BİZLERİ BİZ YAPAN SOSYALİST DÜŞÜNCELERİMİZDİ. ARAMIZDA OLMAYAN DEVRİMCİ YOLDAŞLARIMIZIN ANILARINA SEVGİ VE SAYGIMLA...
Hüseyin
Habip Taşkın
Birol
ve yol arkadaşları soğukların ‘ben geliyorum’ dediği gecesinde afişlemeye
çıkmışlardı. Varyant dedikleri yerde afişleme yapılırken, sıra halinde dizilmiş
tek katlı dükkânlardan oluşan, dış cephesi kanarya sarısına boyanmış yerde iki
dükkânın ışıkları beliriyordu. Sokak
lambaları ana caddeyi yeterince aydınlatmıyordu.
Takım
elbiseli, gömlekli, gömleğin üzerinde hafiften lacivertimsi kravatıyla,
ceketiyle Birol gözcülük yapıyordu.
Karanlığın
sessizliğinde sokakta başıboş gezen köpeklerden birkaçı grup halinde
yanlarından geçip, gözden kayboldukları anda karşıdan gelen beyaz Renault arabayı
görünce:
“
Aynasızlar, aynasızlar…”
Diye
bağırdığında afişlemeyi yapanlar sokak aralarına daldıklarında, Birol beyaz Renault
arabanın yavaşça geçişini izledi. Gözden kaybolunca afişleme yapanlara haber
verip, kaldıkları yerden, tahtadan yuvarlak uzunca telefon direklerine ve
elektrik beton direklerine afişlemeye başladılar. Ara sıra apartman duvarları
da afişlemeden payına düşeni alıyordu.
Resmi
polis dolmuşu uzaktan gözükünce Birol:
“Aynasızlar…”
Diye
bağırıp, afişleme yapanların sokak arasına girmelerini izledi. Bir yandan Resmi
polis dolmuşuna bakıyordu.
Belirli
zaman içinde afişlemeye başlandı. Çok geçmeden Polis arabalarının sayısı artmış
olarak geliyordu. Birol:
“Aynasızlar…”
Diye
bağırdı. Arabalardan çıkan polisler sokak aralarına girmeye cesaret edemediler.
Etrafta dolanarak boy gösterisinde bulundular. Sonrasında arabalarına binip
gittiler.
Afişlemeye
‘devam etmeme’ kararı aldıklarında Çoban Aliyle birlikte varyantın kenarındaki
eski Rum, Ermeni, Yahudi mahallelerinden geçerek Milli Kütüphanenin arka
kısmına gelmişlerdi. Mahalledeki evler kimileri iki katlı ya da tek katlıydı.
Bahçeli ve bahçesizdi. Bazı yerlerin yolları yokuş aşağıya dikti. Daracık
sokakları birbirine bitişik yerleşimiyle ayakta kalabilmenin mücadelesini
veriyor görünümüne sahipti. Bu yere Damlacık deniliyordu.
Önlerinde
Resmi Renault
arabası durduğunda, yürümelerine devam ettiler. Şoförün yanındaki polis
oturduğu yerin kapısını açarak dışarıya çıkıp:
“Beyler
bir dakika bakar mısınız?” dedi.
İki
yol arkadaşı durup sesin geldiği yöne baktılar. Birol:
“Buyurun
memur bey bir şey mi istediniz?”
Polis
nüfus cüzdanlarını istedi. Bakıp, geriye verdi:
“Nereden
geliyorsunuz?”
Birol:
“Kız
arkadaşlarımızı evlerine bıraktık. Açık bir lokanta bulup işkembe çorbası
içeceğiz.”
Polis
Birol ile Çoban Ali’ye bakıp:
“Gece
fazla sokakta kalmayın, evinize gidin.” dedi
Birol:
“Teşekkür
ederim memur bey.” Dedi.
Yürümeye
başladılar. Şoför polis bağırmaya başladı:
“ O
konuşan Yukarı Semtin komünistidir. Sakın bırakma…”
Birol
Çoban Aliyle yüz yüze gelir, fakat konuşmazlar. Birol:
“
Memur bey siz beni birine benzettiniz. Elhamdülillah Müslümanım ve Ülkücüyüm.
Komünist mi? Allah göstermesin.”
Arada
kalan polis Şoför polise dönerek:
“Bey
efendi komünistte benzemiyor.”
“Komünisttir
o…”
Arka
koltukta Birol ile Çoban Ali oturmakta ve araba Kemeraltı polis Karakoluna
doğru gitmektedir. Arabanın içinde de ‘Komünistsin’, ‘değilim’ tartışması
sürmektedir.
Karakola
geldiklerinde Bekçi ile polis gelenleri kendi kayıtlarına almışlardı. Şoför
polisin yanındaki uzun boylu, sarı saçlı polis Çoban Ali ile Birol’un yanına
geldi. Çoban Ali’ye:
“Nüfus
cüzdanını versene?”
Sakince:
“Benim
nüfus cüzdanım yoktur.”
Polis
başını sallarken, ellerini yumruk haline getirmişti:
“Milli
Kütüphanenin arkasında bakmıştım.”
Çoban
Ali:
“Memur
bey bugün çok yorulmuşsunuz. Biraz dinlenseniz!”
Birol
araya girer:
“Memur
bey siz benim nüfus cüzdanıma baktınız.
Arkadaşım evinde unuttuğunu size söylemişti.”
Polis
geriye dönüp hızlıca gitti. Birol yanmayan sobaya bakıp:
“
Sobanın yerine birazdan bizi tutuşturacaklar.”
