Hüseyin Habip Taşkın
Şimşek
Kara sokakta güneşli bir günde adamlarıyla yürüdüğünde etrafa durmadan
bakıyorlardı. Daracık sokakta çok katlı evler birbirine farklı yapılarla
karşılıklı duruyorlardı.
Karşılarından
saçları kırlaşmış, kısa saçlı, orta boylarda bir kadının kendilerine doğru
geldiğini fark ederler, kadın göz hapsindedir. Şimşek Kara daha dikkatli bakar,
gözlerine inanamaz. Yıllar öncesinden tanıdığı ilkokul öğretmeni Seval’dir.
Yanına yaklaşınca durdu. Öğretmeni de durdu.
“
Beni çıkartamadın değil mi? İlkokulda senin öğrencindim. Şimşek Kara… En arka
sıradaydım. Birazda tembeldim.”
Seval
öğretmen rahatladı. Konuşmaya başladı:
“Sen
demesen tanıyamazdım. Basında sıkça adını duyuyorum. Gayrimeşru işlerin adamı
Şimşek Kara olmadı evladım olmadı. Sana hiç yakıştıramadım.”
Şimşek
Kara’nın ten rengi hafiften allaştı. Yutkundu. Gülümsemek istediyse de
yapamadı:
“Ona
gayrimeşru işlerin adamı demeyelim. Kamu işi yapıyorum. Vatan için…”
“Haaa
öyle mi?”
“Öyle
öyle.”
Karmaşık
duygularla birbirlerine bakıyorlardı:
“Öğretmenim
yüz hatlarınız aynı kalmış, sesinizde bir değişiklik yok.”
“Seni
çok değişik gördüm. Yanındakiler adamın mı?”
“Evet.
Birlikte vatan millet işleriyle uğraşıyoruz. Hayır, işi diyelim.”
Seval
öğretmen kızgınlığını belli etmemeye çalışıyordu:
“Evladım
ben seni böyle yetiştirmedim.”
“Ah
öğretmenim. Yaram çok derindedir. Çocukluğum çalındı. Okulda çokça nasihat
dinledim sizden. Sınıfta ‘birbirinizi sevin, kollayın, yardım edin’ derdin.
Senin anlattığın sokakta geçmez. Sokakların köşe başlarında puşt zulaları
vardır. Başlarında kelli felliler. Kendi güçleriyle hareket ederler.
Hoşlansanız da hoşlanmasanız da bende bunlardan biriyim.”
Seval
öğretmen ne diyeceğini bilemedi:
“Biliyorsun.
Evim dağa yakındır. Taş evde oturuyordum. İki küçük odadan yapılmaydı. Çatı
tamir istiyordu. Tuvaleti kapının yanındaydı. Orada banyo yapılırdı. Hem
yazlıktı hem de kışlık. Babam öldüğünde neden öldüğünü bilemedim? Saf saf
söylenenleri dinliyordum.
Annemle
bir başıma kaldım. Günlerce ağzımıza bir lokmanın girmediği oldu. Evimizin
üstünde bir taş ev vardı. Lakabı Cibilliyetsizdi. Beni yanına çağırdığında “gir
içeri şu yemeği evinize götür. Ananla yersin” demişti.
Eve
girdiğimde tahta kapının kapandığını duydum. Cibilliyetsiz aaahhh… aaahhh
şerefsiz. Zorla bana tecavüz etmişti. Ağrılar içinde neye uğradığımı anlamadım.
Birkaç kez daha tecavüz etti. Hiç kimseye anlatamadım. Annem ölünce de ortada
kaldım. Orada burada çukurlara düşe düşe kavgaların içinde buldum kendimi. Karakollarda
ne dayak yedim bir bilsen. Birkaç kez Islâh Evine düştüm.
Cibilliyetsizi
hiç unutamadım. Aklımın bir köşesinde onu öldürürken hep hayal ettim. İntikam
hırsıyla kendimden geçtim. Günü geldiğinde evine gittim. Enayi beni elde
edeceğini sandı. İlk önce onu anadan doğma soyundurdum. Elimdeki bıçağı görünce
yalvarmaya başladı. O an duygularım onu öldürme dedi. Öldürmedim onu ama
öldürmekten beter ettim. Sikini bıçakla ikiye ayırdım. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Oradan nasıl çıkıp gittiğimi anlayamadım.”
Seval
öğretmenin aklı bir gidip geliyordu:
“Sana
bir şey oldu mu?”
“
Kendisine ne oldu bilemem? Cibilliyetsizin beni polise ötmediğidir. Bu olaydan
sonra ben farklı biri oldum. Arkamdan bir el yardım ediyormuş duygusuna
kapıldım. Adım babaların arasında anılmaya başlandı.”
Seval
öğretmen ağlamamak için kendisini zor tutuyordu:
“Oğlum
bu işleri bırakman için bir yolu yok mu?”
“Bu
işe bulaşalı yıllar oldu. Vukuatım bir değil sayısını unuttum. Geriye dönüşüm
yok.”
Seval
öğretmen öğrencisine acımaya başladığında:
“Burada
ne arıyorsun?”
“Hiç…
Kendimi arıyorum aramasına, bulamıyorum.”
Seval
öğretmen Şimşek Kara’nın elini tutup, anne şefkatiyle okşadı:
“
Oğlum güzel şeylerde yapılıyor.”
Seval
öğretmene bakıp başını salladı:
“Güzel
şeyler yapılmıyor. Yapıyorlarmışın yansımasını yansıtıyorlar bizlere. Tertemiz
duygularınız var. Farklı bir gözle bakmaya çalışsaydınız. Kötüleri de görür
tanırdınız. Kötülerin elinde olanakların her türlüsü var. Para onlarda… Güç
onlarda… İktidar onlarda… Öğretmenim.”
Islak
gözlerle birbirlerine duygusallıkla bakıyorlardı. Şimşek Kara zorlanarak
konuşmaya başladı:
“Bir
gün sınıfta bizlere şu soruyu sormuştun? Büyüğünce ne olacaksınız? Ben öğretmen
olacağım demiştim. Senin gibi iyilik meleği olmak istiyordum. Sıra arkadaşlarım.
Doktor, mühendis, hemşire dediler. Birçoğumuz söylediklerimize ulaşamadık.
Ulaşanların
sayısı azdı. Orta sıralarda önde oturan Nilgün vardı. Sınıfın çalışkanıydı.
Sümükleri suyun akışına benzerdi. Bizler kızdırırdık. Size şikâyet ederdi.
Sizde ‘Çocuklar yapmayın. Birbirinizi kırmayın.’ Derdiniz. Ne güzeldi o günler.
Nilgün avukat oldu biliyor muydunuz?”
“Bilirim.
Hanım hanımcık olmuş. Birkaç kez evime ziyaretime gelmişti.”
Kahkahayı
basmasıyla sustu:
“Özür
dilerim öğretmenim. Nilgün benim davalarımın avukatıdır. Benim arkamdakileri
temizliyor.”
“Aaaa…
Ciddi misin?”
“Anlayacağın
dille söyleyeyim. Kirli işlerimi temizliyor. Nilgün’ün iki sıra arkasındaki
sırada Serkan oturuyordu. Doktor oldu. Hastayı müşteri olarak görüyor. Ameliyat
ettikleriyle pazarlık yapıyor. Hastanenin malzeme ihtiyaçlarını alma
komisyonunda yükünü tuttu. Zaman zaman aynı meyhanede birlikte kafaları
çekiyoruz. Birbirimize olanı biteni anlatıyoruz. Onun benden, benim ondan ne
farkım var öğretmenim? O diplomalı bense diplomasız.”
“Oğlum gerçek mi bunlar?”
