13 Şubat 2020 Perşembe

YEŞİL ALAN TARİHE KARIŞIRKEN https://almanyalilar.com/2020/02/09/hueseyin-habip-taskin-yesil-alan-tarihe-karisirken/?fbclid=IwAR1hXmZuCQYAhmjnitamhkA9-pFngazF8mnOiJ9gDlrws2kHx4EFT0zU_qQ

Hüseyin Habip Taşkın

YEŞİL ALAN TARİHE KARIŞIRKEN
Yeşilli Alan Köy bir zamanlar adı üstünde yeşildi, ağaçlıktı. Havası temizdi. Yıllar ne çabuk geçti derken, kasabaya döndü. Tarım arazilerine evler yapılmaya başlandı. Köylü gelişmeden memnundu. Ev sahibi olacak ve paraya gömüleceklerdi.

Sihirli bir el sayesinde belediyelik oluverdi. Artık önüne gelen gelişi güzel ev yapmayacaktı. Kitaba göre hareket edilecekti. Tabii ki kitaptan hafiften sapma olabilirdi. O da birkaç kişi arasında sır olarak kalabilirdi. Kitabı gören olmadı. Kırmızı mı yoksa siyah kaplı mıydı? Orasını bilen yoktu.

Çiftçi kendisini emekliye ayırmış olmalı ki toprağa ekinini ekmedi. Tarım arazilerinin içine dörderli, beşerli, altışarlı, sekizer katlı binalar dikili verdi. Tarlasını müteahhitte veren mutluluktan uçtu. Sonrasında altındaki arabayı, evleri, paralarını ve yedek sevgililerini de konuşmaya başladı. 

Gelişme, modernleşme adına dip dibe, kıç kıça binalarla betonlaşma başını aldı, gitti.  

Ortalıkta yeşil kaldıysa, yeşile inat anında binayı belediye, müteahhit işbirliğiyle konduruveriyorlardı. Etrafa da ‘bakın biz yaptık mı böyle yaparız’ mesajını veriyorlardı.

Dışarıdan yabancılar gele gele apartman dairesi alan alanaydı. Böylelikle köylüler, ilçenin yabancıları olmuştu.

Aynı sokakta apartmanların kat sayıları birbirini tutmuyordu. Biri aya doğru çıkarken, diğeri cüce kalıyordu. Böyle iş nasıl olur? diye İnsanların kafası karışıyordu. Fazla sürmeden ortalığı pis bir koku aldı. Bu koku osuruk kokusu değildi. Rüşvet dilden dile kadınıyla, erkeğiyle, genciyle konuşulmaya başlandı.

Ev kadını Hatice komşularına:
“Bu devirde makam sahibi olacaksın anam. Sırtını şefkatli devlet ana ile babaya yaslayacaksın. Maaş bir yandan, cebe indirilenler bir yandan… Gel keyfim gel.”

Ev kadını Emine:
“Ah aaaahhhh! Benim oğlana dedim. Belediyeye gir diye. Man kafalı kime çekmiş, ne bileyim? Dur hele! Baba tarafına çekmiş olmasın?”

Konuşmalar olurken, yeni binalar dikilirken, Sokağın köşe başında bulunan evin üstüne, ev kondurulmuştu. Bu kondurma kitapta yazıldığı gibiydi.  Son aşamada oturma ruhsatı alınması, kitabına uydurulması için imza atacak bir yetkili gerekirdi. Yetkilinin ilk önce keyfi yerine gelmeliydi.

Halil oturum alabilmesi için yetkilileri bekliyor, bir yandan sigarasını içiyordu. Balkondan sokağa bakarken, cipin kaldırıma yaklaşıp, durduğunu izlemeye devam ederken, açılan kapıdan görevlilerin indiğini gördü. Sigarasını gelişi güzel elinden bıraktı. Hızlıca hareket ederek merdivenlerden aşağıya inmeye başladı.

Kapı ağzında yüz yüze geldiklerinde Halil:
“ İyi günler” dedi.

Kıvırcık siyah saçlı kadın ile ince uzun boylu, siyah kısa saçlı adam:
“ İyi günler” dedi.

Konuşma sırasında kadının adı Leyla, adamın adı Hamdi olduğunu öğrendi.

Leyla evin içinde dolaşmadık yer bırakmadı. Bir daha aynı yerlere girdi. Halil laf söylememek için kendisini zor tutuyordu. ‘Ağrısı var herhalde, birazdan bana patlama yapmasın?’ diye aklından geçirdi. O anda Hamdi yanlarından ayrılarak merdiven basamaklarından inip gitti.

İki sevgilinin baş başa kalmasına benzesede olayın seyri farklıydı. Leyla:
“Belediyede çalışan Vedat’a dua et! Yoksa seni burada bağırtırdım!”

Halil şaşkınlığını üzerinden hemen atınca:
“Hayrola sen belediyenin işkence timinden misin?”

Leyla söylenene aldırış etmedi. Sırıtarak kâğıdı imzaladı.

Leyla ile Halil birçok kez sokak aralarında, inşaat önlerinde karşılaştılar. Birbirlerini duyacak şekilde konuşuyorlardı. Leyla günün birinde:
“Aslanım! Bu düzeni ben bozmadım. Enayi takımı olan müteahhitler var ya! Dosyaların arasına paraları koyan onlardı.  İlk zamanlar yüzüm kızardı. “Olmaz” dedim.  “Kahvemi içersin” derlerdi.

Bende öyle olmaz böyle olur diye fiyatı artırdım. Yüzsüzlük böyle bir şeydi. Hiç biri bana ‘hayır’ diyemedi.”

Halil yaşamın farklı bir yüzünü şaşkınlık içinde canlı olarak dinliyordu.

İlçe yeşillikten, ağaçlıktan dönüştürülerek betonlaştırılmıştı. İnsanların oturup, konuşacağı, kaynaşacağı, çocukların oyun oynayacağı alanlar bir avuç para babasının mutluluğuna peşkeş çekilmişti. Yeri geldi mi, dalga geçercesine:
“Doğayı sev ve koru.” Derlerdi.

Kaç yıl geçti bilinmez! Halil ile Leyla bir marketin önünde karşılaşırlar.
“Kız emekli olduğun gibi ortalıkta alacaklılar varmışçasına kaçıp gittin.”

Leyla gülümseyerek:
“Aşkını mı ilan edecektin? Ben evlendim. Kocamın marketler zinciri var. Aileden oluşma Saadet Zinciri. Ben müteahhitlik yapıyorum. Karartılmaya Yüz Tutmuş kasabada.”

Halil söze girdi:
“Oooo sende dosya arasına bir şeyler koyuyor musun?”
“Vermez olur muyum? Paranın döndüğü yerde işler böyle dönüyor. Büyük oynamak için paraya acımayacaksın. İnsanı satın almanın ve iş yaptırmanın yolu bu işlerden geçer canikom.”
“Geçmişte bana bir şey söylemiştin; hatırlıyor musun?”

Leyla’nın başı eğikti:
“Enayi.”
İkisi birden gülmeye başladılar.

Leyla veda öpücüğü olarak Halil’in yanağından öptü. O da onu öptü. Arabasının kapısına geldiğinde Halil’e el salladı. El sallayarak o da karşılığını verdi.  Arabanın içinden pencereyi açıp bağırdı:
“Halil sakın bozulma; hep böyle kal!”
30.01.2020





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Acılarımız Ortaktır

 Her halkın acıları birbirine benzer. İnsanca yaşamak her bireyin hakkıdır. İnsanca yaşıyabiliyor muyuz? Kendimizi birey olarak sorgulamamız...