adaletini iyi
gözlemleme yap!
Yasa güçlülerden yana olmamalıdır. Bir
insan zümresini kayırmamalıdır. Yasalar varsa ona en üst yöneticileri de uyması
gerekiyor. Ne yazık ki zaman diliminde yasa, kanun maddesi çıkarlar üzerinden
gidiyor. Güçlülerin egemenliğinden söz ediyorum.”
Sema konuşma karşısında kafası
karıştı. ‘Hâkim Amca ne demek istiyordu?’ Diye aklın
dan geçirdi.
Hâkim Amca Semaya baktığında:
“Meslektaşlarımın içinde malvarlığı
çok olan vardı. Nereden geliyordu bu bolluk? Çoğu orta halli ailelerin
çocuklarıydı. Haklarında araştırma yaptığım kişiler oldu. İki villası ve sahil
kenarında yazlığı olanlarla, dört, beş dairesi olan kişiler vardı. Alınan
aylıkla bunları alabilmek hayaldir. Buda mesleğin utanç tarafıdır.
Benim bunlar hakkında dava açmam
gerekirdi. Çok düşündüm ama bu işi kaldırıp kaldıramam arasında gidip geldim.
İşte adaleti sağlayan bir adam olarak karşınızdayım?”
Selma neredeyse okula gitmeyecek
duruma geldi. Kendini toparlar
toparlamaz:
“Hâkim Amca, yasalar var. Bence
şikâyet etseydiniz? Herkes yaptığının bedelini ödemelidir.”
Hâkim Amca gülümsedi ama:
“Ah be kızım! Aynı bensin… Dediklerime
inanmak istemiyorsun. Göreve başladığında araştırmacı ol! Bakıp görmeyenlerden olmayasın. Zamanla beni
anlayacağını umut ediyorum.
Seydi ile konuşmuştum. Sana da
anlatayım. Ceza Hâkimliğini, savcılığı istemedim. Sorumluluğu çok ağır. Yanlış
bir karar vermede karşındakini dört duvar arasında tüketirsin. Asıl anlatmak
istediğim; verilen cezalarda ilk önce kanun yapıcılar kendilerini
sorgulamalıdır. Kaçta kaçımız adaletin tartısına sadık kaldık?
Suçlu diye içeriye atılan kişinin,
güvenlik güçlerinin elinden geçerken, baskı ve zor kullanmayla suçu üstüne alan
sayısız insan var. Bizler bu gibi konuları sorgulamalıyız. Ağamsın, paşamsın
demeyle, el pençe durmayla bu işler olmaz.”
Selma hepten umutları suya düştü.
Gülümsedi ama gülümsemesinde bir tuhaflık vardı. İzin isteyerek oradan
ayrıldığında, Hâkim Amca başını hafiften öne eğdiğinde:
“Kızın hayalleri yerle bir oldu.
‘Adaleti bir zamanlar sağlayan adam bunamıştır’ diye düşünebilir? Hepimizin adaletten önce insan, doğa ve
hayvan sevgisine ihtiyacımız vardır.”
Seydi durgunlaştı ve birden:
“ Herkes adaleti kendi tekelinde
değerlendiriyor. Cezalar garibana kesiliyor. Güçlü olan parasını konuşturuyor.
Bu açıdan bakılırsa tükenmişlik, kokuşmuşluk adaletin terazisiyle yoluna devam
ediyor.”
Hâkim Amca ayağa kalkarak:
“Vakit kaybetmeden bende gideyim.”
Kapıdan çıkarken, bir anlık durdu.
Başını geri çevirdiğinde:
“Sana bir itirafta bulunacağım! Son
durakta bulunduğum makamda Hâkimliğimi yaparken, dosya alma yeri, daha doğrusu
dosyaların yeri benim odanın sağında ikinci odadaydı. Ben ara sıra gazoz, çay
içerken orada çalışanlara ısmarlıyordum.
Yıllar öyle ya da böyle geçse de,
emeklilik vakti geldi. Zamanında ayrıldım. Üç ya da dört ay bir boşlukta kalmış
hissine kapıldım. Avukatlığa başladım. Müvekkilimin dosyasını istemeye
gittiğimde, orada çalışanlardan Rıza, Şemsi ve diğerleri aynı lafı bana hep
kullandılar:
“Hâkim Bey çay ısmarlasana?”
Yaptıkları bir dilencilik örneğiydi.
Aklım ermedi! Yıllarca ben bu insanlara çay, kahve, meşrubat ısmarladım. Bir
gün Ayhan, Hikmet ve diğer avukatlar bana bir gerçeği açıkladılar:
“Dosyaların bulunduğu odadaki
çalışanlara, dosya arasına sıkıştırdığımız paraları veriyorduk. Bu iş sen
gelmeden öncede böyleydi. Adına çay parası deniliyor.”
Rengim değişti. Kendimi olduğum yerde
dönüyor hissettim. Enayi yerine koyulduğumu geçte olsa anlamıştım. Hani ben
insanları şıp diye tanıyan ben. Demek ki dosyaların olduğu odadaki çalışanları
tanıyamamışım.
Bu dosya paraları kimden çıkıyordu?
Müvekkillerden. Ben kesinlikle dosya paralarını onlardan almadım. Avukat ücret
tarifesine sadık kaldım.”
Seydi ona bakarak:
“Günümüzde nasıl?”
Hâkim Amca dudaklarını buruşturduğunda
başını salladı. Derinlere dalıp geldiğinde:
“Teknoloji değişse de insan beyni
kendisini yenilemiyor. Dün Rıza, Şemsi
ve diğerleri, bugün Hatice, Hülya diğerleri… Yukarısı aşağısı birbirinin
aynısıdır. Bir şeyler değişmeli ama eski kafa mantığıyla değil.”
Hâkim Amca dönen paslı çarkı
durduramadığı için kendisini sorumlu tutuyordu. Seydi sandalyesine oturmuş,
düşünce denizine dalış yapmıştı.
Adliye bildiğiniz adliyeydi. Sizlerin
anlayacağı şimdiki zamanda değişen bir şey yok! Çark, dostlar alış verişte
görsün hesabı, usul usul dönüyordu.
Hüseyin Habip Taşkın
07.07.2018
https://pirtukweje.wordpress.com/2018/09/04/oeykue-hueseyin-habip-taskin-hakim-amca/
https://pirtukweje.wordpress.com/2018/09/04/oeykue-hueseyin-habip-taskin-hakim-amca/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder