Hüseyin
Habip Taşkın
Öğrenciler
sınıfta sıralarına oturmuş, Gül öğretmenin konuşmasını dinliyorlardı.
Karatahtanın orta yerinde büyük harflerle, beyaz tebeşirle yazılmış olan
“büyüğünce ne olacaksın?” yazısı vardı.
Gül
öğretmen sıraların arasında ağır adımlarla yürüyor, kimi zaman duruyor,
öğrencisine karatahtada yazılmış olan soruyu soruyordu. Bir yandan dışarıda
yağan yağmur, bulutlanmış gökyüzünün hali güne eşlik ediyordu.
Sümüklü
Nihat sorulan soruya sinirli, elini kolunu dengesizce hareket ederken
konuşmasına devam ediyordu:
“
Babam yaylada koyunlarını, iki köpeğini, bir eşeğini emrinde çalışanı olarak
görürdü. Koyunlarına yön verirken “breh breeeehhh”, eşeğinin üstündeki semerine
oturduğunda, harekete geçmesi için “deh deeehhh”, köpeklerine ise “
hoooşşştuuun.” diye bağırırdı. Hayvanlar âlemini yönetirken kasılırdı. Elindeki
uzun ve kalınca sopasını gelişi güzel sallar, hiçbir hayvanına vurmazdı.
Benim
hedefim büyük çok büyük. İki kolu, ayakları olan, dilleri olup da birkaç
cümleden fazla kurmasını beceremeyenlerin, el pençe duranların başına geçip,
çocuk avuturcasına avutmaktır. Sonrasında malı götüreceğim.”
Gül
öğretmen olduğu yerde donmuş bir hali vardı. Kendisine geldiğinde:
“
Hale” diye bildi.
Ayağa
kalktığında etrafına gözleriyle kuşkuyla baktı:
“
Öğretmenim babamda sizin gibi bir öğretmendir. Açlıktan boğazımız kokuyor.
Evimizi idare edebilmek adına kafasını yoruyor. Yorsa ne yazar? Benim boğazım
kokmayacak! Randevu evleri açacağım. İşsizlere iş kapısı yaratacağım. Ekonomi
vergilerimle şaha kalkacaktır.
Parayı
parayla katlayacağım. Yüksek tabakanın elle gösterileni olacağım. Bu sayede
dokunulmazlığım olacaktır.”
Gül
öğretmeni havanın cıvıttığı bu günde ter basmıştı. İstem dışı ellerini masanın
üzerine koymasıyla, kendisinden geçti. Nasıl olduysa eliyle Kel Osman’ı işaret
etti. Ayağa kalkar kalkmaz ağırlığı ses tonundaydı:
“ Ey
kullarım! Elime geçirmişken sizleri yolmadan bırakmak bana yakışmaz.”
Gül
öğretmen konuşmaması için sanki ağzı mühürlenmişti. Kel Osman konuşmasını
dayıvari biçimde devam ediyordu:
“
İki ayaklı keklikler bundan anlar. Yaptıklarımın hesabını hiçbir güç benden
soramayacaktır.”
Hatice’nin
teni hafiften esmerdi. Kısa saçlıydı:
“
Müteahhitler makamıma gelecek ve hediyelerini verecekler. Boş alan kalmayacak,
gökdelenleri diktirme emrini vereceğim. Daha çok hediye verene kat sayısını
çoğaltacağım. İmara arazileri açacağım.”
Gül
öğretmen yerine geçip sandalyesine oturdu. Rafet söz almadan kısa sarı
saçlarıyla oturduğu yerden konuşmaya başladı:
“
Silah ve bomba fabrikaları kuracağım. İki, dört ayaklı canlıların ölmesi
umurumda olmaz. Tohumuna paramı verdim! Yerleşim birimleri işgal edilmiş beni
ilgilendirmez. Kadınların, çocukların ırzına geçilmiş; salla gitsin. Sakat
kalan olmuş, evleri başlarına yıkılmış; boş ver gitsin.
Babam
gibi tuhafiye dükkânında ömrümü tüketemem.”
Gül
öğretmen ayağa kalkıp öğrencilerine baktı:
“
Ben ben ben…” diyebildi.
“Gül
Gül Gül uyan artık… Saat onda taşeron firmasında iş görüşmesinde olacaksın!”
Diye annesi seslenmişti.
Gül
tarih öğretmeni olabilmek için zamanın birinde üniversite bitirmişti.
Üniversite bitirmek, diplomalı olmak, torpili olmamak psikolojisini bozmuştu.
29.02.2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder