Çocukluğumun geçtiği kasabada evimizin önünden yaz, kış traktörler tarlalarda çalışmak için kadın ağırlıklı, erkek, genç çocuk taşırdı. Traktörlerin sayısı değişkendi. Bir ara on beşi geçmişti. Yaz, kış tarlaya gidenleri izlerdim. Benim yaşıtlarım, yeni doğmuş bebeler, okul çağındaki çocuklarda tarlanın yolunu tutarlardı. Çocuk aklımla neden? Sorularını sorar, bir türlü yanıtını bulamazdım. Yıllar birbirini kovalarken mübadelede gelenlerin çocuklarının da ağırlıklı tarlaya gittiğini öğrenmiştim.
Kasabamıza aşağıdan yukarıya doğru bakınca, tarihin derin izleri yansırdı. Eskilere gidersek, Romalılar, Bizanslılar, İyonyalılar ve diğerleridir. Yakın tarihe doğru bakarsak, ördekbaşı olan yerde Tahtacı Aleviler, hafif kamburumsu olan yerde Romanlar yaşardı. Aşağı kesimlerde bir zamanlar Osmanlı döneminde bile yaşamış olan Rumların, Ermenilerin ve Yahudilerin evlerinin izleri ve kiliseleri vardı. Yaşayan halkların zengin kesimi olduğu kadar, garibanları da vardı.
Mübadele döneminde Yugoslavya, Yunanistan, Bulgaristan’dan ağırlıklı insanların kasabaya yerleştirildiklerini aklımın erdiğinde öğrenmiştim. Burada Osmanlı öncesi, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemini kapsayan medeniyetin izlerini bulmak mümkündür.
Babamın mesleğinden dolayı ilgimi çeken kasabaya gelmiştik. Bulunduğumuz mahalle ve sokak ağırlıklı mübadele sonunda Yunanistan ve Girit’ten gelen insanlardan olduğunu öğrenmiş ve ilgimi çekmişti.
Ev sahibimiz Yunanistan göçmeniydi. Belediye pasajında kasap dükkânı vardı. Rauf amca, eşi Naciye teyzeydi. Sokağımızda bulunan aileler diğer gelenlere göre biraz daha maddi durumu iyi olanlardı. Rauf amcanın annesine sorardım:
“Teyzecim nereden geldiniz?”
“Uzaklardan geldik. Çocukluğum, genç kızlık dönemim ve evliliğim, çocuk çoluğa karışmam ve yaşlılığa doğru bir ömür geldiğim yerde kaldı. Günün birinde haydi Türkiye’ye gidiyorsunuz dediler. Buraya geldik.”
“Geldiğin yeri özlüyor musun?”
“Oraya alışmıştık. Geldiğim yer küçük yerleşim birimiydi. Rum ailelerde vardı. Aramızda sorun olmadı. O topraklarda yatan atalarım var. Kolay kolay unutulmuyor.”
İlkokula başladığımda arkadaşlarım ağırlıklı Yunanistan’dan gelenlerin çocuklarıydı. Merak ettiğimden okul bitiminden sonra evlerine konuk olurdum. Gittiğim evlerin birçoğunda gelirleri az olan insanlardı. İlgi ve alakaları bana karşı çok iyiydi. Benim oturduğum sokakta bir aile haricinde hepsinin özel dükkânları vardı. Gültaç arkadaşımın babası muhasebeciydi. Saim amca dişçiydi. İşyeri evinin bahçesindeydi. Ali abinin babasının çarşıda bakkal dükkânı vardı.
Çarşımız Rum, Ermeni ve Yahudi esnaflarına ait olsalar da Türkiye Cumhuriyetinde yeni çarşılar oluşturulmuştu. Yenilerin üzerlerinde evler vardı. Belediye pasajının temellerini ilkokula başladığımda atıldı.
Gençlik yıllarında biraz daha gözlemlemem ile yaşıtlarım ve benden birkaç yaş büyüklerim ailesinin nereden geldiklerini anlatıyorlardı. Anlatılan her öyküde bir hüzün öyküsü vardı. Bazı aileler sırmışçasına gelişlerini anlatmazdı. Buda beni daha çok ilgilenmeme neden oldu.
Nedret adında bir arkadaşımla hamama yakın yerde bir kahvehanenin bahçesinde oturmuş, sohbet ediyorduk.
“Nedret biliyorsun mübadelede gelenlere göçmen kuşları diyorum. Aslında hepimiz birer göçmen kuşu değil miyiz? Annen, baban deden, ananen gazete ve kitap okuyanlardan olduğu kadar; ne zaman geçmiş ile soru sorduğumda bana yarım yamalak yanıtlar verirlerdi. Sen duymuşsundur”
“Can susuluyorsa aile arasında alınan karardır. Bir daha açma konuyu…”
Gövdesi büyük meşe ağacının altında, yöresel çıkan gazozu, şişesinden yudumlayarak, tadını çıkararak içiyorlardı. Nedret göz ucuyla Can’a baktığında:
“Sana birazını anlatayım. Yalnız… Bu konuşma aramızda olmadı.”
Can onu dikkatlice dinliyordu:
“ Ben Türkiye’de doğdum. Selanik’te küçük bir kasabada ailemi ve altmış haneye yakın aileleri alıp, otobüslerle deniz kıyısına getirmişler. Küçük bir gemi ile yolculuk yapılmış ve yorucu geçmiş.
Kara parçasına çıkıldığında karantina denilen yerlere almışlar. Ne kadar burada kalmışlar, tam gününü bilemiyorum? Sonunda buraya getirilmişler. Ev ve tarla verilmiş verilmesine, kasabanın kabadayı tiplemeleri, gelenlere verilen yerleri almaları için baskılara başlamış. Kavgalar olmuş. Sonunda senin dediğin gibi göçmen kuşları birleşerek, kendilerini korumuşlar.”
“Ara sıra Mübadelede gelenlerden biriyle biri kavga ettiğinde ‘gavur’ cümlesi ağzından çıkardı.”
Nedret ellerini birbirine kenetlediğinde:
“O zamanlar söylenenler ağrıma gidiyordu. Zamanla komşuluklarımız pekişti. Birbirimizle evlilikler yapıldı. Aileler iç içe geçti. Cenazelerimizi birlikte kaldırdık. Birçok noktada birleştik. Şimdi ağır cümleler kullanılmıyor.”
İki arkadaş konuşmalarına devam ediyordu.
Hüseyin Habip Taşkın
30.08.2024