“Aç
gözünü öğretmenim. Senin eksenin dışında farklı yaşamlar var.
Bak birde Savcımız var. Solmaz’ın baktığı
davada bende vardım. Aramızda tartının kefelerini eşitledik.”
“Oğlum
ne içtin? Ne söylüyorsun? Düşüp bayılacağım.”
“Uyuşturucu
kullanmam. İçkimi akşamdan akşama içerim. Doğduğum güne, yaşamıma, beni bu hale
getirenlere ana avrat söverim.
Dur
dur. İçimizde bir dürüst kişi vardı. Yan sınıfta okuyordu. Hakyemez. Gazeteci
oldu. Her şeyi didiklerdi. Başta kim bulunuyorsa yazısını esirgemezdi. İnsanca
yaşam istedi. Garibimi öldürdüler. Onunla da birkaç kez karşılaştım. Çay
ocağında çayımızı içip lafladık.”
“Hatırlamaz
mıyım? Öldürüleli sekiz yıl oldu. Bir güvercin gibi kaldırıma düştü cansız
bedeni. Sadece üzüldüm. Neden öldürüldü? diye hiç sorgulamadım. Ne garip kirli
işlerle uğraşsan da sen sorguluyorsun.”
“Okulumuzda
kantinin yanındaki sınıfta pısırık Sinan vardı. Ben doğduğum eve başımı dinlemek
için ara sıra kalmaya giderdim. Onu
gördüğümde yamalı pantolonu, ceketiyleydi. Acıdım. Konuştuğumuzda kaderine
isyan ediyordu. Bende ona dedim ki “Gel yanıma senin kaderini ben
değiştireyim.” Yanımda indir ve bindir işleriyle, temizleme işleri yapıyor. Her
gördüğünde “Allah seni başımdan eksik etmesin” diyor.”
“Oğlum
onu da kendine benzetmişsin.”
“Öğretmenim
açlıktan ve yoksulluktan kurtardım. Büyük sevap işledim. Ne yapayım elimi
uzatmayıp açlıktan sürünse miydi?”
Seval
öğretmen bir oooff çekti.
Şimşek
Kara izin isteyerek öğretmeninin elini öptü. Aradaki mesafe açıldığında Seval
öğretmen öğrencisine bakıyordu. Aklından ‘nerede hata yaptım?’ diye düşündü.
Apartmanların arasından dar sokaktan yürümeye başladı.
Bir
zamanlar buraları bomboştu. Tek katlı, iki katlı bahçeli evler vardı. Farklı
ağaçların, çiçeklerin güzelliğinde kelebeklerin uçuştuğu, arıların bal yapmak
için oradan oraya konduğu, farklı kuşların koro halinde ötüştüğü, temiz havada eklenince
doğanın eşsiz güzelliği zaman içinde betonlaştırıldı.
Apartmana
girdiğinde dördüncü kata merdivenlerden çıktı. Kapıyı açıp içeri girdiğinde
sesi yükseldi:
“Çarpıklığı
nasıl göremedim? Kendimi neden yetiştiremedim? Gördüğüme neden ses çıkarmadım?”
Sandalyesine
oturdu. Başının içinde uğuldayan öğrencileriydi. Sinan Kara içini dökmüştü öğretmenine:
“Ah
öğretmenim. Basında kötü olarak ben anılırım. Uyuşturucuyu yurtdışına tek
başıma çıkardığımı sanıyorsun değil mi? Silahları ülkeye soktuğumu sanıyorsun
değil mi? Arkamdaki güç olmasa beni çoktan ezerler öğretmenim. Ben kimim ki?”
Oturduğu
yerden balkona çıktı. Apartmanlardan görebildiği kadar gökyüzüne baktı.
“Keşke
bulut olsaydım.” Diye bağırdı. Bağırması sokakta yankılandı. Duyan olsa da umursamadı.
Başladı hıçkırarak ağlamaya…
15.06.2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder