26 Kasım 2020 Perşembe
23 Kasım 2020 Pazartesi
21 Kasım 2020 Cumartesi
GECE YOLCULARI https://almanyalilar.com/2020/11/21/hueseyin-habip-taskin-gece-yolculari-1/?fbclid=IwAR0r1IyKlnVRq7fut30VhjTG1dfzLal7vZEnMR0etWiXt9-kbL5Kik9x6c4
Hüseyin
Habip Taşkın
Birol ana caddeden uzak olan dağın zirveye yakın yerinde gecekonduda ev yapımında mola verdiklerinde Yol arkadaşlarına:
“Benim
meşhur artistlerden daha çok fotoğrafımı siyasi polis çekmiştir.” Dedi.
Gülüşmeler
arasında Ayşe:
“Sadece
senin mi? Tüm mücadele içerisinde yer alanların fotoğrafları çekilmiştir.”
Konuşma
devam ettiği sırada, İlyas’ın üzerindeki giyim eşyalarına yürüdüğü topraktan
havalanan tozlar konmuştu. Yanlarına geldiğinde konuşulanları dinledi. Bir ara
Birol’a işaret ederek birlikte evin yapıldığı yerin kum yığınının olduğu yerde:
“Yarın
akşam Konak’ta afişleme var. Sende desteğe gideceksin. Kendini ona göre
ayarla.” Dedi.
Birol
itiraz etmedi. Görev görevdi. Neresi olursa geceye, gündüze bakmaksızın
giderdi.
Gecekonduda
bir aile evinde İlyas ile tarhana çorbasını yudumladığında, arka arkaya ekmeği
ısırarak midesine indiriyordu. Yemeğini yedikten sonra çayını içti. Yorgun olduğundan
erkenden yatağına yattı. İlyas aile evinde diğer yol arkadaşlarıyla ne
yapacaklarına dair konuşuyorlardı.
Yol
arkadaşları ‘gecekondularına gelen insan sayısının arttığını, gelenlerin
kontrollerinin elden kaçmaması’ için konuşuyorlardı. Gecekonduda belirli
noktalarda nöbetçiler vardı.
Sabahın
erken saatinde Birol kalktı. Elini yüzünü yıkadı. İnşaatları biten yerleri
dolaşmaya başladı. Olanaklar ölçüsünde yapılsa da, evlerin her yerinden
rüzgârın girip çıkması bir oluyordu. Kapılar, pencereler gelişi güzel yerlerine
oturtulmuştu. Kimi yerlerin iç ve dış kısımlarında sıva yoktu.
İlyas
Birol’a seslendi:
“Kahvaltı
hazır, karnımızı doyuralım. Buralarda ev ziyaretleri yapalım. Öğleden sonra
Konak’taki derneğe gideriz.”
Kahvaltı
yapılacak tek katlı duvarı sıvasız, tuğlalı eve doğru yürümeye başladığında
başını aşağıya doğru çevirdi. Körfezdeki masmavi su tabakasını gördü.
‘Manzarası da güzelmiş.’ Diye aklından geçirdi.
Akşama
doğru dernekte sayıca çoktular. Birol ve yol arkadaşları aynı afişlemenin
devamını Konak civarına yapmaya soğuk havanın ‘seni dondururum’ dercesine
meydan okumasına karşı akşam insanların olmadığı bir anda afişlemeye çıkarlar.
İzmir
Belediye binasının iskeleti son kata kadar yapılmıştı. Polis baskınında boş
binaya birkaç kişi girerek üst katlara kadar çıkan olurdu. Birol ikinci kattan
karşı binanın sol ve sağ köşelerini gözler, sağ taraftan ince ve uzun boylu
biri gelir. Yol arkadaşlarından birine benzetir. Başını biraz daha öne doğru
uzatır. Gelen kişi biraz daha yaklaşmıştır. Normal ses tonuyla seslenir.
Seslenmeden önce yanına Yol arkadaşlarından Ahmet gelir:
“ Ne
arıyorsun orada çabuk gel!”
Gelen
kişi hafiften koşmaya başlar, koşarken de:
“Operasyon
başladı mı?” der.
Birol
şaşkındır:
“Başladı
başladı çabuk yukarıya çık.” Der.
Birol
Ahmet’e dönerek:
“Çabuk
yukarı katlara çıkalım. Gelen Siyasi Polisin fotoğrafçısı, aynı zamanda parmak
izi alan kişidir.”
Ahmet
ile yukarı katlara doğru karanlık merdivenlerden hızlıca çıktılar. Çıktıkları
katta merdivenlerden sesin gelip gelmediğine baktılar. Bir saate yakın
çıktıkları katın her yerinde dolaştılar. Öyle bir yere geldiklerinde Birol
boşluktan aşağıya doğru çarpa çarpa inmeye başladı. Yakalanmamaları için
bağırmadı. İki kolunun yanlara açılmasıyla olduğu yerde sadece “ııııhhh”
diyebildi. Birol’un gücü tükenmekteydi. Bedeni titremeye başladı. Ahmet biran
durdu ve arkasına baktı. Birol yoktu. Geriye döndü sessizce:
“Birol
Birol neredesin?”
Bir
üst kattan inen yol arkadaşları bulundukları kata önlem amacıyla girdiklerinde
Ahmet ile karşılaşırlar. Olan biteni anlatır. Birol’u o katta aramak için
dağılırlar. Birol gücünü toplayarak “aaaahhh” diye sesini azda olsa yükseltir.
Sesi duyan o yöne gelir. Bir daha “aaahh” diye bağırır. Karanlığa gözleri
alışan yol arkadaşları Birol’un kollarından tutup, hızlıca yukarıya doğru
çekerek çıkarırlar.
Ayakta
duracak hali olmadığından yere uzatırlar; konuşmada zorlanır. Yol arkadaşları
aynı anda kollarına, ayaklarına, gövdesine masaj yaparlar. Yirmi dakika sonra
kendine gelir:
“Görmeseydiniz
eşek cennetine gidecektim. Boşluğu göremedim her tarafımı çarpa çarpa indim.
Yanlara açılan kollarım sayesinde kurtuldum. Genişlik biraz daha olsaydı eğer,
zemine inerdim. Sayenizde Azrail’e çalım attım. Her yanım ağrıyor.”
Birol’un
kollarına girerek yavaştan ayağa kaldırdılar. Kollara, bacaklara, gövdeye masaj
tekrar başladı. Acı beynine vuruyordu. Bağırmak istiyordu ama bağıramıyordu.
Kollarına
iki kişi girerek merdivenlerden yavaş yavaş iniyorlardı. Gözcüler hızlıca zemin
kata indi. Dışarıda köşe başını tutan gözcüler gelecek olanları bekliyorlardı.
Zemin kata iniş yavaş oldu. Dışarıya çıkıldığında köşe başına kadar iki kişinin
kolunda gitti.
Köşe
başında ayrılanlar oldu. Üç kişi Birinci Beylerdeki derneklerine doğru
yürüdüler. Yolun belirli kısmında kollarından tutan yoktu. Apartmanın giriş
kapısına geldiler. Karşılarında İkinci Beylere giden yol vardı.
Dış
kapı açılır açılmaz içeri girildi. Asansöre binip en üst kata çıkıldı. Derneğin
kapısı açılır açılmaz Birol masanın üzerine çıkıp uykuya daldı.
O
günden sonra üç dört gün evinde ağrılar içinde dinlenmeyle geçirdi. Babasına,
annesine olanları anlatmadı.
Derneğe
gittiği gün tekrardan afişleme Konak’ın Konak Pier ve Konak Belediyesi’nin
bulunduğu alan yapılacaktı. Birol tüm ısrarlara rağmen gece afişlemeye katılmak
için dernekte kaldı.
Birol ve yol arkadaşları mücadelelerine bağlı
insanlardı. Hastada olsalar eyleme gitmemezlik yapmıyorlardı. Ekmeklerini,
cebindeki paraları bile paylaşıyorlardı.
Gece
Konak civarına iki koldan afişleme yapılıyordu. Bu gece hava ne soğuk nede
sıcaktı. Birol deniz kenarında gözcülük yapıyordu. Belediye Binası inşaatının
yakınlarına geldiğinde düşünceye daldı. ‘Yaşamım neredeyse burada bitecekti.’
Yüzünü denizden tarafa çevirdi. Karanlıktan başka bir şey gözükmüyordu.
İkinci
grup gözcüsünün binanın arka tarafından sesi geldi:
“Baskın
yedik.”
Belediye
Binasına doğru koşmaya başladılar. Yedi kişi binaya girdi. Birbirlerinden
ayrıldılar. Birol Halil ile birlikte Belediye Binasına girdiklerinde zemin
katta bulunuyorlardı. Ortası boş alanın yanından beton üzerinden yürüyerek en
sonda deniz tarafında bulunan iki kolon duvarın arasına ikisi çömelerek
otururlar, rahat edemezler. Karşılıklı ayaklarını kendilerine çekerek dizleri
yukarıda kalır.
Soluklar
tutulmuştur. İki kişinin sesi duyulmaktaydı. Birinin sesi:
“Sizi
gördük hadi çıkın oradan yoksa canınızı yakarız.”
Diğer
ses:
“Burada
yoklar!”
Birol’un
başı hafiften kolonu geçer geçmez, çekmesi bir oldu. El fenerinin ışığı
yanlarına kadar gelmiyordu. Yanlarına bir taş atıldı. İlk önce konuşanın sesi
geldi:
“Gidelim
buradan pisipisine gitmeyelim.”
Sessizlik
oldu. Beş dakika sonra baktıklarında ortalıkta kimsecikler yoktu. Kendilerine
pusu kurulmuş olabilir düşüncesiyle yerlerinde öylece duruyorlardı. Halil’in
sesi kısık:
“Baktığında
ne gördün?”
Birol
aynı ses tonuyla:
“
Bir tanesini Kemeraltı Karakolundan tanıyorum. İnce uzun boylu sarı kısa
saçlısını. Çoban Ali ile aynı afişi yaparken bir geceliğine misafir etmişlerdi.
Tanıdığım
polis, hani anlatmıştım oymacı, feneri yüzüne doğru tutuyordu. Tam net
gözükmüyordu ama siması onundur. Yakalandığımızı bir düşün? Hangi tezgâhtan
geçirirdi bizi bilemem?”
Denizden
kayıkçı motoruna benzer ses duyuldu. İyice yaklaşınca ışıklarını yaktı.
Tuğlaların boşluk olanların arasından ışık içeriye yansıyordu. Birbirlerine ‘ne
oluyor?’ diye bakındılar.
Yukarıda
dolaşan helikopterin ışığı, içeriyi hepten aydınlatıyordu. Sesi de geliyordu.
Birkaç kez binanın çevresinde döndü. Sonrasında sessizlik oldu. Yerlerinden
kıpırdamadılar. Halil:
“Operasyon
yaparlar mı?”
“Düşünmek
istemiyorum! Zevk alarak bizi öldürürler.”
Gökyüzü
ağırdan aydınlanıyordu. Kol saatine bakan Birol:
“Saat
yedi buçuğa geliyor. Geceden beri çişim var. İşeyeceğim.”
“Benimde
var. Arka kolonun arasına işeyelim sırayla.”
Rahatlamış
olarak sessizce aynı şekilde oturuyorlardı. Saat dokuz olduğunda gececilerin
gittiğini yerine sabahçıların geldiğini konuşarak çıkmaya karar verdiler. İlk
önden hızlıca çıkan Birol oldu. Deniz kenarına inşaatın uygun yerinden indi.
Önde boş duran masanın sandalyesine oturdu. Halil arkasından ayrı bir masaya
geçti. Canları çay içmek çektiysede ortada garson yoktu. Karşılıklı konuşarak
evlerine gitmeyi uygun buldular. Birol aşağıya Halil yukarıya doğru normal
adımlarla yürüyerek uzaklaştılar.
Bir
gün sonra afişe çıkan arkadaşlarıyla dernekte bir araya geldiklerinde, Sahil
Güvenlik ve Helikopter işbaşındaymış… İnşaatta bulunanları, varyantın camiye
yakın yerinden izlemişlerdi. Yakalanıp
infaz edildiklerini de düşünce olarak konuşmuşlardı.
Mücadelenin
sıcaklığı eylemden eyleme her zaman yerini koruyordu.
01.11.2020
14 Kasım 2020 Cumartesi
AMERİKAN SEÇİMLERİNDEN YANSIMALAR https://almanyalilar.com/2020/11/13/hueseyin-habip-taskin-amerikan-secimlerinden-yansimalar/
Hüseyin Habip Taşkın
AMERİKAN
SEÇİMLERİNDEN YANSIMALAR
Amerikan
seçimleri oldu. Joe Biden ile Donald Trump düzen siyasetçiliği yapmaya devam
ediyorlar. Bir anlamıyla kendi ve dünya halklarını kandırmaya devam ediyorlar. Donald
Trump neyi değiştirdi? Joe Biden koltuğuna oturduğunda neyi değiştirecektir?
Yoktur
birbirlerinden farkı ikisi de aynı malın ürünüdür. Joe Biden oyların
çoğunluğunu elde ettiğine göre, dünya halkları savaşsız, sömürüsüz yeni bir
yaşama mı başlayacaklar?
Barack
Obama’nın seçim yarışında Türkiye basınında genişçe yer verilmişti. 4 Kasım 2008 tarihinde Başkanlık koltuğunu
garantileyen oyları almıştı. Hakkında ne denilmişti? “Müslüman Başkan.”
“Müslümanlar rahat bir nefes alacaktır.” “Barış gelecektir.” “Ortadoğu savaş
alanı olmayacaktır.” Cümleler sıraya koyulmuş gidiyordu.
O
dönemde bir yazı yazmıştım ve konuşmalarımda: Barack Obama’nın ten rengi siyahtır.
Müslümanda olabilir ya da olmayabilir. Amerika’nın dış politikasında kan ve gözyaşı
vardır. Müslüman olsa da emperyalist ideolojiyi almıştır. Kendi ideolojisinin
dışına çıkamaz, çıkarsa ölümüne kadar gider, kendi derin devleti bu işi yapar
demiştim.
Gelelim
Ortadoğu’da savaşlar, suikastlar, işgaller devam ederken, iktidara getirdikleri adamlarını işlerine ters
düştüğü anda kellesi alınıyor. Bu hakkı kendilerinde görüyorlar.
Barack
Obama’nın ideolojisi neyse Joe Biden ile Donald Trump’ta aynısını taşıyor. Halk
arasında düzen partileri diyoruz. Demokrat, Muhafazakâr, Cumhuriyetçi ve hangi
ismi kullanırsa kullansınlar kendi düzen politikalarını güderler.
Joe
Biden Erdoğan ile arasının soğuk olduğunu basından öğreniyoruz. Birbirlerinden
ayrılamazlar. Danışıklı dövüş devam ediyor. Halk muhalefeti yükselirse ortalığı
yumuşatma adına Erdoğan’a yol verirler.
Nede
olsa Amerika’yla tüm yapımızla içli dışlıyız. İcazet almaların açık adresini 12
Eylül 1980 askeri darbesinden sonra kurulan partilerde Amerika’ya yolcu
olanları ve sonrasında da gördük. Acaba neden?
11.11.2020
11 Kasım 2020 Çarşamba
9 Kasım 2020 Pazartesi
GECE YOLCULARI https://almanyalilar.com/2020/11/09/hueseyin-habip-taskin-oeykue-gece-yolculari/?fbclid=IwAR04GNKRetl0sBB5gvMBBupGTbn5meYpjkiXibknfrvG9puCil0oWRk_xZ8

Birol
ve yol arkadaşları soğukların ‘ben geliyorum’ dediği gecesinde afişlemeye
çıkmışlardı. Varyant dedikleri yerde afişleme yapılırken, sıra halinde dizilmiş
tek katlı dükkânlardan oluşan, dış cephesi kanarya sarısına boyanmış yerde iki
dükkânın ışıkları beliriyordu. Sokak
lambaları ana caddeyi yeterince aydınlatmıyordu.
Takım
elbiseli, gömlekli, gömleğin üzerinde hafiften lacivertimsi kravatıyla,
ceketiyle Birol gözcülük yapıyordu.
Karanlığın
sessizliğinde sokakta başıboş gezen köpeklerden birkaçı grup halinde
yanlarından geçip, gözden kayboldukları anda karşıdan gelen beyaz Renault arabayı
görünce:
“
Aynasızlar, aynasızlar…”
Diye
bağırdığında afişlemeyi yapanlar sokak aralarına daldıklarında, Birol beyaz Renault
arabanın yavaşça geçişini izledi. Gözden kaybolunca afişleme yapanlara haber
verip, kaldıkları yerden, tahtadan yuvarlak uzunca telefon direklerine ve
elektrik beton direklerine afişlemeye başladılar. Ara sıra apartman duvarları
da afişlemeden payına düşeni alıyordu.
Resmi
polis dolmuşu uzaktan gözükünce Birol:
“Aynasızlar…”
Diye
bağırıp, afişleme yapanların sokak arasına girmelerini izledi. Bir yandan Resmi
polis dolmuşuna bakıyordu.
Belirli
zaman içinde afişlemeye başlandı. Çok geçmeden Polis arabalarının sayısı artmış
olarak geliyordu. Birol:
“Aynasızlar…”
Diye
bağırdı. Arabalardan çıkan polisler sokak aralarına girmeye cesaret edemediler.
Etrafta dolanarak boy gösterisinde bulundular. Sonrasında arabalarına binip
gittiler.
Afişlemeye
‘devam etmeme’ kararı aldıklarında Çoban Aliyle birlikte varyantın kenarındaki
eski Rum, Ermeni, Yahudi mahallelerinden geçerek Milli Kütüphanenin arka
kısmına gelmişlerdi. Mahalledeki evler kimileri iki katlı ya da tek katlıydı.
Bahçeli ve bahçesizdi. Bazı yerlerin yolları yokuş aşağıya dikti. Daracık
sokakları birbirine bitişik yerleşimiyle ayakta kalabilmenin mücadelesini
veriyor görünümüne sahipti. Bu yere Damlacık deniliyordu.
Önlerinde
Resmi Renault
arabası durduğunda, yürümelerine devam ettiler. Şoförün yanındaki polis
oturduğu yerin kapısını açarak dışarıya çıkıp:
“Beyler
bir dakika bakar mısınız?” dedi.
İki
yol arkadaşı durup sesin geldiği yöne baktılar. Birol:
“Buyurun
memur bey bir şey mi istediniz?”
Polis
nüfus cüzdanlarını istedi. Bakıp, geriye verdi:
“Nereden
geliyorsunuz?”
Birol:
“Kız
arkadaşlarımızı evlerine bıraktık. Açık bir lokanta bulup işkembe çorbası
içeceğiz.”
Polis
Birol ile Çoban Ali’ye bakıp:
“Gece
fazla sokakta kalmayın, evinize gidin.” dedi
Birol:
“Teşekkür
ederim memur bey.” Dedi.