Çoban
Ali sırıtarak:
“Acayip
olan nüfus cüzdanımı lime lime etmişim. Ara pencerenin boşluğundan kayıplara
karıştı. Bunun üzerine dayak yerim. Eh! Sende yersin.”
Giden
polisin geriye geldiğinde elinde kriko olduğunu gördüklerinde hafiften ürktüler
ve Çoban Ali fısıltıyla:
“Vurmasına
izin vermeyeceğiz. Karşılık vereceğiz.”
Bekçinin
sesi duyuldu:
“Nereye
hiddetli gidiyorsun? Onlar bize zimmetlendi. Dışarı çık.”
Çoban
Ali ile Birol şaşırdı. Karakol polisi:
“Söyleneni
duymadın mı? Sana güle güle…”
Bekçi
ikisine dönerek:
“Burada
siyasileri dövmüyorlar. Sabah Karakol Komiseri gelecektir. Bağırıp çağırsa da
biz yapmadık; etmedik deyin. Bırakılırsınız.”
Gecenin
ilerleyen saatinde iki tas çorba geldi. Çoban Ali ve Birol hızlıca ekmek ile
çorbayı midelerine indirdiler. Bulundukları yer eski bir Rum eviydi.
Merdivenden ikinci kata çıkarken sağdaki odayı nezarethane olarak
ayarlamışlardı. Zemini tahtaydı. Aralıklı demir pencerelerden cadde
gözüküyordu.
Gecenin
geç vaktinde yere uzanarak uyumaya çalıştılar ama havanın soğumasıyla uyumaları
bölünüp duruyordu. Gecenin bir vaktinde on beş yaşlarında, siyah saçlı erkek
çocuğunu getirip yanlarına bıraktılar. Kısa tanışmadan sonra uyumaya
çalıştılar, soğuk hava izin vermedi. Odanın içinde konuşmaya başladılar.
Getirilen çocuğun ismi Namık idi. Meraklı birine benziyordu. Durmadan sorular
soruyordu. Bir ara:
“Devrimcisiniz
değil mi?”
Çoban
Ali ciddiyetini koruyarak:
“Biz
Ülkücüyüz.”
“
İnanmam! Devrimcisiniz.”
Birol
araya girerek:
“
Bana bak! Başımızı belaya sokma, yoksa bu işin sonu kötü olur.”
Uzunca
konuşulmadı. Bir ara kapı açılıp Namık dışarı alınır. Çoban Ali ve Birol el
işaretiyle çocuğun tekin biri olmadığı konusunda anlaşırlar. Yarım saat sonra
çocuk geldi. Çoban Ali:
“Hayrola
Namık?”
“Ağabey
aşağıda beni sorguya aldılar çok dövdüler, falakaya yatırdılar.”
İki
yol arkadaşının dikkatini Namık’ın ayağındaki ayakkabılar çekti. Birol:
“Yoksa
sen anarşist misin?”
“Yok,
ağabey yoldan geçiyordum aldılar. Mağazayı soymuşlar beni aldılar.”
Çoban
Ali araya girerek:
“Sen
temiz çocuğa benziyorsun. Üzülme hâkim bey suçsuz olduğunu anlayıp seni
salacaktır. Adalete güven.”
Sabah
olduğunda nöbetçiler değişmişti. İfade vermek için ikinci katta karakol
komiseri önünde teker teker ifade verildi. Soğuktan üşütmüş olmalı ki hiç
bağırmadı.
Karakol
polisi kapıyı açtığında:
“Şubede
parmak iziniz var mı?”
Birol
öne atılarak:
“Biz
ülkücüyüz şubede ne işimiz olsun. Vatanımızı seviyoruz.”
Öğleye
doğru iki polis eşliğinde üçü birden şubeye doğru kelepçesiz, kalabalık
arasında gidiyorlardı. Kemeraltı Çarşısı kadınlı, erkekli, çocuklu kalabalıktı.
Konak Basmane arasındaki caddeye çıkıldı. Az ileride köşede Kibar Mağazası
vardı. En üst katı Siyasi Şubeydi. Aşağı katlar, Asayiş, Ahlak, Uyuşturucu ve
diğer şube birimlerine aitti. Binanın arkasında bitpazarı diye adlandırılan dükkânların
olduğu yer vardı.
Fotoğraf
ve parmak izi alındıktan sonra geriye karakola getirildiler. Namık artık
aralarında yoktu. Nezarette aralarında sessizce konuşurken siyasi poliste bir
tanıdığa denk gelmediklerini avantaj olarak yorumladılar.
Öğleden
sonra ifadeleri alınmaları için Adliyeye iki polis eşliğinde yürüyerek
götürüldüler. İnce uzun boylu sarı kısa saçlısı:
“Sizden
ne Ülkücü ne Milliyetçi olur. Komünistsiniz.”
Birol:
“
Yapma yahu! Kuşlar mı sana haber yolladı?”
“Gece
ben nöbetçi olacaktım ki sizi öyle bir oyardım ki…”
“Kimden
haber geldiyse yanlış tüyo verilmiş…”
İfade
bitiminde serbest kalırlar. Polis
öfkeyle bakar:
“Bir
daha buraya gelmeyin oyarım.”
Bir
kat aşağıya Çoban Ali ile Birol inince yukarıdan bakan polise gülerek:
“
Aslan parçası yanlış meslek seçmişsin. Marangoz olup oymacılık yapmalıymışsın.”
Dedi Birol.
Polis
olduğu yerde donup kalır. İki yol arkadaşı adımlarını hızlandırarak aşağıya
zemin kata inip, gözden kaybolurlar.
17.10.2020