20 Eylül 2021 Pazartesi

CEZAEVLERİNDEN DOĞAN EDEBİYATÇI VE SANATÇILAR

 ‘Bir zamanlar gençtik’ cümlesini yaşları ilerleyen insanlar dile getirir. Bunu söylerken aynı zamanda geçmişe, takvim yaprakları arasında kalmış yaşanmışlıklara doğru yolculuğa çıkarlar. Yaşanmışlıklar, iz bırakan olaylar bir film şeridi gibi kişinin düşüncesinden sessizce geçer. O an nasıl duruyorlarsa yüreklerinde hüzün rüzgârları hafiften eser ve tüm bedeni sarar.

Benimde yaşamış olduğum birebir iz bırakan olaylar zaman zaman davetsiz misafir gibi ansızın aklıma gelir ve beni benden alır gider.

12 Eylül 1980 askeri darbesi öncesinde gençtik, yaşlarımız on dört on beş on altı ve üzeriydi. Sömürüye, baskıya, zulme karşı sosyalizmi kurma inancıyla kendimizi devrime adamıştık. Fabrikalarda, sokakta, tarlada, evlerde, köylerde insanın var olduğu her yerde insanca yaşamı anlatıyor, saflarımıza insanları katıyorduk.

12 Eylül 1980 Askeri Darbesiyle devrimci avı başladı. Yakalananlar işkence tezgâhlarından geçirildiler. Kimilerinin yaşamları sonlandırıldı. Sakat bırakılanlar oldu. Askeri ve sivil cezaevlerinde devrimci tutsaklara işkence tüm metotlarıyla farklı uygulanıyordu. Birkaç örnek ile belirtirsem; Diyarbakır cezaevinde aileler ve devrimci tutsaklar görüşte Kürtçe konuştukları için cop ve kalasların hedefindeydiler. Her koğuşta işkence seansları farklıydı. Çanakkale ve Bartın cezaevlerinde mazotlu suyun çeşmeler aracılığıyla devrimci tutsakların olduğu koğuşlara verilmesi… Amerikalıların Vietnam halkına yapmış olduğu kafeslerin bir benzer uygulaması Ankara Mamak cezaevinde devrimci tutsaklar için yapılmıştı.

İdamların adım adım devreye sokulmasına, devrimci tutsakların kaldığı koğuşlara asker ve gardiyan ordusuyla diz çöktürme, onur kırdırma saldırılarının yapılmasına karşı devrimci tutsakların direnmeleri elbette ki kaçınılmaz olarak gündeme gelmişti. Cezaevlerinde insanlık onuru direnişi sürerken içimizden çıkan yazan, çizen, resim yapan, elişi becerilerini sergileyen, saz çalıp türkü söyleyen yoldaşlarımız askeri darbeye karşı bir direniş abidesi olarak su yüzüne çıkmışlardı.

Çanakkale Özel E Tipi Cezaevinde kaldığım süre içerisinde bir yazar arkadaşımızın notlar aldığını fark etmiştik. Zaman içinde bu arkadaşımızın kitabı çıkmıştı. Diğer cezaevlerinde de şairlerin çıktığını duyuyor, onurlanıyorduk. Bir anımı paylaşarak yazıma devam edeyim.

Koğuşumuzdaki ikili ranzalar altlı üstlü olmakla birlikte demirden yapılmışlardı. Arada az bir boşluk ve yine ikili ranza vardı. Ranzaların bitiminde demir kapının yanı başında yemek yediğimiz masalar duruyordu. Pencerelerin önünde diklemesine yuvarlak, aralıklı demir çubuklar takılıydı. Demir çubukların ardı havalandırmaydı. Havalandırmamız insanlar için yeterli değildi. Duvarları hafiften koyu grimsi bir renkteydi, içimizi karartıyordu.

Koğuşumuzda iki tane karikatürist arkadaşımız vardı. İkisi de çizdikleri karikatürleri Gırgır dergisine gönderirdi. İkisinin de çizimlerinde fare ve kedi olurdu. Fare gardiyanı, kedi ise devrimci ve adli hükümlüleri temsil ediyordu. Karikatürlerini bizlere de göstererek fikrimizi alırlardı. Çizdiklerine baskıların, işkencelerin ortamında gülerdik. Gırgır dergisinin takipçileri olmuştuk, arkadaşlarımıza dergi geldiğinde sıra ile bakıyor ve yazılanları okuyorduk. Hemen hemen her sayıda gönderdikleri karikatürler yer alıyordu.

Bir gün kapının mazgalı açıldığında gardiyan, karikatürist arkadaşlarımızın isimlerini söyleyerek yanına çağırdı. Arkadaşlarımız gittiğinde, bizler de kapı ağzına yığıldık. Bir terslik olursa idareye vermeyerek direnecektik. Nedeni şuydu; kapı altına ve banyoya devrimci tutsaklar çekilip cop ve kalaslarla dövülürlerdi. Bu dövülme olayına adli suçtan yatanlar da dâhildir.

Gardiyan cezaevi müdürünün söylediğini aktarırken:

“Bundan böyle fare ve kedi çizmek yasak! Çizerseniz cezaevinden dışarı çıkamaz,” dedi. Hepimiz şaşırmıştık. Karikatürist arkadaşlarımız gardiyanı soru yağmuruna tuttular.

“Neden?”

“Fare gardiyanları anlatıyormuş. Ankara rahatsız olmuş. Bizlerle dalga geçiyormuşsunuz.”

Gardiyanın konuşmasından sonra kahkaha sesleri koğuşta, koridorlarda yankılandı.

 

Hüseyin Habip Taşkın

18.04.2021 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Acılarımız Ortaktır

 Her halkın acıları birbirine benzer. İnsanca yaşamak her bireyin hakkıdır. İnsanca yaşıyabiliyor muyuz? Kendimizi birey olarak sorgulamamız...