Yürümeye
başladılar. Şoför polis bağırmaya başladı:
“ O
konuşan Yukarı Semtin komünistidir. Sakın bırakma…”
Birol
Çoban Aliyle yüz yüze gelir, fakat konuşmazlar. Birol:
“
Memur bey siz beni birine benzettiniz. Elhamdülillah Müslümanım ve Ülkücüyüm.
Komünist mi? Allah göstermesin.”
Arada
kalan polis Şoför polise dönerek:
“Bey
efendi komünistte benzemiyor.”
“Komünisttir
o…”
Arka
koltukta Birol ile Çoban Ali oturmakta ve araba Kemeraltı polis Karakoluna
doğru gitmektedir. Arabanın içinde de ‘Komünistsin’, ‘değilim’ tartışması
sürmektedir.
Karakola
geldiklerinde Bekçi ile polis gelenleri kendi kayıtlarına almışlardı. Şoför
polisin yanındaki uzun boylu, sarı saçlı polis Çoban Ali ile Birol’un yanına
geldi. Çoban Ali’ye:
“Nüfus
cüzdanını versene?”
Sakince:
“Benim
nüfus cüzdanım yoktur.”
Polis
başını sallarken, ellerini yumruk haline getirmişti:
“Milli
Kütüphanenin arkasında bakmıştım.”
Çoban
Ali:
“Memur
bey bugün çok yorulmuşsunuz. Biraz dinlenseniz!”
Birol
araya girer:
“Memur
bey siz benim nüfus cüzdanıma baktınız.
Arkadaşım evinde unuttuğunu size söylemişti.”
Polis
geriye dönüp hızlıca gitti. Birol yanmayan sobaya bakıp:
“
Sobanın yerine birazdan bizi tutuşturacaklar.”
Çoban
Ali sırıtarak:
“Acayip
olan nüfus cüzdanımı lime lime etmişim. Ara pencerenin boşluğundan kayıplara
karıştı. Bunun üzerine dayak yerim. Eh! Sende yersin.”
Giden
polisin geriye geldiğinde elinde kriko olduğunu gördüklerinde hafiften ürktüler
ve Çoban Ali fısıltıyla:
“Vurmasına
izin vermeyeceğiz. Karşılık vereceğiz.”
Bekçinin
sesi duyuldu:
“Nereye
hiddetli gidiyorsun? Onlar bize zimmetlendi. Dışarı çık.”
Çoban
Ali ile Birol şaşırdı. Karakol polisi:
“Söyleneni
duymadın mı? Sana güle güle…”
Bekçi
ikisine dönerek:
“Burada
siyasileri dövmüyorlar. Sabah Karakol Komiseri gelecektir. Bağırıp çağırsa da
biz yapmadık; etmedik deyin. Bırakılırsınız.”
Gecenin
ilerleyen saatinde iki tas çorba geldi. Çoban Ali ve Birol hızlıca ekmek ile
çorbayı midelerine indirdiler. Bulundukları yer eski bir Rum eviydi.
Merdivenden ikinci kata çıkarken sağdaki odayı nezarethane olarak
ayarlamışlardı. Zemini tahtaydı. Aralıklı demir pencerelerden cadde
gözüküyordu.
Gecenin
geç vaktinde yere uzanarak uyumaya çalıştılar ama havanın soğumasıyla uyumaları
bölünüp duruyordu. Gecenin bir vaktinde on beş yaşlarında, siyah saçlı erkek
çocuğunu getirip yanlarına bıraktılar. Kısa tanışmadan sonra uyumaya
çalıştılar, soğuk hava izin vermedi. Odanın içinde konuşmaya başladılar.
Getirilen çocuğun ismi Namık idi. Meraklı birine benziyordu. Durmadan sorular
soruyordu. Bir ara:
“Devrimcisiniz
değil mi?”
Çoban
Ali ciddiyetini koruyarak:
“Biz
Ülkücüyüz.”
“
İnanmam! Devrimcisiniz.”
Birol
araya girerek:
“
Bana bak! Başımızı belaya sokma, yoksa bu işin sonu kötü olur.”
Uzunca
konuşulmadı. Bir ara kapı açılıp Namık dışarı alınır. Çoban Ali ve Birol el
işaretiyle çocuğun tekin biri olmadığı konusunda anlaşırlar. Yarım saat sonra
çocuk geldi. Çoban Ali:
“Hayrola
Namık?”
“Ağabey
aşağıda beni sorguya aldılar çok dövdüler, falakaya yatırdılar.”
İki
yol arkadaşının dikkatini Namık’ın ayağındaki ayakkabılar çekti. Birol:
“Yoksa
sen anarşist misin?”
“Yok,
ağabey yoldan geçiyordum aldılar. Mağazayı soymuşlar beni aldılar.”
Çoban
Ali araya girerek:
“Sen
temiz çocuğa benziyorsun. Üzülme hâkim bey suçsuz olduğunu anlayıp seni
salacaktır. Adalete güven.”
Sabah
olduğunda nöbetçiler değişmişti. İfade vermek için ikinci katta karakol
komiseri önünde teker teker ifade verildi. Soğuktan üşütmüş olmalı ki hiç
bağırmadı.
Karakol
polisi kapıyı açtığında:
“Şubede
parmak iziniz var mı?”
Birol
öne atılarak:
“Biz
ülkücüyüz şubede ne işimiz olsun. Vatanımızı seviyoruz.”
Öğleye
doğru iki polis eşliğinde üçü birden şubeye doğru kelepçesiz, kalabalık
arasında gidiyorlardı. Kemeraltı Çarşısı kadınlı, erkekli, çocuklu kalabalıktı.
Konak Basmane arasındaki caddeye çıkıldı. Az ileride köşede Kibar Mağazası
vardı. En üst katı Siyasi Şubeydi. Aşağı katlar, Asayiş, Ahlak, Uyuşturucu ve
diğer şube birimlerine aitti. Binanın arkasında bitpazarı diye adlandırılan dükkânların
olduğu yer vardı.
Fotoğraf
ve parmak izi alındıktan sonra geriye karakola getirildiler. Namık artık
aralarında yoktu. Nezarette aralarında sessizce konuşurken siyasi poliste bir
tanıdığa denk gelmediklerini avantaj olarak yorumladılar.
Öğleden
sonra ifadeleri alınmaları için Adliyeye iki polis eşliğinde yürüyerek
götürüldüler. İnce uzun boylu sarı kısa saçlısı:
“Sizden
ne Ülkücü ne Milliyetçi olur. Komünistsiniz.”
Birol:
“
Yapma yahu! Kuşlar mı sana haber yolladı?”
“Gece
ben nöbetçi olacaktım ki sizi öyle bir oyardım ki…”
“Kimden
haber geldiyse yanlış tüyo verilmiş…”
İfade
bitiminde serbest kalırlar. Polis
öfkeyle bakar:
“Bir
daha buraya gelmeyin oyarım.”
Bir
kat aşağıya Çoban Ali ile Birol inince yukarıdan bakan polise gülerek:
“
Aslan parçası yanlış meslek seçmişsin. Marangoz olup oymacılık yapmalıymışsın.”
Dedi Birol.
Polis
olduğu yerde donup kalır. İki yol arkadaşı adımlarını hızlandırarak aşağıya
zemin kata inip, gözden kaybolurlar.
17.10.2020
4 Kasım 2020 Çarşamba
2 Kasım 2020 Pazartesi
İNSANCA YAŞAMAK VARKEN https://almanyalilar.com/2020/11/02/hueseyin-habip-taskin-insanca-yasamak-varken/?fbclid=IwAR20ASDgpOTtYelcaE-Pqh2Dlqb5Ss4ek1KUo7fIU8OT-3Q30Up4AAeoRms
Hüseyin
Habip Taşkın
İNSANCA
YAŞAMAK VARKEN
Sindirme,
korkutma bir yere kadardır. O yerde insanda ve insanlarda dışa vurma başlar,
her şeyi göze alarak tepkisini gösterir. Onları hiçbir iktidar durduramaz. Tarihe
bakın imparatorluklarda, padişahlıklarda yöneticiler saraylarda saltanat
sürerken, askeri gücü varken bile açlıktan, ezilmekten, sömürülmekten payını
alanların başkaldırışları vardır.
Gelelim
ülkemize, bir yerde saltanat içinde yüzenler ile bir yerde de yoksulluktan,
sömürüden, baskıdan nasibini alanlar. Arada büyük bir uçurum vardır. Bu uçurumu
yaratanlar dünya ülkelerinde iktidarı yönetenlerin uyguladığı bir düzenin
devamıdır. Sanki babadan oğula miras kalmışçasına iktidara gelen çevresiyle çağ
atlıyor. Yıldızı parlıyor. Din adamları ne diyor? “Kaderine razı ol! Diğer
tarafta rahat edersin!”
Dünya
ülkelerinin neyi vardır? Bakın burası çok önemlidir. Askeri ve polis gücü vardır.
Hadi bakalım konuya buradan bakalım!
İnternettin
her türlü olanaklarından faydalanıyoruz. Dünyadaki olaylar internet ağına
düşüyor. Konumuzla ilgili olarak; bir devlet başkanı koltuğunu bırakmıyor.
Muhalefet: ‘Seçimlere hile karıştırdın’ diyor. Ortam geriliyor sahneye polis ve
asker tam teçhizat çıkıyor. Sonrasında cenk başlıyor.
Ekmek
zammı, hayat pahalılığı, yolsuzluk ve diğerleri için insanlar sokakta iktidar
koltuğunda oturanı protesto ediyor. Koltuktaki acayip bozulduğu için ‘ya kulum
hücum’ emrini veriyor.
Ülkemizde
de manzara dünya ülkelerinden pek farkı yoktur. Her ülkede demokrasi, uygarlık
diyor ama polis ve asker gücünü arkalarına alıp, halklarına karşı set
oluşturuyor.
Ermenek’te,
Ünye Ordu’da ve diğer yerlerde hak aramalarda karşılarına polis ve asker
çıkıyor. Gazeteciler, bilim insanları, sanatçılar, yazarlar, düzenden hoşnut
olmayanlarda payına düşeni alıyor. İlkokulda ‘polis ve asker halkı korur’ diye
öğretmenimden duymuştum. Yaşam pratiğinde anlatılanlar yanlıştır. Sermayeyi ve
iktidarları koruduğu bir gerçektir. Bu
işi sadece AKP’ye yıkmak yanlış olur. Dünden bugüne iktidar koltuğuna
oturanları yani düzeni sorgulamak gerekiyor.
İnsanca,
eşit koşullarda dilleri, kültürleri ne olursa olsun birlikte yaşamaktan yana
olmalıyız. Hepimiz insanız ve birer canız.
29.10.2020
DÜNYADA DİKTATÖRLERE İHTİYACIMIZ YOK!
Dilimiz, kültürümüz, birlikte yaşamaya engel değildir. Birbirimize düşman olmamıza neden olamaz. Birlikte paylaşabiliriz. Çünkü biz halkı...

-
Niye bana böyle bakıyorsunuz? Dünyanın düzenini ben bozmadım ki. Sınıflı toplumlardan başlayarak bozulmuş. Gelenek haline getirilmiş, düze...
-
DUYURUMUZDUR ÇIĞ DERGİSİYLE BİR İLİŞKİMİZ KALMAMIŞTIR Homer...
-
Bir toplumda insanlar suskunsa bunun bir nedeni vardır. İşin derinine girdiğimizde birçok nedenle karşı karşıya kalabiliriz. Bir devleti...